Halis_52
Thu 28 April 2011, 03:10 pm GMT +0200
Sa’d bin Ebi Vakkas (r.a.)
ALLAH’ım Sa’d’ın duasını kabul buyur.
Hadis-i şerif
Hayatında iken Cennetle müjdelenen on Sahabiden birisi de Hz. Sa’d bin Ebi Vakkas’dır (r.a.). Hz. Ebü Bekir vasıtasıyla Müslüman oldu. Müslümanların yedincisiydi. 0 sırada 719 yaşında cevval bir delikanlıydı. Anne tarafından Pey¬gamberimizin (a.s.m.) akrabası oluyordu. Peygamberimiz, “İşte benim dayım Sa’d, böyle bir dayısı olan var mı?” diyerek ona iltifatta bulunurdu.
Hz. Sa’d İslama bütün kalbiyle inanmış, emirlerine canla başla sarılmıştı. Tam bir iman eri ve bir Islam fedaisiydi. Fakat onun Miislüman olması, namaz kılması, Peygamberimize gönül verip onun sevgisini her şeyden üstün tutması, ona bağlılığı annesini rahatsız etti. Oğlunu karşısına aldı. Dininden vaz geçme¬sini istedi. Fakat ikna edemeyince başka bir çareye baş vurdu. Hz. Sa’d’ı en za¬yıf noktadan yakaladı.
“ALLAH’ın, hısım ve akraba ile ilgilenmeyi, anne ve babaya karşı iyi davran¬mayı emrettiğini söyleyen sen değil misin?” dedi.
Hz. Sa’d, “Evet, ALLAH biz Müslümanlara bunu emrediyor” cevabını verdi.
Annesi bu cevap karşısında ümitlendi. Evde bulunan bir putun yanına vardı. Okşayıp sevmeye başladı. Sonra da putlar adına yemin ederek, “Sa’d, sen Mu¬hammed’in getirdiklerini inkar etmedikçe, ben ne birşey yerim, ne de içerim” dedi. Sonra da putun arkasına geçip oturdu. Ne yemek yedi, ne de birşey içti. Bu hal birkaç gün devam etti.
Hz. Sa’d annesine karşı son derece bağlıydı. Saygıda kusur etmezdi. Zaten annesi de bunu bildiği için böyle bir bahaneye yönelmişti. Böylece oğlunu İsla¬miyetten vaz geçireceğini ümit ediyordu. Fakat umduğunu bulamadı. Tam ak¬siyle karşılaştı. Birkaç gün sonra ondan şu kararlı cevabı aldı:
“Vallahi anne iyi bil ki, yüz tane canın olsa, birer birer çıksa ben yine dinim¬den dönmem. Artık sen bilirsin. İster ye, ister yeme.
Hz. Sa’d’ın bu kararlı tutumu karşısında çaresiz kalan miişrik kadın açlık gre¬vinden yaz geçti.’
Bu hadise üzerine ALLAH’a isyan hususunda, anne baba da olsa kula itaat edil¬neyeceğini açıklayan Ankebüt Süresinin 8. ayet-i kerimesi nazil oldu:
“Biz insana, anne ve babasına güzel davranmasını emrettik. Eğer onlar, ilaholduğuna dair hiçbir delil bulunmayan birşeyi Bana ortak koşman için seni zor¬ayacak olurlarsa onlara itaat etme. Dönüşünüz Banadır; yaptıldarınızı o zaman ben size haber vereceğim.”
Bu hadisenin üzerinden çok geçmedi. Hz. Sa’d’ın kardeşi Amir de Müslüman oldu. Böylece Sa’d’ın annesinin “derdi” bir iken iki olmuştu. Aynı usulü Amir Çin de uyguladı. İslamiyetten yaz geçinceye kadar ağaç altında gölgelenmeme¬ye, birşey yiyip içmemeye yemin etti. Fakat yine bir netice alamadı.
Hz. Sa’d’ın karşısında olan sadece annesi değildi. Bütün müşriklerdi. 0 sırada Mekke müşrikleri sayılan çok az olan Müslümanlara işkence ediyorlar, çeş¬itli hakarette bulunuyorlardı. Öyle ki, rahatça ibadet etmelerine dahi müsaade etmiyorlardı. Bu sebeple Hz. Sa’d, Said bin Zeyd (r.a.), Habbab bin Eret (r.a.) ve Ammar bin Yasir ile (r.a.) ibadetlerini yapabilmek için Ebü Lüb Vadisine gittiler. Abdest alıp namaz kılmaya başladıkları bir sırada müşriklerden bir grup onları gördü ve yanlarına geldi. Onlarla alay etmeye, yaptıklan ibadetin manasız olduğunu söylemeye başladılar. Sa’d bin Ebi Vakkas (r.a.) daha fazla dayana¬nadı. Eline geçirdiği bir deve kemiği ile onları uzaklaştırmaya çalıştı. Birinin kafasını kanattı. Diğer Sahabiler de harekete geçince müşrikler kaçışmaya baş¬adı. Böylece Hz. Sa’d, ALLAH yolunda ilk kan akıtan Sahabi olma şerefini kazan¬an ALLAH yolunda ilk ok atma faziletinin de sahibi olan Hz. Sa’d, aynı zamanda islamın kahraman bir mücahidiydi. ALLAH yolunda savaşmaya can atıyordu. Be¬dir Savaşında müşriklere kan kusturdu. Uhud Savaşının en tehlikeli zamanında Peygamberimizin etrafında etten bir sur ören Sahabilerden birisi de oydu. Pey¬gamberimiz, Hz. Sa’d’ın düşmana karşı verdiği cansiperane mücadele karşısın¬a elindeki oklan ona veriyor, bir yandan da, “At Sa’d, at! Annem babam sana feda olsun” buyurarak ona iltifatta bulunuyordu.3 Peygamberimiz daha önce bu özleri hiç kimseye söylememişti.
Resulullah (a.s.m.) aynı gün onun için, “ALLAH’ım, onun attığını isabet ettir. duasını da kabul buyur” diye dua etti.
Peygamberimizle birlikte bütün savaşlara katılan Hz. Sa’d, Veda Haccı için ılekke’ye gitmişti. Orada hastalanıp yatağa düştü. Resulullah (a.s.m.) bu müm¬taz Sahabiyi ziyaret etti. Hz. Sa’d, “Ya Resulallah, gördüğünüz gibi hastalığım ağırlaştı. Benim çok servetim var. Kızımdan başka da mirasçım yok. Serveti¬mm tamamını vasiyet edeyim mi?” dedi.
Peygamberimiz buna müsaade etmedi. Ancak üçte birini vasiyet etmesine razı oldu. Sonra da şöyle buyurdu: “Uçte biri olur. 0 da az sayılmaz. Senin ma¬lindan verdiğin sadakadır. Ama çoluk çocuğuna verdiğin şey de sadakadır. Ha¬nımının senin malından yediği miktar da sadakadır. Şüphesiz ki aileni hayırla bırakman, onları başkalarına el açarken bırakmandan daha iyidir.”
Bu konuşmadan sonra Hz. Sa’d, “ya Resulallah, siz Medine’ye döneceksiniz de, ben burada ölüp sizden geriye mi kalacağım?” diye üzüntüsünü bildirdi. Peygamberimiz onun bu hassasiyetinden müteessir oldu. Uzülmemesini, ileri¬de İslamiyete büyük hizmetlerde bulunacağını, birçok kavimlerin kendisi vası¬tasıyla İslamla müşerref olacağını müjdeledi. Sonra da şöyle dua etti:
“Ya Rab, Sa’d’a şifa ver, ya Rab, Sa’d’a şifa ver. ya Rab, Ashabımın Mek¬ke’den Medine’ye dönüşünü tamamla.”
Gerçekten de Hz. Sa’d o ağır hastalıktan kurtuldu. Hz. Ömer zamanında ordu kumandanlığına tayin edildi. Pek çok fetihlerde bulundu. Bir çok insanın Müs¬lüman olmasında büyük hizmetleri oldu.
Hz. Sa’d, ALLAH’ın rızasına ermiş ve onun has kullan arasında bulunma mev¬kime kavuşmuş bahtiyarlardandı. Bir defasında Peygamberimiz (a.s.m.) mes¬cidde otururken, “ALLAH’ım, bu kapıdan Senin onu, onun da Seni sevdiği biri içe¬ri girsin” diye dua etmişti. Çok geçmeden içeriye Hz. Sa’d girdi.6 Bu müjdeli ha¬ber o yüce Sahabi için dünyalardan üstün bir mahiyet taşıyordu.
Sa’d (r.a.) Resulullahı candan sever, ona bir zarar gelmemesi için elinden ge¬len gayreti gösterirdi. Hicretin ilk günleriydi. Medine’deki Yahudiler Peygam¬berimizin hayatına kastedebilirlerdi. Böyle bir zamanda Hz. Sa’d kılıcını kuşa¬narak Resulullahın huzuruna gitti. Bu halini gören Peygamberimiz sordu:
“Neyin var ya Sa’d?”
“Ya Resulallah, içime bir korku düştü. Size bir zarar gelmesinden endişe et¬tim. Bunun için sizi korumaya geldim.”
Peygamberimiz onun bu hareketinden memnun oldu. Kendisine duada bu¬lundu.7
Hz. Sa’d’ın müşrik kardeşi Uhud Savaşında Peygamberimizin mübarek yü¬zü yaralanmıştı. Hz. Sa’d buna çok kızdı. “Utbe! Eğer elime düşersen, vallahi kanını su gibi akıtırım” diye bağırdı.
Resulullahın vefatına kadar ona hizmette bulunan, onun yanından ayrılmayan Hz. Sa’d, Peygamberimizin vefatına çok üzüldü.
Diğer Sahabiler gibi, İslamiyetin muhtaç gönüllere ulaşması hususunda üze¬rine düşeni fazlasıyla yerine getirdi.
Hz. Sad, ordu sevk ve idaresini çok iyi bilen birisiydi. Onun bu liyakatını bil¬iğinden Hz. Omer onu İran’ın fethi için hazırlanan ordunun başına kumandan olarak tayin etti. Ordu sefere çıkmadan önce de Hz. Sa’d’a şu nasihatta bulundu
“Ey Sa’d! Resulullahın dayısı ve arkadaşı olman seni gururlandırmasın. Al¬Lh’ın emrine uymaktan alıkoymasın. ALLAH kötülüğü kötülükle değil, iyilikle ğiderir. İnsanların hepsi eşittir. ALLAH onların Rabbidir, onlar da ALLAH’ın kuludur. İnsanlar itaat ederek, Onun katındaki nimetlere kavuşurlar. Aramızdan ayrı¬lıncaya kadar Resulullahtan gördüklerini hatırla. Onları yapmaya çalış. Çün¬ki kurtuluş yolu ondadır.“Vazifen zordur. Doğruluktan başka hiçbir şey seni kurtaramaz. Kendini ve emrin altında bulunanları iyiliğe alıştır. İşe iyilikle başla. Adet haline gelen her şeyin bir başlangıcı vardır. Dikkatli ol. Her hayrın başı sabırdır. Başına gelen bela ve musibetlere karşı sabrı elden bırakma. Sabır sana ALLAH’tan korkmayı öğretir. ALLAH korkusu iki esasta toplanır: Biri ALLAH’a itaat, diğeri günahlardan kaçınma. Dünyanın fani yüzüne ehemmiyet vermeyip ahireti arzu ederek Al¬i ra. itaat eden, gerçekten ALLAH’a itaat etmiş olur. Kalbler hakikat hazineleri¬ir.”
Hz. Sa’d, Hz. Omer’in bu kıynıetli nasihatlarını dinledikten sonra harekete ğeçti. Yorucu bir yolculuktan sonra Iran topraklarına girdiler. Hz. Sa’d Iranlıları barışa ve Islama davet etmeden savaşmak istemiyordu. Bu maksatla Arap kabi¬lerinin reislerinden ve bazı ileri gelen Sahabilerden kurulmuş bir heyet seçe¬rek Iran Şahına gönderdi. O sıralar Sasanilerin başşehri Medayin’di. Elçiler doğrudan Medayin’e gitti¬r. Halk onları gömıek için yollara dökülmüştü. Murahhas heyettekilerin gö¬rnüşleri mütevazi idi. Yanlarında silah yoktu, atları da eğersizdi. Fakat simala¬rında İslamın verdiği asalet ve heybet açıkça görülüyordu. Vakur bir eda, cesur bir tavırla Iran topraklarında ilerliyorlar, atları Sasani topraklarını çiğniyor¬du.
Iran Şahı Yezdügerd atların ayak sesini duydu. Patırtının ne olduğunu yanın¬dakilere sordu. Müslümanlardan bir heyetin geldiğini söylediler.
Gösterişe ve tantanaya çok ehemmiyet veren Şah, sarayın heybetli ve şüşaalı manzaralara bürünmesini emretti. Kısa zamanda her taraf göz kamaştırıcı bir hale getirildi. Hazırlık merasimi bittikten sonra İslam heyeti kabul edildi.
Heyet, gösteriş ve debdebeye aldanış etmeden sırtlarında geniş cübbeleri, başlarında sarıkları, ellerinde kırbaçları ve ayaklarında çizmeleriyle saraya gir¬diler. Müslümanları böyle sade bir kıyafet içerisinde gören Yezdügerd şaşırdı. Müslümanların sert tavırları, celalli hareketleri Şahı iyice şaşkına çevirdi.
İranlılar her hareketten bir mana çıkarırlardı. Her şeyde uğur veya uğursuz¬luk ararlardı. Yezdügerd heyete birkaç sual sordu.
“Elbise kumaşına Arapça ne denir?” Heyetten “bürd” cevabını aldı. Şah keli¬meyi duyar duymaz “Çehan bürd” dedi. Bu kelimeden Müslümanların bütün ci¬hani fethedecekleri manasını çıkardı.
Yezdügerd Müslümanlara ellerindeki kırbacı göstererek “Buna Arapça ne denir?” diye sordu. “Sevt” cevabını aldı. Yezdügerd bundan da değişik bir mana çıkardı. “Sevti,” “süht” anladı. “Pars süht” kelimelerini söyledi. Bu cümle “Iran’a ateş saldılar” manasındaydı.
Şahin etrafındakiler bu çirkin tevillerden ve uğursuz manalardan sıkılmışlar¬dı. Fakat itiraz edebilecek cesareti de kendilerinde bulamıyorlardı.
Yezdügerd daha sonra heyete geliş sebeplerini sordu. Heyet başkanı Nüman bin Mukarrin.(r.a.) önce İslamın esaslarını güzel bir şekilde anlattı. Sonra da, “İslami kabul etmediğiniz takdirde iki teklifimiz var: Ya cizye verirsiniz, ya da savaşa razı olursunuz!”
Barışa ve Islami kabul etmeye yanaşmayan Yezdügerd üstten konuşuyor, kendi haşmet ve büyüklüğüne toz kondurmuyordu:
“Bütün milletlerin en fakiri ve perişanı olduğunuzu ne çabuk unuttunuz? Kendi aranızda isyan çıkardığınız zaman, size komşu olan valilerimizi gönde¬rir, sizi itaatkar duruma getirirdik. Hangi düşünceyle bize bu teklifi getirdi¬niz?”
Heyet Şahın bu gururlu sözlerini gayet sakin bir şekilde dinledi. Sonra Mugi¬re bin Zerare ileri atıldı. Arkadaşlarını göstererek şu veciz konuşmayı yaptı:
“Bu heyetin hepsi birer kabile reisidir. Onlar gereken sözleri söylediler. Fa¬t söylenmesi icap ettiği halde söylenmeyen bazı şeyler var. Ben onları ifade eceğim. Bizim eskiden fakir olduğumuz, yanlış yolda bulunduğumuz doğrudur. Biz birbirimizle mücadele ederdik. Kız çocuklarımızı diri diri toprağa göm¬erdik. Nihayet Cenab-ı Hak bize bir peygamber gönderdi. Önce ona itiraz ettik:, reddettik, isyan ettik. Sonuçta o muzaffer oldu. Peygamberimiz ne yapsa ALLAH’ın emrine uygun yapardı. Bize bu dini dünyaya tanıtmamızı o emretti. iman edenlere kardeş muamelesi yapmamızı söyledi. Reddedenlere şayet ciz¬vermeye razı olurlarsa ehl-i zimmet nazarıyla bakmamızı tavsiye etti. Bu iki tekliften birisini kabul etmeyenlere karşı artık aramızdaki hakem, kılıçtır.”
Bu sözler Yezdügerd’i çileden çıkardı. “Elçileri öldürmeye cevaz olsaydı, hiçbiriniz kılıçtan yakasını kurtaramazdı” diye söylendi. Sonra da toprak dolu bir sepet istedi. Sepet getirildiğinde heyet içerisinde en itibarlı kimseyi sordu. Asım bin Amr’ı gösterdiler. Saray erkanı, toprak dolu sepeti bir hakaret alameti yaparak Asım’ın başına koydular. Asım oradan dönüşte hadiseyi Sa’d bin Ebi akkas’a (r.a.) anlattı. sonra da bu hareketi şöyle yorumladı:
“Ya Sa’d, zaferimizi tebrik ederim. Düşman topraklarını bize teslim etti.” Hz. Sa’d, Islama göre savaştan önce yapılması gerekeni yapmış, düşmanı üç şeyden birini seçmeye davet etmişti. Mağrur Şah, bu üç şıktan savaşı tercih etm¬işti. Artık Şaha haddini bildirmek gerekiyordu. Hemen kumandanlan topladı onlarla istişarede bulundu. Savaş taktiklerini müzakere etti. Daha sonra hafızla¬ra cihadla ilgili bir süre olan Enfal Süresini okumalarını emretti.
Bülbül sesli hafızlar emri yerine getirdiler. Bir yandan kendileri okuyor, bir uıdan da mücahidlere öğretiyorlardı. Karargahta manevi bir hava teşekkül et¬işti. Mücahidler bir an önce cihad meydanına atılmak, mağrur Iran ordusunu zir ü zeber etmek için sabırsızlanıyorlardı.
Beklenen an geldiğinde Hz. Sa’d mücahidlere hitaben bir konuşma yaptı. Al¬h’a hamd ve senadan sonra sözlerine şöyle devam etti:
“Siz dünyada zühd ve takva ile çalışır, a.hiret saadetini arzularsanız, ALLAH si¬ze hem dünya, hem de ahiret saadetini lütfeder. Iyi biliniz ki, savaş hiç kimseye :elini yaklaştırmaz. Sizler birlikte hareket ediniz. Dağılırsanız, kendinizi az ve zayıf görürseniz mağlup olursunuz. Böylece ahiretinizi de tehlikeye atmış ursunuz. Öğle namazını kıldıktan sonra ben üç defa tekbir alacağım. Siz de benimle birlikte tekbir alın. Ben dördüncü tekbiri aldığımda, ‘La havle yel kuvvete illa billah’ diyerek hücuma geçiniz. “
Biraz sonra iki ordu karşı karşıya geldi. Mücahidler “ALLAH ALLAH” nidalarıyla yıldırım gibi taarruza geçtiler. Kahramanca çarpıştılar. Bu arada birçokları arzu ettikleri şehadet mertebesine kavuştular. Savaş Müslümanların galibiyetiyle neticelendi. Bu savaş tarihe “Kadisiye Zaferi” olarak geçti. Müslümanlar bun dan sonra üst üste büyük zaferler kazandılar. Medayin şehrini fethettiler. İran Şahının zengin hazinelerini ele geçirdiler.
Hz. Sa’d vakit geçirmeden Hz. Ömer’e durumu bildirdi. Ele geçirdiği hazine yi gönderdi. Bundan sonra nasıl hareket etmesi gerektiği hususunda Medayin’de emilerini beklediğini bildirdi. Fakat Medayin’in havası mücahidlere iyi gelmedi. Birçoğu hastalandı. Hz. Sa’d bunu da acil olarak Halifeye bildirdi.
Hz. Ömer Müslümanların bu muvaffakiyetine çok sevindi. Hele Hz. Sa’d’ın Iran Şahının zengin hazinesini vakit geçirmeden Medine’ye göndermesini takdir etti. Hz. Sa’d’a bir mektup yazarak bundan sonraki hareket tarzını bildirdi Kendisine yeni bir şehir inşa etmesini emretti. Hz. Sa’d emri alır almaz kısa zamanda “Küfe” şehrini imar etti. Hz. Ömer, başarısına bir mükafat olarak Hz Sa’d’ı Küfe’ye vali tayin etti. Hz. Sa’d iyi bir idareciydi. Kısa zamanda Küfelilere kendisini sevdirdi.
Hz. Sa’d, Uhud Savaşında Peygamberimizin duasına mazhar olduğu içi duası kabul edilen birisiydi. Bu sebeple halk onun bedduasına uğramaktan saknıyordu. Fakat her nasılsa kendini bilmez birisi Hz. Sa’d’a iftira etti. Onun mal dağıtımında adaletli davranmadığını, askerin başına geçip savaşmadığını söyledi. Bu iftira Hz. Ömer’in kulağına kadar gitti. Meseleyi tetkik ettirdi. Sonunda bunun bir iftira Olduğu açığa çıktı. Fakat bu durum Cennetle müjdelenen bu büyük Sahabinin ağırına gitti. Ellerini dergah-ı İlahiyeye kaldırdı. “Ey ALLAH’ın bu kulun yalan söylüyorsa, ömrünü uzat, fakirliğini artır, sıkıntılara uğrat” diye beddua etti. Hadisenin üzerinden fazla bir zaman geçmeden, bedduaya uğrayan adam herkesin gülüp eğlendiği bir duruma düştü. Gözü kör oldu. Sıkıntıla:maruz kaldı. Böylece herkes Hz. Sa’d’ın suçsuz olduğuna inandı.
Hz. Sa’d hilafet makamına liyakatı olan bir Sahabiydi. Hz. Osman’ın şeh edilmesinden sonra bir çok kimse kendisini halife seçnıek istediklerini söyled ler. Fakat Hz. Sa’d bu tekliflere iltifat etmedi. Hz. Ali ile Hz. Muaviye arasında geçen hadiselerde tarafsız kalmayı tercih etti. Niçin bir tarafı tutmadığırn soralara, kafhi mü’minden ayırd eden bir kılıç getirmedikçe tarafsız kalmaya devam ieceğini söyledi.
Hz. Sa’d, ALLAH’ın takdir ettiği her şeyin görünüşte çirkin de olsa netice itibari¬yle güzel olduğuna inanırdı. Kadere teslim olmuştu. Hayatının sonuna doğru gözleri görmez olmuştu. Ziyaretine gelen biri, “Sen duası kabul edilen birisin. kendin için de dua etsen ve gözlerin açılsa olmaz mı?” diye sordu.
Hz. Sa’d teslimiyet içerisinde şu cevabı verdi: “Oğlum, Cenab-ı Hakkın be¬nim hakkımdaki takdiri gözlerimin görmesinden daha iyidir.”
Sa’d (r.a.) bütün güzel vasıfları şahsında toplamış mümtaz bir insandı. Ya¬ında hiç kimsenin çekiştirilmesine razı olmazdı. Hemen o şahsı sustururdu. birgün Hz. Halid ile aralarında bir tartışma olmuştu. Ziyaretine gelen kişi, Hz. Halid’in aleyhinde konuşmaya başladı. Bu durum Hz. Sa’d’ı rahatsız etti. “0 ka¬ar ileri gitme. Onunla aramızda olan hadise yollarımızı ayırmaz. Onun hakkın¬a senin söylediklerini tasdik etmemi gerektirmez” diyerek tepki gösterdi.
Birçok hadisin bize kadar gelmesinde büyük emeği olan Hz. Sa’d, 270 hadis rivayet etti. Bunlardan birisi mealen şöyledir:
“Mü’minin haline hayret ediyorum. Bir iyilikle karşılaşsa ALLAH’a hamd ve şükreder. Bir musibetle karşılaştığında da hamd ve sabreder. Böylece her işinde sevap kazanır. Hatta hanımının ağzına koyduğu lokmadan dahi sevaba erer.
Hicretin 55. yılında Hakkın rahmetine kavuşan Hz. Sa’d, vasiyeti üzerine Bedir Savaşında giydiği gömlek ile kefenlendi. Onun vefatı bütün Müslüman-n büyük bir üzüntüye sevk etti.
ALLAH ondan razı olsun.
ALLAH’ım Sa’d’ın duasını kabul buyur.
Hadis-i şerif
Hayatında iken Cennetle müjdelenen on Sahabiden birisi de Hz. Sa’d bin Ebi Vakkas’dır (r.a.). Hz. Ebü Bekir vasıtasıyla Müslüman oldu. Müslümanların yedincisiydi. 0 sırada 719 yaşında cevval bir delikanlıydı. Anne tarafından Pey¬gamberimizin (a.s.m.) akrabası oluyordu. Peygamberimiz, “İşte benim dayım Sa’d, böyle bir dayısı olan var mı?” diyerek ona iltifatta bulunurdu.
Hz. Sa’d İslama bütün kalbiyle inanmış, emirlerine canla başla sarılmıştı. Tam bir iman eri ve bir Islam fedaisiydi. Fakat onun Miislüman olması, namaz kılması, Peygamberimize gönül verip onun sevgisini her şeyden üstün tutması, ona bağlılığı annesini rahatsız etti. Oğlunu karşısına aldı. Dininden vaz geçme¬sini istedi. Fakat ikna edemeyince başka bir çareye baş vurdu. Hz. Sa’d’ı en za¬yıf noktadan yakaladı.
“ALLAH’ın, hısım ve akraba ile ilgilenmeyi, anne ve babaya karşı iyi davran¬mayı emrettiğini söyleyen sen değil misin?” dedi.
Hz. Sa’d, “Evet, ALLAH biz Müslümanlara bunu emrediyor” cevabını verdi.
Annesi bu cevap karşısında ümitlendi. Evde bulunan bir putun yanına vardı. Okşayıp sevmeye başladı. Sonra da putlar adına yemin ederek, “Sa’d, sen Mu¬hammed’in getirdiklerini inkar etmedikçe, ben ne birşey yerim, ne de içerim” dedi. Sonra da putun arkasına geçip oturdu. Ne yemek yedi, ne de birşey içti. Bu hal birkaç gün devam etti.
Hz. Sa’d annesine karşı son derece bağlıydı. Saygıda kusur etmezdi. Zaten annesi de bunu bildiği için böyle bir bahaneye yönelmişti. Böylece oğlunu İsla¬miyetten vaz geçireceğini ümit ediyordu. Fakat umduğunu bulamadı. Tam ak¬siyle karşılaştı. Birkaç gün sonra ondan şu kararlı cevabı aldı:
“Vallahi anne iyi bil ki, yüz tane canın olsa, birer birer çıksa ben yine dinim¬den dönmem. Artık sen bilirsin. İster ye, ister yeme.
Hz. Sa’d’ın bu kararlı tutumu karşısında çaresiz kalan miişrik kadın açlık gre¬vinden yaz geçti.’
Bu hadise üzerine ALLAH’a isyan hususunda, anne baba da olsa kula itaat edil¬neyeceğini açıklayan Ankebüt Süresinin 8. ayet-i kerimesi nazil oldu:
“Biz insana, anne ve babasına güzel davranmasını emrettik. Eğer onlar, ilaholduğuna dair hiçbir delil bulunmayan birşeyi Bana ortak koşman için seni zor¬ayacak olurlarsa onlara itaat etme. Dönüşünüz Banadır; yaptıldarınızı o zaman ben size haber vereceğim.”
Bu hadisenin üzerinden çok geçmedi. Hz. Sa’d’ın kardeşi Amir de Müslüman oldu. Böylece Sa’d’ın annesinin “derdi” bir iken iki olmuştu. Aynı usulü Amir Çin de uyguladı. İslamiyetten yaz geçinceye kadar ağaç altında gölgelenmeme¬ye, birşey yiyip içmemeye yemin etti. Fakat yine bir netice alamadı.
Hz. Sa’d’ın karşısında olan sadece annesi değildi. Bütün müşriklerdi. 0 sırada Mekke müşrikleri sayılan çok az olan Müslümanlara işkence ediyorlar, çeş¬itli hakarette bulunuyorlardı. Öyle ki, rahatça ibadet etmelerine dahi müsaade etmiyorlardı. Bu sebeple Hz. Sa’d, Said bin Zeyd (r.a.), Habbab bin Eret (r.a.) ve Ammar bin Yasir ile (r.a.) ibadetlerini yapabilmek için Ebü Lüb Vadisine gittiler. Abdest alıp namaz kılmaya başladıkları bir sırada müşriklerden bir grup onları gördü ve yanlarına geldi. Onlarla alay etmeye, yaptıklan ibadetin manasız olduğunu söylemeye başladılar. Sa’d bin Ebi Vakkas (r.a.) daha fazla dayana¬nadı. Eline geçirdiği bir deve kemiği ile onları uzaklaştırmaya çalıştı. Birinin kafasını kanattı. Diğer Sahabiler de harekete geçince müşrikler kaçışmaya baş¬adı. Böylece Hz. Sa’d, ALLAH yolunda ilk kan akıtan Sahabi olma şerefini kazan¬an ALLAH yolunda ilk ok atma faziletinin de sahibi olan Hz. Sa’d, aynı zamanda islamın kahraman bir mücahidiydi. ALLAH yolunda savaşmaya can atıyordu. Be¬dir Savaşında müşriklere kan kusturdu. Uhud Savaşının en tehlikeli zamanında Peygamberimizin etrafında etten bir sur ören Sahabilerden birisi de oydu. Pey¬gamberimiz, Hz. Sa’d’ın düşmana karşı verdiği cansiperane mücadele karşısın¬a elindeki oklan ona veriyor, bir yandan da, “At Sa’d, at! Annem babam sana feda olsun” buyurarak ona iltifatta bulunuyordu.3 Peygamberimiz daha önce bu özleri hiç kimseye söylememişti.
Resulullah (a.s.m.) aynı gün onun için, “ALLAH’ım, onun attığını isabet ettir. duasını da kabul buyur” diye dua etti.
Peygamberimizle birlikte bütün savaşlara katılan Hz. Sa’d, Veda Haccı için ılekke’ye gitmişti. Orada hastalanıp yatağa düştü. Resulullah (a.s.m.) bu müm¬taz Sahabiyi ziyaret etti. Hz. Sa’d, “Ya Resulallah, gördüğünüz gibi hastalığım ağırlaştı. Benim çok servetim var. Kızımdan başka da mirasçım yok. Serveti¬mm tamamını vasiyet edeyim mi?” dedi.
Peygamberimiz buna müsaade etmedi. Ancak üçte birini vasiyet etmesine razı oldu. Sonra da şöyle buyurdu: “Uçte biri olur. 0 da az sayılmaz. Senin ma¬lindan verdiğin sadakadır. Ama çoluk çocuğuna verdiğin şey de sadakadır. Ha¬nımının senin malından yediği miktar da sadakadır. Şüphesiz ki aileni hayırla bırakman, onları başkalarına el açarken bırakmandan daha iyidir.”
Bu konuşmadan sonra Hz. Sa’d, “ya Resulallah, siz Medine’ye döneceksiniz de, ben burada ölüp sizden geriye mi kalacağım?” diye üzüntüsünü bildirdi. Peygamberimiz onun bu hassasiyetinden müteessir oldu. Uzülmemesini, ileri¬de İslamiyete büyük hizmetlerde bulunacağını, birçok kavimlerin kendisi vası¬tasıyla İslamla müşerref olacağını müjdeledi. Sonra da şöyle dua etti:
“Ya Rab, Sa’d’a şifa ver, ya Rab, Sa’d’a şifa ver. ya Rab, Ashabımın Mek¬ke’den Medine’ye dönüşünü tamamla.”
Gerçekten de Hz. Sa’d o ağır hastalıktan kurtuldu. Hz. Ömer zamanında ordu kumandanlığına tayin edildi. Pek çok fetihlerde bulundu. Bir çok insanın Müs¬lüman olmasında büyük hizmetleri oldu.
Hz. Sa’d, ALLAH’ın rızasına ermiş ve onun has kullan arasında bulunma mev¬kime kavuşmuş bahtiyarlardandı. Bir defasında Peygamberimiz (a.s.m.) mes¬cidde otururken, “ALLAH’ım, bu kapıdan Senin onu, onun da Seni sevdiği biri içe¬ri girsin” diye dua etmişti. Çok geçmeden içeriye Hz. Sa’d girdi.6 Bu müjdeli ha¬ber o yüce Sahabi için dünyalardan üstün bir mahiyet taşıyordu.
Sa’d (r.a.) Resulullahı candan sever, ona bir zarar gelmemesi için elinden ge¬len gayreti gösterirdi. Hicretin ilk günleriydi. Medine’deki Yahudiler Peygam¬berimizin hayatına kastedebilirlerdi. Böyle bir zamanda Hz. Sa’d kılıcını kuşa¬narak Resulullahın huzuruna gitti. Bu halini gören Peygamberimiz sordu:
“Neyin var ya Sa’d?”
“Ya Resulallah, içime bir korku düştü. Size bir zarar gelmesinden endişe et¬tim. Bunun için sizi korumaya geldim.”
Peygamberimiz onun bu hareketinden memnun oldu. Kendisine duada bu¬lundu.7
Hz. Sa’d’ın müşrik kardeşi Uhud Savaşında Peygamberimizin mübarek yü¬zü yaralanmıştı. Hz. Sa’d buna çok kızdı. “Utbe! Eğer elime düşersen, vallahi kanını su gibi akıtırım” diye bağırdı.
Resulullahın vefatına kadar ona hizmette bulunan, onun yanından ayrılmayan Hz. Sa’d, Peygamberimizin vefatına çok üzüldü.
Diğer Sahabiler gibi, İslamiyetin muhtaç gönüllere ulaşması hususunda üze¬rine düşeni fazlasıyla yerine getirdi.
Hz. Sad, ordu sevk ve idaresini çok iyi bilen birisiydi. Onun bu liyakatını bil¬iğinden Hz. Omer onu İran’ın fethi için hazırlanan ordunun başına kumandan olarak tayin etti. Ordu sefere çıkmadan önce de Hz. Sa’d’a şu nasihatta bulundu
“Ey Sa’d! Resulullahın dayısı ve arkadaşı olman seni gururlandırmasın. Al¬Lh’ın emrine uymaktan alıkoymasın. ALLAH kötülüğü kötülükle değil, iyilikle ğiderir. İnsanların hepsi eşittir. ALLAH onların Rabbidir, onlar da ALLAH’ın kuludur. İnsanlar itaat ederek, Onun katındaki nimetlere kavuşurlar. Aramızdan ayrı¬lıncaya kadar Resulullahtan gördüklerini hatırla. Onları yapmaya çalış. Çün¬ki kurtuluş yolu ondadır.“Vazifen zordur. Doğruluktan başka hiçbir şey seni kurtaramaz. Kendini ve emrin altında bulunanları iyiliğe alıştır. İşe iyilikle başla. Adet haline gelen her şeyin bir başlangıcı vardır. Dikkatli ol. Her hayrın başı sabırdır. Başına gelen bela ve musibetlere karşı sabrı elden bırakma. Sabır sana ALLAH’tan korkmayı öğretir. ALLAH korkusu iki esasta toplanır: Biri ALLAH’a itaat, diğeri günahlardan kaçınma. Dünyanın fani yüzüne ehemmiyet vermeyip ahireti arzu ederek Al¬i ra. itaat eden, gerçekten ALLAH’a itaat etmiş olur. Kalbler hakikat hazineleri¬ir.”
Hz. Sa’d, Hz. Omer’in bu kıynıetli nasihatlarını dinledikten sonra harekete ğeçti. Yorucu bir yolculuktan sonra Iran topraklarına girdiler. Hz. Sa’d Iranlıları barışa ve Islama davet etmeden savaşmak istemiyordu. Bu maksatla Arap kabi¬lerinin reislerinden ve bazı ileri gelen Sahabilerden kurulmuş bir heyet seçe¬rek Iran Şahına gönderdi. O sıralar Sasanilerin başşehri Medayin’di. Elçiler doğrudan Medayin’e gitti¬r. Halk onları gömıek için yollara dökülmüştü. Murahhas heyettekilerin gö¬rnüşleri mütevazi idi. Yanlarında silah yoktu, atları da eğersizdi. Fakat simala¬rında İslamın verdiği asalet ve heybet açıkça görülüyordu. Vakur bir eda, cesur bir tavırla Iran topraklarında ilerliyorlar, atları Sasani topraklarını çiğniyor¬du.
Iran Şahı Yezdügerd atların ayak sesini duydu. Patırtının ne olduğunu yanın¬dakilere sordu. Müslümanlardan bir heyetin geldiğini söylediler.
Gösterişe ve tantanaya çok ehemmiyet veren Şah, sarayın heybetli ve şüşaalı manzaralara bürünmesini emretti. Kısa zamanda her taraf göz kamaştırıcı bir hale getirildi. Hazırlık merasimi bittikten sonra İslam heyeti kabul edildi.
Heyet, gösteriş ve debdebeye aldanış etmeden sırtlarında geniş cübbeleri, başlarında sarıkları, ellerinde kırbaçları ve ayaklarında çizmeleriyle saraya gir¬diler. Müslümanları böyle sade bir kıyafet içerisinde gören Yezdügerd şaşırdı. Müslümanların sert tavırları, celalli hareketleri Şahı iyice şaşkına çevirdi.
İranlılar her hareketten bir mana çıkarırlardı. Her şeyde uğur veya uğursuz¬luk ararlardı. Yezdügerd heyete birkaç sual sordu.
“Elbise kumaşına Arapça ne denir?” Heyetten “bürd” cevabını aldı. Şah keli¬meyi duyar duymaz “Çehan bürd” dedi. Bu kelimeden Müslümanların bütün ci¬hani fethedecekleri manasını çıkardı.
Yezdügerd Müslümanlara ellerindeki kırbacı göstererek “Buna Arapça ne denir?” diye sordu. “Sevt” cevabını aldı. Yezdügerd bundan da değişik bir mana çıkardı. “Sevti,” “süht” anladı. “Pars süht” kelimelerini söyledi. Bu cümle “Iran’a ateş saldılar” manasındaydı.
Şahin etrafındakiler bu çirkin tevillerden ve uğursuz manalardan sıkılmışlar¬dı. Fakat itiraz edebilecek cesareti de kendilerinde bulamıyorlardı.
Yezdügerd daha sonra heyete geliş sebeplerini sordu. Heyet başkanı Nüman bin Mukarrin.(r.a.) önce İslamın esaslarını güzel bir şekilde anlattı. Sonra da, “İslami kabul etmediğiniz takdirde iki teklifimiz var: Ya cizye verirsiniz, ya da savaşa razı olursunuz!”
Barışa ve Islami kabul etmeye yanaşmayan Yezdügerd üstten konuşuyor, kendi haşmet ve büyüklüğüne toz kondurmuyordu:
“Bütün milletlerin en fakiri ve perişanı olduğunuzu ne çabuk unuttunuz? Kendi aranızda isyan çıkardığınız zaman, size komşu olan valilerimizi gönde¬rir, sizi itaatkar duruma getirirdik. Hangi düşünceyle bize bu teklifi getirdi¬niz?”
Heyet Şahın bu gururlu sözlerini gayet sakin bir şekilde dinledi. Sonra Mugi¬re bin Zerare ileri atıldı. Arkadaşlarını göstererek şu veciz konuşmayı yaptı:
“Bu heyetin hepsi birer kabile reisidir. Onlar gereken sözleri söylediler. Fa¬t söylenmesi icap ettiği halde söylenmeyen bazı şeyler var. Ben onları ifade eceğim. Bizim eskiden fakir olduğumuz, yanlış yolda bulunduğumuz doğrudur. Biz birbirimizle mücadele ederdik. Kız çocuklarımızı diri diri toprağa göm¬erdik. Nihayet Cenab-ı Hak bize bir peygamber gönderdi. Önce ona itiraz ettik:, reddettik, isyan ettik. Sonuçta o muzaffer oldu. Peygamberimiz ne yapsa ALLAH’ın emrine uygun yapardı. Bize bu dini dünyaya tanıtmamızı o emretti. iman edenlere kardeş muamelesi yapmamızı söyledi. Reddedenlere şayet ciz¬vermeye razı olurlarsa ehl-i zimmet nazarıyla bakmamızı tavsiye etti. Bu iki tekliften birisini kabul etmeyenlere karşı artık aramızdaki hakem, kılıçtır.”
Bu sözler Yezdügerd’i çileden çıkardı. “Elçileri öldürmeye cevaz olsaydı, hiçbiriniz kılıçtan yakasını kurtaramazdı” diye söylendi. Sonra da toprak dolu bir sepet istedi. Sepet getirildiğinde heyet içerisinde en itibarlı kimseyi sordu. Asım bin Amr’ı gösterdiler. Saray erkanı, toprak dolu sepeti bir hakaret alameti yaparak Asım’ın başına koydular. Asım oradan dönüşte hadiseyi Sa’d bin Ebi akkas’a (r.a.) anlattı. sonra da bu hareketi şöyle yorumladı:
“Ya Sa’d, zaferimizi tebrik ederim. Düşman topraklarını bize teslim etti.” Hz. Sa’d, Islama göre savaştan önce yapılması gerekeni yapmış, düşmanı üç şeyden birini seçmeye davet etmişti. Mağrur Şah, bu üç şıktan savaşı tercih etm¬işti. Artık Şaha haddini bildirmek gerekiyordu. Hemen kumandanlan topladı onlarla istişarede bulundu. Savaş taktiklerini müzakere etti. Daha sonra hafızla¬ra cihadla ilgili bir süre olan Enfal Süresini okumalarını emretti.
Bülbül sesli hafızlar emri yerine getirdiler. Bir yandan kendileri okuyor, bir uıdan da mücahidlere öğretiyorlardı. Karargahta manevi bir hava teşekkül et¬işti. Mücahidler bir an önce cihad meydanına atılmak, mağrur Iran ordusunu zir ü zeber etmek için sabırsızlanıyorlardı.
Beklenen an geldiğinde Hz. Sa’d mücahidlere hitaben bir konuşma yaptı. Al¬h’a hamd ve senadan sonra sözlerine şöyle devam etti:
“Siz dünyada zühd ve takva ile çalışır, a.hiret saadetini arzularsanız, ALLAH si¬ze hem dünya, hem de ahiret saadetini lütfeder. Iyi biliniz ki, savaş hiç kimseye :elini yaklaştırmaz. Sizler birlikte hareket ediniz. Dağılırsanız, kendinizi az ve zayıf görürseniz mağlup olursunuz. Böylece ahiretinizi de tehlikeye atmış ursunuz. Öğle namazını kıldıktan sonra ben üç defa tekbir alacağım. Siz de benimle birlikte tekbir alın. Ben dördüncü tekbiri aldığımda, ‘La havle yel kuvvete illa billah’ diyerek hücuma geçiniz. “
Biraz sonra iki ordu karşı karşıya geldi. Mücahidler “ALLAH ALLAH” nidalarıyla yıldırım gibi taarruza geçtiler. Kahramanca çarpıştılar. Bu arada birçokları arzu ettikleri şehadet mertebesine kavuştular. Savaş Müslümanların galibiyetiyle neticelendi. Bu savaş tarihe “Kadisiye Zaferi” olarak geçti. Müslümanlar bun dan sonra üst üste büyük zaferler kazandılar. Medayin şehrini fethettiler. İran Şahının zengin hazinelerini ele geçirdiler.
Hz. Sa’d vakit geçirmeden Hz. Ömer’e durumu bildirdi. Ele geçirdiği hazine yi gönderdi. Bundan sonra nasıl hareket etmesi gerektiği hususunda Medayin’de emilerini beklediğini bildirdi. Fakat Medayin’in havası mücahidlere iyi gelmedi. Birçoğu hastalandı. Hz. Sa’d bunu da acil olarak Halifeye bildirdi.
Hz. Ömer Müslümanların bu muvaffakiyetine çok sevindi. Hele Hz. Sa’d’ın Iran Şahının zengin hazinesini vakit geçirmeden Medine’ye göndermesini takdir etti. Hz. Sa’d’a bir mektup yazarak bundan sonraki hareket tarzını bildirdi Kendisine yeni bir şehir inşa etmesini emretti. Hz. Sa’d emri alır almaz kısa zamanda “Küfe” şehrini imar etti. Hz. Ömer, başarısına bir mükafat olarak Hz Sa’d’ı Küfe’ye vali tayin etti. Hz. Sa’d iyi bir idareciydi. Kısa zamanda Küfelilere kendisini sevdirdi.
Hz. Sa’d, Uhud Savaşında Peygamberimizin duasına mazhar olduğu içi duası kabul edilen birisiydi. Bu sebeple halk onun bedduasına uğramaktan saknıyordu. Fakat her nasılsa kendini bilmez birisi Hz. Sa’d’a iftira etti. Onun mal dağıtımında adaletli davranmadığını, askerin başına geçip savaşmadığını söyledi. Bu iftira Hz. Ömer’in kulağına kadar gitti. Meseleyi tetkik ettirdi. Sonunda bunun bir iftira Olduğu açığa çıktı. Fakat bu durum Cennetle müjdelenen bu büyük Sahabinin ağırına gitti. Ellerini dergah-ı İlahiyeye kaldırdı. “Ey ALLAH’ın bu kulun yalan söylüyorsa, ömrünü uzat, fakirliğini artır, sıkıntılara uğrat” diye beddua etti. Hadisenin üzerinden fazla bir zaman geçmeden, bedduaya uğrayan adam herkesin gülüp eğlendiği bir duruma düştü. Gözü kör oldu. Sıkıntıla:maruz kaldı. Böylece herkes Hz. Sa’d’ın suçsuz olduğuna inandı.
Hz. Sa’d hilafet makamına liyakatı olan bir Sahabiydi. Hz. Osman’ın şeh edilmesinden sonra bir çok kimse kendisini halife seçnıek istediklerini söyled ler. Fakat Hz. Sa’d bu tekliflere iltifat etmedi. Hz. Ali ile Hz. Muaviye arasında geçen hadiselerde tarafsız kalmayı tercih etti. Niçin bir tarafı tutmadığırn soralara, kafhi mü’minden ayırd eden bir kılıç getirmedikçe tarafsız kalmaya devam ieceğini söyledi.
Hz. Sa’d, ALLAH’ın takdir ettiği her şeyin görünüşte çirkin de olsa netice itibari¬yle güzel olduğuna inanırdı. Kadere teslim olmuştu. Hayatının sonuna doğru gözleri görmez olmuştu. Ziyaretine gelen biri, “Sen duası kabul edilen birisin. kendin için de dua etsen ve gözlerin açılsa olmaz mı?” diye sordu.
Hz. Sa’d teslimiyet içerisinde şu cevabı verdi: “Oğlum, Cenab-ı Hakkın be¬nim hakkımdaki takdiri gözlerimin görmesinden daha iyidir.”
Sa’d (r.a.) bütün güzel vasıfları şahsında toplamış mümtaz bir insandı. Ya¬ında hiç kimsenin çekiştirilmesine razı olmazdı. Hemen o şahsı sustururdu. birgün Hz. Halid ile aralarında bir tartışma olmuştu. Ziyaretine gelen kişi, Hz. Halid’in aleyhinde konuşmaya başladı. Bu durum Hz. Sa’d’ı rahatsız etti. “0 ka¬ar ileri gitme. Onunla aramızda olan hadise yollarımızı ayırmaz. Onun hakkın¬a senin söylediklerini tasdik etmemi gerektirmez” diyerek tepki gösterdi.
Birçok hadisin bize kadar gelmesinde büyük emeği olan Hz. Sa’d, 270 hadis rivayet etti. Bunlardan birisi mealen şöyledir:
“Mü’minin haline hayret ediyorum. Bir iyilikle karşılaşsa ALLAH’a hamd ve şükreder. Bir musibetle karşılaştığında da hamd ve sabreder. Böylece her işinde sevap kazanır. Hatta hanımının ağzına koyduğu lokmadan dahi sevaba erer.
Hicretin 55. yılında Hakkın rahmetine kavuşan Hz. Sa’d, vasiyeti üzerine Bedir Savaşında giydiği gömlek ile kefenlendi. Onun vefatı bütün Müslüman-n büyük bir üzüntüye sevk etti.
ALLAH ondan razı olsun.