seymanur K
Wed 17 August 2011, 12:47 pm GMT +0200
Zahire Aykırı Olarak Sabit Kılınan Durumlar
Bunun çeşitli örnekleri vardır:
1- Ahlaklı, takva sahibi, doğru sözlü, adaletine ve doğruluğuna güvenilen bir kimse, insanların mallarını gaspeden sonra da gaspettiğini inkâr edip bı$ şekilde tanınan kötü bir kimsenin kendisine ait bir dirhemi gaspettiğini iddia etse, davalı inkâr etse zahiren davacının doğru sözlülüğü ortaya çıktığı halde ve davalının doğru söylemesinin uzak bir ihtimal olduğu halde davalının sözü kabul edilir.
2- Yukarıdaki örnekteki kötü kişi, iyi ahlaklı aleyhine iddiada bulunsa ve hakim ondan yemin etmesini istese, zahiren kötü ahlaklı kişinin iddiası yalan olduğu halde iyi kişiye yemin ettirilir.
3- Kadın, kocasının kendisini boşaması ve üç hayız süresi iddet bekleme-
sinin üzerinden dört sene geçmeden bir çocuk dünyaya getirse, zahiren çocuğun doğumunun bu kadar gecikmemesi gerektiği halde ve bu yaygın duruma aykırı olduğu halde çocuğun nesebi kocaya bağlanır. Eğer "Nesep kocaya bağlanır. Çünkü aslolan kadının zina etmemiş olması ve şüphe ya da zorlama yolu ile cinsel ilişkide bulunmamış olmasıdır" denirse şunu söyleriz: Zina, çocuğun doğumunun dört seneye kadar gecikmesinden daha yaygın bir durumdur. Zorlama ve şüphe yolu ile cinsel ilişki de böyledir. Bununla birlikte zina haddi gerekli olmaz. Çünkü had cezalan şüphe ile düşer. Nesebin bağlanması ise bundan farklıdır. Çünkü başkasına ait bir çocuğun kişinin nesebine bağlanmasında büyük mefsedetler vardır: Örneğin karşılıklı mirasçı olma, çocuğun kişinin eşinin bakılması haram yerlerine bakması, çocuğun nafaka, giysi ve barınmasının kişiye gerekli olması, çocuğun evlendirilmesi ve yetiştirilmesi bunlardandır.
4- Kadın kocası ile evlenmesinin üzerinden altı ay geçtikten sonra doğum yapsa, her ne kadar çocuğun bu süre içinde doğması nadir bir durum olsa da nesebi kocaya bağlanır.
5- Bir önceki meselede sözü edilen kadın ile birisi zina etse, sonra evlense ve zinanın üzerinden dokuz ay, nikahın üzerinden altı ay geçtikten sonra bir çocuk dünyaya getirse, kocası cinsel ilişkide bulunduğunu inkar etse temel prensip ve yaygın durum açısından kocanın doğru söylediği ortaya çıktığı ve çocuğun dokuz ayda doğmuş olması zahiren onun zina eden erkeğe ait olduğunu gösterdiği halde çocuğun nesebi kocaya bağlanır. Ancak koca lian yaparak çocuğun nesebini kendisinden uzaklaştırabilir. Burada problemli olan, kocanın kendisinden def etmesi mümkün olmayan bir zarar ile yükümlü kılınmasıdır.
6- Bir kimse cariyesi ile cinsel ilişkide bulunsa, sonra cariye bir hayız sü-
resince istibra yapsa, sonra ilişkinin üzerinden dokuz ay geçince cari-. ye doğum yapsa imam Şafiî'ye göre nesep efendiye bağlanmaz. Bu, cariyenin gerçek anlamda firaş[21] olması bakımından problemlidir..Üstelik dokuz ay, yaygın olarak çocuğun doğacağı bir süredir. Nasıl olur da yaygın olmadığı halde ve böyle bir sürede doğumun gerçekleşmesi nadir olduğu halde, sırf cinsel birleşme imkanına bağlı olarak nesep kocaya bağlandığı halde, süre yaygın durum açısından bir çocuğun doğmasına uygun olduğu halde çocuğun nesebi firaş hakkına sahip olan efendiye bağlanmaz? Şafiî mezhebinin bazı alimleri bu konuda İmam Şafiî'ye muhalefet etmişlerdir. Bu, sağlam bir görüştür.
Bazı ahmaklar çocuğun ancak cinsel ilişkiden altı ay sonra doğması halinde nesebinin kocaya bağlanacağını söylemişlerdir. Bu hatadır. Çünkü çocuğun nesebi bunun dışında da bağlanır. Örneğin bir kimse hamile bir kadının vücuduna yönelik bir suç işlese kadın da altı aydan daha küçük bir cenin dü-şürse, ceninin nesebi ana babasına bağlanır. Cenin için ödenen diyet bedeli (gurre) de ikisinin olur. Yine herhangi bir suç şoz konusu olmaksızın kadın düşük yapsa ceninin kefen ve defin masrafları kocaya ait olurdu. Altı aylık sı'ir'- vr.::,';]!1.^! eksik değil tam çocukla ilgilidir.
7- Bir kimse bir başkası hakkında "onun bende büyük bir mal alacağı var" dese Şafiî'ye göre ikrarda bulunan bunu "mal olarak edinilebilecek en az şey" diye açıklarsa bu açıklama kabul edilir. Bu, sözün zahirine ay-. kındır. Şafiî bu görüşünün gerekçesini şu şekilde açıklamıştır: Büyüğün bir sınırı ve ölçüsü yoktur. Çünkü bu insanların ekonomik du.-rumlarına göre değişir. Zor geçinen bir fakire göre bir dinar bile büyük bir mal sayılırken, malı çok olan zengin bir kimse iki yüz dirhemi bile az görebilir. Çok malı belirlemede esas alınacak bir ölçü olmadığından imam Şafiî lafzın dilde gelebileceği anlamı esas almış, "büyük"lüğü malın helal veya şüpheden uzak olması niteliği anlamına yormuştur. Bunun zahire aykırı olduğu açıktır.
Bazı alimler bu sözcüğü zekât nisabı olarak yorumlamışlardır. Bu, uzak bir yorumdur. Çünkü büyüklük izafîdir, din bunu zekât nisapları için kullanmamıştır. Bir dinarı bile çok gören bir fakirin sözü nasıl yirmi dinar şeklinde yorumlanabilir? Ya da iki yüz dinarı az gören, kantarlarca dinarı çok gören bir halifenin sözü nesil yirmi dinar şeklinde yorumlanabilir? Bu problemi çözmek zordur.
8- Bir kimse bir şahsa "sen insanların en zinacısısın" dese veya "sen Zeyd'den daha zinacısın" dese, bu sözün zahiri o kişinin Zeyd'den daha çok zina ettiğini veya diğer insanlardan daha çok zina ettiğini gösterir.
İmam Şafiî: "Bu kişi: Sen insanların zina edenlerinin en zinacısısın veya falan zinacıdır sen ise ondan da zinacısın demedikçe bu kişiye had gerekmez" demiştir. Bu doğruya uzak bir görüştür. Çünkü bu ifadenin mecaz anlamında kullanımı yaygınlaşmıştır. Örneğin "falan insanların en cesurudur, en cömertidir, en bilgilisidir, en güzelidir" ifadeleri çokça kullanılır. Bu sözü tüm insanlar şu anlamda anlar: "o insanların cesurlarının en cesurudur, insanların cömertlerinin en cömertidir, insanların bilgililerinin en bilgilisidir, insanların güzellerinin en güzelidir". Bu sözde haddin gerekli olmasını gerektiren durum, "sen zinacısın" sözündekinden daha güçlüdür.
9- "Kur'an" sözcüğü Allah'ın ezelî kelamına delalet eden insanların dillerinden çıkan lafızlar hakkında kullanıldığı gibi bu lafızların delalet ettiği ezelî kelam için de kullanılmaktadır. Kur'an sözcüğünün lafızlar hakkında kullanılması, bu lafızların gösterdiği Allah'ın ezelî sözü anlamında kullanılmasından daha yaygındır. Kur'an üzerine yemin eden kişinin sözünü Ebu Hanife Kur'an'ın lafızları şeklinde yorumlamış ve yeminin gerçekleşmeyeceğini söylemiştir. İmam Şafiî ve İmam Malik ise Kur'an sözcüğünün Allah'ın ezelî kelamı şeklinde anlaşılacağını belirtmişlerdir. Bu, sözün yaygın kullanımına aykırıdır. Bundan da uzak bir görüş mushaf üzerine yemin eden kişi, yemininin gereğine aykırı davrandığında onu yeminini bozmuş saymaktır.
10 Koca, karısına "hilali gördüğünde boşsun" dese, hilali kadın değil de başkası görse Şafiî'ye göre kadın boş olur. Şafiî buradaki hilali görmeyi, hilalin doğduğunu bilme anlamına yormuştur. Oysa bu, sözcüğün dildeki konulusuna ve örfteki kullanımına aykırıdır. Ebu Hanife bu konuda ona muhalefet etmiştir, imam Şafiî sözünün doğru olduğuna dair şu delili ileri sürmüştür: İnsanların tümü hilali bizzat görmemiş olsa da hilali gördük derler.
Şafiî'nin bu deliline şu şekilde cevap verilir: İnsanların hilali gördük sözleri bir kısım insanların fiilini tümüne nisbet etme anlamında bir mecazdır. Nitekim İmrüü'1-Kays şöyle demiştir: "Siz bizi öldürürseniz biz de sizi öldürürüz". Bunun anlamı: Bizim bir kısmımızı öldürürseniz biz de sizi öldürürüz.
Şu ayet de böyledir: "Hani siz bir adam öldürmüştünüz de onun hakkında birbirinizle atışmıştınız"[22] Burada öldürenler ve atışanlar insanların bir kısmı idi. Yine Yüce Allah'ın Hz. Peygamber'e (s.a.v.) söylediği şu söz de böyledir: "Mescid-i Haram yanında kendileriyle antlaşma yaptıklarınızın dışında"[23] Yüce Allah antlaşmayı sadece Hz. Peygamber yaptığı halde bunu topluluğa nisbet etmiştir. İmam Şafiî'nin getirdiği delil tartışma konusuna temas etmemektedir. Çünkü tartışma konusunun mecaz olması İmam Şafiî'nin belirttiği şeyi desteklememektedir. Koca bu sözde boşamayı bizzat kadının görmesine bağlamıştır. Kadın ise tek kişi olup, başkasında olan bir durum ona nisbet edilemez. îmam Şafiî bir mecaz türünü ona uymayan, muvafakat etmeyen başka bir mecaz türüne delil getirmiştir.
11- Halktan biri halife aleyhine veya hükümdarlardan büyük biri aleyhine dava açarak evini süpürmek veya atlarına seyislik etmek için onu ücretle tuttuğunu iddia etse Şafiî bu davayı kabul etmektedir. Bu ise gerçekten son derece uzak ve zahire son derece aykırıdır.
Şafiî mezhebinin bir alimi bu konuda İmam Şafiî'ye muhalefet ermiştir. Onun bu muhalefeti dikkate değer bir muhalefettir. Davalar, şahitlikler, ikrarlar ve diğer hususları haber vermede kaide şöyledir: aklın yalanladığı veya aklen mümkün olsa bile adete göre mümkün olmayan durumlarda bunlar kabul edilmez. Adeten imkan dışı olmamakla birlikte uzak bir ihtimal sayılan durumlarda uzaklık ve yakınlığın çeşitli dereceleri vardır. Bunlarda görüş ayrılığı olabilir. Meydana gelmesi en uzak olan şey öncelikle reddedilir. Meydana gelmesi yakm bir ihtimal olan şey öncelikle kabul edilir. Bunlar arasında farklı dereceler vardır.
12- Doğru konuşan bir kimse, üzerinde bulunan borcu veya malı sahibine ödediğini iddia etse, davalı kötü ve yalancı biri olup davayı reddetse, davacının sözü kabul edilmez.
13- Karı koca yirmi yıl boyunca birlikte yaşasalar, kadın bu süre boyunca kocasının kendisine hiç nafaka vermediğini, giydirmediğini iddia etse, bu durum zahiren âdete muhalif olsa bile İmam Şafiî'ye göre kadının sözü kabul edilir.
14- Ebu Hanife şöyle demiştir: "Kişi hakim yanında bir kadına şöyle dese; seninle evlendiysem boşsun, sonra kadının izni ile hakim huzurunda kadın ile evlenmeyi kabul etse, nikahın hemen ardından kadın boş olur. Altı ay içinde kadın doğum yaparsa çocuğun nesebi söz konusu kişiye ait olur". Bu, tamamen âdeti terketmektir. Bu, Ebu Hanife'nin doğuda olan kocanın, batıdaki karışım boşaması meselesinden de uzak bir görüştür. Ancak Ebu Hanife bu durumda kocaya liam vacip kılmaktadır. Bunda problem vardır. Çünkü dinde doğru söylediği kesin olan kişinin yemin etmesi gerekli değildir.
[21] Efendisinin kendisi ile cinsel ilişkide bulunmak üzere ayırdığı cariye.
[22] Bakara, 72
[23] Tevbe, 7