- Sarko’nun burka yasağı

Adsense kodları


Sarko’nun burka yasağı

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Thu 19 July 2012, 12:04 pm GMT +0200
Sarko’nun burka yasağı ve alaturka notlar
M. Mücahit KÜÇÜKYILMAZ • 75. Sayı / DİĞER YAZILAR


19. yüzyıl Osmanlı modernleşmesini ve ondan daha radikal yöntemler benimseyen Cumhuriyet inkılâpçılığını derinden etkileyen Fransız tarzı laiklik anlayışı bugünlerde Fransa’da tartışılıyor. Anglosakson modelinde daha çok sömürgelerdeki ekonomik çıkarları muhafaza etmekle sınırlı kalan ve kategorik toplumsal biçim oluşturmayı ikinci planda tutan seküler yaklaşım, kanlı Saint-Barthelemy katliamı ve 1789 Devrimi’nin yurdunda şekilci ve dayatmacı bir uygulamayla vücut buldu. 24 Ağustos 1572 sabahı Haçlı askerî üniforması giymiş Katolikler, evlerinde uyuyan Huguenotları katletmeye başladığında, soylu Protestanlar çareyi din değiştirmekte bulmuş, yoksullar ise İsviçre, Almanya gibi çevre ülkelere sığınmıştı. Fransa, bir anlamda kendi iç bütünlüğünü kanlı biçimde sağladığı Devrim sonrası ise, gözünü uzak diyarlardaki bakir topraklara dikti. İngiltere, İspanya, Hollanda ve Portekiz sömürgecilikte arayı iyice açmıştı; dolayısıyla mesafenin kapanması için sert, saldırgan ve hızlı olmak gerekiyordu. İşte bu ortamda başlayan Fransız sömürgeciliği içerideki jakobenizmi, dünyada devlet ve siyasal otorite kavramlarının yerleşmediği zayıf bölgelere uygularken, meşruiyet mekanizmalarını oluşturmayı ihmal etmedi. Özellikle İslam topraklarından çalınan minarelere cilalı kılıflar hazırlandı. Örneğin, 1799’da Mısır’a giren Napolyon, kendisini “Allah’ın hizmetkârı, Peygamberin arkadaşı” olarak tanıtıyor, halife adına burada bulunduğunu ileri sürüyordu. Günümüzde basit popülizm olarak nitelenip istihzayla karşılanacak bu üslup, 18. yüzyıl sonu İslam dünyasında belli ölçüde etkiliydi. Zaten Fransızlar, sonradan daha incelikli istila gerekçeleri geliştirmekte gecikmediler. Mesela meşhur “mission civilisatrice” gibi…

Paralı burkalıya “özel”, parasıza kamusal muamele
2010 sonbaharında Parlamentoda onaylanıp Anayasa Konseyi’nden geçen “burka yasası”, bir süredir içerideki göçmen ve etnik kökenler sorunlarıyla boğuşan Fransa’nın içe dönüşünü simgeliyor. Fransa, ne zaman uluslararası alanda silikleşse, dövebileceği muhataplar arar; bu kez de dünyanın en gariban ülkesi Afganistan’ı sembolize eden ve her önüne gelenin dövdüğü Taliban’la özdeşleşen burkayı yasaklayarak özgüven tazelemeyi ve rahatlamayı deniyor. Düşünsenize, Napolyon varisi, Yeni de Gaulle, büyük lider Sarkozy, nam-ı diğer Sarko, burkayı yasakladı ve hiç kimsenin gıkı çıkmadı! Bundan böyle, insanlar yüzlerini tamamen veya kimlikleri tanınamayacak şekilde örterek kamusal alanda dolaşamayacak, kamu hizmeti alamayacak. Zaten gettolarda, gayri insanî şartlarda yaşayan bu insanların kamu hizmeti kavramıyla pek de alâkadar olmadığı düşünülürse, onlar açısından değişen tek şey şehrin merkezî alanlarından da kovulmak oluyor! Peki ya peçeli zengin turistler, Orta Doğu’nun petro-dolar milyarderleri ne yapacak? Fransız ticari rasyonalitesi onları unutmadı elbette. Yasa, özel sektöre ait kafe, bar, otel, sinema, lokanta ve otel gibi birçok ticari işletmeyi de kamusal alan olarak tanımlıyor; ancak bu mekânlarda son sözü işletme sahiplerine bırakıyor. Böylece Körfez ülkelerinden gelen ve Champs-Elysee caddesindeki kafelerin müdavimi olan binlerce peçeli, çarşaflı turiste kamusal alanda “özel” muamele ile karşılaşacak!

Kamusal alan bohçasına sadece sokak değil; okullar, üniversiteler, hastaneler, mahkemeler, postaneler, belediye binaları, valilikler, kütüphaneler, bankalar, sosyal yardım kurumları, işsizlik büroları, toplu ulaşım araçları, havalimanları, metro istasyonları, garlar, otogarlar da dahil ediliyor. Habermas da öyle diyor ama bir farkla; kamusal alanı yasakların uygulanma ortamı değil, özgürlüklerin yaşanma, bireyin kendini gerçekleştirme alanı sanıyordu!

Haydar Hoca’dan Türkiye’yi rahatlatan açıklama!
Yasa sadece burka, peçe ve çarşafı değil; kar maskesini de yasaklıyor. Herhangi bir dinî sembol özelliği taşımadığı halde, kar maskesinin de yasaklanmasının, kışın üşüyen ya da yüz felci geçiren Fransızların yoğun tepkisini çekmesi bekleniyor mu acaba? Eh, kutsal medenileştirici misyon adına, bunca kurunun yanında biraz yaş da yanıversin artık! 28 Şubat Türkiye’sinde de İmam-Hatip mezunlarını engellemek için düşünülen katsayı icadı meslek liselerini mağdur etti de ne oldu? Türkiye demişken, dünyanın öbür ucundaki bir deprem ya da uçak kazasına bile ölüler arasında Türk vatandaşı olup olmamasına göre önem atfederiz ya; işe alaturka bir boyut katmamak olmaz. Fransa İslam Konseyi Başkan Yardımcısı Haydar Demiryürek, burkanın İslami bir zorunluluk olmadığını belirttikten sonra eklemiş: “Bizim bilgimiz dâhilinde Fransa’da Türkiye kökenli olup da burka giyen bir kadın yok.” Aman Haydar Hocam, gözden filan kaçmasın; hem Sarko’nun hışmına uğramak var işin ucunda, hem de burka giyen Türk kadını imajını temizlemek!

Burka yasağına ilginç bir tepki, yasağı uygulayacak, belki de kurunun yanında yanacak bir başka yaş olan polislerden geldi. Elbette polisin derdi, dinî hürriyetler, hak ve özgürlükler değil. Polis Komiserleri Sendikası Genel Sekreter Yardımcısı Emmanuel Roux, yasanın uygulanamamasının faturasının polise çıkarılmasından kaygılanıyor. Peçeli, çarşaflı kadınların yaşadığı semtlerde -ki o semtlerde ancak yaşanabiliyor, ötesi zor!- polis-toplum ilişkisinin zorluğuna değinen Roux’ya göre, siyasiler, yıllardır çözüm bulamadıkları bir sorunu sokakta polisin çözmesini istiyor. Allah’tan ortaöğretimde –üniversitelerde değil- başörtüsü yasağını uygulama sorumluluğunu polislere değil, okul müdürlerine bırakmışlardı. Yoksa Fransız polisi, herhangi bir ek ücret almadan bir angaryaya daha koşulmuş olacaktı. Ama bir dakika; başörtüsü, burka gibi kimliği tanımayı zorlaştırdığı ve “görüntü kirliliği”ne neden olduğu için değil, fazlasıyla “ostentatoire” yani gösterişli/çalımlı bir sembol olduğu için yasaklanmıştı, değil mi? Hay Allah, bu Fransızların üniforma düşkünlüğü ve tektipçiliğine ne kadar da Fransız’ız! Ya çok çirkin bulup yasaklıyorlar ya da fazlasıyla estetik… Paris Moda Fuarı’nın geleceği ve Paris’in moda başkenti olma özelliğinin devamı adına endişelenmemek mümkün değil.

Bugün, 2000’li yılların başında “Fransa çöküyor!” çığlıkları atan Nicolas Bavarez, Jean-Marie Rouart, E. Saint-Martin ve Gubert gibi entelektüeller, özellikle Fransa’nın 1956 yılına geri döndüğünü ve yeni bir de Gaulle’e ihtiyacı olduğunu haykıran Bavarez, aradığı lideri bulmuşa benziyor. Ülkenin başında, göçmenlere her fırsatta hakaret eden, Çingeneleri sınır dışı eden, paldır küldür Libya’ya saldırıp NATO’yu oldubittiye getiren, peçe, burka ve dinî sembolleri yasaklayan bir lider var. Tek benzerliği boyunun kısalığı olduğu halde kendisini Napolyon’la özdeşleştiren bu “tehlikeli maskot” belki ilk seçimde yerini daha radikal bir sağ lidere bırakacak; ama muhtemelen yükselen Fransız sağı, onun başlattığı adımları yeterli bulmayıp daha da “ileri” taşıyacak. Tabii bu izafi ilerleme, Fransa’yı dünyanın geri kalanıyla kıyaslayınca, gerçekte bir gerilemeye tekabül ediyor olabilir. Zira 11 Eylül faciasına rağmen, yükselen değerler dayatmacılık, jakobenizm, uluslararası müdahalecilik değil; Ortadoğu’da da görüldüğü üzere, demokrasi, haysiyet, refah ve özgürlük… Bu çerçeveden bakınca, medenileştirici misyon ne kadar da metafizik, arkaik, iğreti, hatta alaturka duruyor, değil mi?