- Rehinin hükümleri

Adsense kodları


Rehinin hükümleri

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sidretül münteha
Mon 24 January 2011, 04:27 pm GMT +0200
128. Rehinin Hükümleri



Bu bölümde de rehin veren ve alanın rehinde sahip oldukları haklar, b birlerine karşı ödevli bulundukları haklar ve bir anlaşmazlığa düştükleri za­man hal şekli anlatılacaktır ki bu anlaşmazlık da, ya bizzat akidten doğmak­ta, ya-da akidten sonra rehinde meydana gelen bir değişiklik yüzünden ileri gelmektedir. Biz de bu konulara ilişkin meselelerden, fukahanın ihtilaf ve it­tifak ettikleri meşhur olan meseleleri ele alacağız.

Rehini alan kimsenin rehinde şu haklan vardır; Rehin sahibi borcunu ödeyinceye kadar, rehini elinde tutmak, şayet borcun vadesi biter de, rehin sahibi borcunu ödemezse, rehin sahibini rehine satmaya davet etmek ve eğer rehin sahibi rehini satmaktan kaçınırsa, bu işi mahkeme aracılığıyla yaptıra­rak satılan rehinin parasından alacağını tahsil etmek. Vadenin bitiminde re­hin sahibinin hazır bulunmaması halinde de durum böyledir. Eğer rehin sahi­bi, rehini alan kimseyi vadenin bitiminde rehini satmak hususunda vekil de yaparsa caizdir. Fakat İmam Mâlik, rehini alan kimsenin, durumu hakime ar-zetmeden, rehini satmasını mekruh görmüştür.

Cumhura göre rehin, karşılığında alındığı alacağın tamamı için olduğu gibi, her bir cüzü içinde bir teminattır. Mesela: Yüz dinarlık bir alacak karşı­lığında bir şey rehin alındığı zaman, yüz dinarın hepsi ödenmedikçe o şeyin tamamı alacaklının elinde rehin kalır. Kimisi de «Alacağın bir miktarı öden­diği zaman rehinin de o kadarı rehinlikten çıkmış olur» demiştir. Cumhur «Çünkü rehine olan şey alacaklının elinde bir alacağın teminatı olarak hap­sedilmekte olduğundan, alacağın bütün cüzlerine teminat olması lazım gelir. Nitekim borçlu bulunan bir ölünün varisleri, Ölünün bütün borcunu ödeme­dikçe terekesini paylaşamazlar» demiştir. Öbürleri de «Rehinin tamamı ala­caklının elinde alacağının tamamı için teminat olarak alıkonduğuna göre, re­hinden her bir cüzün alacağın bir cüzü için teminat olması lazım gelir. Nasıl ki iki kişi bir alacağa kefil oldukları zaman kefillerden biri alacağın yarısını öderse, diğer yarısı ile ilgisi kalmaz» demişlerdir.

Bu babın meşhur mes'delerinden biri de, rehinde olan malda meydana gelen artışların eğer rehinden ayrılan şeyler ise rehine girerler mi, girmezler mi diye ihtilaf etmeleridir. Mesela: Rehinde iken yavrulayan hayvanın veya hut ekini yeşeren tarlanın, ya da meyva tutan bahçenin bu artışları, ana mâl­dan ayrı şeyler olduğu halde rehine girerler mi, girmezler mi?

Kimisi «Bu artışlar ana maldan ayn şeyler olduğu için rehine girmez­ler» demiştir. îmam Şafiî bunlardandır. Kimisi «Bu artışlar, mal rehinde iken malda meydana geldikleri için rehine girerler» demiştir. îmam Ebû Hanife ile Süfyan Sevrî de bu görüştedirler. îmam Mâlik de, «Eğer ana maldan ayn bulunan artış -hayvanın yavrusu gibi- ana malın biçim ve yaradılışında ise, rehine girerler. Eğer ana malın biçim ve yaradılışında değilse -ister ağacın meyvası gibi ana maldan doğmuş olsun, ister evin kirası gibi ana maldan doğmuş olmasın-rehine.girmezler» demiştir.

Rehinde meydana gelen artışların rehine girmediğini söyleyenlerin de­lili, Peygamber Efendimiz'in,

 «Rehin olarak alıcı tarafından satıcıya bırakılan mal eğer binit ise binilir, sağmal ise sağılır.» [13] hadisidir. Çünkü hadisin manası «Sahibi ona biner ve onu sağar» demek değildir. Zira eğer ha­dis bu manada olursa, rehinin alacak sahibine teslim edilmediği anlaşılmış olur. Halbuki teslim -yukarıda geçtiği üzere- rehinin sıhhat veyahut kesinleşmesi için şarttır. Derler ki: Hadis «Rehini alan kimse rehine biner ve rehi­nin sütünü sağar» manasında da olamaz. O halde elimizde «Rehinde olan hayvanın binme kirası ile beslenme masrafı sahibine aittir» manasından baş­ka bir mana kalmaz.

Rehinde meydana gelen artışların rehine girmediğini söyleyenler ayrı­ca, Peygamber Efendimiz'in,

«Rehinde bulunan malın masrafı onu rehine bırakınca yapılır. Rehinin kârı da, zararı da onundur» [14] hadisine de dayanmışlardır. Bunlar ayrıca şunu da demişlerdir: «Çünkü mal rehine bırakılırken onda bu artış yoktu. Bununla beraber alacaklı onu re­hin olarak kabul etmişti. Buna göre sonradan meydana gelen bu artışın rehi­ne girmesi için ayn bir pazarlık gerekir»

İmam Ebû Hanife de «Çünkü feri'ler asıllara tabi olduğu için asılların hükmünde olmaları lazım gelir. Bunun içindir ki cariyenin efendisi cariyeye 'Ben öldükten sonra sen hürsün* dediği veyahut cariye ile kitabet akdini yap­tığı zaman, cariyenin çocuğu da cariye ile birlikte aynı hükme girmiş olur» demiştir.

îmam Mâlik ise «Çünkü herhangi bir kimse bir cariyeyi satın almak is­terken -cariye ile birlikte çocuğunun da satılmış olmasını şart koşmasa bile­ti  cariyenin çocuğu da cariye ile birlikte satılmış olur. Fakat bir bahçe satılırken eğer alıcı, meyvalannın da satışa girmesini şart koşmazsa, meyvalar bahçe ile birlikte satılmış olmaz» diye ihticac etmiştir.

Cumhura göre, rehin alan kimsenin aldığı rehinden yararlanması caiz değildir. Kimisi de «Eğer rehinde olan mal, binit veyahut sağım hayvanı olursa, ona yapılacak masraf karşılığında sütünü sağmak veyahut ona bin­mek caizdir» demiştir. Bunu da imam Ahmed ile îshak söylemişlerdir. Bun­lar, Ebû Hüreyre'nin Peygamber Efendimiz'den rivayet ettiği,

«Rehinde olan hayvan sağılır ve binilir» hadisine dayanmışlardır.

Rehinde olan malın bir ziyana uğraması halinde ziyanın kime ait olduğu hakkındaki ihtilafları da bu bâbtandır.

Kimisi «Rehin, alacaklının elinde emanet bulunduğundan, bir ziyana uğraması halinde ziyanı sahibine aittir ve eğer alacaklı, onu korumada kusur göstermediğini söyler ve bunu yemin ile pekle ştirirse, kabul olunur» demiştir, îmam Şâfıî, îmam Ahmed, Ebû Sevr ve hadis ulemasının cumhuru bu gö­rüştedirler.

Kimisi de «Rehinde olan mal, alacaklının elinde olduğu için ziyana uğ-rayışı ona aittir» demiştir. İmam Ebû Hanife ile Küfe fukahasının cumhuru da bu görüştedirler.

«Rehinin ziyanı alacaklıya aittir» diyenler de iki gruba ayrılarak, bir grup «Rehinde olan mal ile alacaktan hangisinin değeri daha az ise, alacaklı­ya o lazım gelir» demiştir, ki îmam Ebû Hanife, Süfyan Sevrî ve bir cemaat bu görüştedirler. Bir grup da, «Rehinin değeri ne ise -ister çok, ister az olsun-o lazım gelir. Şayet rehin sahibine borcundan bir miktar artarsa, alacaklıdan o artanı alır» demiştir. Hz. Ali (r.a.), Atâ ve îshak da bu görüştedirler. Bir baş­ka grup da -hayvan ve akar gibi- ziyana uğraması gizli kalmayan mallarla, -eşya gibi- ziyana uğrayıp uğramadığı bilinmeyen mallar arasında ayırım ya­parak, «Hayvan ve akarın ziyanında sorumlu değil, fakat eşyanın ziyanından sorumludur» demiştir. Bunu da îmam Mâlik, Evzâî ve Osman el-Betö söylemişlerdir. Ancak îmam Mâlik, «Eğer şahitler alacaklının hiçbir kusur ve ih­mali olmaksızın eşyanın ziyana uğradığını söylerlerse, o zaman alacaklı, eş­yanın ziyanından da sorumlu olmaz» demiştir. Evzâî ile el-Betfî ise, «Eşya­nın ziyana uğraması halinde -alacaklının kusuru bulunmaksızın ziyana uğra­dığını söyleyen şahitler ister bulunsun, ister bulunmasın- alacaklı sorumlu­dur» demişlerdir. İbnu'l-Kasım, îmam Mâlik'in, Eşheb de, Evzâî ile el-Bettî'nin görüşünü benimsemişlerdir.

Alacaklının, rehin olarak elinde bulunan malın ziyana uğramasından sorumlu olmadığını söyleyenlerin delili, Said b. el-Müseyyeb'in Ebû Hürey-re (r.a.)'den Peygamber Efendimiz'in buyurduğunu rivayet ettiği»

«Satıcının yanında rehinde bulunan malda vermemezlik yapılamaz. Rehinin masrafı, onu rehine bırakan kimse tarafından görülür. Rehinin kârı da, zararı da ona aittir» [15] hadisidir.

 

Derler ki: Rehin sahibi eğer alacaklıya güvenmezse malını ona teslim etmez. O halde rehinde olan mal da, herhangi bir kimseye emanet bırakılan malın hükmündedir. Yani emanet mal, nasıl yanında emanet bulunduğu kimsenin ihmali olmadan ziyana uğradığı zaman o kimse sorumlu değilse, alacaklı da, rehininde bulunan malın ziyana uğramasından -eğer onun ihmali yüzünden ziyana uğramamışsa- sorumlu değildir.

imam Şafiî'nin tâbilerinden Müzeni de, İmam Şafiî'nin görüşünü savu­nurken, «İmam Mâlik ile onun görüşünde olanlar 'Hayvan ve benzeri gibi zi­yana uğraması gizli kalmayan mallar alacaklının elinde emanettir' dedikleri­ne göre bütün malların emanet olması lazım gelir.

İmam Ebû Hanife de «Eğer alacağın değeri, rehinde olan malın değe­rinden az ise, rehinde olan malın alacaktan fazla olan miktarı alacaklının elinde emanettir' dediğine göre hepsinin emanet olması lazım gelir» demiş­tir.

îmam Mâlik ile onun görüşünde olanlara göre Peygamber Efendimiz'in «Rehinde olan malın kân da, zararı da sahibine aittir» emrindeki zarardan murad rehinin masrafıdır. Bunlar,

«Rehindeki hayvana, binilir ve sağılır» hadisinin mânâsı, 'Binme kirası da, masrafı da sahibine aittir' demektir» de­mişlerdir.

îmam Ebû Hanife ile tabileri de, «Rehinin kân da, zararı da sahibine ait­tir» hadisini «Rehinin kân, alacaktan fazla kalan, zaran da alacaktan eksik kalan miktandır» şeklinde yorumlamışlardır.

Alacaklının sorumlu olduğunu söyleyenler de, «Çünkü rehine bırakılan mal, alacağı yerine alacaklıya teslim edilen bir ayndır. O halde -nasıl bir malı satan kimsenin alacağı, sattığı malın parasını alamadığı zaman onu, zayi oluncaya kadar elinde rehin olarak tuttuğu takdirde düşüyorsa- bunun da za­yi olması halinde alacağın düşmesi lazım gelir» demişlerdir. Zira satıcının, malı alacağı karşılığında elinde tutup alıcıya teslim etmemesi -her ne kadar İmam Mâlik'e göre bu da rehin hükmünde ise de- cumhur, zayi olması halin­de alacağın düştüğü görüşünde müttefiktirler.Bunlar aynca,

«Adamın biri bir başkasından rehin olarak bir at almıştı. At adamın elinde zayi oldu. Bunun üzerine Peygamberimiz adama, Senin hakkın gitti' buyurdu» [16] mealinde rivayet olu­nan hadise de dayanmışlardır.

İmam Mâlik'in, ziyana uğraması gizli kalan mallarla gizli kalmayan mallar arasında ayırım yapması ise, bir istihsandır. Çünkü eğer rehinde olan mal, ziyana uğraması gizli kalmayan bir mal cinsinden olursa, alacaklının o malın zayi olduğu hakkındaki iddiasında yalan şüphesi daha az olur. Ulema, İmam Mâlik'in çoğu kez yaptığı bu istihsanın manasında ihtilaf ederek, kimi­si, «Bu da, tıpkı îmam Ebû Hanife'nin istihsam gibi hiçbir delile dayanma­yan zayıf bir görüştür» demiştir. Halbuki İmam Mâlik'e göre istihsan, birbir­leriyle çatışan delilleri te'lif etmektir. Bu manada olan istihsan ise, hiçbir de­lile dayanmayan görüş demek değildir.

Cumhura göre, rehin sahibi rehinde olan malını herhangi bir kimseye ne satabilir ne de bedava verebilir. Şayet satarsa; malı, elinde rehin olarak bu­lunduran kimse satışı bozabilir. îmam Mâlik «Eğer satışı bozmaz ve 'Alaca­ğım muacceliyet kazansın diye ben satışı bozmadım' derse, ona yemin verdi­rilir ve eğer yemin ederse sözüne itibar olunur» demiştir. îmam Mâlik'e göre eğer rehinde bulunan mal köle olup da sahibi onu azatlarsa, eğer sahibi zen­gin ise, köle azatlanır ve adamın alacağı muacceliyeî kazanır. Eğer fakir ise, köle satılıp kölenin parasından adamın alacağı ödenir, imam Şâfıî de bir kez «Satışı bozar», bir kez «Satışı kabul eder», bir kere de îmam Mâlik gibi de­miştir.

Rehini veren ile rehini alanın alacak miktarı hakkındaki ihtilaflanna ge­lince: imam Mâlik «Eğer rehinde olan malın değeri rehini alan kimsenin id­dia ettiği miktardan az değilse, alacaklının sözü muteberdir. Eğer rehinde olan malın değeri alacaklının iddia ettiği miktardan az ise, rehinde olan ma­lın değerinden fazla olan miktar hakkında borçlunun sözü muteberdir» de­miştir. İmam Şâfıî, îmam Ebû Hanife, Süfyan Sevrî ve fukahanın cumhuru ise, «Borçlunun sözü muteberdir» demişlerdir.

Cumhur, «Çünkü borçlu davalı, alacaklı davacıdır. Bunun için yemin hakkının borçluya ait olması lazım gelir» demiştir. İmam Mâlik de «Her ne kadar alacaklı davacı ise de, burada haklı olduğu şüphesini güçlendiren bir şey söz konusudur. Zira elinde haklı olduğunu gösteren bir rehin vardır» de­miştir. Çünkü îmam Mâlik'in prensiplerinden biri, davacı ile davalıdan han­gisinin davada haklı olduğu ihtimali daha kuvvetli ise, yemin hakkının ona verilmesidir. Cumhurun usulünde ise, yemin daima davalının hakkıdır. Çün­kü borçlu bazen, borcuna teminat olarak rehin verirken, verdiği rehinin değe­ri borcunun çok üstünde olur.

Borçlu ile alacaklının, rehinde olan mal zayi olduktan sonra onun nasıl bir şey olduğunda ihtilaf etmelerine gelince: Bu durumda imam Mâlik'e göre alacaklının sözü geçerlidir. Çünkü alacaklı hem davalıdır, hem karşı tarafın iddia ettiği hususun bir kısmını kabul etmektedir. Bu da yine İmam Mâlik'in usulüne göredir. Çünkü alacaklı da, zayi olması gizli kalmayan malların zayi olması halinde sorumludur. İmam Şafiî'nin usulüne göre ise, eğer borçlu ala­caklının rehinde olan malı zayi ettiğini iddia etmezse, alacaklıya yemin düş­mez. İmam Ebû Hanife'ye göre, zayi olan rehinin değeri hakkında alacaklı­nın sözü geçerlidir. Zayi olan rehinin nasıl bir şey olduğunu ihtilaf konusu yapmaya ihtiyaç yoktur.

Bu babın meseleleri daha çoktur. Fakat bizim maksadımız için bu kadar yeterlidir. [17]


[13] Dârakutnî, 3/34, no: 136; Beyhâkî, 6/38.

[14] Hakim, 2/51.

[15] Dârakutnî, 3/34, no: 136.

[16] lbn Ebî Şeybe, 7/183, no: 2827.

[17] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/413-418.