- Şahsî Münasebet

Adsense kodları


Şahsî Münasebet

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
saniyenur
Mon 16 July 2012, 02:55 pm GMT +0200
Şahsî Münasebet

Burada, evliliğin birinci derecede şahsi bir münasebet olduğunu ve diğer münasebetlerde olduğu gibi ilgili şahıslar arasında ilk safhada şahsi psikolojik, fikri ve fiziki özelliklere bağlı olduğu ilave edilebilir. Bu durumda onu her­hangi umumi bir kanunla bağlamak cidden zor olur. Anlaşma ve kaynaşmanın hakim olduğu bir havanın mevcudiyetinin, mutlaka eşlerden her birinin diğerine karşı evliliğin temel pren­siplerini gözetmesinden ileri gelmesi zaruri değildir. El ve dil kavgasını aşan çetin bir müca­deleden sonra ancak karı-koca arasında sevgi ve insicamın kuvvetlendiği, çoğu zaman bir kısım evlilerden işitilen şeylerdir. Anlaşmazlık ve uyuşmazlıktan doğan bir durum mevcut olduğu zaman buna erkeğin kabalığı veya kadnrn ser­keşliğinin sebep olması da şart değildir. Çok defa evli eşlerden işitilir ki, onlardan her biri gerçekte insanlığa örnek olabilecek olgun kimselerdir. Ancak, mizaçları uyuşmaz. Bun­dan dolayı her biri, aralarında anlaşma imkânının yokluğuna yanarak ağlar. Fakat yi­ne de anlaşmazlar.

Buna rağmen evlenme işine hükmeden genel bir kanun bulunması şarttır. Hiçbir nizam bu hassas mesele için, en azından tecavüz edilmesi doğru olmayacak genel hudutlar çizen, sonra şahsi tekafülü bu hududlar arasında hükmeder halde bırakacak olan bir kanun vazetmeden beşerin hayatı ile İlgili hususları bütünüyle ta­mamladığını ilan etmeye kadir olamaz. Tabiidir ki, biz birbirimizi sevip anlaştığımız müddetçe de kanuna sığınmayız.

Başarılı evlilik, ne kanunun maddelerine istinad eder ne de onun hükmüne girer. Eşlerden hiçbiri kendi kendine kanun böyle olmamı gerektiri­yor, mutlaka onu yapmalıyım, yoksa onun emirlerine muhalefet olur, demez. Muvaffaki­yet ancak - söylediğimiz gibi ekseriyetle - mi­zacın uygunluğundan, elmanın iki yarısının bir­birine tıpatıp gelmesinden ve eşlerden birinin diğerine olan aşk ve sevgisinden meydana gelir. Evlilikteki bu başarı iki kalbi bir gaye üzerine toplayan sevgiden ileri gelir. Bu gaye bazan bi­rine veya her ikisine nisbetle "adil" olmayabilir. Bazan da normal duruma nisbetle ters düşmüş olabilir. Fakat bunların hepsine rağmen sevgi, istenilen maksadı sağlamakta yeter derecede is­tikrara sahiptir.

Lakin biz ihtilafa düştüğümüz zaman kanundan dem vurur ve anlaşmazlığı giderme Ümidi ile onun nasslarına müracaat ederiz.

Eğer bir çift arasında sevgi ve anlaşma varsa, fazlasıyla tabii şekilde meşru müdafaanın ihti­yacı içinde nadir olarak hukuka müracaatları düşünülebilir. Fakat onlar arasında ne zaman bir çatışma doğar, anlaşmazlık başgösterirse, bu çatışmalarına son vereceği ümidiyle huku­kun yardımını arayacaklardır. Bununla beraber hukuk adil olmalı ve diğerinin aleyhine olarak birinin lehinde olmamalı ve aynı zamanda mümkün olduğu kadar hızlı, meselelerin çözümünü en geniş şekilde hükme bağlamaz­dır (Muhammed Kutub, a.g.e.).

Kadının mükellefiyetleri konusuna dair Batılı tenkitçiler tarafından ele alınan kadının mükel­lefiyetlerini tartışalım. İslam hukukunda kadının mükellefiyetlerine bakınca aşağıdaki noktaları düşünme ihtiyacı hissedilir.

1- Bu mükellefiyetler kadının aleyhine olarak haksızlık mı teşkil etmektedir?

2- Yoksa bunlar tek taraflı sorumluluklar mıdır?

3- Bu mükellefiyetler kadım hiçbir şekilde ser­best bırakmayacak sürekli mükellefiyetler mi­dir?

Kadın, kocasına karşı üç önemli mükellefiyete sahiptir: (a) Her istediği zamanda yatakta ko­casına itaat etmek, (b) Kocasının istemediği kimseleri evine almamak, (c) Evinin ve ko­casının sırlarım muhafaza etmek.

a- İlk mükellefiyetin hikmeti açıktır. Erkeğin fiziki bünyesi, iş ve üretim ile ilgili diğer vazife­lerine başlayabilmek için buhran ve ıstırapların sarsmadığı sinir sistemiyle hayatın güçlüklerini karşılayabilmek ve kendini onun tazyikinden kurtarmak için daha sıkı cinsi tatmine zorlar. Er­kek, özellikle gençliğinde, cinsi şevki tabiiler tarafından daha çok hakimiyet altında olur ve bir kadınla olduğunda daha şiddetli bir biçimde onu gidermeye ihtiyaç hisseder. Kadın cinsi bakımdan erkekten çok daha ileri derecede ol­masına ve fiziki ve psikolojik olarak daha fazla alaka ile ona yönelmesine rağmen, onun yöne­lişi sadece fiziki hisler içinde kendini açıkla­maz. Evlilik, erkeğin ruhi, psikolojik, sosval ve iktisadî hayatının isteklerini karşılanıl ol­duğu kaaar, unun bu tabii isteğini gidermek için bir vasıtadır. Cinsi arzusu kendini zorladığı ve sinirlerini meşgul ettiği sırada, eğer kadın, er­keğin arzularını is'af eder durumda olmazsa, o zaman erkek ne yapar? Evin dışında kötülüğe mı baş vurur? Buna ne cemiyet müsaade eder, ne de kadın, erkeğin ruhu ve cismiyle başka bir kadına iltifat etmesine razı olur. Ne olursa ol­sun, kadın için bu, tahammülü güç bir İhanettir.

Kendini yatağa gitme konusunda kocasının da­vetini rededen bir kadının reddetme sebebine gelince, bazı sebepler bulunabilir. İlk olarak kadın birleşmeye tahammül edemeyecek dere­cede kocasından nefret ediyor olabilir. İkincisi, kocasına karşı bir sevgi olmasına rağmen, genel olarak cinsi temastan nefret etmesidir ki, bu nor­mal olmayan psikolojik bir durumdur. Fakat maalesef bazı kadınlarda mevcut bir haldir. Ve üçüncüsü; kadın sevilen bir kişi olur, cinsi münasebetten nefret etmeyebilir, fakat o anda isteksizlik vukubulabilir.

Reddi gerektiren bu üç sebep üzerindeki bir küçük yansıma göstermektedir ki, birinci hal belli bir vakit ve belli bir işle ilgili olmayarak devamlı bir durumdur. O öyle bir haldir ki, orada evlilik bağlarının bekası ümit edilemez. Bi­lakis ayrılmağa doğru normal yolunu alması da­ha iyi olur. Biraz sonra geleceği gibi İslam'da kadın, birden fazla yoldan bu imkana sahiptir.

İkinci durumu devamlıdır. Bu da kocanın tale­binde ısrar etmesinden doğan bir durum değil­dir. İşin balangıcında onu, mütehassıs hekimle­rin tam ve sarih ittifakları mucibince tedavi et­mek gerekir. Ya erkek, kendisine ne kadar ağır gelirse gelsin, cinsi ihtiyacını gidermekten vaz­geçmeyi kabul eder, ya da kadın kocasını sev­diği ve ondan ayrılmak istemediği için meşak­kate tahammülü kabul eder. Veya anlaşmak mümkün olmadığı takdirde iyilikle ayrılırlar. Ama, kanuna gelince o, kocası ısrar ettiği zaman kadını itaata zorlar. Bu, tahakküm ve cebir yo­luyla olmamalıdır. Esasen evlenmekteki tabii durum, cinsi alakaya şamil olduğu İçindir ki, kadının -dediğimiz gibi- kaçınması, erkeği ah­laki cürümler işlemeye sevkeder. (Veya erkek kadının sevmediği bir davranış olan başka bir kadınla evlenmeye başvuracaktır. Ancak İslam, kadının tahammül edemediğini, bu mesele yüzünden kocasına olan sevgisinin parça­landığını ve nefrete dönüştüğünü gördüğünde, kadını bu durumu kabule mecbur etmez. Bu va­ziyette kadın, nefret sebebiyle kocasından ayrılabilir.

Üçüncü hale gelince, o geçicidir ve onun tedavi­si kolaydır. Bu, cinsi temasa karşı meydana ge­len geçici nefret genellikle ya yorgunluktan ve­ya bıkkınlıktan veyahut da gönlün başka şeyle meşgul olmasından neş'et eder. Fakat bir miktar ruhi ve cismi hazırlık onu gidermeye kafidir.

Bunun için Rasulullah bu alakayı, sırf cismin hayvani arzulan olmaktan uzaklaştırmak ve bu günlük ülfetle ruhun imtizacını hedef tutarak bazan nefrete sebeb olan bu anzi durumu izale etmek İçin erkeklerin dikkatini, latif müdaabeye (oynaşmaya) ve işe başlamadan önce karşılıklı sevgi alışverişi yapmaya çekmiştir.

Ama kadın istekli, erkek de herhangi bir sebeble isteksiz olduğu zamanlara gelince, bu, erkeğin gençlik devresinde vukuu nadir olan bir şeydir. Kadın ise bu hale düşmez. Fakat biz deriz ki, kadının kocasına itaat etmesini emreden kanun, kadının arzularına da önem vermiş ve o arzulan

gerçek yerine koymuş ve kocayı, kadın arzu et­tiği takdirde "kocalık vazifesi"ni tam olarak ye­rine getirmeye mecbur etmiştir. Erkekte bu va­zifeleri ifada iktidarsızlık olunca aynlma vuku bulur. Böylece görürüz ki, mecburiyetler iki yönden vukua gelmektedir. Bunda hiçbir vakit ne kadını zorlama ve ne de kadının şahsi varlığını heder etme vardır.

b- Kadının ikinci mükellefiyeti, kocasının iste­mediği kimseyi evine atmamasıdır. Bu şartın hikmeti şudur ki, evli çiftler arasında birçok büyük kavgalar, yanlış haberler yayan üçüncü kişiler ve iftiralar vasıtasıyla meydana gelmek­te ve bunlar da aile kavgalannı arttırmaktadır. Böyle bir gelişmeyi önlemek için bile olsa koca, karısının isteğine ve hoşnutsuzluğuna rağmen belirli şahıslan evine kabul etmemelidir. Aksi halde eşler arasında tamiri mümkün olmayan değişmez bir fesat kaynağı olabilecektir. Böyle­ce kadının bu mükellefiyeti, çocukların düzenli ve normal büyümesi için sevgi ve müsama­hanın hoş bir ortamı gerektiren çocukların dahil olduğu iyi bir aile hayatına yardım etmek şek­linde olacaktır.

c- Kadının üçüncü mükellefiyeti olan, ko­casının yokluğunda evinin ve malının muhafa­zası ise evliliğin tabii ve mantıki bir esasıdır. Bununla beraber o, sadece tek taraflı bir mükel­lefiyet  olmayıp aynı zamanda iki taraflı bir görevdir. Hem koca ve hem de kadın, birbirleri­ne karşı sadık olmak zorundadırlar. (Muhammed Kutub; a.g.e.).

İdareci Olarak Erkek: Kur'an açık bir şekilde bu konuya temas eder: "Erkekler, kadınlar üze­rine yöneticidirler. Çünkü Allah kimini kimine üstün kılmıştır ve çünkü erkekler (kadınlara) mallarından harcamaktadırlar. Onun için iyi kadınlar itaatkar olup Allah'ın kendilerini koru­masına karşılık kendileri de gizliyi koruyan (kocalarına gizli gizli ihanet etmeyenlerdir.. ". (4:34). Allah, erkeği kadının sahip olmadığı ta­bii nitelik ve güçler sebebiyle ailenin idarecisi tayin etti. Ve kadın, erkeğe göre hiçbir şekilde aşağılanmadan güvenlik ve korunması sebebiy­le erkeğin himayesine verildi. Aile işlerinin başanlı ve düzenli yürümesi için ikisinden biri­sinin ev işlerinden sorumlu olması gerekiyordu. Daha önce de açıklandığı gibi, erkek, kadından daha fazla bu dış görevleri ifa etmek için kuvvet ve ehliyete daha maliktir. Aİlahu Teala adalet ve üstün hikmet sahibi olarak bu mesleği erkeklere verdi. Bununla birlikte bu durum, hiçbir şekilde erkeğin ailevi meselelerde diktatörce bir tutum takınmasına ruhsat verildiği anlamına gelmez. Aksine, işaret edildiği gibi, ona bütün ailevi me­selelerde tek taraflı ve keyfi bir şekilde karar vermekten kaçınması, dolayısıyla bir çok hu­susta müşterek tavır ve kararlarla bu müessese­yi sürdürmesi istenir.

Hz- Peygamber'in: "En iyi kadın, ona bak­tığınızda hoşunuza giden, emirlerinize itaat eden ve evde bulunmadığınızda kendi namusu­na ve mallarınıza sahip çıkandır." sözü itaatli bir kadın hakkındadır. (İbni Mace). Burada kocaya itaat, Allah'a olan itaate yakındır. Bu yüzden kadının görevi, eğer kocası Allah'ın emirlerine zıt bir emirde bulunursa itaat etmemektir. Bu durumda kocasına itaat, bir günah işlemek ola­caktır. Bu demektir ki, kadın, meşru emirlerin­de erkeğe itaat edecektir.

Belirli durumlarda, eğer bir kadının diğer er­keklerle fıkha aykırı münasebetler kurarar ai­lenin şerefine zarar verme ihtimali olduğunda kocanın, aileyi dağıtmadan önce bu davranış çeşidini kontrol etmeye izin verilmiştir. Kur'an, kocanın bu hakkını şu ifadelerle zikreder... İyi kadınlar itaatkar olup Allah'ın kendilerini koru­masına karşılık kendileri de gizliyi koruyan (kocalarına karşı gizli gizli ihanet etmeyenler­dir. Dik kafalılık, şirretlik etmelerinden kork­tuğunuz kadınlara öğüt verin, yataklarınızdan ayırın ve (bunlarla yola gelmezlerse) onları dövün. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın. Çünkü Allah yücedir, büyüktür. Eğer (karı-kocanın) ara­larının açılmasından endişe duyarsanız, erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin, bunlar arayı düzeltmek ister­lerse, Allah onların arasını bulur. Çünkü Allah (herşeyi) bilendir, haber alandır." (4:34-35).

Geçimsizlik kadın tarafından yüz gösterir, zev­ce kadınlık vazifesinden imtina eder, kocasına meşru olan hususlarda itaatsizlik yapar, ona Karşı serkeşlik gösterirse, koca, ona üç kademe­li bir muamele tatbik eder: Birincisi öğüttür: Kendisine tesir edebilecek tarzda öğüt verir, itaate davet eder. Ona olan sevgisinden, onun hakkında düşündüğü iyi şeylerden bahseder. Duruma göre sert bir şekilde ve ihtar mahiyetin­de sözler de söyler. Artık öğüt vermenin üslubu kendi anlayışına bağlıdır. Fakat her halde sevgi­nin iyi bir aracı olacağı muhakkaktır. Öğüt ver­mekten müsbet bir netice alamazsa, İkinci mer­hale zevceyi "yatağında yalnız bırakmak"tır. Kadının kendi görüşüne göre en kıymetli varlığı dişiliğidir. Kocasının ona boykot etmesi kendi­si için kuvvetli bir disiplin cezasıdır. Kadın bu­na fazla sabredemez. Esasen bunun çok sürmesi başka mülahazalarla da tehlikeli olabilir. Bun­dan da bir netice alamayınca koca, zevcesini ha­fifçe dövebilir. Bu, aile reisi olan kocanın bir di­siplin takdiridir. Yalnız bunun, vücudu sakat-layıcı, fazla elem verici olmaması şarttır. Çünkü kocanın bu kadarına hakkı yoktur. Eğer koca, sınırı aşarsa mukabil ceza görür. Ashabdan biri Rasulullah'a gelmiş, zevcesinden şikayette bulunarak, kem lisanından dertlenmiş. Pey­gamber : "O'nu boşa" buyurmuşlar, sahabİ: "Onun bana hayat arkadaşlığı olduğu gibi ço­cuğu da vardır." demiş. Bunun üzerine Rasulul­lah şöyle buyurmuşlar: "Ona iyilik emret, öğütte bulun. Eğer kendisinde bir hayır (kabili­yeti) varsa yapacaktır. Zevceni -hizmetçini dövermiş gibi- dövmeyesin" (İlamu'l-muvakkin ve Neylü'l-evtar). Başka bir hadislerinde: "Sizden hiç biriniz, kölesini dövermiş gibi, zev­cesini dövmesin, sonra da gün bitiminde tutar onunla münasebette bulunur!" buyururlar. (Bu­harı).

Dördüncü merhale, Nisa Suresi'nin 35. ayetinde sözkonusu edilen hakem yoluyla çözümdür. Bu ayet, kan ve koca arasındaki kavga hususunda karar vermek için bir aile heyetini tavsiye et­mektedir. Hakemler hususi olarak her iki tarafı dinler, aralarını ıslah etmeye çalışır.

Ayette: "Hakemler eğer sulh etmek isterlerse Allah eşlerin arasını bulur, düzeltir." buyurulmaktadır. Hakemlerin iki tarafın ailesinden se­çilmesi, aile sırlarının dışarıya çıkmaması, eşle­rin hususi hallerinin daha iyi bilinmesi, iki taraf­tan her birinin, şikayetlerini açık bir şekilde söyleyebilmesi., bakımından pek uygundur. Hatırlanacağı gibi evlilik, cemiyette erkeğin ve kadının aynı haklara sahip ve onların iyiliği için kurulmuş bir müessesedir. Orada kabul olan her birine ait menfaatlerden imkan dahilinde olan­ların en önemlisinin gerçekleştirilmesidir. Ne zaman evlilik müessesine anlayış, beraberlik hakim olursa, kanunun müdahalesi olmadan faydalı şeylerin hepsi tahakkuk eder. Ancak an­layışsızlık meydan bulunca, karı-kocanın şahı­slarına münhasır kalmayan, belki onlardan daha ileri giderek çocuklara da geçen zararlar doğar. Çocuklar ise müstakbel cemiyetin çekirdekleri olduğundan onların yetiştirme vasıtalarının en iyİsiyle terbiye edilmeleri çok önemli bir vazi­fedir.

Kadın böyle bir zarara sebebiyet verdiği zaman onu doğruya yöneltme vazifesini üzerine kim alır?. Mahkeme mi? Kan koca arasındaki özel münasebetlerde mahkemenin müdahalesi ihti­laf noktasını genişletmeye ve taraflar arasında­ki alakanın tamamen bozulmasına yol açar. Zi­ra, bu müdahale aleni olarak yapıldığı için taraf­lardan birinin izzet-i nefsine dokunur. Bu se­bepten taraflardan birini günahkarlık bocala­ması yakalar ve kendi durumunu -batıl da olsa-korumak teşebbüsüne geçer. Dolayısıyla mah­keme ancak her türlü sulh denemelerinin fayda vermediği büyük anlaşmazlıklarda müdahale etmelidir.

Koca, bir huzursuzluk meydana getirir, hanımı ile münasebetlerinde bir çekingenlik gösterirse kan-koca barışmalıdırlar. Kocanın gönlünü yapmak için kadının, nezdinde bol imkanlar, çeşitli marifetleri vardır. Bunu en iyi kendileri bilirler. Zaten yaratılışları buna elverişlidir. Er­keğin sert tabiatı karşısında kadın yumuşak ve mülayim bir yaratılışa sahiptir. Kadın bu tabi­atıyla erkeği yumuşatmaya, onunla sükun ve huzur içinde yaşamaya muktedirdir.

Ancak, tarafların her ikisinde de nefret vücuda gelince o zaman kanun çeşitlidir. "Eğer bir kadın kocasından nefret veya isteksizlik yüzünden korkar da anlaşmazlık meydana ge­lirse her ikisinin de kendi aralarında sulh yoluy­la bir anlaşma yapmalarında beis yoktur. Sulh daha hayırlıdır..." (4:128).

Bu ayet aileyi bölüp çocukların huzurlu ha­yatını parçalamaktansa uzlaşmanın her iki taraf için de daha hayırlı olduğunu tavsiye ediyor. Bununla birlikte ayetin devamı, kocanın karısına karşı olan davranışlarında cömert ve geniş fikirli olmasını belirtiyor. "... Zaten nefisler cimriliğe hazır duruma getirilmiştir. (İnsanın mayasında cimrilik vardır). Eğer güzel geçinir, (kötülükten) sakınırsanız, Allah yaptıklarınızı haber alır." (4:128). Kadının gösterebileceği dar görüşlülük, kocasının gözünde onu cazibeli kılan bütün özelliklerini kaybettiğini bildiği halde, hala ondan sevilen bir eşe karşı olan dav­ranışları beklemek ve bu hakkı kendisinde görmektir. Diğer tarafta erkeğin dar görüşlülüğü ise, kendisi için cazibesini kaybet­miş olan, fakat hala birlikte yaşamak isteyen ve bu yüzden dolayı da kendi haklarım minimum düzeye indirmiş bulunan karsının haklarım da­ha çok baskı altına almasıdır. Bütün bu durum­ların aşırı olaylarda meydana geldiğini hatırlat­mak gerekir.

Aile ilişkilerinin bütün problemlerini toplaya­cak olursak şöyle denebilir: Birincisi; Kadının erkeğe karşı olan yükümlülükleri keyfi ve tahakkümi birşey değildir. Ancak orada doğrudan doğruya veya dolayısıyla kadına da şamil genel menfaatler nazarı dikkate alınmıştır. İkincisi; Şüphesiz bu vecibelerin çoğunun aynı tesirden erkek için de bir mukabili vardır. Kadına veril­memiş olan selahiyetlerden erkeğin bir şekil ile özellik kazandığı pek nadir durumlara gelince, orada kadının ve erkeğin birlikte fıtri durumları dikkate alınmış, fakat onunla kadını hakir görme ye küçümseme gibi birşey kasdedilme-miştir. Üçüncü durum şu ki, gönlü onu kabul et­mediği veya kabul etmekte kendisi için bir zulmün bulunduğunu sezdiği zaman onu red­detme hususunda kadına hak verilmiştir. (Mu-hammed Kutub, a.g.e.).