- Salahı Görünmeden Önce Meyveyi Satmak

Adsense kodları


Salahı Görünmeden Önce Meyveyi Satmak

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
reyyan
Wed 23 May 2012, 07:30 am GMT +0200
22. Salahı Görünmeden Önce[148] Meyveyi Satmak


 

3367... Abdullah b. Ömer (r.anhuma)'dan rivayet edildiğine göre; Rasûlullah (s.a), salahı görünmedikçe meyveyi satmayı nehyetti. (Bundan) hem satıcıyı hem de alıcıyı menetti.[149]

 
Açıklama

 

Meyvenin salahının görünmesinden maksadın ne olduğunda değişik görüşler ilen sürülmüştür:

1- Meyvenin kızarmaya veya sararmaya başlaması, yani olgunlaşmaya başlaması. İbnü'l-Hümâm Şerhu Fethi'1-Kadîr'inde, bu görüşün Şâfiîlere ait olduğunu söyler. 3370 numarada gelecek hadis bu görüşe delil olacak bi­çimdedir.

2- Âfetten ve bozulmaktan zarar görmez duruma gelmesidir. Bundan maksat, 3373 nolu hadiste geleceği üzere; çürüme, dökülme ve hastalanma vaktini geçirmesidir.

Müslim veTahavî'deki bir rivayette; salahın görünmesi bu şekilde tefsir edilmiştir. Yine Tahavî'nin, Hz. Âişe (r.anha)'den rivayet ettiği bir hadiste Hz. Peygamber (s.a)'in; âfetten zarar görmez hale gelinceye kadar meyve satışını menettiği belirtilmektedir.

İbnü'l-Hümâm, Hanefîlerin; "meyvenin salahının görünmesini" böyle anladıklarını söyler.

Ebû Hureyre (r.a)'nin rivayet ettiği bir hadiste Hz. Peygamber (s.a): "Sü­reyya yıldızı sabahleyin doğduğu zaman, her memleketten âfet kalkar" bu­yurmuştur.

Şevkânî; Süreyya yıldızının, yazın ilk günlerinde sabahları doğmaya baş­ladığını ve mevsimin de, Hicaz bölgesinde sıcakların çöküp meyvelerin ol­gunlaşmaya başladığı mevsim olduğunu söyler. Bu izanıyla sanki, meyvenin kızarmaya, olgunlaşmaya başlaması ile, âfetten emin hale gelmesinin aynı anda olduğuna işaret etmek ister. Meyvenin ya da bitkinin bu duruma gel­miş olması, onun cinsine göre değişik olur. Bundan sonra da gelecek hadis­lerden anlıyoruz ki, bu; başakta beyazlaşma ve sertleşme, siyah üzümde si­yahlaşma ve meyvede sararma ya da kızarmadır.

3- Meyvelerin işe yarar hale gelmesi. Bundan maksat, meyvenin meselâ hayvan yemi olacak duruma gelmesi değil, istenilen kıvama gelmesidir. Avnü'l-Ma'bud'da da bu görüş Kastalânî'ye nisbet edilir.

Hadis-i şerifte konu edilen satış, şüphesiz ağacın dalındaki meyve ile il­gilidir. Bu konudaki fıkhı tafsilata dalmadan önce Hz. Peygamber (s.a)'in salahı görünmeyen meyveyi satmaktan ve almaktan hem satıcıyı hem de alı­cıyı menetmesi konusunu biraz açalım:

Sarihlerin ifadesine göre; Rasûlullah'ın, bu satıştan satıcıyı menetmesi, onun haram yeyici durumuna düşmemesi içindir. Ya da meyve dalında dur­dukça büyüyecek, kıymeti artacaktır. İşte Efendimiz, satıcı açısından buna işaret etmek istemiştir. Alıcıyı menetmesi de henüz âfete karşı dayanıklı ol­mayan malı alıp da, malını telef olma tehlikesiyle karşı karşıya bırakmama­sı içindir.

Meyvelerin dalında satış sekilerini bir şema halinde gösterip bu konu­daki görüşlere işaret edelim: Bu şemayı İbnü'l-Hümâm'ın Hidâye şerhi, Şerhu Fethi'l-Kadîr adındaki eserinde verdiği bilgiden çıkardık. Şevkânî, Neylü'l-Evtâr'da ve İbn Kudâme de Muğnî'de konuyu değişik bir tasnife tabi tut­muşlardır. Büyük ölçüde bu âlimlerin verdikleri bilgiler birbirine uymakta­dır. Ancak İbnü'I-Hümâm ve İbn Kudâme; tasniflerini sadece dört mezhebi gözönüne alarak yapmışlar, Şevkânî ise diğer âlimlerin görüşlerine de işaret etmiştir. Biz Önce, İbnü'l-Hümâm'ın verdiği giden çıkardığımız şemayı ve­receğiz, daha sonra da Şevkânî'nin verdiği farklı görüşlerden lüzumlu gör­düklerimize işaret edeceğiz.

Meyvelerin dalında satışı

Meyve hiç görünmeden olabilir         Meyve göründükten

(çiçekken vs) Bu durumdaki              sonra olabilir.

satış dört mezhebe göre caiz

değildir.

Salahı göründükten sonra olabilir.

Salahı görünmeden                            (Bu durumdaki satış

ittifakla caizdir) 

Meyvenin dalında kalması                Hemen kesilmesi                          Hiçbir şart koşulmamışsa

şart koşulmuşsa (ittifakla                  şart koşulmuşsa (ittifakla            (Şâfiîlere, Mâlikîlerc ve

caiv. değil)                                        caiz)                                             Hanbelîlere göre caiz değil)

Hanefîlere göre ise:

ı Meyve hayvan yemi vs. gibi           Faydalanılabilecek

bir şey olmadan, hiçbir                     durumda ise satış

işe yaramaz bir durumda ise,            caiz. Ancak müşterinin

ulema arasında ihtilaflı olmakla        malı hemen toplaması gerekir,

birlikte ekseriyete göre caizdir.

Şevkânî,'meyveyi salahı görünmeden önce satmanın; İbn Ebî Leylâ, Sevrî, el-Hâdî ve Kâsım'a göre her halükârda bâtıl olduğunu söyler ve kendisi­nin de aynı görüşte olduğuna işaret eder.

Yukarıdaki şemada görüldüğü üzere, dört mezhep uleması; meyvesi he­nüz görünmeyen ağacın meydana gelecek olan meyvesini önceden satmanın bâtıl olduğunda görüşbirliği halindedirler. Çünkü bu olmayan bir şeyin satışıdır.

Yine bu âlimler; (Hanefîlere göre) âfetten zarar görmeyecek duruma gelen, (Şâfiîlere göre ise) sararmaya veya kızarmaya başlayan meyveyi satma­nın ve henüz salahı.görünmemekle birlikte hemen toplanması şart koşulan meyveyi satmanın caiz olduğunda görüşbirliği halindedirler. Bu durumda olan meyveyi, bir müddet daha dalında kalması şartıyla satmak da ittifakla caiz değildir. 3372 no'lu hadisten Hz. Peygamberdin, salahı görünmeyen meyve­yi satmayı nehyetmesinin istişarî mahiyette olduğu anlaşılmaktadır.

Mezhepler arasında ihtilaflı olan konu; henüz salahı görünmeyen bir mey­veyi, kesilmesi ya da dalında kalması şeklinde hiçbir şart koşmadan satmak­tır. Bu durumdaki satış; Şafiî, Hanbelî ve Mâlikîlere göre bâtıldır. İbn Kudâme'nin dediğine göre, bunlar üzerinde durduğumuz hadisi delil alırlar ve; "Akdi, meyveyi toplamak ya da üzerinde bırakmak gibi bir şartla kayıt­lamamak, onun ağaçta kalmasını gerektirir. Dolayısıyla mutlak olan satış, meyvenin ağaçta kalması şart koşularak yapılan satış gibidir" derler.

Hanefîlere göre ise, bu satış caizdir. Bunların delili, yukarıdaki görü­şün delilinin tam aksidir. Yani Hanefîlere göre mutlak olan akid, meyvenin hemen toplanmasını gerektirir. Bu da henüz salahı görünmemiş olan mey­veyi hemen toplamak şartıyla satmak gibidir.

Tahavî; bu hadisle, henüz hiç çıkmamış olan meyveyi satmanın murad edilmiş olabileceğini de ihtimal dahilinde görür.

Ömer Nasuhi Efendi, meyveyi dalında satmanın, Hanefîlere göre hük­münü şu sözleri ile özetlemiştir.

"Kamilen belirmiş olan meyveyi, yenilmeye salih olsun olmasın ağacı üzerinde iken satmak sahihtir. Çünkü mebîin kendisi ile filhal intifa edile­cek bir halde bulunması şart değildir. Bu halde beldece bir örf varsa o mey­ve kemale erinceye kadar ağaç üzerinde bırakılır. Ama böyle bir örf yoksa, müşteri meyveleri filhal düşürmeye mecburdur. Bu meyvelerin yenilmeye el­verişli oluncaya kadar ağaçta bırakılması şart edilse bey1 fasid olur. Kemale gelip yeyilmeğe salih olan meyveleri bir müddet ağaç üzerinde bırakmak şartı ise bey'i ifsad etmez.[150] Çünkü bu şartta âkitlerden biri için bir faide yoktur."[151]

Tarladaki ekini satmanın hükmü de, Merginânı'nin el-Hidâye'de belirt-17 tiğine göre; aynen ağaçtaki meyveyi satmak gibidir. Ekinin satıma konu ola­bileceği devre konusu, bundan sonra gelecek olan hadiste ele alınacaktır.[152]

 

3368... İbn Ömer (r.anhuma)'den rivayet edildiğine göre, Hz. Pey­gamber (s.a);

Kızarıncaya kadar hurmayı[153], beyazlayıncaya ve âfetten zarar görmez hale gelinceye kadar da başağı satmaktan nehyetti. (Bundan) hem satıcıyı hem de alıcıyı menetti.[154]

 
Açıklama

 

Dipnotta da işaret edildiği gibi hadisteki kelimesi, ulemanın dikkatini çekmiştir. Bu kelime Tirmizî'de, Nesaî'de de şeklindedir.

Hattâbî: "Doğrusu şu ki, Arapçada bu kelime şeklindedir.(Bu kelimenin masdarı olan), meyvenin kızarması veya sararması ma­nasınadır. Bu, meyvedeki salahın işareti ve onun âfetten kurtulmuş olması­nın delilidir" demektedir.

İbnü'1-Esîr ise, "Âlimlerden bir kısmı 'yi bir kısmı uygun görmemektedir. Ancak doğrusu; her iki şekilde de rivayet vakidir. Hur­manın meyvesi göründü, manasına denilir. Meyve sarardı veya kızardı karşılığında da denilir" demiştir.

Kastalanî de, İbnü'l-Esîr'in dediğini uygun bulduğunu belirtir.

Hadiste; dalındaki hurmanın, kızarmadan ya da âfetten zarar görmez duruma gelmeden; başağın da beyazlaşmadan satışının caiz olmadığı belir­tilmektedir. Ağaçtaki meyvenin satışı konusu, önceki hadiste incelenmiştir. Burada ise sadece başağın satışına göz atacağız.

Başağın beyazlaşmasından maksat, Nevevî'nin belirttiğine göre; tane­lerinin sertleşmesidir. Bu onun âfetten zarar görmez hale gelmesi demektir.

Hadisin zahiri; taneleri sertleşmiş olan ve kabuklanmış olan buğday vs. ibi hububat cinsinden olan maddelerin başağında iken satışının caiz oldu-una delâlet etmektedir. Hanefîler ve Mâlikîler bu görüşü benimsemişlerdir, unlar; başaktaki buğdayı satmayı, kabuğundaki ceviz veya bademi satma-a benzetirler. Nohut, mercimek gibi baklagiller için de hüküm aynıdır.

Üzerinde durduğumuz hadisdeki mananın muhalif mefhumu da bu göjş için delildir. Çünkü Efendimiz; başağı beyazlaşıncaya kadar satmaktan lenetmiştir. Bunun muhalifi, beyazlaşan başaktaki buğdayın satışının caiz luşudur.

Şunu hatırlatalım ki, bu hadiste kastedilen mana, tarladaki ekini sat-ıak değil, henüz dövülmemiş, sapından ayrılmamış taneyi satmaktır.

Şâfîîlere göre ise, başaktaki taneyi satmak caiz değildir. Çünkü bu du-ımda satıma konu olan tanenin varlığı ya da mikdarı belli değildir. Yani arar vardır. Rasûlullah da garar olan satışdan nehyetmiştir.[155]

 
Bazı Hükümler

 

1. Salahı zar|ir olmayan meyveyi, ağacında iken sat­mak nehyedilmiştir. Konu bir önceki hadisde izah edilıiştir.

2. Başak beyazlaşıp, taneleri sertleşmeden başaktaki taneyi satmak caiz eğildir. Beyazlaştıktan sonra satmak ise caizdir.

3. Yukarıda işaret edilen nehiyler hem satıcı hem de alıcıya yöneliktir.[156]

 

3369... Ebû Hureyre (r.a)'dan rivayet edildi ki: Rasûlullah (s.a.); taksim edilmedikçe ganimetleri, her türlü âfet-:n etkilenmez hale gelmedikçe de hurmayı satmayı ve kişinin (elbise­ni beline) bağlamadan namaz kılmasını nehyetti.[157]

 
Açıklama

 

Avnü'l-Ma'bûd'da, Münzirî'nin; "bu hadisin isnadında bilinmeyen birisi var" dediği nakledilmiş, fakat bu şahsın kim Iduğuna işaret edilmemiştir.

Hadis-i şerifte Rasûlullah (s.a) müslümanları üç şeyden menetmiştir:

1- Taksim edilmeden önce ganimeti satmak. Bilindiği gibi ganimet, İs­lâm ordusunun savaşta düşmanın elinden aldığı maldır. Bu malın beşte biri devlete, kalanı savaşa katılan askere aittir. Bu beşte dört hisse de asker ara­sında paylaştırılacaktır. İşte Efendimiz, gaet malından devletin hissesi ayrılmadan ve askerin hissesi pay edilmeden satışını menetmiştir. Konunun tefsilatı Kitabü'l-Cihad'da geçmiştir.

2- Her türlü âfetten zarar görmez hale gelmedikçe hurmanın satışı. Şüp­hesiz burada kastedilen âfet normal âfetlerdir. Yoksa aşırı olan âfetlerden meyvenin etkilenmemesi mümkün değildir. Bu konu bundan önceki iki ha­diste izah edilmiştir. Ayrıca 3372 nolu hadiste de malumat gelecektir.

3-  Kişinin elbisesini beline bağlamadan namaz kılması.

Hadisteki ( fa ) kelimesi aslında, bebeği beşiğe yatırdıktan sonra üze­rine bağlanan genişçe bağcıktır. Bu bağcık ipten dokunmak suretiyle yapı­lır. Bazı yörelerde "kolan" denilir. Buna "kemer" diyebiliriz. Bilindiği gibi eskinin elbiseleri şimdiki gibi muntazam değildi. Özellikle Hz. Peygamber (s.a) devrinde; o günün imkânları, bölgenin özelliği ve halkın ekonomik güç­lerinin çok sınırlı olması dolayısıyla giyilen elbiseler de çeşitli idi. Halk içeri­sinde belinden aşağısına bir peştemal (izâr) ve belinden yukarısına bir ku­maş parçası (ridâ) bürüyerek örtünmeye çalışanlar olduğu gibi; entari giyen­ler, tüm vücudunu tek parça kumaşla örtenler vs., de vardı. Bazılarının giy­diği elbiselerin cepleri genişti. Hz. Peygamber (s.a), namaz kılarken elbise­lerinin çözülüp düşmemesi ve avret yerlerinin açılmaması için, elbiselerini kemerle güzelce bağlamadan geniş olan ceplerini büzmeden namaza durma­larını yasak etmiştir.

Müslümanlıkta, vücudun örtülmesi gereken kısımlarını örtmek (setrü'l-avret) farzdır. Bu namaz içerisinde olduğu gibi, namaz dışında da böyledir. Şu var ki, avret yerinin namazda iken açık olması günah olduğu gibi nama­zın sıhhatine de manidir. O halde Hz. Peygamber'in pantolon yerine giyilen elbisenin iyice bağlanması konusundaki emri, hem namazın içi hem de dışı için geçerlidir.[158]

 
Bazı Hükümler

 

1. Savaşta elde edilen ganimetin gaziler arasında bölüşülmeden satılması caiz değildir.

2. Meyvenin âfetlerden zarar görmez bir hale gelmedikçe ağacında iken satılması caiz değildir.

3. Müslüman namaza duracağı zaman elbisesini, avret mahallinin gö­rülmesine meydan vermeyecek bir tarzda bağlamalıdır.[159]

 

3370... Cabir b. Abdillah (r.a)'ın, şöyle dediği rivayet edilmiştir: Rasûlullah (s.a), meyve işkâha (renklenmeye) başlamadıkça, onu satmaktan nehyetti.

(Ravilerden Süleym b. Hayyân tarafından, şeyhi Saîd b. Mîna'ya):

Meyvenin işkahı nedir? diye soruldu. O da:

Meyvenin kızarmaya veya sararmaya başlaması ve yenilecek hale gelmesi, cevabını verdi.[160]

 
Açıklama

 

Hadisin metnindeki; meyvenin renklenmesi manasına gelen kelimenin if al babından, şeklinde okunması caiz olduğu gibi, tef'îl babından şeklinde olması da caizdir. Elimizdeki Buharî nüshasında ve Tecrid-i Sarih Tercemesi'nde ikinci şekilde ola­rak harekelenmiştir. Sünen-i Ebî Davud'un tercemeye esas aldığımız baskı­sında ise bu kelime şeklinde harekeli olduğu için biz kelimeyi tercemede if al babından gösterdik ve "işkâh" dedik. Kelimeyi Türkçeleştirmeyip de aynen alışımıza sebep, hemen peşinden ravi tarafından izah edilmiş olmasıdır.

Metinde, "işkâh"ın ne olduğunu soran ve buna cevap veren şahısların kimler olduğu hakkında hiçbir iz yoktur. Onun için, ilk anda sorunun Câbir'e sorulup onun tarafından cevaplandırıldığı hissedilmektedir. Ancak Ahmed b. Hanbel'in rivayetinde, işkâh'ın ne olduğunu soranın Süleym b. Hay­yân, cevap verenin de Saîd b. Mîna olduğu sarahaten bildirilmiştir. Tercememizde buna parantez içerisinde işaret edilmiştir.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi, işkâh' veya teşkîh'in manası; çeşidine göre meyvenin kızarmaya veya sararmaya başlaması, yenilebilecek hale gelmesi­dir, Saîd b. Mîna bu manayı, if'al babında olan ve kelime­leri ile değil de ifîlâl babından olan ve kelimeleri ile ifade etmiştir. Hattâbî bu durumu izah ederken şöyle der:

"Ravi ve demiştir. Çünkü o bu sözüyle halis rengi mu-rad etmemiştir. Bu siga ancak dönmeye başlayan renk İçin kullanılır. Bir kim­senin yüzü bir kırmızı bir sarı halde olursa denilir. Ama yüzü tamamen kırmızı veya san olduğunda  ve denilir."

Hattâbî'nin bu beyanından anlıyoruz ki, "işkâh" veya "teşkîh" mey­venin tam olarak kızarması ya da sararması değil” kızarma ve sararmaya baş­ladığı devirdir. Artık bu devrede meyve sulanmaya başlamıştır. Yenilebilecek hale gelmiştir. Onun için ravi "işkâh"ın tarifine "yenilebilecek hale gelmesi" kaydını da ilâve etmiştir.

Buharî şârihi Kirmanı; üzerinde durduğumuz kelimeyi "Türüne göre meyvenin kırmızılığa veya sanlığa dönmesidir" diye tefsir etmiştir.

Hattâbî bu hadisi, meyvenin salahının görünmesinden maksadın; onun kızarmaya veya sararmaya başlaması olduğuna delil gösterir. "Hz. Peygamber (s.a), bazı rivayetlerde salahı görünmedikçe meyveyi satmayı nehyetmiştir. Bu rivayette ise, işkâha başlamadıkça satışı nehyetmiştir. İşkâh da meyve­nin sararması veya kızarması olduğuna göre, meyvenin salahının görünmesi kızarmaya veya sararmaya başlamasıdır" der. Ki bu Şâfiîlerin izahıdır.

Konu, bu babın ilk hadisinde izah edilmiştir.[161]

 

3371... Enes b. Mâlik (r.a)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (s.a), kararmadıkça üzümü, sertleşmedikçe buğdayı (ta­neyi) satmaktan nehyetti.[162]

 
Açıklama

 

Tirmizî bu hadisin "hasen-garib'1 olduğunu söyler. İbn Hibbân ve Hâkim ise, sahih olduğunu bildirmişlerdir.

Bu hadis, üzümün salahının görünmesinin; kararması, buğdayın sala­hının görünmesinin de sertleşmesi olduğunu ifade etmektedir.

Bilindiği gibi, siyah üzümün olgunlaşıp yenilebilir hale gelmesi onun ka­rarması iledir. Beyaz üzümlerin kararması sözkonusu olmadığına göre, ha­dise göre onun satışı da olgunlaşmasından sonra mümkün olacaktır.

Buğdayın satılmasından maksat, başağında iken satılmasıdır. 3367 nolu hadiste, Rasûlullah Efendimizin beyazlaşmadıkça başağı satmayı nehyettiği geçmişti. Başağın beyazlaşması ile tanelerin sertleşmesi aynı zamanda oldu­ğu için hadisler arasında bir çelişki olduğu söylenemez. Zaten o hadisi izah ederken bu manaya işaret etmiştik.

Bu hadiste belirtilen esaslar; meyvenin salahının görünmesinden mak­sadın, onun âfetlerden zarar görmez hale gelmesi olduğunu söyleyen Hane-fîlerin görüşü ile de çelişkili değildir. Çünkü üzüm karardığı zaman âfetlerin mevsimi geçmiş olur. Aynı şey buğday için de sözkonusu olur. Yani üzü­mün kararması ve buğdayın sertleşmesi, aynı zamanda onların âfetlerden kur­tulmuş olmasıdır. Nitekim Muvalta'da; "Üzüm karardığı zaman âfetten korunur" denilmiştir.

Üzümün kararmadan, buğdayın da sertleşmeden önce satışları ile ilgili hükümler, 3367 numaralı hadisin izahı esnasında serdedilen; meyvelerin sa­lahı görünmeden satılmaları ile ilgili hükümler içerisinde incelenmiştir.[163]

 

3372 .... Yunus'dan rivayet edilmiştir; der ki:

Ebu'z-Zinâd'a; salahı görünmeden önce meyveyi satmanın hük­münü ve bu konuda zikredilen haberleri sordum. Şu cevabı verdi:

Urve b. Zübeyr, Sehl b. Ebî Hasme vasıtasıyla Zeyd b. Sâbit'in şöyle dediğini haber verdi:

(Rasûlullah s.a zamanında), insanlar henüz salahı görünmemiş (ol­gunlaşmamış) meyveleri alıp satıyorlardı. İnsanlar (müşteriler) mey­veleri topladığı ve tarafların haklarını isteme vakti geldiği zaman, müş­teri; "Meyve çürüdü, ermeden bozulup döküldü, hastalık dokundu" -ki bunlar hep âfettir- gibi laflar ediyor ve bununla davalaşıyor (ücre­ti düşürmek istiyor) lardı.

Halkın, Rasûlullah (s.a) katındaki davaları artınca Efendimiz (s.a); ihtilâf ve anlaşmazlıklarının çokluğundan ötürü, bir istişare olmak üzere:

"Eğer bu tür alışverişi (ağacın üzerindeki meyveyi satmayı) bı-rakmayacaksaniz, o zaman salahı görünmedikçe (olgunlaşmadıkça, âfetten zarar görmez hale gelmedikçe) meyveyi satmayınız” buyurdu.[164]

 
Açıklama

 

Hadisin Buharî'deki rivayeti de aşağı yukarı buradakinin aynısıdır. Ancak orada Yunus'un, "salahı görünmemiş olan meyveyi satma" konusundaki sorusu yer almamıştır.

Fazla olarak da Buharî'deki rivayetin sonunda şöyle bir ilâve vardır: (Ebu'z-Zinâd diyor ki); "Zeyd b. Sâbit'in oğlu Hârice bana; Zeyd b. Sabit'-in; Süreyya yıldızı doğup da, sarısı kırmızısından ayrılmadıkça meyveyi sat­madığını haber verdi."

Buharı bu ta'lik ile, meyvenin salahının görünme vaktine işaret etmiş olmaktadır. Nitekim 3367. hadiste bu meseleye temas edilmiştir. Burada, İmam Ebû Hanîfe'nin Atâ b. Ebî Rebâh'dan rivayet ettiği bnvhaberi de nak­ledelim: Bu rivayette bildirildiğine göre; "Süreyya yıldızı yazın başlangıcın­da sabaha karşı doğar. Artık bu mevsimde Hicaz'da havalar iyice ısınmış, meyveler olgunlaşmaya başlamıştır."

Önemli olan, Süreyya yıldızının doğması değil, meyvelerin olgunlaşmasıdır. Ancak, Süreyya yıldızının şafakta doğması, meyvenin olgunlaşmaya başladığı zamana rastlar.

Şunu hatırlamak gerekir ki, her meyvenin olgunlaşma mevsimi aynı de­ğildir. Meselâ kayısı yazın başında olgunlaşırsa, ayva sonunda ermeye baş­lar. O halde önemli olan, şu veya bu mevsimin girmiş olması değil, satılacak meyvenin olgunlaşma zamanının gelmiş olmasıdır.

Bu hadis, bundan evvelki hadislerdeki iki noktaya açıklık getirmektedir:

1- Meyvenin âfetten zarar görmez hale gelmesinden maksat, onun çü­rüme, dökülme ve hastalanma devresini atlatmış olmasıdır; semavî âfetler­den etkilenmemesi değildir. Çünkü hangi devresinde olursa olsun, dolu gibi fırtına gibi bir âfet meyveye zarar verebilir.

2- Hz. Peygamber (s.a)'in, böyle olgunlaşmamış, âfetten etkilenmez du­ruma gelmemiş olan meyveyi satmaktan nehyetmesi; istişari mahiyettedir.

Kesinlikle harama delâlet için değildir. Ravi Zeyd b. Sâbit'in meyvesini olgunlaşmadıkça satmaması, Efendimizin tavsiyesine uymak için olmuş olabilir.

Bu babın ilk hadisinde, dört mezhep imamının da dalında kalması şart koşulmadıkça ağacın dalında görünen meyveyi satmayı caiz gördüklerini be­lirtmiştik. Eğer Hz. Peygamber'in, salahı görünmeyen meyveyi satmaktan menetmesi, kesin hüküm için olsa idi, ulemanın bu satışı caiz görmekte bir­leşmeleri mümkün olmazdı.

Bu hadisten anladığımıza göre, henüz olgunlaşmadan ağacmdaki mey­veyi satın alan müşteriler; meyveleri toplayıp da bedellerin ödenmesi söz konusu olduğunda, meyvelerin çürük, kalitesiz, hastalıklı olduğunu ileri sürerek fiatları düşürmek istiyorlardı. Bu hal, satıcılarla alıcılar arasında anlaşmaz­lıklar çıkmasına sebep oluyor ve Hz. Peygamber'e arzediliyordu. Bu tür da­valar artınca Efendimiz, hadisteki nehyi irad buyurmuştu. Yani mezkûr nehye sebep alıcı ve satıcı arasındaki niza ve ihtilâftır.

Sünen-i Ebı Davud'un şerhlerinde, bizim; meyvelerin çürümesi, olgun­laşmadan dökülmesi ve hastalanması olarak terceme ettiğimiz ve kelimelerinin mana ve harekelerj ile ilgili geniş izah ve nakiller yer atmıştır. Biz bu konuya girmiyoruz. Ancak merak edenlerin Avnü'I-Ma'bûd ve Bezlü'l-Mechûd'a bakmalarının gerektiğini hatırlatmak istiyoruz.[165]

 

3373... Câbir (r.a)'den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (s.a);

Meyveyi, salahı görünmeden ve -arâyâ hariç- dinar ve dirhemin dışında bir şey karşılığında satmaktan nehyetti.[166]

 
Açıklama

 

Hadis-i şerif iki konuya işaret etmektedir:

a) Salahı görünmedikçe meyveyi satmak menedilmiştir. Bu konu 3367 nolu hadiste izah edilmiştir.

b) Arâyâ hariç, meyve ancak para karşılığında satılabilir. Nevevî, bun­dan maksadın; taze hurmanın kuru hurma karşılığında satılmasının caiz ol­mayışıdır, der. Ama taze meyvenin dinar, dirhem veya başka bir şey karşılığında satılması caizdir. Bu konu âlimler arasında ihtilaflıdır. Geniş bilgi 3359 numaralı hadiste geçmiştir.

Arayanın manası ve hükmü ile ilgili gen ilgi, 3362 numaralı hadiste geçmiştir.[167]

 [148] Bu tabirin ifade ettiği mana konusunda farklı görüşler vardır. Onun için tabiri aynen aldık. Bu manalara, hadisi izah ederken işaret edeceğiz.

[149] Buharı, zekât 58, büyü 82, 83, 85, 86;Müslim, büyü 49, 51/52, 54, 56, 59, 79; Nesâî, büyü 28, 35; îbn Mâce, ticârât 32; Muvatta, büyü 10; Dârimî, büyü 21.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/399.

[150] Çünkü bu duruma gelen meyvenin, ağaçtan ya da topraktan alacağı bir şey yoktur. Bun­dan sonraki kızarma, güneşin etkisiyle olur.

[151] Hukuku İslâmiyye ve Istılâhât-ı Fikhiyye Kamusu, VI, 28.

[152] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/400-402.

[153] Bu cümledeki kelimesi, diğer matbu nüshalarda şeklindedir. kelimesi, hem müzekker, hem de müennes olarak kullanıldığı için rivayetin her ikisi de caizdir. Bir de, Hattâbî tarafından bu kelimenin şeklinde olması gerektiği mü­talaası ileri sürülmüştür. Buna izah bölümünde işaret edilmiştir.

[154] Buharı, büyü 85, 86, 93; Müslim, büyü 50, müsâkât 15; Tirmizî, büyü 15; Nesâî, büyü 40; İbn Mâce, ticârât 32; Ahmed b. Hanbel, II, 5.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/403.

[155] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/403-404.

[156] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/404.

[157] Ahmed b. Hanbel, II, 387, 458, 472.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/404.

[158] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/404-405.

[159] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/405.

[160] Buharî, büyü 86; Müslim, büyü 84; Ahmed b. Hanbel, III, 320, 361.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/406.

[161] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/406-407.

[162] Tirmizî, büyü 15; İbn Mâce, ticârât 32; Ahmed b. Hanbel, III, 161, 221, 250.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/407.

[163] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/407-408.

[164] Buharı, büyü, 85.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/408-409.

[165] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/409-410.

[166] İbn Mâce, ticârât 32.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/410.

[167] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/410-411.