GizEmLi_yAzaR
Mon 10 December 2007, 04:04 pm GMT +0200
Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: "Kitabı sağ tarafından verilene gelince: "Alın, kitabımı okuyun; doğrusu ben, hesabımla karşılacacağımı zaten sezmiştim" der."(Hakka; 19-2O)
Allah-u Zülcelal başka bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:"Kitabı sol tarafından verilene gelince: "Keşke bana kitabım verilmeseydi de, hesabımın ne olduğunu bilmeseydim!" der." Hakka; 25-26)
Huzur-u mahşerde ilk önce, herhangi bir cemaatin başına geçip liderlik yapmış olan insan sorguya çekilecektir. Amel defteri onun eline verilince, kitabını cemaatine gösterip: "Alın kitabımı okuyun!"diyecektir. Eğer o cemaatin reisi, onları yönlendiren kimse; Allah-u Zülcelal'in dostu ise, onun sevabı günahından fazla ise, Allah-u Zülcelal onun kitabını eline verecektir, o günah ve sevaplarına bakacaktır.
Eğer o kimse salih kullardan ise, Allah-u Zülcelal önce ona hatalarını gösterecektir. Hatta İbn-i Abbas radıyallahu anh şöyle anlatıyor: "Alın kitabımı okuyun!" ayetini okuyordum, ama kimlere söylenecek bu, bilmiyordum.
Bir gün Hz. Ömer radıyallahu anh ile beraber oturuyorduk. Ka'b radıyallahu anh geldi. Hz. Ömer radıyallahu anh ona: "Ya Ka'b! Duyduğun ve Kuran'da da meali olan bir şeyi, anlat bize!" dedi. Ka'b radıyallahu anh bize şunu anlattı:
"Kıyamet gününde, bir cemaate liderlik yapmış salih bir kulun kitabı eline verilir. İlk önce Allah-u Zülcelal ona günahlarını gösterecektir. Sevaplarını göstermeyecektir. O kul kendi günahlarını, hatalarını okuyacak: "Ben helak oldum, ben mahvoldum, bu kadar hatalarım vardır." diyecek, sevapları ona gösterilmeyecektir.
Onun günahlarının ve hatalarının sonunda: "Dünyadayken tevbekar olduğun, günahlarına tevbe ettiğin için, Ben seni af ve mağfiret ettim." diye bir ibare ile karşılaşacaktır. Fakat o kişi kendi hatalarını görürken etrafındaki mü'min kardeşleri onun sadece sevaplarını görecek. Keşke biz de bunun gibi olsaydık; ne mutlu ona sevabı ne kadar çoktur, ne kadar çok salih amel işlemiş diye, ona imrenerek bakacaklar. O, kendi günahını gördüğü gibi, onun günahlarını hiç birisi görmeyecektir.
"Ben helak olacağım!" diye düşünürken, onun arkadaşları sadece onun sevaplarını görecekler. Allah-u Zülcelal onu affettikten sonra, kendi cemaatinin yanına gidip: "Alın kitabımı okuyun!" diyecek ve: "Allah-u Zülcelal beni affetti, beni mağfiret etti." diye onlara müjde vererek: "Siz de benimle berabersiniz; Allah-u Zülcelal sizi de affetti, mağfiret etti." diye, hem kendine hem de onlara müjde verecektir.
Neuzubillah herhangi bir cemaati de delalet veya sapıklık yoluna, şeytan ve günah yoluna yönlendiren bir kişiye ise, Allah-u Zülcelal ilk önce sevaplarını gösterecek, o da sadece sevaplarını görüp, fakat günahlarını hiç görmeyecek. Sevaplarına baktıktan sonra, en sonunda: "Sen Allah'ın gazabına müstahaksın, cehennemine müstahaksın, Allah'ın laneti senin üzerindedir." diye bir yazı ile karşılaşacaktır.
O zaman yüzü simsiyah kesilecek ve kendini cehennem azabının içinde hissedecektir. Tabi, kendi sevaplarını görürken, günahlarını hiç görmeyecek, onun günahlarını da onun arkadaşları görecek ve ona lanet edecekler. Kitabını alıp kendi arkadaşlarının yanına gidecek ve: "Alın kitabımı okuyun!" diyecek, "Allah-u Zülcelal bana gazaplandı, beni cehennemine müstahak kıldı, sizler de benimle beraberdiniz; sizlere de gazaplanıp, sizleri de cehenneme müstahak kıldı." diyecektir.
Ka'b radıyallahu anh bu ayet-i kerimeyi de böyle açıkladı, onlara izah etti. Onun için dünyadayken kimin peşinden gittiğimize çok dikkat etmeliyiz.
Eğer o kişi dalalet yolunda gidiyorsa, biz de dalalete sapmışız demektir. Daha önce de anlatıldığı gibi; cemaat lideri salih bir kul ise, Allah-u Zülcelal onu af ve mağfiret ettiği gibi, cemaati de ona uyduklarından dolayı, onları da af ve mağfiret edecektir.
Eğer cemaati de onun tavsiyelerine uyup, onun verdiği dersleri yapıp, Allah'ın zikri ve ibadetlerini yapmış iseler, onunla beraber ferahlanacak, müjdelenecektir. Fırsat önümüzde iken, çok iyi değerlendirmemiz lazımdır.
Ancak insanın nefsi, onu öyle aldatıyor, onunla öyle oynuyor ki; vaktini hep boş işlerle, keyf ve sefayla geçirtiyor. Kendisi namaz kılmıyor; arkadaşı namaz kıldığı zaman, onu beğenmiyor. Biz görü-yoruz; "Benim kalbim temizdir, o namaz kılıyor, onun namazı nedir ki?" diye, böyle şeyler söylüyorlar. Kalbi temiz olanın bütün arzuları, titizlikle ince ince Allah-u Zülcelal'in emir ve nehylerine uyar.
Bakınız! Nefs insanı nasıl oyuna getiriyor. "O namaz kılıyor, ama benim kalbim temizdir." dedirtiyor. Birisi Allah için ağlıyor, sızlıyor, yalvarıyor, diğer tarafta nefs insana: "O nedir ki, ben hocayım, ben alimim, ben imamım, ben iyiyim." dedirtiyor ve insanla oynuyor. Bu gibi şeyler insanı mahvediyor, helaka sürüklüyor, neuzubillah. Nasıl ki dünyada bir insan zengindir; malı vardır, serveti vardır. Ve insan: "Benim de onun gibi malım olsun, servetim olsun!" diye düşünüyor, istiyor; onunla yarışıyorsa, ahiret için de öyle olmalıdır. Ahiret içinde birbirimizle yarışmalıyız.
"Filan adam benden iki rekat fazla namaz kıldı, ben de kılacağım. Filan adam benden fazla vird çekti, ben de fazla çekeyim. O benden şu kadar fazla yapıyor, ben de yapayım." diye, salih amelde birbirimizle yarışmalıyız. Diğer türlü, nefs bizi aldatıyor. Kibir, ucup ile bizleri mahvediyor. Nasıl ki dünyalık bir mal için; sadece dünyadayken kullanacağımız, bize ahirette faydası olmayan, dünyadan ayrıldıktan sonra varislerin eline geçecek olan dünya malı için birbirimizle yarışıyorsak, ebedü'l-ebed olan ahiret hayatı için de birbirimizle çok fazla yarışmalıyız. Yoksa nefs insanı cehenneme sürükleyecektir neuzubillah.
Onun için nefsimizin hile ve tuzaklarına karşı uyanık olup, daima bizi kurtaracak olan salih amel için çalışmalıyız.
Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:
"Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça, gerçek iyiliğe asla erişemezsiniz. Her ne harcarsanız Allah onu hakkıyla bilir." (Al-i İmran; 92)
Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede; insanların mallarından sadaka vermesini ve insanların sevdiği şeylerden harcamasını emrediyor. Çünkü insan, ancak sevdiği şeylerden fedakarlık yaparsa, Allah-u Zülcelal'in rızasına müstahak olabilir. Nasıl ki, dünya keyf ve sefası insan nefsinin hoşuna gidiyorsa, dünyada sahip olduğu mallar da insanın hoşuna gider. İnsan, mallarını çoğaltmak için çalışıp durur. Fakat Allah-u Zülcelal'in verdiğinden öteye gidemez. Bu malları Allah-u Zülcelal bize verdiğine göre, bizim için o mallar ancak bir emanettir. Allah-u Zülcelal; bizde ki emanet mallarımızdan, (emanet olarak bulunan dünya malından) sadaka ve bu malların zekatını, öşürünü vermemizi emrediyor.
Nakledildiğine göre; şu beş şeyi esirgeyenden, Allah-u Zülcelal de beş şeyi esirger: "Zekat vermekten kaçınan kimsenin, Allah-u Zülcelal de malını korumasız bırakır.
Sadaka vermeyen kimseyi, Allah-u Zülcelal de sağlıktan mahrum bırakır.
Öşür vermeyen kimsenin, Allah-u Zülcelal de tarlasını bereketsiz kılar.
Dua etmeyen kimseyi, Allah-u Zülcelal de icabetten mahrum bırakır.
Namazına itina göstermeyen kimse de, ölürken "La İlahe İllallah" dan mahrum kalır."
İşte bizler bunlara dikkat etmeliyiz. Allah-u Zülcelal'in bizlere verdiği nimetlere karşılık, emrettiği şeylere uymalıyız. Yoksa münkirlik yaparsak, sonunda kaybedecek bizler oluruz.
Bir gün ashab-ı kiram Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e şöyle bir soru sorarlar: "Ya Resulullah! Sen dünyadan ayrılınca, yerin üstü mü yoksa altı mı bizim için daha hayırlı olacaktır?"
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bu soruya şöyle cevap verir:
Yöneticileriniz hayırlılarınız; zenginleriniz cömertleriniz olduğu, işlerinizde aranızda danışarak görüldüğü sürece yerin üstü sizin için yerin altından daha hayırlıdır. Yöneticileriniz şerlileriniz; zengileriniz cimriniz olduğu, işleriniz de kadınlara kaldığı zaman yerin altı sizin için yerin üstünden daha hayırlıdır."(Tirmizi)
Gerçekten de böyledir. Şu içinde bulunduğumuz ahir zamana bir bakarsak, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in sözlerinin ne kadar doğru olduğunu görürüz.
Az olsun çok olsun, mutlaka sadaka vermeliyiz Çünkü sadakanın on faydası vardır. Bunlardan beş tanesi dünyada, beş tanesi de ahirette görülür.
Sadakanın dünyada görülen beş faydası şunlardır: Sadaka malı artırır. Nitekim Kays bin Ebî Garaze radıyallahu anh şöyle anlatmıştır:
"Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bizim alışveriş mahallimize geldi bize simsarlar deniyordu ve: "Ey tacirler topluluğu! Şeytan ve günah satışa katılırlar, şimdi siz satışınıza sadaka karıştırın" buyurdu." (Tirmizi, Ebu Davud, İbn Mace)
Sadaka sahibinin vücudunu günahlardan arındırır. Sadaka belaları savar ve hastalıkları giderir. Sadaka vermek yoksulları sevindirir. Bilindiği gibi amellerin en üstünü, mü'minleri sevindirmektir. Sadaka malı çoğaltır ve rızkı bollaştırır. Nitekim Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:"Her neyi hayra harcarsanız Allah, onun yerine başkasını verir." (Sebe; 39)
Sadakanın ahirette görülecek faydalarına gelince: Sadaka, sahibine kıyamet gününün şiddetli sıcağında gölge olur. Sadaka, hesabın kolay geçmesini sağlar. Sadaka, mizanın iyilikler kefesinin ağır basmasını sağlar. Sadaka, sırat köprüsünden geçmeyi kolaylaştırır. Sadaka, cennetteki dereceleri artırır.
Sadakanın yoksulların dua etmesine yol açmaktan başka, hiç bir faydası olmasa bile; aklı başında olan kimse, sırf bu yüzden sadaka vermelidir. Sadaka, Allah-u Zülcelal'in rızasını kazandırdığı gibi, şeytanı da hırsından çatlatır.
Ayrıca insan, sadaka vermekle salihleri örnek almış olur. Onlara uymuş olur. Çünkü salihler, sadaka vermeye çok önem vermişlerdir.
Allah-u Zülcelal kendi fazlı ve keremi ile bizlere muamele etsin ve hepimize razı olacağı şekilde salih amel nasip etsin...
Allah-u Zülcelal başka bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:"Kitabı sol tarafından verilene gelince: "Keşke bana kitabım verilmeseydi de, hesabımın ne olduğunu bilmeseydim!" der." Hakka; 25-26)
Huzur-u mahşerde ilk önce, herhangi bir cemaatin başına geçip liderlik yapmış olan insan sorguya çekilecektir. Amel defteri onun eline verilince, kitabını cemaatine gösterip: "Alın kitabımı okuyun!"diyecektir. Eğer o cemaatin reisi, onları yönlendiren kimse; Allah-u Zülcelal'in dostu ise, onun sevabı günahından fazla ise, Allah-u Zülcelal onun kitabını eline verecektir, o günah ve sevaplarına bakacaktır.
Eğer o kimse salih kullardan ise, Allah-u Zülcelal önce ona hatalarını gösterecektir. Hatta İbn-i Abbas radıyallahu anh şöyle anlatıyor: "Alın kitabımı okuyun!" ayetini okuyordum, ama kimlere söylenecek bu, bilmiyordum.
Bir gün Hz. Ömer radıyallahu anh ile beraber oturuyorduk. Ka'b radıyallahu anh geldi. Hz. Ömer radıyallahu anh ona: "Ya Ka'b! Duyduğun ve Kuran'da da meali olan bir şeyi, anlat bize!" dedi. Ka'b radıyallahu anh bize şunu anlattı:
"Kıyamet gününde, bir cemaate liderlik yapmış salih bir kulun kitabı eline verilir. İlk önce Allah-u Zülcelal ona günahlarını gösterecektir. Sevaplarını göstermeyecektir. O kul kendi günahlarını, hatalarını okuyacak: "Ben helak oldum, ben mahvoldum, bu kadar hatalarım vardır." diyecek, sevapları ona gösterilmeyecektir.
Onun günahlarının ve hatalarının sonunda: "Dünyadayken tevbekar olduğun, günahlarına tevbe ettiğin için, Ben seni af ve mağfiret ettim." diye bir ibare ile karşılaşacaktır. Fakat o kişi kendi hatalarını görürken etrafındaki mü'min kardeşleri onun sadece sevaplarını görecek. Keşke biz de bunun gibi olsaydık; ne mutlu ona sevabı ne kadar çoktur, ne kadar çok salih amel işlemiş diye, ona imrenerek bakacaklar. O, kendi günahını gördüğü gibi, onun günahlarını hiç birisi görmeyecektir.
"Ben helak olacağım!" diye düşünürken, onun arkadaşları sadece onun sevaplarını görecekler. Allah-u Zülcelal onu affettikten sonra, kendi cemaatinin yanına gidip: "Alın kitabımı okuyun!" diyecek ve: "Allah-u Zülcelal beni affetti, beni mağfiret etti." diye onlara müjde vererek: "Siz de benimle berabersiniz; Allah-u Zülcelal sizi de affetti, mağfiret etti." diye, hem kendine hem de onlara müjde verecektir.
Neuzubillah herhangi bir cemaati de delalet veya sapıklık yoluna, şeytan ve günah yoluna yönlendiren bir kişiye ise, Allah-u Zülcelal ilk önce sevaplarını gösterecek, o da sadece sevaplarını görüp, fakat günahlarını hiç görmeyecek. Sevaplarına baktıktan sonra, en sonunda: "Sen Allah'ın gazabına müstahaksın, cehennemine müstahaksın, Allah'ın laneti senin üzerindedir." diye bir yazı ile karşılaşacaktır.
O zaman yüzü simsiyah kesilecek ve kendini cehennem azabının içinde hissedecektir. Tabi, kendi sevaplarını görürken, günahlarını hiç görmeyecek, onun günahlarını da onun arkadaşları görecek ve ona lanet edecekler. Kitabını alıp kendi arkadaşlarının yanına gidecek ve: "Alın kitabımı okuyun!" diyecek, "Allah-u Zülcelal bana gazaplandı, beni cehennemine müstahak kıldı, sizler de benimle beraberdiniz; sizlere de gazaplanıp, sizleri de cehenneme müstahak kıldı." diyecektir.
Ka'b radıyallahu anh bu ayet-i kerimeyi de böyle açıkladı, onlara izah etti. Onun için dünyadayken kimin peşinden gittiğimize çok dikkat etmeliyiz.
Eğer o kişi dalalet yolunda gidiyorsa, biz de dalalete sapmışız demektir. Daha önce de anlatıldığı gibi; cemaat lideri salih bir kul ise, Allah-u Zülcelal onu af ve mağfiret ettiği gibi, cemaati de ona uyduklarından dolayı, onları da af ve mağfiret edecektir.
Eğer cemaati de onun tavsiyelerine uyup, onun verdiği dersleri yapıp, Allah'ın zikri ve ibadetlerini yapmış iseler, onunla beraber ferahlanacak, müjdelenecektir. Fırsat önümüzde iken, çok iyi değerlendirmemiz lazımdır.
Ancak insanın nefsi, onu öyle aldatıyor, onunla öyle oynuyor ki; vaktini hep boş işlerle, keyf ve sefayla geçirtiyor. Kendisi namaz kılmıyor; arkadaşı namaz kıldığı zaman, onu beğenmiyor. Biz görü-yoruz; "Benim kalbim temizdir, o namaz kılıyor, onun namazı nedir ki?" diye, böyle şeyler söylüyorlar. Kalbi temiz olanın bütün arzuları, titizlikle ince ince Allah-u Zülcelal'in emir ve nehylerine uyar.
Bakınız! Nefs insanı nasıl oyuna getiriyor. "O namaz kılıyor, ama benim kalbim temizdir." dedirtiyor. Birisi Allah için ağlıyor, sızlıyor, yalvarıyor, diğer tarafta nefs insana: "O nedir ki, ben hocayım, ben alimim, ben imamım, ben iyiyim." dedirtiyor ve insanla oynuyor. Bu gibi şeyler insanı mahvediyor, helaka sürüklüyor, neuzubillah. Nasıl ki dünyada bir insan zengindir; malı vardır, serveti vardır. Ve insan: "Benim de onun gibi malım olsun, servetim olsun!" diye düşünüyor, istiyor; onunla yarışıyorsa, ahiret için de öyle olmalıdır. Ahiret içinde birbirimizle yarışmalıyız.
"Filan adam benden iki rekat fazla namaz kıldı, ben de kılacağım. Filan adam benden fazla vird çekti, ben de fazla çekeyim. O benden şu kadar fazla yapıyor, ben de yapayım." diye, salih amelde birbirimizle yarışmalıyız. Diğer türlü, nefs bizi aldatıyor. Kibir, ucup ile bizleri mahvediyor. Nasıl ki dünyalık bir mal için; sadece dünyadayken kullanacağımız, bize ahirette faydası olmayan, dünyadan ayrıldıktan sonra varislerin eline geçecek olan dünya malı için birbirimizle yarışıyorsak, ebedü'l-ebed olan ahiret hayatı için de birbirimizle çok fazla yarışmalıyız. Yoksa nefs insanı cehenneme sürükleyecektir neuzubillah.
Onun için nefsimizin hile ve tuzaklarına karşı uyanık olup, daima bizi kurtaracak olan salih amel için çalışmalıyız.
Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:
"Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça, gerçek iyiliğe asla erişemezsiniz. Her ne harcarsanız Allah onu hakkıyla bilir." (Al-i İmran; 92)
Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede; insanların mallarından sadaka vermesini ve insanların sevdiği şeylerden harcamasını emrediyor. Çünkü insan, ancak sevdiği şeylerden fedakarlık yaparsa, Allah-u Zülcelal'in rızasına müstahak olabilir. Nasıl ki, dünya keyf ve sefası insan nefsinin hoşuna gidiyorsa, dünyada sahip olduğu mallar da insanın hoşuna gider. İnsan, mallarını çoğaltmak için çalışıp durur. Fakat Allah-u Zülcelal'in verdiğinden öteye gidemez. Bu malları Allah-u Zülcelal bize verdiğine göre, bizim için o mallar ancak bir emanettir. Allah-u Zülcelal; bizde ki emanet mallarımızdan, (emanet olarak bulunan dünya malından) sadaka ve bu malların zekatını, öşürünü vermemizi emrediyor.
Nakledildiğine göre; şu beş şeyi esirgeyenden, Allah-u Zülcelal de beş şeyi esirger: "Zekat vermekten kaçınan kimsenin, Allah-u Zülcelal de malını korumasız bırakır.
Sadaka vermeyen kimseyi, Allah-u Zülcelal de sağlıktan mahrum bırakır.
Öşür vermeyen kimsenin, Allah-u Zülcelal de tarlasını bereketsiz kılar.
Dua etmeyen kimseyi, Allah-u Zülcelal de icabetten mahrum bırakır.
Namazına itina göstermeyen kimse de, ölürken "La İlahe İllallah" dan mahrum kalır."
İşte bizler bunlara dikkat etmeliyiz. Allah-u Zülcelal'in bizlere verdiği nimetlere karşılık, emrettiği şeylere uymalıyız. Yoksa münkirlik yaparsak, sonunda kaybedecek bizler oluruz.
Bir gün ashab-ı kiram Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e şöyle bir soru sorarlar: "Ya Resulullah! Sen dünyadan ayrılınca, yerin üstü mü yoksa altı mı bizim için daha hayırlı olacaktır?"
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bu soruya şöyle cevap verir:
Yöneticileriniz hayırlılarınız; zenginleriniz cömertleriniz olduğu, işlerinizde aranızda danışarak görüldüğü sürece yerin üstü sizin için yerin altından daha hayırlıdır. Yöneticileriniz şerlileriniz; zengileriniz cimriniz olduğu, işleriniz de kadınlara kaldığı zaman yerin altı sizin için yerin üstünden daha hayırlıdır."(Tirmizi)
Gerçekten de böyledir. Şu içinde bulunduğumuz ahir zamana bir bakarsak, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in sözlerinin ne kadar doğru olduğunu görürüz.
Az olsun çok olsun, mutlaka sadaka vermeliyiz Çünkü sadakanın on faydası vardır. Bunlardan beş tanesi dünyada, beş tanesi de ahirette görülür.
Sadakanın dünyada görülen beş faydası şunlardır: Sadaka malı artırır. Nitekim Kays bin Ebî Garaze radıyallahu anh şöyle anlatmıştır:
"Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bizim alışveriş mahallimize geldi bize simsarlar deniyordu ve: "Ey tacirler topluluğu! Şeytan ve günah satışa katılırlar, şimdi siz satışınıza sadaka karıştırın" buyurdu." (Tirmizi, Ebu Davud, İbn Mace)
Sadaka sahibinin vücudunu günahlardan arındırır. Sadaka belaları savar ve hastalıkları giderir. Sadaka vermek yoksulları sevindirir. Bilindiği gibi amellerin en üstünü, mü'minleri sevindirmektir. Sadaka malı çoğaltır ve rızkı bollaştırır. Nitekim Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:"Her neyi hayra harcarsanız Allah, onun yerine başkasını verir." (Sebe; 39)
Sadakanın ahirette görülecek faydalarına gelince: Sadaka, sahibine kıyamet gününün şiddetli sıcağında gölge olur. Sadaka, hesabın kolay geçmesini sağlar. Sadaka, mizanın iyilikler kefesinin ağır basmasını sağlar. Sadaka, sırat köprüsünden geçmeyi kolaylaştırır. Sadaka, cennetteki dereceleri artırır.
Sadakanın yoksulların dua etmesine yol açmaktan başka, hiç bir faydası olmasa bile; aklı başında olan kimse, sırf bu yüzden sadaka vermelidir. Sadaka, Allah-u Zülcelal'in rızasını kazandırdığı gibi, şeytanı da hırsından çatlatır.
Ayrıca insan, sadaka vermekle salihleri örnek almış olur. Onlara uymuş olur. Çünkü salihler, sadaka vermeye çok önem vermişlerdir.
Allah-u Zülcelal kendi fazlı ve keremi ile bizlere muamele etsin ve hepimize razı olacağı şekilde salih amel nasip etsin...