sumeyye
Fri 4 February 2011, 02:09 pm GMT +0200
Sahabe İhtilâflarının Sebepleri:
1. Herhangi bir sahâbî, Rasûlullah’tan (s.a.) bir mesele hakkında bir hüküm ya da fetva işitmiş, diğeri ise onu işitmemiş olur. Sonunda o konuda (biri hadisle hükmederken diğeri) kendi re’yi ile ictihâd eder: Bu durumda şu sonuçlar ortaya çıkabilir:
i. İctihâd eden sahabînin görüşü, hadise uygun düşebilir. Buna Nesâî ve daha başkalarının rivayet ettiği şu olay örnek gösterilebilir: İbn Mes’ûd’a (r.a.), kocası ölen ve mehri belirlenmeyen bir kadının durumunu sorarlar. İbn Mes’ûd:
“Ben, bu konuda Rasûlullah’ın (s.a.) bir hükümde bulunduğunu görmedim.” der. Bir ay boyunca ona gidip gelirler ve bir cevap vermesi için ısrar ederler. Sonunda re’yi ile ictihâd eder ve kadına ne az ne çok emsal mehir gerekeceğine, iddet bekleyeceğine ve mirasçı olacağına hükmeder. Ma’kıl b. Yesâr kalkar ve Rasulullah’ın (s.a.) kendilerinden bir kadın hakkında aynı şekilde hükmettiğine tanıklık eder. İbn Mes’ûd buna öyle çok sevinir ki, müslüman olduktan sonra hiçbir şeye bu kadar sevinmemiştir.[726]
ii. Aralarında tartışma olur, bunun sonunda zann-ı galip doğuracak şekilde bir hadisin varlığı ortaya çıkar ve sahâbî içtihadından vazgeçerek, hadisin gereğine döner. Hadis imamlarının rivayet ettikleri şu olay buna örnek teşkil eder: Ebû Hureyre, önceleri cünüp olarak sabahlayan kimsenin orucunun sahih olmayacağı görüşünde idi. Sonunda Rasûlullah’ın (s.a.) hanımlarından biri, ona bu görüşünün aksini haber verince kendi görüşünden vazgeçti.
iii. Hadis sahâbîye ulaşır; ancak onu zann-ı galip doğuracak şekilde görmez. Bu yüzden de içtihadını değiştirmez, üstelik hadisi eleştirir. Buna örnek olarak da şunu gösterebiliriz: Temel hadis kitaplarında yer aldığına göre Fâtıma bt. Kays, Hz. Ömer’in yanında tanıklık ederek, kendisinin üç talâk ile boşandığını, Rasûlullah’ın (s.a.) kendisine ne nafaka ne de oturacak ev verdiğini söyler. Hz. Ömer, onun tanıklığını reddeder ve şöyle der:
“Doğru mu yalan mı söylediğini bilmediğimiz bir kadının sözüne bakarak Allah’ın kitabım terkedemem. Ona nafaka ve oturacak ev verilir.” Hz. Aişe (r.a.) de, Fâtıma’ya -ne nafaka ne de oturacak ev verdi’ sözünü kastederek-, “Allah’tan korkmaz mısın?!” demiştir.
Başka bir örnek: Sahîhayn’da yer aldığına göre, Hz. Ömer’e göre, cünüp olup da su bulamayan kişi için teyemmüm yeterli değildi. Ona Ammâr, bir rivayette bulunarak, kendisinin Rasûlullah (s.a.) ile birlikte bir seferde bulunduğunu, bu esnada kendisinin cünüp olduğunu ve su bulamadığım, bunun üzerine toprağa iyice belendiğini ve gelip durumu Rasûlullah’a (s.a.) andığını, Rasûlullah’ın:
“Sana sadece şöyle yapman yeterliydi.” deyip, ellerini yere vurduğunu ve onlarla yüzünü ve ellerini meshettiğini söyledi. Hz. Ömer, kabul etmedi ve onu gördüğü gizli bir illetten dolayı hüccet olabilecek özellikte bulmadı. Sonra ikinci tabakada hadis daha başka yollarla şöhret kazandı ve sıhhati zedeleyici görülen gizli illet ortadan kalktı. Bunun sonucunda da âlimler, hadisi hüccet olarak kullandılar.
iv. Hadisin sahâbîye hiç ulaşmaması: Buna, Müslim’in rivayet ettiği şu hadise örnek olmaktadır: İbn Ömer, kadınlara yıkanırken saç örgülerini çözmelerini emrederdi. Hz. Âişe, bunu işitince şöyle dedi:
“Doğrusu hayret şu İbn Ömer’e! Başlarını tıraş etmelerini emretmiyormuş bari! Ben Rasûlullah (s.a.) ile bir kaptan (su alarak) yıkanırdım; başıma üç defa su dökmeden öte başka bir şey yapmazdım.” [727]
Başka bir örnek de şudur: Zührî’nin anlattığına göre, Hind, Rasûlullah’ın (s.a.) özür kanı gören kadın hakkındaki ruhsatını duymamış, bu yüzden namaz kılamadığı için ağlarmış.
2. İhtilâf sebeplerinden biri de şudur: Ashap, Rasûlullah’ı (s.a.) bir iş yaparken görürler, bazıları onu ibadet (kurbet) diye yorumlarken, diğer bir kısmı mübahlığa hamleder. Buna örnek olarak şunu gösterebiliriz. Temel hadis kitaplarında yer aldığı üzere Rasûlullah (s.a.), hacıların Minâ’dan ayrılmaları esnasında Ebtah’da (Muhassab) bir süre durmuştu. Ebû Hureyre ve İbn Ömer, bu duruşun bir tür ibadet şekli olduğu görüşüne kapıldılar ve orada durmayı haccın sünnetlerinden saydılar. Hz. Âişe ve İbn Abbâs ise bunun kasıtlı olmadığını, Rasûlullah’ın (s.a.) orada tesadüfen durduğunu kabul ettiler; dolayısıyla da orada durmayı haccın sünnetlerinden saymadılar.
Başka bir örnek: Çoğunluk ulemânın görüşüne göre hacda tavaf esnasında remel yapmak sünnettir. İbn Abbâs’a göre ise, Rasûlullah (s.a.) bunu, müşriklerin, “Yesrib humması, müslümanları çökertmiş.” sözleri üzerine ibadet kastı olmaksızın yapmıştır ve sünnet değildir.
3. Yanlış anlama (vehim) ihtilâfı: Buna örnek olarak şunu söyleyebiliriz. Rasûlullah (s.a.) haccetmiş, insanlar da onu görmüşlerdi. Bazıları, onun temettü’ haccı, bazıları kıran haccı bazıları da ifrâd haccı yaptığını sandılar ve böylece aralarında ihtilâf meydana geldi.
Başka bir örnek: Ebû Davud’un rivayetinde Saîd b. Cübeyr şöyle anlatır: Ben, Abdullah b. Abbâs’a:
“Ey Ebû’l-Abbâs! Rasûlullah’ın (s.a.) ihramı (hacca niyeti) hakkındaki ashabın ihtilâfından dolayı hayrete düştüm.” dedim. O:
“Ben, bu konuyu herkesten iyi bilenim” dedi ve şöyle anlattı: Rasûlullah (s.a.) sadece tek bir hac yapmıştı. İhtilâfa işte bundan düşmüşlerdir. Şöyle ki: Rasûlullah (s.a.) hac için yola çıktı. Zülhuleyfe mescidinde iki rekat namaz kılıp hemen orada ihrama girdi ve hac için telbiye getirdi. Bunu orada bulunanlar işitip bellediler. Sonra Rasûlullah (s.a.) devesine bindi, devesi ayağa kalkınca, telbiye getirdi; bir kısım kimseler de bu telbiyeye yetişebildiler. Çünkü halk, şuradan buradan gruplar halinde geliyordu. Rasûlullah (s.a.) devesini kaldırınca telbiyede bulunduğunu işitip:
“Rasûlullah (s.a.) sadece devesini kaldırınca telbiyede bulundu.” dediler. Sonra Rasûlullah (s.a.), yoluna devam itti. Beydâ tepesinin zirvesine çıkınca yine telbiyede bulundu. Bazı kimseler de Rasûlullah’a (s.a.) o anda yetiştiler ve:
“Rasûlullah (s.a.) sırf Beydâ tepesine çıkınca telbiyede bulundu.” dediler. Allah’a yemin ederim ki, Rasûlullah (s.a.) (Zülhuleyfe’de) namaz kıldığı yerde hacca niyet etti. Hem devesine binince hem de Beydâ tepesine çıkınca telbiyede bulundu.” [728]
4. Unutma ve yanılmadan kaynaklanan ihtilâflar: Rivayete göre İbn Ömer, Rasûlullah’ın (s.a.) Receb ayında bir
umre yapmış olduğunu söylemişti. Hz. Âişe, bunu İşitti ve onun yanılmış olduğunu söyledi.
5. Tam anlamamadan (zabt hatasından) kaynaklanan ihtilâflar:
Rivayet olunduğuna göre İbn Ömer, Rasûlullah’ın (s.a.),
“Üzerine ailesi ağladığı için ölü, azap görür.” buyurduğunu söylerdi. Hz. Âişe, bunu duyunca, onun hadisi yanlış zabtettiğini söyledikten sonra işin doğrusunu şöyle izah etti: Rasûlullah (s.a.) geçerken, ölen yahudi bir kadınına ailesinin ağlamakta olduğunu gördü. Bunun üzerine:
“Onlar, ona ağlıyorlar; o ise kabrinde azap görüyor.” buyurdu. İbn Ömer, hadisi tam zabtedemediğinden, ağlamayı, azabın sebebi anlamış, hükmü de her ölü hakkında genel sanmıştı.
6. Hükmün illetini anlamadan kaynaklanan ihtilâfları: Buna, cenaze için ayağa kalkma meselesini örnek verebiliriz. Bazı sahâbî âlimler, cenaze için ayağa kalkmanın illetinin meleklere saygı olduğunu, dolayısıyla mümin kâfir her ölüyü kapsayacağını söylemişlerdir. Diğer bir kısım ise, ölümün dehşetinden dolayı ayağa kalkılır, bu itibarla mü’min olsun kâfir olsun her cenaze için kalkılır, demişlerdir. Diğer bir kısım ise:
“Bir gün Rasûlullah’ın (s.a.) yanından bir yahudi cenazesi geçmişti. Rasûlullah (s.a.), cenazenin, başından yüksek bir seviyeden geçmesini istemediğinden ayağa kalkmıştır.” şeklinde bir izah getirerek, ayağa kalkma işinin sadece kâfir cenazesine mahsus olduğunu söylemişlerdir.
7. Farklı hadisler arasını bulma konusunda ortaya çıkan ihtilâflar: Buna şunu örnek verebiliriz: Rasûlullah (s.a.) Hayber gününde müt’a nikâhına izin vermiş, sonra Evtâs (Huneyn) savaşı sırasında bu konudaki izini yenilemiş, daha sonra da yasaklamıştı. İbn Abbâs:
“İzin, zarurete binaen verilmişti; yasak da zaruretin sona ermesindendir. Dolayısıyla hüküm eski hali üzere bakîdir.” demiştir.
Çoğunluk sahabe âlimleri ise, iznin ibâha için olduğunu, yasağın ise ibâha hükmünü neshettiğini söylemişlerdir.
Başka bir örnek: Rasûlullah (s.a.) kazayı hacet esnasında kıbleye yönelinmesini yasaklamıştı. Bir kısım sahâbîler, bu hükmün genel olduğu ve mensûh olmadığı görüşünü kabul etmişlerdir.
Câbir (r.a.), Rasûlullah’ı (s.a.), ölümünden bir yıl önce kıbleye yönelmiş halde işerken görmüş ve bunun daha önceki yasak hükmünü neshettiği görüşüne varmıştır.
İbn Ömer ise, Rasûlullah’ı (s.a.) önünü Şâm, arkasını kıble tarafına dönük olarak kazayı hacette bulunduğunu görmüş ve buna dayanarak çoğunluk sahabenin görüşünü reddetmiştir.
Bir kısım sahâbî de bu iki rivayet arasını telif etmiştir. Bu meyanda Şa’bî [729] ve daha başkaları, yasağın açık araziye mahsus olduğunu, kapalı mekanlarda ise, önü ya da arkayı dönmenin bir sakıncası olmadığını söylemiştir.
Bir başka grup ise, sözlü yasak hükmünün âmm (genel) olduğunu, fiilin ise, bizzat Rasûlullah’ın (s.a.) kendisine mahsus olma ihtimalinin bulunduğunu söylemiş, dolayısıyla bu fiilin, yasak hükmünü nesh ya da tahsis edemeyeceği görüşünü benimsemişlerdir.
Tabiîn Devri İhtilâflarının Sebepleri:
Kısaca, Rasûlullah’ın (s.a.) ashabı farklı görüşlere sahip olmuşlar, kendilerinden sonra gelen tabiîn nesli de, elde edebildikleri kadar onların ilimlerim almışlardır. Bu meyanda onlardan duydukları Rasûlullah’ın (s.a.) hadislerini ezberlemişler, kendi görüşlerini öğrenmişler, onları kavramışlar, imkânları nisbetinde farklı görüşler arasını bulmaya çalışmışlar, bazı görüşleri diğerlerine tercih etmişlerdir. Bu arada bazı sahâbî görüşleri -büyük sahâbîlere ait bile olsa- önemini yitirmiş ve kabul görmemiştir. Hz. Ömer ve İbn Mes’ûd’un, cünüp kimse için teyemmümün yeterli olmayacağı hakkındaki görüşleri böyledir. Ammâr, Imrân b. el-Husayn ve daha başkalarından bu konuda gelen hadislerin zaman içerisinde herkesçe bilinir bir hal alması, onların bu görüşünün kale alınmamasını gerektirmiştir.
Böylece, tabiîn ulemâsından her birinin kendine ait bir mezhebi oldu ve her memlekette bir imam ortaya çıktı. Meselâ, Medine’de: Saîd b. el-Müseyyeb [730] (v. 94/712) ve Salim b. Abdullah b. Ömer (106/724); bu ikisinden sonra Zührî (ö. 124/741), Kâdî Yahya b. Sa’îd (143/760), Rabîa b. Abdurrahman (ö. 136/753),
Mekke’de: Atâ b. Ebî Rebâh (ö. 115/733),
Kûfe’de: İbrahim en-Neha’î (ö. 96/714), Şa’bî (ö. 103/721),
Basra’da: Hasan el-Basrî (110/728),
Yemen’de: Tâvûs b. Keysân (ö. 106/724),
Şam’da: Mekhûl (ö. 118/736) gibi âlimler yetişti.
Allah Teâlâ, bunların ilimlerine susamış nesiller peyda etti, onlar bu âlimlerin ilimlerine rağbet ettiler ve onlardan hadis, sahabe fetva ve görüşlerim aldılar, sonra bu âlimlerin bizzat kendi görüş ve tetkiklerini tahsil etmeye başladılar. Problemi olanlar, fetvalarını onlardan istediler, aralarında ilmî mübahaseler oldu, taraflar davalarını onlara götürdüler... Bütün bunların sonucunda Sa’îd b. el-Müseyyeb, İbrahim ve emsali büyük tabiîn âlimleri, fıkhın bütün konularını bir araya getirdiler, onlar, bâb bâb her konuyla ilgili olarak seleflerinden almış oldukları esaslara (usûl) sahip bulunuyorlardı.
[727] Müslim, Hayz, 59 (2/536).
[728] Ebû Dâvûd, Menâsik, 21.
[729] Âmir b. Şurahbîl eş-Şa'bî: Tabiîn âlimlerinin büyüklerin dendir. Hz. Ömer'in halifeliği sırasında H. 17 senesinde doğmuştur. Dinde imam ve fakîhti. Hz. Ali, Ebû Hureyre, İbn Abbâs, Hz. Âişe, İbn Ömer ve daha başka sahâbîlerden hadis rivayet etmiştir. Kendisi, Ebû Hanîfe'nin büyük üstadlanndandır. Küfe kadılığım üstlenmiştir. Çok hadis rivayet eden, kıssa ve haber naklinde bulunan biriydi. H. 105/ M. 723 yılında vefat etmiştir.
[730] Ebû Muhammed Sa'îd b. el-Müseyyeb b. Hazn, tabiînin büyüklerindendir. Hicaz'ın en büyük fakihi ve rüya tabircisiydi. Hadis, fıkıh ve zühdü kendisinde toplamıştı. Hz. Ömer'in halife oluşunun ikinci senesinde dünyaya gelmiş ve büyük sahâbîlerden hadis işitmişti. Hasan el-Basrî, ilimdeki büyük yeri ve üstün kudretine rağmen, altından kalkamadığı bir problemle karşılaştığı zaman hemen Sa'îd b. el-Müseyyeb'e yazar ve durumu ona sorardı.