reyyan
Wed 1 December 2010, 04:29 pm GMT +0200
"Sebeb Ey"
İdris Arpat
Hama'da, Bosna'da, Kafkaslar da, Mescid-i Aksa yakınlarında bizim vurulup düşenlerimize kimler ağladı? Ölüm, gözlerinin içine baka baka üzerlerine yürüdüğü zaman ağıtlarını ve ölüm ilahilerini kimler okudu? Şeytanın uşakları silahlarını eli kundaklı annelere çevirdiği zaman, yürek atışlarını Yaratandan gayrı kimler duydu? Babasız yavruların boynu bükük ağlayışlarına kimlerin yüreği sızladı?
Mezarlarımız sıra sıra dizildi. Ağır başların bağırları ezildi.
Kanayan mekanlarda yükselen feryatlar İslam çiçeklerine aitti. Dağlarda yankılanan, çöllerde çınlayan ölüm ve iffet çığlıkları mü'min yürekleri yeterince titreştirmedi. Bir içli ağıt bile okunmadı akşam ufuklarında, yeri göğü inleten.
Müslümanların dünyalarına çöken geceler gönüllerine de mi çöktü?
Din için, kardeşleri için yiğit gibi çarpışmayanlar kadın gibi ağlarmış. Biz onu da başaramadık. Onun için hayırlara vurdu nedametim.
Umutla bakınıp-durdular etraflarına Müslümanları mı aradılar ne?
Müslümanlar, kardeşlerim, mücahitlerim!... "
Ne Kabe duvarlarından, ne İstanbul surlarından ne de ehramlardan bir cevap buldu bu talepler. Çaresizlik çöktü İslam çiçeklerini omuzlarına. Kendi gecelerinde yürüdüler, kalpleri çarpıntılı, bakışları endişeli. Dudaklarında kelimeler; "Kardeşlerim, kardeşlerim!..." Mahşer gününe dek uğuldayan kelimeler.
Olup-bitenlerden Arş-ı ala titredi.
Ey bizim has bahçemizin gülleri, bu güller üzerine yağan serin sağanaklar...
Ey bizim, şafak vaktinde uyanan yiğitlerimiz, yiğitlerimizin dilinden ufuklara yayılan Kur'anlar...
Ey Müslüman yurtlarına yönelik engin düşünceler, bu düşünceleri besleyen ilahi kaynak.
Ey bizim çalışma azmimizin şurup giden sevimliliği. Gönülleri semavi ölçülere ayarlamaya çalışan temiz niyetler.
Ey şen kahkahalara dalgın gözlerle bakan İslam'ın saf çocukları. Ey bu gözlere mana kazandıran sabırlı irade.
Ey mahşerden dünyalara yürüyen "kıyamet erleri" Ey bu erlerin ahirete yönelik büyük talepleri.
Ey sebeplere-sonuçlara ayetlere hadislere dikkat kesilen, Filistin'de kemik kıran gavur eller burada da azim-irade kırıyor, iffetlere namuslara kıyıyor, çabuk gel.
Ey sönmeyen İslamî heyecan, kesin tavır, yürekler isteksiz, nesiller desteksiz, idealsiz kalmadan gel.
Ahtapot kollarını kıramadık, vampirlerden kurtulamadık. Kalbimiz mi, kalıbımız mı yetersizdi bilmem. Çabuk gel.
Biz seni hep bekledik. Bir şafak vakti zarif ve mahzun gülümsemelerle çıkar gelirsin diye.
Yer demir, gök bakır. Taş kesilen dünyamıza çiçek gülümsemesiyle gelirsin diye konuşmuştuk.
Şafak vakitlerinde uyanık bulunsaydık, güneşin doğduğu yerden göründüğün zaman seni karşılasaydık.
Yiğitler gelecekmiş, dinç ve hareketli Rahmet sağanaklarıyla pırıl pırıl. Seni karşılamaya geleceklermiş, teheccüdden sonra.
Dağ uçlarında, başımız iki elimizin arasında, hep meşriki gözledik. Senin yüzün suyu hürmetine ılık yağmurlar yağdı da gözümüz açıldı.
Biz, o an, cümlemiz mahzunduk.
Ey safımızda sıra sıra duranlar,
İşimiz kolay değil. Kendi güneşinin etrafında döne döne
Güneş kesil.
İdris Arpat
Hama'da, Bosna'da, Kafkaslar da, Mescid-i Aksa yakınlarında bizim vurulup düşenlerimize kimler ağladı? Ölüm, gözlerinin içine baka baka üzerlerine yürüdüğü zaman ağıtlarını ve ölüm ilahilerini kimler okudu? Şeytanın uşakları silahlarını eli kundaklı annelere çevirdiği zaman, yürek atışlarını Yaratandan gayrı kimler duydu? Babasız yavruların boynu bükük ağlayışlarına kimlerin yüreği sızladı?
Mezarlarımız sıra sıra dizildi. Ağır başların bağırları ezildi.
Kanayan mekanlarda yükselen feryatlar İslam çiçeklerine aitti. Dağlarda yankılanan, çöllerde çınlayan ölüm ve iffet çığlıkları mü'min yürekleri yeterince titreştirmedi. Bir içli ağıt bile okunmadı akşam ufuklarında, yeri göğü inleten.
Müslümanların dünyalarına çöken geceler gönüllerine de mi çöktü?
Din için, kardeşleri için yiğit gibi çarpışmayanlar kadın gibi ağlarmış. Biz onu da başaramadık. Onun için hayırlara vurdu nedametim.
Umutla bakınıp-durdular etraflarına Müslümanları mı aradılar ne?
Müslümanlar, kardeşlerim, mücahitlerim!... "
Ne Kabe duvarlarından, ne İstanbul surlarından ne de ehramlardan bir cevap buldu bu talepler. Çaresizlik çöktü İslam çiçeklerini omuzlarına. Kendi gecelerinde yürüdüler, kalpleri çarpıntılı, bakışları endişeli. Dudaklarında kelimeler; "Kardeşlerim, kardeşlerim!..." Mahşer gününe dek uğuldayan kelimeler.
Olup-bitenlerden Arş-ı ala titredi.
Ey bizim has bahçemizin gülleri, bu güller üzerine yağan serin sağanaklar...
Ey bizim, şafak vaktinde uyanan yiğitlerimiz, yiğitlerimizin dilinden ufuklara yayılan Kur'anlar...
Ey Müslüman yurtlarına yönelik engin düşünceler, bu düşünceleri besleyen ilahi kaynak.
Ey bizim çalışma azmimizin şurup giden sevimliliği. Gönülleri semavi ölçülere ayarlamaya çalışan temiz niyetler.
Ey şen kahkahalara dalgın gözlerle bakan İslam'ın saf çocukları. Ey bu gözlere mana kazandıran sabırlı irade.
Ey mahşerden dünyalara yürüyen "kıyamet erleri" Ey bu erlerin ahirete yönelik büyük talepleri.
Ey sebeplere-sonuçlara ayetlere hadislere dikkat kesilen, Filistin'de kemik kıran gavur eller burada da azim-irade kırıyor, iffetlere namuslara kıyıyor, çabuk gel.
Ey sönmeyen İslamî heyecan, kesin tavır, yürekler isteksiz, nesiller desteksiz, idealsiz kalmadan gel.
Ahtapot kollarını kıramadık, vampirlerden kurtulamadık. Kalbimiz mi, kalıbımız mı yetersizdi bilmem. Çabuk gel.
Biz seni hep bekledik. Bir şafak vakti zarif ve mahzun gülümsemelerle çıkar gelirsin diye.
Yer demir, gök bakır. Taş kesilen dünyamıza çiçek gülümsemesiyle gelirsin diye konuşmuştuk.
Şafak vakitlerinde uyanık bulunsaydık, güneşin doğduğu yerden göründüğün zaman seni karşılasaydık.
Yiğitler gelecekmiş, dinç ve hareketli Rahmet sağanaklarıyla pırıl pırıl. Seni karşılamaya geleceklermiş, teheccüdden sonra.
Dağ uçlarında, başımız iki elimizin arasında, hep meşriki gözledik. Senin yüzün suyu hürmetine ılık yağmurlar yağdı da gözümüz açıldı.
Biz, o an, cümlemiz mahzunduk.
Ey safımızda sıra sıra duranlar,
İşimiz kolay değil. Kendi güneşinin etrafında döne döne
Güneş kesil.