ezelinur
Fri 26 February 2010, 02:07 pm GMT +0200
Tanımı
Şeddeli olarak "âriyye" şeklinde okunabileceği gibi, bazan şed-desîz olarak "âriye" şeklinde de okunan bu kelime sözlük bakımından birkaç anlam İfâde eden
1- Âriye kelimesi, İnsanların arasında İğreti olarak dönüp dolaşan şeyin adıdır. Örneğin "kitâb-ı müstear", yâni "iğreti kitap" demek gibi. Bu örnekteki müstear kelimesi, müteâver, yani İnsanlar arasında tedavül eden şey anlamını ifâde eder. "Âret" kelimesi "nâke" vezninde olup bu anlamı ifâde eder. Çoğulu "y" harfinin şeddesiyle "avâriyy" kalıbında olduğu gibi, aynı harfin hafif olarak okunmasıyla "avârîy" şeklinde telâffuz edilebilir. Şu halde bu kelime, tedavül anlamını ifâde eden, teâvür´den alınmış olmaktadır. "Âre"nin fiili" Ttevere´ş-şey´e" ve "teavverû" ve "teâverehû teâvuren" şeklinde gelir. "İ´teverû´ş- şey´e ve teavverû hüve teâveruhû" denildiğinde, o şeyi kendi aralarında tedavül ettirdiler mânâsı kastedilmiş olur.
2-Âriye kelimesi süratle gidip gelen şeyin adıdır. "Eârehû´ş-şey´e ve eârehü minhü iâreten" denildiği gibi, "ârehû-yeurûhu" da denilir ki; bu da, onu alıp götürdü mânâsını İfâde eder. Âriyenin gerçek anlamı, bir şeyin gidip tekrar geri dönmesidir ki, bu da birinci şıkta belirtilen anlama yakındır. Şu halde âriye, çabucak gidip gelme anlamındaki "âre" fiilinden alınmış olmaktadır ki, bu da, birinci şıkta belirtilen anlama yakındır. Şu halde âriye, çabucak gidip gelme anlamındaki "âre" fiilinden alınmış olmaktadır ki, bu da, tedavül anlamında olduğu için birinci şıkta belirtilen anlamın dışına çıkmamaktadır.
3- Âriye, iğreti olarak bir malı almak İsteyen (müsteîr) in almak istediği şeyin adıdır. Şu halde âriye, kasdetme anlamını ifâde eden "arâhû-ya´rûhû-arven" kökünden türetilmiş olmaktadır. Zîrâ iğreti olarak alınmak istenen (müstear) şey, iğreti olarak almak isteyen (müsteîr) in kasdettiği bir şeydir. Tedavül anlamındaki "teâvür"den türetilmiş olan "âriye"nin aslı "avriyye"dir. Avriyye´dekİ ayın, kelimenin fâu´l-fiili, vav ise aynû´l fiili, "râ"ya gelince o da, kelimenin la-mû´l fiilidir. Vav harekelenip, kendinden önceki harf (ayın) de fethalı olduğu için elife çevrilmiş ve böylece de "âriye" şekline dönüşmüştür. Bu kelimedeki "elif" harfi aslîdir. Çünkü "vav"dan dönüşmüştür ki, o da kelimenin aynû´l fiilidir.
Gidip gelmek anlamındaki "âre-yeûrü"den alınma "âriye" de böyledir. Kasdetmek anlamını ifâde eden (´arâhû-ye´rûhü"den alınma şeddeli "âriyye"ye gelince, bunun aslı İki vavlı "arûve"dir. Bu da "faule" kalıbındadır. Kenarda bulunduğu için ikinci "vav", "ya" harfine dönüştürüldü. "Ârûve" kelimesi ´ârûye" kelimesine dönüşmüş oldu. "Vav" ile "ya" harfleri bir araya geldiler. "Ya" dan önce bulunan "vav" harfi harekesizdir. Harekesiz olan "vav" da "ya" harfine dönüştürüldü. İki tane "ya" harfi bir araya geldi. Birincisi ikincisine idgam edildi ve "âriye" kelimesi meydana gelmiş oldu.
Şeddesiz olan "âriye"ye gelince; bunun aslı "arûye"dir. "Vâv" İle "ya" bir araya geldi. "Ya"dan önce bulunan "vav" harekesizdir. "Vav", "ya" harfine dönüştürüldü. "Vav"dan dönüşük olan "ya" harfi de ikincisine idgam oldu ve "âriye" kelimesi meydana geldi.
Her iki durumda da âriye kelimesindeki "elif" harfi zâiddir. Çünkü "ayın", kelimenin fâu´l-fiilidir. "Râ" harfi ise kelimenin aynû´l-fiilidir. Arifedeki "elif" harfinin aslî harf olması şu durumda mümkün olabilir: Âriye kelimesi üzerinde kalb (dönüştürme) eylemi vukûbulmuşsa, yâni kelimenin aynû´l fiili olan "râ" harfi, lamû´l fiili olan "vav" harfinden sonraya konulmuşsa, "elif" kelimenin aslî harfi olabilir. Denebilir ki, âriyenin aslı "arûye" değil de "avriye"dir. "Fa´Iiye" veznindedir. Ayın, kelimenin fâu´l-fiilidir. Vav ise kelimenin lâmû´l-fülidir. Râ harfi de kelimenin aynûl fiilidir. Kelimenin lamû´l fiili olan vav, harekelendi. Kendinden önceki ayın harfi de fethalıdır. "Vav" bu durumda "elife dönüşmüştür. Buna göre "elif", âriye kelimesinin aslî harfi olmaktadır. Çünkü kelimenin lamü´l fiili olan "vav"dan dönüşmüştür.
Âriyenin anlam ve türetilişi hakkında söylenecek olan en doğru sözler bunlardır. Bâzıları, âriye kelimesinin ayıptık mânâsına gelen "ar" kökünden geldiğini söylemişlerdir. Güya bir kişi, malını iğreti olarak başkasına verdikten sonra alanın, q malı bilâhare sahibine geri vermesi ayıptır. Bunun yapılmaması gerekir. Bu görüş iki bakımdan hatalıdır:
1- Âriyeyi (İğreti olarak alınan malı bilâhare) sahibine geri vermek ayıp değildir. Eğer ayıp olsaydı, bunu peygamber efendimiz yapmazdı. Oysa Peygamber efendimizin âriye aldığı sabittir.
2- Âr kelimesi yâîdir. Âriye ise vâvîdir. Bu nedenle, bazı kimselerin biribirlerini ayıplamaları anlamını kasdederek "innel kavme yeteayyerûne" demişler de, "yeteâverûne" dememişlerdir. Her ne kadar biribirlerinden âriye (İğreti) alıp verdiler anlamında "yeteayyerûne´l-avâriye" denilmişse de bu zayıf bir lügattir. "Ya" harfi, bazen mecaz olarak "vav" harfi yerine kullanılabilir. Bu cümleden olarak söylenen sözler, konumlarının aslı itibariyle hakikat olamazlar. Âriye kelimesinin fıkıh ıstılahındaki anlamına gelince, mezheblerin buna ilişkin geniş açıklamaları aşağıya alınmıştır.
(55) Mâlîkîler dediler ki: Âriye kelimesi masdar hâlinde iğreti olarak alınan şeyin adı olarak tanımlanır. Birinciye göre âriye, geçici bir menfaati bedelsiz olarak başkasına mülk etmektir. Adamın biri, ücretsiz olarak üzerinde yolculuğa çıksın diye bineğinin menfaatini belli bir süre için başkasına mülk eder veya harmanını üzerinde taşısın diye devesinin menfaatini ya da belli bir zaman için tarlasını sürmek üzere sabanının menfaatini başkasına mülk ederse, bu mülk etme âriye olur. Âriye (iğreti) olarak alınan maldan yararlanma süresi uzun da olsa kısa da olsa aynıdır. Bir malın menfaatini, onu iğreti olarak alanın, hayatı boyunca kendisine mülk etmekde âriyenin tanımına girer ki, buna ömrî (ömürlük) denir. Bir hizmetçinin menfaatini, onu iğreti olarak alanın hayatı boyunca kendisine mülk etmekde âriyenin tanımına girer ki buna da, ihdam denir. Aynın menfaatini bir kişi lehine hapsetmek (vakfetmek), âriyenin tanımına girmez. Vakfın geçici olmasının şahinliğinden yana olanlara göre vakıf da âriyenin tanımına girer. "Ârİye"nin iğreti olarak alman şeyin adı biçiminde tanımlanmasına gelince; âriye; bedelsiz olarak mülk edinilen, süreli menfaati olan bir maldır, diye tanımlanabilir. Ama bu tanımların ikisine de bazı durumlarda, âriye olmayan şeyler girebilmektedir. Meselâ menfaatin miras kalması gibi. Bunu şöylece örnek-lendirebilİriz: Adamın biri bir tarla veya ev veyahut bir ev eşyasını belli bir süre için kiralar. Sonra kiraladığı şeyden yararlanamadan ölürse, bu şeyin menfaati, kendileri tarafından hiç bir bedel ödenmemiş olduğu halde mirasçılara intikal eder. menfaati mirasçılara intikal eden bu şey, âriye olmadığı halde âriyenin tanımına girmektedir. Çünkü mirasçılar, hiç bedel ödemeksizin bir malın menfaatine veya mülk bir mala sahib olmaktadırlar. Buna cevaben deriz ki: Âriye için mutlak surette karşılık ödenmez. Bu durumda ise ölü olan müstecir, anılan malları, karşılık ödeyerek kiralamıştır. Bu malların menfaati, mirasçılara her ne kadar bedelsiz olarak intikal etmişse de, gerçekte bunların menfaati, birinci müstecir tarafından ödenen bedel karşılığında mülk edinilmiştir.
Hanefîler dediler ki: Âriye, menfaatleri başkalarına bedelsiz olarak mülketmektir. Bazılanysa âriyenin, menfaati başkasına mülketmek değil de mubah kılmak olduğunu söylemişlerdir. Bu tanım, iki bakımdan reddedilir:
1- Âriye akdi, mülk etme lafzıyla gerçekleşir. Mubah kılma lafzıyla sahih olmaz. Meğer ki; mubah kılma kelimesiyle, mülk etme anlamı kasdedil-miş olsun.
2- Bir malı âriye olarak alan müstaîr, âriye olarak elinde bulunan malı başkasına âriye olarak verebilir. Tabiî eğer ikinci şahıs kuvvet ve zayıflık bakımından birincisiyle aynı ise ve âriyeyi kullanışı, diğerinden farklı değilse... Âriye mubah kılma lafzıyla verilmişse, onu elinde iğreti olarak bulunduranın, yine âriye olarak başkasına vermesi sahih olmaz.
Şâfîîler dediler ki: Şer´an âriye, teberru ehliyetine sahip bir kişinin, aslı kendisine kalmak üzere yararlanılması helâl olan bir malından, yararlanmayı başkasına mubah kılmasıdır. Bir hayvana, bir kitaba, bir elbise veya benzeri yararlanılması helâl olan bir şeye mâlik bulunan bir kimse, teberru ehliyetine sahipse; kendisine ikinci kez geri versinler diye asıl mülkiyeti uhdesinde kalarak, bu mallardan yaralanmayı mubah kılarak, başkalarına âriye olarak vermesi sahih olur. Yararlanma için bir süre koyabileceği gibi koymayabilir. Süre koyarsa mukayyed âriye, süre koymazsa mutlak âriye olur.
Hanbelîler dediler ki: Âriye, iğreti olarak alınan ayn demektir. Bu ayn, bedelsiz olarak kendisinden süreli veya süresiz yararlanılmak üzere mâlikinden veya menfaatine sahib olan kimseden alınır. Âriye kelimesi mecaz olarak iare yerine kullanılabilir, târe ise, iğreti olarak alan veya başkası tarafından bedel ödenmeksizinbir ayndan yararlanmayı mubah kılmaktır. Mubah kılmanın mânâsı ise, mülk olmayan şeyleri elde etme hususunda sıkıntı ve güçlüğü ortadan kaldırmaktır. Bu durumda mubah kılınan şeyden kişi, dilediği şekilde yararlanabilir.
Şeddeli olarak "âriyye" şeklinde okunabileceği gibi, bazan şed-desîz olarak "âriye" şeklinde de okunan bu kelime sözlük bakımından birkaç anlam İfâde eden
1- Âriye kelimesi, İnsanların arasında İğreti olarak dönüp dolaşan şeyin adıdır. Örneğin "kitâb-ı müstear", yâni "iğreti kitap" demek gibi. Bu örnekteki müstear kelimesi, müteâver, yani İnsanlar arasında tedavül eden şey anlamını ifâde eder. "Âret" kelimesi "nâke" vezninde olup bu anlamı ifâde eder. Çoğulu "y" harfinin şeddesiyle "avâriyy" kalıbında olduğu gibi, aynı harfin hafif olarak okunmasıyla "avârîy" şeklinde telâffuz edilebilir. Şu halde bu kelime, tedavül anlamını ifâde eden, teâvür´den alınmış olmaktadır. "Âre"nin fiili" Ttevere´ş-şey´e" ve "teavverû" ve "teâverehû teâvuren" şeklinde gelir. "İ´teverû´ş- şey´e ve teavverû hüve teâveruhû" denildiğinde, o şeyi kendi aralarında tedavül ettirdiler mânâsı kastedilmiş olur.
2-Âriye kelimesi süratle gidip gelen şeyin adıdır. "Eârehû´ş-şey´e ve eârehü minhü iâreten" denildiği gibi, "ârehû-yeurûhu" da denilir ki; bu da, onu alıp götürdü mânâsını İfâde eder. Âriyenin gerçek anlamı, bir şeyin gidip tekrar geri dönmesidir ki, bu da birinci şıkta belirtilen anlama yakındır. Şu halde âriye, çabucak gidip gelme anlamındaki "âre" fiilinden alınmış olmaktadır ki, bu da, birinci şıkta belirtilen anlama yakındır. Şu halde âriye, çabucak gidip gelme anlamındaki "âre" fiilinden alınmış olmaktadır ki, bu da, tedavül anlamında olduğu için birinci şıkta belirtilen anlamın dışına çıkmamaktadır.
3- Âriye, iğreti olarak bir malı almak İsteyen (müsteîr) in almak istediği şeyin adıdır. Şu halde âriye, kasdetme anlamını ifâde eden "arâhû-ya´rûhû-arven" kökünden türetilmiş olmaktadır. Zîrâ iğreti olarak alınmak istenen (müstear) şey, iğreti olarak almak isteyen (müsteîr) in kasdettiği bir şeydir. Tedavül anlamındaki "teâvür"den türetilmiş olan "âriye"nin aslı "avriyye"dir. Avriyye´dekİ ayın, kelimenin fâu´l-fiili, vav ise aynû´l fiili, "râ"ya gelince o da, kelimenin la-mû´l fiilidir. Vav harekelenip, kendinden önceki harf (ayın) de fethalı olduğu için elife çevrilmiş ve böylece de "âriye" şekline dönüşmüştür. Bu kelimedeki "elif" harfi aslîdir. Çünkü "vav"dan dönüşmüştür ki, o da kelimenin aynû´l fiilidir.
Gidip gelmek anlamındaki "âre-yeûrü"den alınma "âriye" de böyledir. Kasdetmek anlamını ifâde eden (´arâhû-ye´rûhü"den alınma şeddeli "âriyye"ye gelince, bunun aslı İki vavlı "arûve"dir. Bu da "faule" kalıbındadır. Kenarda bulunduğu için ikinci "vav", "ya" harfine dönüştürüldü. "Ârûve" kelimesi ´ârûye" kelimesine dönüşmüş oldu. "Vav" ile "ya" harfleri bir araya geldiler. "Ya" dan önce bulunan "vav" harfi harekesizdir. Harekesiz olan "vav" da "ya" harfine dönüştürüldü. İki tane "ya" harfi bir araya geldi. Birincisi ikincisine idgam edildi ve "âriye" kelimesi meydana gelmiş oldu.
Şeddesiz olan "âriye"ye gelince; bunun aslı "arûye"dir. "Vâv" İle "ya" bir araya geldi. "Ya"dan önce bulunan "vav" harekesizdir. "Vav", "ya" harfine dönüştürüldü. "Vav"dan dönüşük olan "ya" harfi de ikincisine idgam oldu ve "âriye" kelimesi meydana geldi.
Her iki durumda da âriye kelimesindeki "elif" harfi zâiddir. Çünkü "ayın", kelimenin fâu´l-fiilidir. "Râ" harfi ise kelimenin aynû´l-fiilidir. Arifedeki "elif" harfinin aslî harf olması şu durumda mümkün olabilir: Âriye kelimesi üzerinde kalb (dönüştürme) eylemi vukûbulmuşsa, yâni kelimenin aynû´l fiili olan "râ" harfi, lamû´l fiili olan "vav" harfinden sonraya konulmuşsa, "elif" kelimenin aslî harfi olabilir. Denebilir ki, âriyenin aslı "arûye" değil de "avriye"dir. "Fa´Iiye" veznindedir. Ayın, kelimenin fâu´l-fiilidir. Vav ise kelimenin lâmû´l-fülidir. Râ harfi de kelimenin aynûl fiilidir. Kelimenin lamû´l fiili olan vav, harekelendi. Kendinden önceki ayın harfi de fethalıdır. "Vav" bu durumda "elife dönüşmüştür. Buna göre "elif", âriye kelimesinin aslî harfi olmaktadır. Çünkü kelimenin lamü´l fiili olan "vav"dan dönüşmüştür.
Âriyenin anlam ve türetilişi hakkında söylenecek olan en doğru sözler bunlardır. Bâzıları, âriye kelimesinin ayıptık mânâsına gelen "ar" kökünden geldiğini söylemişlerdir. Güya bir kişi, malını iğreti olarak başkasına verdikten sonra alanın, q malı bilâhare sahibine geri vermesi ayıptır. Bunun yapılmaması gerekir. Bu görüş iki bakımdan hatalıdır:
1- Âriyeyi (İğreti olarak alınan malı bilâhare) sahibine geri vermek ayıp değildir. Eğer ayıp olsaydı, bunu peygamber efendimiz yapmazdı. Oysa Peygamber efendimizin âriye aldığı sabittir.
2- Âr kelimesi yâîdir. Âriye ise vâvîdir. Bu nedenle, bazı kimselerin biribirlerini ayıplamaları anlamını kasdederek "innel kavme yeteayyerûne" demişler de, "yeteâverûne" dememişlerdir. Her ne kadar biribirlerinden âriye (İğreti) alıp verdiler anlamında "yeteayyerûne´l-avâriye" denilmişse de bu zayıf bir lügattir. "Ya" harfi, bazen mecaz olarak "vav" harfi yerine kullanılabilir. Bu cümleden olarak söylenen sözler, konumlarının aslı itibariyle hakikat olamazlar. Âriye kelimesinin fıkıh ıstılahındaki anlamına gelince, mezheblerin buna ilişkin geniş açıklamaları aşağıya alınmıştır.
(55) Mâlîkîler dediler ki: Âriye kelimesi masdar hâlinde iğreti olarak alınan şeyin adı olarak tanımlanır. Birinciye göre âriye, geçici bir menfaati bedelsiz olarak başkasına mülk etmektir. Adamın biri, ücretsiz olarak üzerinde yolculuğa çıksın diye bineğinin menfaatini belli bir süre için başkasına mülk eder veya harmanını üzerinde taşısın diye devesinin menfaatini ya da belli bir zaman için tarlasını sürmek üzere sabanının menfaatini başkasına mülk ederse, bu mülk etme âriye olur. Âriye (iğreti) olarak alınan maldan yararlanma süresi uzun da olsa kısa da olsa aynıdır. Bir malın menfaatini, onu iğreti olarak alanın, hayatı boyunca kendisine mülk etmekde âriyenin tanımına girer ki, buna ömrî (ömürlük) denir. Bir hizmetçinin menfaatini, onu iğreti olarak alanın hayatı boyunca kendisine mülk etmekde âriyenin tanımına girer ki buna da, ihdam denir. Aynın menfaatini bir kişi lehine hapsetmek (vakfetmek), âriyenin tanımına girmez. Vakfın geçici olmasının şahinliğinden yana olanlara göre vakıf da âriyenin tanımına girer. "Ârİye"nin iğreti olarak alman şeyin adı biçiminde tanımlanmasına gelince; âriye; bedelsiz olarak mülk edinilen, süreli menfaati olan bir maldır, diye tanımlanabilir. Ama bu tanımların ikisine de bazı durumlarda, âriye olmayan şeyler girebilmektedir. Meselâ menfaatin miras kalması gibi. Bunu şöylece örnek-lendirebilİriz: Adamın biri bir tarla veya ev veyahut bir ev eşyasını belli bir süre için kiralar. Sonra kiraladığı şeyden yararlanamadan ölürse, bu şeyin menfaati, kendileri tarafından hiç bir bedel ödenmemiş olduğu halde mirasçılara intikal eder. menfaati mirasçılara intikal eden bu şey, âriye olmadığı halde âriyenin tanımına girmektedir. Çünkü mirasçılar, hiç bedel ödemeksizin bir malın menfaatine veya mülk bir mala sahib olmaktadırlar. Buna cevaben deriz ki: Âriye için mutlak surette karşılık ödenmez. Bu durumda ise ölü olan müstecir, anılan malları, karşılık ödeyerek kiralamıştır. Bu malların menfaati, mirasçılara her ne kadar bedelsiz olarak intikal etmişse de, gerçekte bunların menfaati, birinci müstecir tarafından ödenen bedel karşılığında mülk edinilmiştir.
Hanefîler dediler ki: Âriye, menfaatleri başkalarına bedelsiz olarak mülketmektir. Bazılanysa âriyenin, menfaati başkasına mülketmek değil de mubah kılmak olduğunu söylemişlerdir. Bu tanım, iki bakımdan reddedilir:
1- Âriye akdi, mülk etme lafzıyla gerçekleşir. Mubah kılma lafzıyla sahih olmaz. Meğer ki; mubah kılma kelimesiyle, mülk etme anlamı kasdedil-miş olsun.
2- Bir malı âriye olarak alan müstaîr, âriye olarak elinde bulunan malı başkasına âriye olarak verebilir. Tabiî eğer ikinci şahıs kuvvet ve zayıflık bakımından birincisiyle aynı ise ve âriyeyi kullanışı, diğerinden farklı değilse... Âriye mubah kılma lafzıyla verilmişse, onu elinde iğreti olarak bulunduranın, yine âriye olarak başkasına vermesi sahih olmaz.
Şâfîîler dediler ki: Şer´an âriye, teberru ehliyetine sahip bir kişinin, aslı kendisine kalmak üzere yararlanılması helâl olan bir malından, yararlanmayı başkasına mubah kılmasıdır. Bir hayvana, bir kitaba, bir elbise veya benzeri yararlanılması helâl olan bir şeye mâlik bulunan bir kimse, teberru ehliyetine sahipse; kendisine ikinci kez geri versinler diye asıl mülkiyeti uhdesinde kalarak, bu mallardan yaralanmayı mubah kılarak, başkalarına âriye olarak vermesi sahih olur. Yararlanma için bir süre koyabileceği gibi koymayabilir. Süre koyarsa mukayyed âriye, süre koymazsa mutlak âriye olur.
Hanbelîler dediler ki: Âriye, iğreti olarak alınan ayn demektir. Bu ayn, bedelsiz olarak kendisinden süreli veya süresiz yararlanılmak üzere mâlikinden veya menfaatine sahib olan kimseden alınır. Âriye kelimesi mecaz olarak iare yerine kullanılabilir, târe ise, iğreti olarak alan veya başkası tarafından bedel ödenmeksizinbir ayndan yararlanmayı mubah kılmaktır. Mubah kılmanın mânâsı ise, mülk olmayan şeyleri elde etme hususunda sıkıntı ve güçlüğü ortadan kaldırmaktır. Bu durumda mubah kılınan şeyden kişi, dilediği şekilde yararlanabilir.