saniyenur
Sat 19 May 2012, 01:23 pm GMT +0200
B- Savaşın Lüzumu Ve Hikmeti
Çeşitli düşman türlerine karşı tüm bu savaş hazırlıklarının amacı ve hikmetini açıklamak şimdi kabil olabilir. Açıkçası, düşmanı caydırıcı bu savaş hazırlıkları ne sadece düşmanı yök etmiş olmak için yapılır, ne de çok kudretli bir devlet kurmak için yapılır; fakat bu iş büyük bir hikmete dayanır. Savaşın bu gerekliliği ve hikmeti Kur'an-ı Kerim'de şu sözlerle ortaya konur: "Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmet oldunuz. İyiliği emreder, kötülükten men edersiniz ve Allah'a İnanırsınız. Eğer kitap ehli, inanmış olsaydı, elbette kendileri için iyi olurdu. Onlardan inananlar da var, ama çokları yoldan Çıkmışlardır!' (3: 110). Bu sözlerle, müslümanların, İsrailoğullarının yetersizlikleri nedeniyle az-ledildikleri bir dünyaya önderlik etmek üzere tayin edildikleri hatırlatılmaktadır. Müslümanlar bu göreve tayin edilmişlerdir, çünkü önderlik için çok lüzumlu ahlâkî değerlere sahiptirler. Bunlar iffeti kurma, kötülüğe son verme, Allah'tan başka ilâh olmadığına iman ve bu imanın gereklerini yerine getirmedir. Bundan dolayı müslümanlar kendilerine emniyet edilen işin sorumluluklarını anlamalı ve kendilerinden öncekilerin düştükleri hatalardan kaçınmalıdırlar.
"Bu durum şeref verici bir mahiyette olmasına rağmen, beraberinde çok ağır sorumluluklar da taşır. Müslüman toplumun dünyanın önünde yaşayan bîr merhamet, hak ve adalet timsali olmalarını gerektirir ve eğer bu sisteme herhangi bir tehlike sirayet ederse, onu her çeşit istila, kokuşma, iç ve dış hücumlara karşı koruyup gözetmeye kifayet edecek kadar kudretli olmaları şarttır." (Ebû'l Âlâ Mevdûdi, The Meaning of the Qur'an, Cilt II, sf. 54 ve Cilt I, sf. 120-121). Bu husustan Bakara Suresi'nde bahsedilmektedir: "Böylece sizi orta bir ümmet yaptık ki, insanlara şahit olasınız, Peygamber de size şahit olsun. Biz, Peygamber'e uyanı, ökçesi üzerinde geriye dönenden ayıralım diye, eskiden yöneldiğin Kabe'yi kıble yaptık. Bu, Allah'ın yol gösterdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir. Allah sizin imanınızı zayi edecek değildir. Şüphesiz Allah, insanlara şefkatli, merhametlidir." (2: 143).
Bu, Allah tarafından yaratılan İslâm toplumunun gelişimi için gerekli bir iyilik, fazilet ve adalet sistemidir. Bu sistemi tüm dünya üzerine yaymak ve daha sonra bu sistemi sahip olduğu bütün gücüyle korumak müslü-manm zorunlu görevidir. Diğer bir deyimle, müslüman tüm İnsanlığa; kötülük, adaletsizlik ve kokuşmuşluğa karşı iyilik, fazilet ve adaletin hüküm sürdüğü bir sistemi getirmek için çok çalışmalıdır. Böylece, İslâm, dar ulusal, ırkçı, mezhepçi ya da dil ile ilgili sınırlamalardan kurtulmuş bir kollektif faziletin yüksek standardını insanlığa sunar.
Bununla beraber, Kur'an-ı Kerîm savaşın hikmetlerini iyice açıklayarak, müslümanlara bu uğraşıda karşılaşacakları birçok tehlike tarafından caydmlmamalarını, fakat kendilerine anlaşılır bir şekilde izah edilen bu yolda çok çalışmalarını söylemektedir: "Allah uğrunda, O'na yaraşır şekilde cihad edin. O, sizi seçti ve dinde size bir güçlük yükleme-di. (Sizin dininizi de) babanız İbrahim'in dini (gibi geniş kapsamlı yaptı, daraltmadı.) O (Allah) bu (Kur'an)dan önce(ki kitaplarda) da, bu (Kur'an)da da size 'müslümanlar' adını verdi ki, Peygamber size şahid olsun, siz de insanlara şahid olasınız. Haydi namazı kılın, zekâtı verin ve Allah'a sarılın; sahibiniz O'dur. Ne güzel sahip ve ne güzel yardımcıdır (O)!" (22: 78). Bu ayet, onlar için seçilen Allah Yolu'nun İbrahim ve ondan önceki peygamberlerle aynı yol olduğunu vurgulamakta ve tüm insanları ve toplumları İbrahim ile aynı yolu takip etmeye davet etmektedir. Aynı zamanda müslümanlara bu itikadın sarsılmaz şekilde takibi ve buna karşı çıkanlara karşı çok çalışmalarını emretmektedir.
Aynı ilke, aynı surede başka ifadelerle de anlatılmaktadır. "Onlar (o kimselerdir) ki kendilerine yeryüzünde iktidar verdiğimiz takdirde (zorbaların yoluna sapmazlar, bilâkis) namazı kılarlar, zekâtı verirler, iyiliği emrederler, kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar. Bütün işlerin sonu Allah'a aittir (her şey sonunda O'na varacaktır.)" (22: 41). Bu sebepledir ki müslümanlar bütün insanlığın faydası İçin bir adalet sistemi kurmaya çalışırlar, çünkü bu sosyal refahın ve herkesin saadetinin temelidir. Şayet gerekirse kuvvet kullanarak, kötülüğü durdurabilecek, bir kimse yoksa, kötülüğün gücü yayılacaktır ve yavaş yavaş toplumdaki tüm iyilik ve fazileti yenecektir. İnsanlar iyiyi emretmeyi ve kötüyü yasaklamayı durdurursa, kötülük kuvvetlenecek ve insanlığı yok edecektir. Bu olay şu sözlerle anlatılmaktadır: "Sizden önceki nesillerden akıllı kimselerin, (insanları) yeryüzünde bozgunculuk yapmaktan men etmeleri gerekmez miydi? Fakat onlar arasından, ancak kendilerini kurtardığımız pek az kişi böyle yaptı. Zulmedenler İse kendilerine verilen refahın peşine düşüp sunardılar ve suç işleyen (insan)lar olup çıktılar. Halkı ıslah edici kimseler olsaydı, Rabbia o şehirleri haksız yere helak edecek değildi." (11: 116-117).
Başka bir yerde Benî İsrail'in helak edilmesi şu sözlerle anlatılmaktadır: "îsrailoğulla-rından inkâr edenlere, Davud ve Meryem oğlu İsa diliyle lanet edilmiştir. Çünkü (onlar) isyan etmişlerdi ve saldırıyorlardı. Yaptıkları kötülükten vazgeçmiyorlardı. Ne kötü şey yapıyorlardı!" (5: 78-79). Rasulullah, bunu şu sözlerle açıklamaktadır: Bir topluluğun arasında bir adam onların gözü önünde itaatsizlik yapar, buna rağmen onlar onun davranışlarını düzeltebilecekken böyle yapmazlarsa, Allah onları ölmeden evvel ağır bir cezayla yakalayacaktır." (Mişkât).
Müslümanların toplumda daima iyiliği teşvik edip kötülüğü yermeleri İslâm inancının önemli bir parçasıdır.Çünkü kendi içinde iyi bir şey olmasına ilâve olarak insanlık kültür ve medeniyetini korumak en hayırlı yoldur. Kur'an-ı kerim bu esası şöyle hatırlatır: "İçinizden hayra çağıran, iyiğili buyurup kötülükten men eden bir topluluk olsun; işte onlar kurtuluşa erenlerdir!' (3: 104). Müslümanlar, daha önceki nesilleri yok eden ve aynı şekilde davranırlarsa onları da yok edecek olan kötülük, kötülüğün men edilmesi ve kötülüğün takipçileri hakkında uyarılmışlardır: "İnkâr edenler, birbirlerinin velisidir-ler. (Ne siz onlara vâris olabilirsiniz, ne de onlar size vâris olabilirler). Eğer bunu yapmazsanız, (Allah'ın bu emirlerini tutup, bir-birlerinizi desteklemezseniz) yeryüzünde fitne ve büyük bir kargaşalık olur." (8: 73).
Toplumda kötülük gördükleri zaman, müs-lümanlara bâtıl kuvvetlere karşı inançlarını ve kendilerini korumak için ve ikinci olarak kötülüğü yok edip, iyilik ve fazileti hâkim kılmak için çarpışmaları ve savaş açmaları emredilmektedir. Bu emir şu sözlerle anlatılır: "Kendilerine Kitap verilenlerden Allah'a ve Ahiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Ra-sûlü'nün haram kıldığını haram saymayan ve hak dinini din edinmeyen kimselerin.kü-Çül(üp boyun eğ)erek elleriyle cizye verecekleri zamana kadar savaşın." (9: 29).
Yeryüzünde zulüm ve zorbalık yok oluncaya ve Allah'ın şeriatı yerleşinceye kadar savaşa devam etmek müslümanların vazifesidir. Kötülüğün bir başka çeşidi de münker-dir ve Kur'an-ı Kerim bunun için 'fitne' kelimesini kullanır:" Onlarla savaşın ki fitne ortadan kalksın, din yalnız Allah'ın dini olsun (Yalnız O'na tapılsın)..." (2: 193). Buradaki 'fitne' kelimesi, "toplumun durumunun Allah'ın kanununun uygulanması bakımından emniyetli ve özgür olmaması" mânasında-dır. İşte bu nedenledir ki müslümanlara Allah'ın Yolu için barış ve hürriyeti toplumda yerleştirmek ve onun durumunu değiştirmek üzere cihada devam etmeleri buyrulmuştur. Bu savaşta İslam'ın ve müminlerin amacı, insanların gerçek olduğuna inandığı şeyleri gerçekleştiremediği ve barışı ve düzeni kurup insanların serbestçe Allah'ın kulları olarak İlâhî Kanun'la uyum içinde yaşayamadığı fitne olayını sona erdirmektir. (Ebû'l Alâ Mev-dûdi, The Meaning of the Qur'an, Cilt I, sf. 147).