sumeyye
Tue 11 September 2012, 03:37 pm GMT +0200
Sebku’l-Hades Sonrasında Çözüm Yolunun Yanlış Uygulanması:
Namazda kasıtlı olarak abdesti bozmakla namaz bozulur. Fakat elinde olmayan bir sebeple abdesti bozulan, yani sebku’l-hadese uğrayan mükellef, aykırı bir davranışta bulunmadan hemen abdest alır ve yarıda kalan namazını tamamlayabilir mi? [244]
(a) Cumhur’a göre, burun kanaması dışında namaz kılarken sebku’l-hadese uğramak halinde, bina ale’s-salât (namaza kaldığı yerden devam) uygulanmaz.
(b) eş-Şafifye göre, hiçbir durumda bu çözüm yolu uygulanmaz.
(c) Hanefî Mezhebine göre, sebku’l-hades halinde sebep ne olursa olsun, bina ale’s-salat uygulanır, hatta bu konuda sahabe icmâı nakledilir: [245]
(1) Sebku’l-Hades’le karşılaşan mükellefin avret yeri açılırsa, namazı bozulur. Meselâ bu şekildeki bir kadının, abdest için kolunu sıvaması namazını bozar.
(2) Abdest almaya giderken veya dönerken kıraat yapmak veya iki saf ötede bulunmasıyla namaz bozulur.
(3) Abdest almaya gidince zaruret olmaksızın bir rükün eda edecek kadar beklemek ve gecikmekle namaz bozulur.
(4) Namaz kılarken abdest bozuldu diye camiden çıkmakla namaz bozulur, böyle bir durumda istihlâf uygulanmaz. Namaz cami veya mescidde değil de kırda veya açık alanda kılmıyorsa, cemaatle veya münferiden kılmaya göre çözüm bulunur:
(4.a) Cemaatle kılman namazda sağ, sol veya arkaya abdest almaya gidilirse safların bittiği yer; ön tarafa gidildiğinde sütre veya bina varsa buraya kadar olan yer, bunlar yoksa, secde yeri, cami hükmünü alır,
(4.b) Yalnız başına kılan mükellefin ön taraf dışındaki yönlere veya ön tarafta sütre olmaksızın gitmesi halinde secde yeri kadarlık, sütre olduğu halde ön tarafa yürüdüğünde sütreye kadar olan yer cami hükmünü alır.
(5) Abdestsiz olduğu, mesh süresinin bittiği, kaza namazı olduğu veya necaset bulaştığını zannederek namaz kılarken bulunduğu yerden ayrılmakla -dışarıya çıkmasa bile- namaz bozulur.
[244] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 141; Kâsânî, BS, c. I, s. 220; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 59.
[245] Kâsânî, BS, c. I, s. 223; Cezîrî, Fame, c. I, s. 295; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 59.