saniyenur
Mon 13 August 2012, 02:14 pm GMT +0200
ŞAH VELİYULLAH'A GÖRE İÇTİHAD
ALLAH Teâlâ, insanların hallerini düzeltmek, işlerini yoluna koymak üzere şeriatlar koymuştur. Mutlak hükümdarlık âleminde onun ortaya çıkmasını gerektirecek bir sebep bulu-nagelmiştir. İşte bu durum şeriatların da aynen, yeryüzünde korunmaları istenilen türlerin durumunda olmasını gerektirmiştir. Bu yüzden şeriatlar hakkında ihmal göstermek ALLAH katında gazabı gerektirici, onların icaplarına ve himmetlerinin odak noktasına ters düşen bir davranış biçimi olmaktadır. Aynı şekilde Arap-Acem, uzak-yakın bütün insanların üzerinde görüş birliği ettiği ihtiyaçlar ve bunların karşılanması için takip edilen yollar hakkında da durum aynıdır. Çünkü bunlar, tabiî bir yol hâlini almış; fıtratın bir parçası gibi telakki edilir olmuştur. Meselâ, Yüce Allah, yeminleri ve isbat delillerini (beyyine), bir konunun iç yüzünü aydınlatmak için meşru kılmıştır. Bu, yalancı şahitliğin ve yalan yere yapılan yeminlerin ALLAH ve melekler katında gazaba sebep bir davranış biçimi sayılmasını gerektirmiştir.
ALLAH Teâlâ, peygamberine şer'î bir hükmü vahyeder ve o hükmün sebep ve hikmetine onu vâkıf kılar. Bu durumda peygamber, o maslahatı esas alarak ona bir illet belirleyebilir ve onu hükme medar kılabilir. İşte bu, Rasûlullah'in kıyası olmaktadır. Rasûlullah'in, bir ayetin niçin sevkedildiğini bilip, anlayışı doğrultusunda hükümde (içtihad) bulunduğuna dair pekçok örnek vardır. Mesela, "Şüphesiz Safa ve Merve ALLAH'ın nişanele-rindendir..."(2;158) ayetinden Rasûlullah, Safa'nın Merve'den önce zikredilmesinden, meşru olan hükmün beyan tarzına uygunluğu sonucunu çıkarmış ve "(Sa'y ederken) Allah'ın başladığından (safa'dan) başlayın." buyurmuştur. Ayetten, sorulan soruya uygun olarak gelmiş olması da anlaşılabilirdi.
"...Güneşe de, aya da secde etmeyin. Onları yaratan ALLAH'a secde edin." (41: 37).
"...(İbrahim) Yıldız batınca: 'Batanları sevmem!' dedi." (6: 76).
Rasûlullah, bu iki âyetten, güneş ve ay tutulması ânmda namaz kılmanın müstehaplığı hükmünü çıkarmıştır.
"Doğu da, batı da ALLAH'ındır. Nereye dönerseniz ALLAH'ın yüzü (zâtı) oradadır..." (2:115). Rasûlullah bu ayetten, namaz kılarken kıbleye (Kabe) yönelmenin, mazeret hâlinde düşebilecek türden bir farz olduğunu anlamış, gece karanlığında kıble yönünü araştırıp namaz kılan, sonra da yanlış yöne doğru kıldığı anlaşılan kimsenin namazım; şehir dışında binek üzerinde nafile namaz kılanın namazını kıble şartından muaf tutmuştur.
Bir şeyin yasaklanması hâlinde, o şeyin zıddının durum gereği vacip olarak ya da en azından mendup düzeyinde emrolunması gerekecektir. Bir şeyin emredilmesi hâlinde de, o şeyin zıddmın yasaklanması gerekecektir. ALLAH Teâlâ, cuma namazını ve ona koşulmasını emredince, o anda alış veriş ve benzeri yollarla cumadan alıkoyucu davranışların yasaklanması gerekmiştir.
Bir şey kesin olarak emredildiğinde bu, o şeyin mukaddimeleri, hatırlatıcı ve ulaştırıcı yolları mahiyetinde olan şeylerin teşvikini; bir şeyin kesin olarak yasaklanması hâlinde de bu, o şeye götürecek yolların kapatılmasını, sebeplerinin ortadan kaldırılmasını gerektirir. Putlara tapınmak yasaktır. Suret ve heykellerle içli dışlı olmak puta tapıcıhğa sebebiyet verebilir. Nitekim geçmiş ümmetlerde bu böyle olmuştur. Öyleyse, heykel ve suret yapılmasına müsaade edilmeyecektir. İçki haram kılınmıştır; şu hâlde şarap imalatçılarına müsaade edilmeyecek, üzerinde içki bulunan sofraya oturmak yasaklanacaktır. Anarşi ve insanların birbirine düşmeleri haramdır. Öyleyse anarşi dönemlerinde silah satışları yasaklanacaktır. (Şah Veliyyullah Dihlevî, Hüccetullâhi'l-Bâliğa). Hukukçular, bu ve benzeri birçok prensibi nassları, istihraçları, hükümleri ve kendilerinden önce gelen müçtehidlerin kararlarını kullanarak zamanın problemleri ve ihtiyaçları konusunda İslâmî hükümlerin genel çizgisini koruyarak yasama yapabilirler. Kur'ân ve Hadisle yasamanın temel prensipleri kolay ve uygundur. Bu husus Kur'ân-ı Kerîm'in birçok ayetinde belirtilmektedir.
"ALLAH'ın rahmeti sebebiyledir ki, sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, çevrenden dağılır giderlerdi..." (3: 159).
"...ALLAH size kolaylık ister, zorluk istemez..." (2:185).
"...O peygamber ki, kendilerine iyiliği emreder, kendilerini kötülükten men eder; onlara güzel şeyleri helâl, çirkin şeyleri haram kılar, üzerlerindeki ağırlıkları, sırtlarmdaki zincirleri kaldırıp atar..." (7: 157).
Rasûlullah, Ebû Musa ve Muâz b. Cebel'i Yemen'e gönderirken, onlara şöyle buyurmuştur:
"Kolaylaştırın, zorlaştırmayin! Sevdirin, nefret ettirmeyin! Uyum içinde olun, ihtilâfa düşmeyin!" (Buharî, Müslim, Ebû Davud).
Başka bir hadislerinde de şöyle buyurur:
"Şüphesiz siz, sadece kolaylaştırıcılar olarak gönderildiniz, zorlaştırıcılar olarak gönderilmediniz." (Buharî, Ebû Davud).
Kolaylaştırma yolları, şu şekillerde gerçekleşir:
1- Zor olan bir şeyin, rükün ya da şart kılın-maması: Bu konuda dayanağımızı şu hadis oluşturmaktadır: Emirlerde uyum değişik şekillerde olabilir. "Eğer ümmetime meşakkat verecek olmasaydım, onlara her namaz sırasında misvak kullanmalarını emrederdim." (Buharî, Müslim).
2- Dünya işlerinin taat hâline dönüştürülmesi: Daha önceden kendi aralarında dünyevî saiklerle yapmakta oldukları bazı işlerin, iftiharlarına vesile olacak merasimlere dönüştürülmesi böyledir. Bayramların ve cumanın meşruiyeti bu kısmın misalini teşkil eder. Bu hususta Rasûlullah şöyle buyurmuştur: "Böylece yahudiler bilsinler ki, dinimizde genişlik vardır." (Müsned-i Ahmed).
3- Arzu duyulan şeylerin îaate dönüştürlmesi: Kolaylaştırma yollarından biri de, insanların yaratılışları gereği arzu duydukları davranış biçimlerini taat hâline sokmaktır. Böylece hem insan tabiatı, hem de aklın desteğiyle bu gibi fiiller daha kolay bir şekilde yapılmış olacaktır. Mescidlerin kokulanması, temizlenmesi, cuma günü boy abdesti alınması ve koku sürülmesi, ezanı güzel sesli kimselerin okuması gibi müstehaplar, bu amacın gerçekleştirilmesi için getirilmiştir.
4- Tedrîcilik: Meşakkat içeren yükümlülüklerin zaman içerisinde azar azar meşru kılınması da kolaylık yollarından bir diğeri olmaktadır. Konuyla ilgili olarak Hz. Aişe şöyle demektedir: "Kur'ân'dan ilk safhada inenler, kısa surelerdir. Bunlarda cennet ve cehennem konulan işlenir. Ne zaman ki insanlar İslâm'a ısındılar, o zaman helâl ve haram inmeye başladı. Eğer ilk inen şey, 'içki içmeyin!' hükmü olsaydı, insanlar, 'biz asla İçkiyi bırakmayız!' derlerdi. Eğer daha işin başında 'zina etmeyin!' hükmü inseydi, insanlar 'biz asla zinayı bırakmayız!' derlerdi." (Buharî).
Dinde tahrife sebep olan yollar ise şunlardır:
1- İhmal ve lâkaytlık: Dinlerin tahrif olmasının sebeplerinden biri ihmal ve umursamazlıktır. Bu şöyle olur: Peygamberin ashabından sonra bir nesil gelir ve onların yerini alırlar. Bunlar namazı terkederler ve şehvetlerinin peşinden giderler. Öğrenmek, öğretmek ve yaşamak yollarıyla dinin yayılmasına önem vermezler; iyiliği emredip, kötülüklere engel olmazlar. Ardından dinin hilâfına bazı uygulamalar ortaya çıkar. Şeriatların istekleriyle, insanların mizaçlarının istekleri ayrı ayrı olmaya başlar. Bunların arkasından bir nesil gelir, bunlar daha bir lakayt davranır, ihmallerini daha da artırırlar ve bunun sonucunda din adına ne varsa çoğu unutulur gider.
2- Aşırılık: Yüce ALLAH, bir şeyi emreder ya da yasaklar. Peygamber'in ümmetinden olan kişi, bunu duyar ve kendi anlayış seviyesine göre anlar. Sonra hükmü, o şeye, bazı yönlerden benzerlik arzeden ya da illette kısmî müştereklik arzeden diğer şeylere de ya da o şeyin parçalarına, saiklerine ve muhtemel mahallerine de sirayet eder. Rivayetlerin farklılığı sebebiyle her ne zaman işler karışsa, hemen daha zor olanını esas alarak, onu vacip kılma eğilimini gösterir. Hz. Peygamber'den sâdır olan her şeyi, ibadet telakki eder. Oysa ki Peygamber, bazı şeyleri âdet olduğu üzere işlemiştir. Emir ve yasağın, bu tür işleri de kapsadığını düşünür. Bunun sonucunda ALLAH, şunu emretmiş, şunu yasaklamıştır, demeye başlar.
3- Zorlaştırma:Bunun esasını ALLAH Teâlâ'nın emretmiş olmadığı zor amelleri üstlenmek teşkil eder. Meselâ, sürekli oruç tutmak, devamlı namaz kılmak, uzlete çekilmek, evlilik hayatını terketmek gibi. Yine sünnet ve müstehap olan şeyleri, aynen vacipmİş gibi mütalaa etmek de bu kabildendir. Rasûlullah'in, Abdullah b. Ömer ve Osman b. Maz'ûn'a, altına girdikleri ağır ibadetleri yerine getirme tavrını yasaklaması bu manayı ifade etmektedir. Bu konuda şöyle buyurmuştur: "Kim dinde zorluğa kaçarsa, elbette din ona galebe çalar (güç yetiremez, yenik düşer)." (Buharî, Müsned-i Ahmed).
4- Istihsan: Tahrif sebeplerinden bir diğeri, istihsandır. Bunun esası şudur. Kişi, ALLAH Teâlâ'nın her hikmet için, uygun bir mahal kıldığını görür, O'nun nasıl teşride bulunduğunu müşahede eder. Bunun sonucunda teşrinin hikmeti ile ilgili zikredilen hikmetlerden bir kısmını elde eder, kendisini bir şey zannederek, aklınca maslahat gördüğü şeyleri hü-kümleştirmeye koyulur.
İbni Şîrîn şöyle demiştir: "İlk kıyas yapan İblis'tir. Güneş ve aya, hep kıyas sonucunda tapınılmıştır."
Hasan el-Basrî, "Beni ateşten yarattın, onu ise topraktan yarattın." ayetini okumuş ve "İblis, bununla kıyas yapmıştır, O, ilk kıyas yapandır." demiştir.
eş-Şa'bî ise şöyle demiştir: "ALLAH'a yemin ederek söylüyorum, eğer kıyas yolunu tutarsanız, elbette helali haram, haramı da helâl kılarsınız."
Hz. Ömer, "Üç şey İslâm binasını yıkar: (1) Âlimin hatası; (2) Münafığın Kur'ân ile ci-dalleşmesi; (3) Saptırıcı imamların hükmü." demiştir.
4. Mesnedsiz icmâ: Tahrif sebeplerinden bir diğeri, meşru olmayan icmâya uymaktır. Bu, halkın, görüşlerinde genelde ya da devamlı bir şekilde isabetli olacağına inandığı âlimlerden bir grubun, her nasılsa bir şey üzerinde görüş birliği etmeleri demektir. Tehlikeli olan şey, işte bunun mutlak surette hükmün sübutuna kesin delil olduğunun sanılmasıdır. Sözünü ettiğimiz bu durum, icmânın, Kitap veya Sünnetten bir dayanağının olmaması takdirinde böyle olur ve bu, üzerinde ümmetin delilliği hakkında ittifak ettiği türden icmâ değildir. Çünkü icmânın, geçerli icmâ olabilmesi için, Kitap veya Sünnetten bir mesnedinin olması, ya da istinbat yoluyla bu iki esastan çıkarılmış olan bir şeye dayandırılması şartı vardır. Böyle bir mesnedi olmayan görüş birliğini ise, hüccet olan icmâdan saymamışlardır. Yüce ALLAH, bu hususa işaretle şöyle buyurmaktadır:
"Onlara, 'ALLAH'ın indirdiğine uyun!' denildiği zaman onlar, 'Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız!' dediler. Ya ataları bir şey anlamamış, doğruyu da bulamamış kimseler idiyse!" (2: 170).
6. Masum olmayan kimselerin taklidi: Bir diğer tahrif sebebi, masum yani hata işlemekten korunmuş olmayan kimselerin taklid edilmesidir. Elbette ki, bundan maksadımız, hatadan korunmuşluğu (ismet) sahibi olan
Rasûlullah'ın dışında kalan kimselerdir. Bu şöyle olur: Ümmetin âlimlerinden biri herhangi bir mesele hakkında içtihad eder. Müntesipleri, onun bu içtihadının kesin kes ya da en azından ona yakın bir şekilde isabetli olduğunu düşünürler ve sırf o içtihada ters düşüyor diye sahih bir hadisi reddederler. Bu taklit şekli, ümmet-i merhumenin cevazı hakkında üzerinde ittifak etmiş oldukları taklitten başka bir şeydir. Çünkü ümmet, müçtehidlerin taklidinin caiz olduğu hakkında ittifak etmişlerdir. Halbuki, müçtehid hata da, isabet de edebilir. Taklidin caiz olabilmesi için, konu hakkında Rasûlullah'tan gelen nasslar hep aranmakta olacak, taklid edilen müçtehidin görüşü hilâfına sahih bir hadisin ortaya çıkması hâlinde, taklidin terkedileceğine dair bir azim bulunacaktır. Rasûlullah: "ALLAH'ı bırakıp hahamlarını, ruhbanlarını rabler edindiler..." (9: 31) âyeti hakkında şunu söylemiştir:
"Onlar (yahudi ve hıristiyanlar) din adamlarına tapmıyorlardı; ancak din adamları kendilerine bir şeyi helâl kıldığı zaman, onu kendilerine helâl görüyorlar, kendilerine haram kıldığı zaman da onu kendilerine haram sayıyorlardı." (Tirmizî).