- Rehin sahibinin rehini satması

Adsense kodları


Rehin sahibinin rehini satması

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Mon 4 April 2011, 04:34 pm GMT +0200
 

Rehin Sahibinin Rehini Satması




Rehin sahibi rehin verdiği malı satarsa, bu akit alacaklının iznine yahut alacağının ödenmesine bağlı kalır: Evvelce de açıkladığımız gibi, o rehini yanında alıkoyma hakkına sahip olduğu için, bu hakkın zevali ya da iptali onun rızasına bağlıdır. Bu satışı tasdik ederse, rehni yanında alıkoyma hakkının zevaline razı olmuş olur. Borç ödenince, rehni yanında aklıkoyma hakkı da sona erer. Ödeyen borçlu da artık ödediği gibi hareket eder. Yani borçlu yapması gereken işi yapmış, borcunu ödemiştir. Sonra eğer rehin alan satışı tasdik ederse, satış geçerli olur. Rehin alanın da o rehindeki hakkı kalkar ve onun bedeline intikal eder. Çünkü bedeli de mübdelin; yani satılan ilk rehnin hükmündedir, onun gibidir. Meselâ borçlunun rehindeki kölesi alacaklıların rızasıyla satıldığı takdirde onların haklan o köleden kalkarak onun bedeline intikal eder.

Bundaki fıkhı incelik şudur; alacaklı (rehni alan, mürtehin) rehindeki nesnenin satılmasına razı olmakla hakkının sakıt olmasına değil de; bir rehinden, onun yerine konulacak başka bir rehne intikal etmesine razı olmuştur. Rehin alan rehindeki malın satışını tasdik etmezse; denildi ki, bu satış fuzulî akid gibi infisah eder. Mal sahibi bu malı rehinden kurtarırsa, müşterinin buna bir diyeceği olamaz.

Başka bir görüşe göre, bu satış fesholmaz denilmiştir. Dediler ki, esahh olan da budur. Çünkü bu satışın rehin alanın tasdikine bağlı kalması,  rehin alanın hakkını iptale karşı korumak içindir. Onun rehineyi kendi yanında alıkoyma hakkı vardır. Fakat bu hak rehinenin satış akdinin bağlanmasına mâni olmaz. Olmaz ama, yine de rehin alanın tasdikine bağlı olarak askıda kalır; müşteri isterse mal sahibinin sattığı malını rehinden kurtarmasına kadar sabredip bekler veya dilerse, sahibi sattığı malı müşteriye teslim etmekden âciz kaldığı için, kadı bu satış akdini fesheder. Bu durumda satılmış olan nesne satıldıkdan sonra ama, teslim alınmadan evvel firar eden köleye benzer. Bu durumda müşteri -evvelce de anlattığımız gibi- muhayyerlik hakkına sahip olur.

Borçlu   rehindeki   kölesini azâd ederse, azadı geçerli olur:

Azâd etme rüknü mahalline izafe edilerek ehil bir kimseden sâdır olmuştur. Bunların ikisinin de buna yetkili oldukları apaçıktır. Bu ehliyet rehin verenin köleye mâlik olmasıdır. Öyle ise, müşterinin satın aldığı köleyi satıcıdan teslim almadan evvel azad edişi gibi, sahibi de rehindeki kölesini azad edebilir. Kaçak köle ile gasbedilmiş köle de bu hükme tabidirler. Azad etme sebebiyle köle üzerindeki mülkiyeti zail olunca, rehin alanın da buna bağlı olarak rehini alıkoyma hakkı sona erer. Müşterek kölede olduğu gibi, sahibinin azad etmesi sebebiyle rehindeki köle üzerinde bulunan mülkiyeti zail olduğuna göre, rehin alanın o köleyi yanında alıkoyma hakkı haydi haydi sona erer. Satış ve hibe akidleri ise, böyle değildirler. Satıcı sattığı malı müşteriye teslim etmekten âciz olduğundan dolayı, bu satış askıda kalır. Zira azad etmenin geçerli kılınmasında kölenin ve efendisinin menfaati hâsıl olmaktadır. Bu açıkça görülen bir şeydir. Bununla rehin alanın çıkan ortadan kaldırılmamaktadır: Çünkü onun çıkarını temin etmek için ya kölenin çalışması veya köle değerinde ona bir şeyin rehin bırakılması ya da alacağının kendisine derhal ödenmesi gerekir. Rehin alan rehindeki kölenin azad edilmesini tasdik etmezse, azad edenin de, edilenin de çıkarları onulmaz yaralar alır. Tasdik etmesi çıkar bakımından daha mükemmel, fayda bakımından daha umumi olur. Şu halde tasdik etmesi evlâdır. Tasdik ederse, rehin muamelesi bozulur. Çünkü bu muamelenin mahalli olan köle, köle olmakdan çıkmıştır.

Borcun  hemen ödenmesi gerekiyorsa, alacaklı alacağını ister:

Çünkü vadesiz borçlarda yapılması gereken budur. Bu durumda kıymetin taleb edilmesinde bir fayda yoktur. Çünkü borç vâdesizse ve kıymeti de alınırsa, bir takas meydana gelmiş olur. Vadeli bir borç ise, kölenin yerine onun değerinde bir mal rehin verilir: Çünkü bu mal kölenin yerine geçer. Borcun ödenme vâdesi gelir ve bırakılan rehin de borcun cinsindense, rehin alan o rehinden kendi hakkı miktarmca alır. Artanı da sahibine geri verir.

Borçlu fakir ise, köle değerinden ve borçdan az olanını tedarik için kazanç sahasına atılır: Çünkü bu durumda rehin verenin alacağını köleyi azad eden borçludan tahsil etmesi imkânsızlaşmıştır. Şu halde alacağını azad etme faysasını elde eden (köle) den tashsil edecektir. Çünkü verilecek şey kefalet veya taahhüd sebebiyle verilir. Köle; değerinden ve borçdan hangisi daha az ise, az olanı vermek için çalışıp çabalar. Zira eğer borç kendisinin kıymetinden daha az ise, ihtiyaç kendisini ona yöneltir. Kıymeti borçdan az ise, kıymeti kadarını rehin almış olana vermelidir. Fazlasını vermesi gerekmez.

Borçlu zenginleşirse, köle bunları ondan ister: Çünkü köle onun borcunu Şeriatın hükmü sebebiyle ödemiştir. Eli genişleyince Ödediklerini ondan taleb eder. Ama azad edilmek için çalışıp çabalayan kölenin durumu bundan farklıdır. Çünkü o, Ebû Hanîfe'ye göre azadhğı elde etmek için; İmameyn'e göre ise bu işi tekmil etmek için çalışıp çabalamaktadır. Burada ise, azadlık işi tamamlanmıştır. Ancak o, bu mes'elede başkasının ödemesi gereken şeyi ödemek için çalışmaktadır. Dolayısıyla -rehini başkasına iğreti veren gibi- ödediklerini kendisine vermesi için efendisinden talepde bulunur.

Borçlu rehindeki kölesini müdebber kılar; yani azadlığını kendi ölümü şartına bağlarsa, veya rehindeki cariyesini ümm-ü veled yapmak maksadıyla yatağına alırsa, sahih olur. Müdebber kılması da sahih olur. Bu daha evvel de anlatılmıştı. Ümm-ü veled kılmasına gelince; onun hakkı, babanın kendi oğlunun cariyesindeki hakkından daha kuvvetlidir ve ümm-ü veled kılması bu sebeple sahih olur. Hele bu mes'elede evleviyetle sahih olur. Rehin alanın hakkı kölenin kazanç alanına atılıp Çalışmasıyla veya tazminat vermesiyle telafi edilmektedir. Kölenin efendisi varlıklı ise; onunla alâkalı hüküm azad etme bahsinde anlatıldı. Eğer malî sıkıntıda ise, köle ve cariyenin çalışmaları borcun tamamını kapatmak   içindir.   Çünkü   kazançları   efendileri   içindir.    Bu sebeple mürtehine    ödediklerini    efendilerinden isteyemezler.Rehin  veren kimsenin rehini tüketmesi de, rehin olan köleyi azad etmek gibidir.

Rehindeki mal bir başkası tarafından zayi edilirse, rehin alan zayi olduğu gündeki kıymetini ona ödetir ve bu kıymet o rehnin yerine geçer. Çünkü rehin alanın kendisine rehin bırakılan şeyin aynını yanında alıkoyma hakkı sabiti. O aynın bedelini de alıkoyma hakkı sabittir. Rehni teslim aldığı gündeki kıymeti bin lira olduğu halde, zayi eden kişi tazminat olarak beş yüz lira öderse; borçdan beş yüz lira düşülür ve o rehin semavî bir âfet sebebiyle zayi olmuş gibi olur. Onun bu rehinden faydalanmaya hakkı da yoktur: Çünkü faydalanırsa, rehin alanın rehnini akdin gerektirdiği gibi sürekli olarak yanında alıkoyma hakkı yok edilmiş olur. Nitekim bunu daha evvel de anlatmıştık.

Alacaklı, yanında rehin olan malı sahibine iğreti olarak verip, o da bunu teslim alırsa; alacaklının zimmetinden çıkar. O mal, esas sahibi olan borçlunun elinde zayi olursa, alacaklının bir şey ödemesi lâzım gelmez: Çünkü kefaleti altındakini yanında alıkoyma hali sona ermiş ve rehindeki mal sahibinin eline ulaşmıştır. Ama rehin akdinin varlığı henüz devam ettiğinden, sahibine iğreti olarak verdiği rehin malı müşterinin geri isteme hakkı vardır. Bu sebepledir ki, iğreti olarak aldığı rehindeki malını rehin alana geri vermeden evvel ölürse, o mal üzerinde diğer alacaklılara nisbetle rehin alanın daha fazla hakkı olur. Rehin alanın iğreti olarak sahibine verdiği rehin malı geri alırsa, rehin üzerindeki kefaleti yine geri gelir ve rehin akdindeki teslim alma yeniden yapıldığı için o mal yine rehin sıfatına bürünür.

Taraflardan her ikisinin rehini yed-i emine bırakmaları caizdir: Çünkü yed-i emin rehini koruma hususunda malı rehin veren mal sahibinin yanında tutup alıkoyma hususunda da rehin alanın naibidir. Şu halde bir elin iki el yerine, bir şahsın da iki şahıs yerine kaim olması caizdir. Tıpkı acele edip zekâtını vakti gelmeden evvel ilgili zekât memuruna veren gibi... Bu durumda zekât memuru zekâtı veren mal sahibi gibidir. Öyle ki, sene dolmadan, yani zekâtı verme vakti gelmeden evvel nisab telef olursa, o zaman sahibi zekât memurundan geri alır. Bu mes'eledeki zekât memuru aynı zamanda fakirin yerindedir. Öyle ki, zekât kendi elinde iken telef olursa, sahibi zekâtı fakire vermiş gibi olur.

Akid yapılırken her iki taraf da rehinin yed- i eminde kalmasını şart koşarlarsa, bu malı hiç birisi ondan geri alamaz: Zira her ikisinin de onda hakkı vardır. Rehin veren onu koruma hakkına, rehin alan da alacağını ondan tahsil etme hakkına sahiptir. İkisinden biri diğerinin hakkını iptal edemez.

Yed-i   eminde zayi olan malı alacaklı (mürtehin) tazmin eder:

Çünkü onun eli rehin alanın elidir ve rehin bırakılan mal maliyet bakımından tazmin edilmesi gereken bir maldır. Yed-i emin elindeki malı taraflardan birine verirse, tazminat ödemekle mükellef olur. Çünkü o rehin verenin yanma bıraktığı rehnin aynını muhafaza etmesi gereken bir şahıstır. Rehin alan da alacağını maliyet bakımından muhafaza etmesi gereken bir şahıstır. Rehin verenle rehin alan birbirine yabancı iki şahıstır. Yed-i emin kendisine bırakılan rehini taraflardan birine verdiği takdirde, -yabancı bir şahsa vermiş gibi- tazminat ödemekle mükellef olur. Yed-i emin yanında duran rehin hayvanın -doğurması halinde-yavrusunu satar. Rehin alanın taleb etmesi halinde ise, satışa zorlanır. Müvekkilin azletmesi veya ölmesi sebebiyle vazifeden azledilmiş olmaz. Satışdan elde ettiği para borcun cinsinden değilse, onu borcun cinsi olan para ile değiştirme salahiyatine sahiptir. Sadece vekil bu gibi salahiyetlere sahip değildir.

Borçlu, rehindeki malın satılmasına alacaklıyı veya başka birini vekil tayin edebilir: Borçlu vekâlet verme ehliyetine sahiptir. Malını satması için birine vekâlet vermiştir. Rehin akdi yapılırken bu vekâlet şart koşulursa, borçlunun ölümü veya vekilini azletmesi ile vekâlet ortadan kalkmaz: Çünkü vekâlet akdi yapılırken ileri sürülen şart sebebiyle rehnin bir vasfı olmuştur. Asıl olan rehin mevcud oldukça, bu vasıf da varlığını devam ettirir. Rehin alanın hakkı bu vasıfla alâkalıdır. Rehin verenin bu hakkı iptal etme imkânı olmadığı gibi, onun mirasçılarının da bu imkânı yoktur. Çünkü onun hakkı onlannkinden evvel gelir ve rehin verenin vafatmdan sonra da rehnin mevcudiyeti devam eder.

Rehin bıraktıkdan sonra rehni satmayı şart koşmuş ise, Kerhî dedi ki; bu durumda satış vekili azledilmekle veya müvekkilinin ölümüyle vazifeden azledilmiş olur. Çünkü satma şartım rehin akdi yapılırken ileri sürmemiştir. Ebû Yûsuf dan gelen bir rivayette anlatıldığına göre- vekil bu durumda vazifeden azledilmiş olmaz. Bazı âlimler bu görüşü tercih edip benimsemişlerdir.

Borçlu   ölünce   vasisi   rehindeki   malı satıp borcunu öder:

Borçlu ölünce borcun ödenme vâdesi gelir ve vasi onun yerine geçer. Rehin veren hayatta olsa idi, borcunu ödemek için rehin alanın emri ile rehindeki malını satabilirdi. Vasi de aynı salahiyete sahiptir. Vasi yoksa, hâkim tarafından bir vasi tayin edilir: Bu tayin müslümanlann çıkanna ve âciz kaldıklarında onlara bakmak için yapılan bir tayindir. Çünkü ölen borçlu ile cennetin arasında mâni olarak giren borcun ödenmesine ihtiyaç vardır.

Borçlunun rehin vermek üzere bir şeyi iğreti alması caizdir. İğreti alırken onu neyin karşılığında rehin vereceğini açıklamasa bile, caizdir: İğreti alıp vermede açıklayıcı kayıtlar konulmayabilir. Çünkü böyle yapmakla taraflar arasında anlaşmazlık çıkması söz konusu değildir. Borçlu iğreti olarak aldığı şeyi borcunda istediği miktar ve tür karşılığında rehin verebilir. Çünkü onu iğreti alırken her hangi bir şart koşulmamıştır.

Aldığı iğreti malı karşılığında rehin olarak verdiği borcunu açıklarsa, artık o borcu artırmayacağı gibi, eksiltemez de: Arttıramaz; çünkü olabilir ki, iğreti veren kişi rehini çözüp malını geri alma ihtiyacını duyabilir. Bu durumda malın karşılığında rehin bırakıldığı borç miktarını öder. Ama belirtilen miktardan fazlasını ödemeğe razı olmaz. Ya da fazlasını ödeyemeyecek derecede malî sıkıntıda olduğu için bundan mutazarrır olur.

Eksiltemez de; zira rehnin borç miktarından fazla olan kısmı emanettir. Emanet de tazminat kapsamında değildir. Oysa sahibi rehindeki malının tamamıyla kefalet altında olmasını ister. Başkasına razı olmaz. Şu halde belirlemede fayda vardır ve bu belirleme de bağlayıcı olur. İğreti malı alan kimse aldığı malı söylediğinden başka bir cins borca karşı rehin verirse, mes'ûl olur. Çünkü malın sahibi buna razı olmamıştır.

Keza;   o   malı   Ahmed'e   rehin   vereceğini söyler de, götürüp

Mehmed'e rehin   olarak verirse; mes'ûl olur. Çünkü malı koruma, ödeme ve zenginlik bakımından insanların hepsi aynı derecede değildirler.

Keza; o malı Ankara'da rehin vereceğini söyler de, götürüp Bingöl'de rehin verirse, mes'ûl olur. Bu durumlarda malını iğreti olarak veren kişi dilerse -şarta muhalefet ettiği için- (iğreti alıp) rehin vereni mes'ûl tutup malını tazmin ettirir, dilerse -kendi izni olmaksızın malını aldığından dolayı- rehin alanı mes'ûl tutup malını tazmin ettirir. Rehin verene tazmin ettirirse, rehin veren o iğreti mala sahip olur ve sanki kendi malım rehin vermiş gibi olur ve ona göre de rehin ahkâmı terettüb eder.

Rehin alana tazmin ettirirse; rehin alan, rehin veren borçlusuna müracaat ederek alacağını ve ödediği tazminatı ondan ister. Çünkü onun sebebiyle ve onun aldatmasından dolayı tazminat ödemiştir. Borçlu iğreti olarak aldığı bir nesneyi belirttiği borcu karşılığında rehin olarak verir de, o nesne rehin alanın elinde zayi olursa; -evvelce anlatılan sebeplerden dolayı- rehin alan alacağım tahsil etmiş olur. Rehin veren onun mislini iğreti veren sahibine geri vermek zorundadır. Çünkü böylece o borcunu ödemiş sayılır ve mislini sahibine vermesi gerekir. Rehinde bir kusur meydana gelirse, o kusurun rehinde meydana getirdiği değer eksikliği miktarmca borçdan düşülür ve o değer eksikliğini iğreti alan iğreti verene tazminat olarak öder. Eğer değeri borçdan az ise, rehin veren onun kıymetini iğreti verene tazminat olarak öder. Çünkü rehin veren borcundan onun miktarmca ödeme yapmıştır. İğreti olarak alınıp rehin verilen mal rehin verilmezden evvel, onu iğreti olarak alanın yanında zayi olursa; veya rehinciden geri aldıktan sonra yine onun yanında zayi olursa; onun tazminat ödemesi gerekmez. Çünkü o, bu malı sahibinin izniyle yanına almış ve borcunu da ondan ödemiş değildir. İğreti veren rehni geri alabilmek için borç miktan parayı alacaklı olan mürtehine (rehin alana) verirse; mürtehin rehindeki malım kendisine geri vermeye zorlanır. İğreti malın sahibi de malını aldıktan sonra esas borçluya giderek mürtehine vermiş olduğu parayı ondan ister. O, iğreti olarak verdiği rehindeki malını kurtarmak ihtiyacında olduğu için, bu parayı vermiş ama, teberru olarak vermiş değildir. Esas borçlu ile onun yerine alacaklıya ödeme yapan  iğreti malın sahibi arasında borcun miktan hususunda anlaşmazlık

meydana gelirse, ödemeyi yapmış olanın sözüne itibar edilir. Çünkü alacak ondan tahsil edilmiştir. O aslı inkâr edebildiğine göre, vasfı da inkâr edebilir.[8]





[8] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 2/65-72.