meryem
Wed 16 February 2011, 12:06 pm GMT +0200
Salât
'Ateşe attı, kızarttı' anlamındaki 'Sa-Li-Ye' fiil kökünden geldiği belirtilmiştir. 'îstalâ' 'ateşte ısındı', ‘saliytü'ş-şat’ 'koyunu kızarttım', 'masliyye' 'kızartılan yer' demektir. [370] Kuran'da kelime bu anlamlarıyla çok ayetlerde geçmektedir:
“Yetimlerin mallarını zulmen yiyenler sadece karınlarında ateş yiyorlar; ve çılgın bir ateşe gireceklerdir”(Nisa: 10).
“Sonra, biz elbette oraya girmeğe kimlerin lâyık olduğunu daha iyi biliriz” (Meryem: 70).
“Küfretmenizden dolayı bugün oraya girin(islevha)” (Yasin: 64).
“Ve Cehîm'e atılma(tasliye) var” (Vakıa: 94).
“O kimse en büyük ateşe girer (Yaslâ)”(A'lâ: 12).
İşte, bazı alimler 'Salât'ın bu kelimeden türediğini ve nasıl 'hasta olmak' anlamındaki 'Me-Ri-Da! fiili 'tef li babına aktarılıp 'merrada' olduğunda 'hastalığı gidermek, anlamına geliyorsa, 'Sa-Li-Ye' fiilinin de 'Salla' olunca 'Allah'ın emrettiği bir ibadet türüyle ateşi gidermek' demek olduğunu ifade etmişlerdir. Bu durumda Salât, 'ateşi giderici, Cehennem'den kurtarıcı' ibadet olmaktadır. [371]
Öte yandan, bazı alimlere göre Salât, 'dua, hamd ve tekbir'dir. 'Salleytü aleyh’ 'ona dua ettim ve onu tezkiye ettim' demektir. “Onlara dua et(salli), çünkü senin salâtın onlar için yatıştırmadır, sükunettir” (Tevbe: 103) ayetinde de bu anlam vardır. Bu ayetin yanısıra Kurıan-ı Kerim'de “Muhakkak Allah ve melekleri Nebi’ye salât etmektedirler. Ey iman edenler, siz de ona salât edin ve tam bir selâmla selam edin” (Ahzab: 56);
“O ki, sizi karanlıklardan nura çıkarmak için size salât etmekte ve melekleri de” (Ahzab: 43); “Onlar, onlaradır Rabblerinden salâvat ve rahmet ve onlar hidayete erenlerdir” (Bakara: 157) ayetlerinde de benzer durum söz konusudur. Allah-ü Tealâ (C.C.) ve melekler Rasûl'e ve mü'minlere, Rasûl de mü'minlere salât etmekte, mü'minlere ise Rasûl'e salât etmeleri emrolunmaktadır.
Allah'tan mü'minlere salât ve salevatın günahların afvı ve Cehennemden azad, meleklerin salat'ının mü'minler için istiğfar, mü'minlerin Rasûl için salâtırının ise 'dua' olduğu ifade olunmuştur.[372] Bunun yanısıra, Kur'an'da sürekli olarak 'salâtı ikame edin, salâtı ikame ederler, salâtı korurlar-koruyun, musallin, salât'a. gelirler, kalkarlar' gibi ifadeler vardır; ayrıca 'salât-ı vüsta'dan söz edilmekte ve salât için bazı vakitler de belirtilmektedir. Zikr'in saluttan daha kapsamlı olduğu, salâtı yerine getirirken ve-veya getirdikte Allah'ı ayakta, oturarak ve yan üstü zikretme emri (Nisa: 103), Allah'ı zikr için salâtı ikame emri (Tana: 14) Kur'an'da yer aldığı gibi, salâtı zayi eden ve şehvetlere uyanlardan söz edilmekte (Meryem: 59, salâtın fahşa ve münkerden nehyettiği ifade olunmaktadır. Bütün bunlar salâtın. belirli bir şey olduğunu da ortaya koymaktadır ki, buna Rasûl-i Ekrem'in uyguladığı şekliyle, Farsça' dan geçme bir kelime olarak 'namaz' diyoruz.
Salât'ta. 'secde, rükû, kunut, kıraet, tilâvet, zikr, teşbih, hamd, tekbir, düa' gibi hemen hemen bütün 'ibadet' biçimleri vardır; bu bakımdan Kur'an salât'ın üzerinde çok durmaktadır; çünkü o ikame edildiğinde kişiyi münker ve fahşadan alıkoyup takvaya götürür, bu da ateşten kurtulmadır. Nasıl Allah Kendi'ne düa edene icabet ediyorsa, nasıl Kendi'ne tevbe eden üzerine tevbede bulunuyor, yani tevbesini kabul edip sonucunu ortaya koyuyorsa, Kendisi için salâtı ikame eden üzerine de salât getirir, yani O'nun günahlarını bağışlar, onu yollarına götürüp hidayete erdirir ve takvaya muvaffak kılar, sonunda Cehenneminden uzak eder; melekler insanın gerçek özüyle yaratılışları yönünden çok yakın oldukları ve ölümü, yaptıklarının yazılması ve daha başka olaylar gibi hayatlarıyla çok yakından bağlantılı bulundukları insanlar için, tabiî ki mü'min olanları için Alah'tan af talebinde bulunurlar, bu amaçla O'na yalvarırlar, düa ederler, bu da onların insanlar için salâtıdır. Rasûlüîlah da insanlar için bir hidayettir, yol göstericidir. Allah onu seçmiş ve doğruyu bulsunlar diye insanlara göndermiştir. İşte onun risaleti, mü'minler için duası ve kendisine geldiklerinde günahlarından dolayı Allah'tan af dilemesi mü'minler için sakattır. (Melekler Rabblerini hamd ile teşbih ederler ve yerdekiler için magrifet dilerler- Şura: 5; Eğer kendilerine zulmettiklerinde sana gelseler, ve Allah'tan mağrifet dileselerdi, Rasûl de onlar için mağfiret dileseydi Allah'ı tevbeleri çok çok kabul eden ve Rahim bulurlardı- Nisa: 64.) Bunların karşılığında Rasûlüllah üzerine (sahih hadislerde geldiği üzere Ehl-i Beyt'ini de katarak) salâtta bulunmaları, yapılış şekliyle Allah' tan Rasûl'e salâttâ, bulunmasını dilemeleri de mü'minler üzerine borçtur; bu da özellile salât (namaz) ta yapılmalıdır. Bu bakımdan, İmam-ı Şafiî gibi bazı alimler namazda Rasûlüllah ve Ehl-i Beyt'i üzerine salât ve selâmı farz saymışlardır.
Kur'an'da salâtın yerine getirilmesi 'salâh ikame etme' ve 'tasliye(Salla fiiliyle)' şekillerinde ifade olunur. Aslolan daha fazla kullanıldığı biçimiyle 'ikame' dir; bu da 'namazı doğrultmak, dosdoğru yapmak' demektir ki, hem her türlü şartına uyarak namazı kılmayı, yani kıyamı, kıraati, rükûyu, secdeyi vb. düzgün yapmayı, hem de tam bir huşu ve tazarru halinde bulunmayı ifade eder. İşte, ikame edildiğinde salât fahşa ve münkerden nehyeder; bir'hadiste geldiği gibi, “fahşa ve münkerden nehyetmeyen salât ancak Allah'a uzaklığı artırır. [373] Fakat, bu hiç bir zaman salâtı terketmek anlamına gelmez; öyle demek olsaydı bir kez ikame edenin bir daha yapmasına gerek kalmazdı; beş kez kılınması emredilmezdi.. Devam ve tekrarda ikameye yol olduğu gibi, 'mukîm'üs-salât’ olamamak 'musallî' olmamayı da gerektirmez. 'Musallî' zahirî şartlarına uyarak salâtı yerine getirendir; abdest alır, rükûyu secdeyi yapar, kıraatta bulunur... Ama, bir münafık olabilir ve üşene üşene salat'a. gelir (Tevbe: 54), salâtında unutkandır ve gösterişte bulunur (Maun; 5-6). Bu bakımdan “mukîmûn az, musallûn çoktur” denmiştir. [374] Fakat, sürekli bir rnücahedeyle musallî olmaktan mukîm'üs-salât olmaya geçilebilir. Salâtın terkine hiç bir zaman izin yoktur. Bir hadis-i şerifte “Kul ile küfr arasında salât'ın terki vardır” [375] buyurulmuş ve Kur'an' da, Kıble'nin değişmesi üzerine Mescid-i Aksa'ya karşı kılınan salâtların ne olacağı sorusuna “Allah imanınızı zayi edecek değildim (Bakara: 143) buyurula'rak salât imanla adeta eş tutulmuş, aynı şekilde “Muhakkak mü'minler kurtuldu” diye başlayan Mü'minûn suresinde mü'minlerin sayılan özellikleri aynen Mearic Suresi'nde 'musallîn'in nitelikleri olarak sayılmış, yani mü'minle musallî aynı şekilde değerlendirilmiştir (Mearic: 22-35). Yalnız, bu surede musallîn'in 'mukîm'üs-salât' olduğu “salatlarına devamlıdırlar (23)”, “salâtlarmı korurlar” (34) ayetleriyle tasrih olunmuştur.
'Salla' fiili ve ism-i faili olan musallî Kur'an'da mutlaka 'namaz kılan' anlamında kullanılmıştır da denilemez; bazı ayetlerde bunun Rasûlüllah üzerine salât getirir' anlamında kullanıldığı da ileri sürülmüştür.
Ahiret Günü azabı gördüklerinde mücrimlere Ashab-ı Yemîn “sizi şu yakıcı ateşe ne sürekledi?” diye sorduklarında onlar cevaba “biz musallîn'den değildik” (Müddessir: 42-43) diye başlayacaklardır. Onlar hem salâtı ikame edenlerden olmak bir yana, musallî bile olmadıkları gibi, Rasûl'e uyan ve ona, Ehli'ne salât getiren de değilerdi. Demek ki, salât Peygamber'e tabî olma anlamını da içererek, İslâm'ın temeli ve imanın en önemli göstergesi, adeta kendisi olmaktadır.
Buraya salâtla önemli ilgisi bakımından Merhum Elmalılı Hamdi Yazır'ın şu açıklamasını da almayı gerekli görüyoruz:
“(Mü'münlerin Mearic Suresi'nde belirtilen sıfatları kazanabilmeleri için) bir şart daha vardır ki, o da salât-ı havf halinde kalmamak ve namaz kılmaktan men edecek harici bir düşman tecavüzüne düşüvermemek üzere zalim bir vatan, bir dar-i İslâm ve onda emr bi'1-ma'ruf ve nehy an'il-münker ile asayişi gözetecek bir cemaat lüzumunu idrak ederek, o hususta icabına göre karakol ve cihad vazifesine amade bulunmak, yani Allah'tan başka bir şeyden korkmayacak bir halde bulunmak üzere korunmaktır.[376] Bu suretle bu sekizinci haslet(onlar salâtları üzerinde koruyucudurlar) İslâm' da cemaat kurumuyla asayiş, idare ve askerlik işlerinin namazı muhafaza gayesine bilhassa alâkadar olması lüzumunu anlatmıştır.” [377]
[370] Müfredat, 285, Y, Kamus, 'Sala' md.
[371] Müfredat, a.y.
[372] Hak Dini Kur'an Dili, VI, 3910.
[373] a.g.e. V. 3780.
[374] Müfredat, 286.
[375] Müslim, Tirmizi, İ Mace ve E. Davud'un rivayeti için bk. Keşf'ül-Hafa, I, 347-8.
[376] Hak Dini Kur'an Dili, VIII, 5361.
[377] Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, Beyan Yayınları: 501-506.