saniyenur
Mon 21 May 2012, 05:12 pm GMT +0200
Şahsiyet
Muhammed öyle çekici bir şahsiyete sahipti ki, bütün sahabeleri onu dünyadaki her şeyden daha fazla sevmişlerdi. O herkese hoş gelen bir dış görünüşle ödüllendirilmişti. Ve herkes onu onurlandırdı, saygı gösterdi. Gençliğinde bütün Kureyş onu "sıddık" ve "emîn" lakabıyla anardı; hepsi, Mekke'nin ileri gelenleri dahil, ona büyük hürmet gösterirdi. Muhammed insanları Allah yoluna çağırmaya başladığında Kureyş, Utbe b. Rabia'yı uzlaşmaya varmak üzere ona gönderdi. Utbe, Peygamber ile ıvonuşup, o da karşılığında ona Kur'an'dan bazı ayetler okuduktan sonra Kureyşlilere dönerek: "Tavsiyemi dinleyin ve ona dokunmayın." dedi. Onlar da: "Muhammed seni diliyle büyülemiş" dediler. (İbn İshak, sf. 133-134). Muhammed öyle üstün ve yüksek bir şahsiyete ve etkili konuşma gücüne sahipti ki, ona gelen herkes davasının hakikatine ve samimiyetine ikna olmuş olarak geri dönerdi.
Muhammed'ı görmek üzere Habeş hıris-tiyanlarmdan bir heyet geldi. Kur'an-ı Ke-rim'i işitince gözlerinden yaşlar boşandı ve Allah'ın davetini kabul ettiler, iman ettiler ve onun Hak olduğunu ilân ettiler. Kendi kutsal kitaplarında daha önce bahsedilmiş olan Muhammed'ı tanıdılar. Onlara büyüklendikleri iddiasını ileri süren Ebu Cehil'e şu cevabı verdiler: "Allah'ın selâmı üzerine olsun, biz neyin en iyi olduğunu farketmekten aciz değiliz." (İbn İshak, sf. 179). Hudey-biye gününde Urve b. Mes'ud gerekli işleri yapmak üzere Kureyşliler tarafından Muhammed'a gönderildi. Geri döndüğünde şunları söyledi: "Kisra'yla, Kayser'le ve Ne-caşî'yle kendi kıralhklarında elçi olarak beraber bulundum, fakat halkı arasında Muhammed'ın sahabeleri arasındaki durumu gibi bir durumda olan hiçbir kıral görmedim. Onun yanında, onu ne sebep olursa olsun asla terketmeyecek bir topluluk gördüm. Öyleyse buna göre kararınızı verin." (İbn İshak, sf. 503).
Yüz görünüşü kişinin şahsiyetinin göstergesidir deyimi, Hz. Muhammed 'a lâfız ve mana olarak uygun düşer.Bir yahudi âlimi olan Abdullah b. Selem, Muhammed Medine'ye hicret ettiğinde onu görmeye geldi; onu gördüğü anda davasının doğruluğuna ikna oldu ve İslâm'a sarıldı. Bu konuda daha sonra şöyle dedi: "Peygamber'ın yüzünü görür görmez, bu yüzün bir sahtekâra ait olamayacağını idrak ettim." Medine'ye bir kervan geldi ve şehir dışında bir yerde konakladı. Peygamber kervanın yanına vararak bir deve satın aldı ve parasını göndereceğine söz vererek deveyi götürdü. Muhammed gittikten sonra devenin sahibi hiç tanımadığı birisine güvenmiş olduğunun farkına vardı ve endişelenmeye başladı. Adamın anası: "Endişelenme, deveyi verdiğin kişide ay gibi parlak bir yüz gördüm. Böyle bir niteliği olan adam sahtekâr olamaz. Ve eğer devenin parasını göndermezse, onun parasım ben kendi cebimden sana veririm." dedi. Daha sonra Peygamber devenin değerinden daha fazla miktarda hurma gönderdi. Muhammed 'ın, en amansız düşmanlarını bile etkileyen çok cazip ve müşfik bir şahsiyet olduğunu gösteren daha birçok olay ve onunla kişisel ilişkisi olmuş insanların söylediği birçok şey zikredilebilir.
Öyleyse, Rasulullah'ın, ülkesindeki insanların büyük kısmının kalplerini kazanmasına şaşmamak gerekir. Kalplerini kazandıkları o hale gelmişlerdir ki, onun uğruna her şeylerini, hatta canlarını bile feda etmeye hazır idiler; fakat sevgili peygamberlerinin ayağına bir diken batmasına razı olmazlardı. Uhud Savaşı'nda, bir kadının babası, erkek kardeşi ve kocası şehit düştü. Onların şeha-det haberi kadına ulaşınca, hemen Peygamber'ın nasıl olduğunu sordu. Kadına, Peygamber 'ın Allah'ın yardımıyla emniyette olduğu cevabı verildi; kadın da onu görmek istediğini söyledi. Ve onu görünce şöyle dedi: "Şimdi sen emniyettesin ya, olan bütün felâketlerin hiç önemi yok!" (İbn İshak, sf. 389). Bu savaşta Rasulullah'ın öldüğüne dair bir söylenti yayılınca ashabının bir çoğu keder ve üzüntü içinde düşman saflarına saldırdılar ve çarpışa çarpışa şehit düştüler. Enes b. Nâdir bunlardan biri idi; söylentiyi işitince, "öyleyse insan yaşayıp da ne yapacak." dedi, ondan sonra da düşmana hışımla saldırdı ve şehit edilinceye kadar çarpıştı.
Bazı sahabeler müşrikler tarafından haince esir alınmıştı. Bunlardan biri olan Zeyd b, Desine Mekke'ye götürüldü. Zeyd, öldürülmek üzere götürülürken Ebu Süfyan ona şöyle dedi: "Ey Zeyd, Allah için yemin et! Senin yerine Muhammed'ın kafasını uçuVmamızı arzu etmez misin? Sen de ailenle birlikte olurdun" Zeyd şöyle cevap verdi: "Allah'a ondulsun, Rasulullah'ın benim yerimde olmasını arzu etmem; bu sayede ailemin yanında da olmak istemem. Hatta (benim kurtulmam için) onu bir dikenin yaralamasını bile istemem." Ebu Süfyan, "Muhammed'ın arkadaşları tarafından sevildiği kadar sevilen hiç kimseye rastlamadım" dedi. (îbn İshak, sf. 389). Hubeyb b. Adiy, Zeyd'le beraber Mekke'ye getirilen diğer bir sahabeydi. Elleri ayaklan bağlanıp tahta üzerine yatınhnca şöyle söyledi: "Ey Rabbim! Rasulü'nün mesajını tebliğ ettik. Bizlere yapılanları ileride ona bildir!' (İbn İshak, sf. 427-428).
Bunlar, Peygamber Muhammed'ın üstün ve kuşatıcı şahsiyetine bir parça olsun ışık tutan bazı örneklerdir. Nasıl da tarihte başka hiç kimsenin asla yapamadığı şekilde bu kadar kısa bir zamanda halkını savaş alanında olağanüstü bir seviyeye yükseltti! Nasıl da hiçbir maddî kazanç olmaksızın, sırf Allah rızası için seve seve hayatlarını feda edebilecek seviyede ulu ve yüce bir karakter kazandırdı onlara! Onlara hangi sadakat duygusunu ve ruh yapısını aşıladı ki, İnananlar dünyevî akıbetlerden korkusuz hale geldiler! İnsanların tüm hayat ve değerlerini kökünden değiştiren neydi ki Rasulullah'ın emriyle denize dalmaya, ateşe atlamaya hazır hale geldiler? İşte onları bu hale getiren Rasulullah'ın kuşatıcı şahsiyeti ve inananlara kazandırdığı ulu gaye idi.
Muhammed'ın en açık, en derin ve en uygun tarifi, Medine'ye hicret ederken çadırında bir süre kaldığı Ümmü Ma'bed tarafından yapılmıştır. Ümmü Ma'bed, Rasulullah'ı kocasına şöyle tarif etti: "Çehresi yakışıklı, yüzü nurlu, müşfik mizaçlı, lütufkâr, sesi pürüzsüz, gözleri siyah ve iri, vakur ve sakin, samimi, uzaktan merhametli ve ilgi çekici görünüyor, yanına yaklaşınca çok sıcak ve cazibeli, konuşması pürüzsüz, sözleri tane tane ve gerekenden ne az, ne de çok konuşuyor, orta irilikte, boyu ne uzun ne kısa, güzel bir bitkinin taze meyvesi gibi, insan ona bakmaya doyamıyor ve güzel yapılı. Arkadaşları ona o kadar bağlı ki, sürekli etrafında dolanıyorlar, sessizce söylediklerini dinliyorlar ve isteklerini, emirlerini anında-yerine getiriyorlar!' (Naim Sıddıkî, Muhammed The Benefactor of Humanity, sf. 32).
Hakikatte Rasulullah ideal bir liderlik şahsiyetine sahipti. Sahabeleri onun şahsiyetinden en azgın düşmanlarla karşılaşma cesaret ve gücünü elde ettiler; çarpışmalar esnasında zaferden emin oldular. Peygamber'ın askerleri onun liderlik vasıflarının verdiği ruhla ve teşviki ile çarpışırlardı ve onların silahları insanı şaşırtacak kadar basit araçlardan ibaretti. Sayıca kat kat üstün düşmanlarla çarpışarak muzaffer olan, savaş araçları ve silahların gücü değil, fakat Rasül Muhammed'ın şahsiyetinin ilham ettiği cesaret ve ruha sahip olan askerlerdi. Savaş hususunda ne bir bilgisi, ne de silah tecrübesi olan bütün bu sahabeler, baştan sona teçhiz edilmiş eğitimli savaşçılara karşı sarsılmaz bir kaya gibi çarpıştılar ve düşmanın bütün gayretlerini tam manasıyla sonuçsuz bıraktılar. Savaşan, onların içinde yer eden yeni ruh yapısıydı ve bu ruha sahip insanların önünde silahlar ve kuvvetin fizikî unsurları sanki tüm önemlerini kaybetmişlerdi.
Rasulullah bizat 28 seferde komutanlık yaptı, ve daima savaşın kızıştığı zamanlarda düşman saflarının karşısında bulundu. Hiçbir savaşta asla zayıflık ya da ürkeklik göstermedi. Uhud ve Huneyn savaşlarındaki gibi herkes kaçarken, adamlarına, metanetin nasıl korunacağının ve savaş zaferle ya da şehitlikle sonuçlanıncaya kadar nasıl çarpışı-lacağının canlı örneğini ortaya, koyan onun cesaret ve kararlılığı olmuştu. Şüphesiz ki, o tabiî bir liderdi, her türlü şartlar altında, savaşta ve barışta ashabına karşı ifa ettiği liderliğin en,üstün nitelikleriyle mücehhezdi. Sahabeleri, Rasulullah'ın şahsiyetinde, davranışlarında ya da liderliğinde, zorlukta olsun, kolaylıkta olsun, hiçbir zaman bir eksiklik, zayıflık veya güçsüzlük hissetmediler. Hikmetin ya da maneviyatın prensiplerini Öğretirken olsun, dünya işlerinde pratik olarak yol gösterirken ya da tavsiyelerde bulunurken olsun, savaş taktikleri ve teknikleri konusunda eğitim yaparken veya savaş manevralarını bizzat tatbik ederken olsun Mu-hammed daima zirvedeydi. İnananları asla yanıltmadı veya hiçbir konuda en ufak bir zayıflık göstermedi.
Bir şahsın liderliğin bütün niteliklerine sahip olması çok nadirdir ve istisna teşkil eder. Eğer bu niteliklere hakkıyla sahip olan birisi varsa o da, Muhammed 'dır. Dış görünüşüyle sağlam yapılı,yakışıklı ve albenizliydi; konuşması tatlı, ikna edici ve kalbi ısındırıcıydı; tartışmalarda reddedilemez ve heybetliydi; iffetli ve kâmil bir karakterdeydi; insanlara nazik, kibirden uzak, alçak gönüllü ve lütufkâr davranırdı; zafer kazandığında affedici, merhametli ve cömertdi; insanlarla karşılıklı ilişkilerde dürüst ve âdildi; sosyal konularda akıllı, düşünceli ve anlayışlıydı. Thomas Cariyle şunları söylüyor: "Muhammed'in hayatı boyunca her yönüyle müşahhas, dostane, özgün bir adam olarak itibar edildiğini müşahade ediyoruz; ciddî ve saygılı bir karakteri olduğu halde yine de sıcakkanlı, samimi, hoşsohbet, hatta şakacı... Adamın biri Muhammed'in güzelliğim, zeki, dürüst görünüşlü pembe-esmer karışımı renkli yüzünü, ışık saçan siyah gözleri olduğunu işitir... İhtiyarî hareket ettiği halde adaletli, halis bir adam..." (On Heroes, Hero.)
Kısacası, Allah, insanlığın en mükemmel, en kâmil, en iyi hususiyetlerini Muhammed'ın fıtratına yerleştirdi. O da bunu ümmetine, yaşayan bir örnek biçiminde tümüyle aktardı. "Andolsun Allah'ın Elçisinde sizin için, Allah'ı ve ahireti arzu eden ve Allah'ı çok anan kimseler için, (uyulacak) en güzel bir örnek vardır.." (33: 21).