ehlidunya
Sun 18 September 2011, 04:43 pm GMT +0200
Refleks, gizli bir dildir
Davranışlarımız yaş periyodine göre değişim gösteren dinamik hareketlerdir. Çocukluk, gençlik, olgunluk ve yaşlılık evrelerinde, davranışlarımız da sürekli hareketlilik halindedir ve süreçle uyumlu bir şekilde işler.
İlk çocukluk döneminde daha çok, refleksler ve içgüdüler aktiftir. Sosyalleşme sürecinde ise, buna öğrenme kabiliyetleri de eşlik eder. Daha sonra çocuk, sosyal hayata açılır ve hayatı burada öğrenir.
İki yedi aylık bir bebek yoğun bir bağlanma dürtüsüne sahip olmaktadır. Etrafındaki herkese benzer tepkiler vermektedir. Kendisini kucaklayan kimselere gülücükler dağıtmakta, sevgi gösteren herkese yakınlık duymaktadır. Bu dönem bebek, sevgi ve şefkat ihtiyacını yoğun bir şekilde yaşamakta, ihtiyaçlarını daha çok ağlama refleksiyle dillendirmektedir. O sadece acıktığında ya da karnı ağrıdığında ağlamaz, sevgi ihtiyacını da ağlayarak ifade eder. Çocuk ,konuşamaz, yürüyemez, ancak, korku ümit, sevgi açlık... gibi temel ihtiyaçlarını refleksleri aracılığıyla dile getirebilir. Bebek büyüdükçe, bu refleksleri biraz daha arkaya atarak, iletişim kurmaya yönelir. Bebeğin ilk dönem yaptığı her şey içgüdüseldir, refleksseldir.
"Bebek daha ilk aylarda bile her sesi çıkarabilme gücüne sahipken büyümekte olduğu sosyal ortam onun çıkarttığı sesleri ilk iki yıl içinde o toplumun konuştuğu dile göre şartlandırır" (Psikolojik yardım ilişkileri, Danışma ve psikoterapi, Prof, Hasan Tan, MEB, 1992, s, 4)
Bilindiği gibi, reflekslerin bir kısmı bedeni korumaya yöneliktir, bir ses işittiğimizde irkilmemiz, başımızı kaldırmamız, elimize sıcak bir şey dokunduğunda hemen geri çekmemiz ...v.s. gibi fiziksel irkilmeler daha çok organizmanın varlığını sürdürmesi için ortaya çıkan birer işleyiş mekanizmasıdır. Ancak içgüdüler, ya ihtiyaca karşı bir arayıştır , ya da insanın korunmasına yönelik itkilerdir. Bu itkiler, merak, inanma, sevmek, endişe, hüzün, neşe...gibi duygularla ortaya çıksa da, bunlar arasında en fazla tanıdığımız korku, ümit ve vicdan potansiyelimizdir. Bu donanımların kaynağı içimizdedir, ihtiyaç hasıl olduğunda ortaya çıkarlar.
Refleksleri tetikleyen duygularımız
Korku, insanın en temel reflekslerinden biridir ve ölümle yaşam arasında sürekli korumaya ve korunmaya yönelik bir tepkime olarak varlığını sürdürmektedir. Korku refleksli ilk çocukluk döneminde daha barizdir, çocuk bir ses işittiğinde irkilir, ağlar, annesini ister. Çocuktaki korku daha ziyade korunma ihtiyacıyla ortaya çıkar fakat, olgun bir insanın korkuları, onun hayat felsefesi, hayalleri, beklentileri kadar komplekstir, çok yönlüdür.
Korku bir duygu türü olarak her insanda vardır ancak, yansıması ve ortaya çıkışı kişinin mizacına, inancına, kişilik yapısına göre değişir. Özgüven eksikliği yaşayan bir kişinin en büyük korkusu başkaları tarafından küçük düşürülmekken, bir Allah dostunun korkusu Allah'ın rızasına uygun bir yaşam sürüp sürmediği konusundadır. Hayatta tek istediği para kazanmak olan bir kimsenin korkusu parasını kaybetmektir, güzelliğiyle övünen bir kadının korkuları ise, yaşlanmak ve çirkinleşmektir.
Kimi zaman, korku bir uyarı sinyali olarak ortaya çıkar ve kişinin fiziksel varlığına dair bir tehlike olduğunda organizmayı harekete geçirir. Sözgelimi, korktuğunuz için köpekten uzaklaşır ve ısırılmaktan kurtulursunuz. Ya da bir kavga mahallinden geçerken yolunuzu değiştirir ve kavgadan gelecek bir zarardan korunursunuz. Korku duygusu, eğer patolojik bir vakıaya dönüşmemişse, içinizde her an mevcut bulunan koruyucu bir mekanizma olarak varlığını sürdürmekte ve size yardımcı olmaktadır.
Schachter " korku duygusu yüksek insanlar korku duygusu düşük olanlardan daha toplumsaldır" diyerek korkunun sonuç olarak insanları bir arada tuttuğunu toplumsallaştırdığını ileri sürer. Scharhter'in korku deneyi şöyledir.
Schachter'in korku deneyi
Denekler iki gruba ayrılır. Deneklere bir araştırma için, kendilerine şok verileceği söylenir.
Birinci gruba öteki gruptan daha fazla korku vermek istenmektedir. Yüksek korku grubu olan, bu deneklere, "size verilecek şok çok acı verir, bu araştırmanın insanlara faydalı olması için, şokların şiddetli olması gerekir, o yüzden şoklar oldukça şiddetli olacak" denir. Deneklere, korkutucu ve acı verici bir deneye girmekte oldukları duygusu verilir.
İkinci grup düşük korku düzeyine göre kurgulanmıştır. Onları da rahatlatmak için, şokların yeğinliği aşağı çekilir. Hissedeceğiniz elektrik şoku,, hiç de acı verici olmayacak, sadece gıdıklanmaya benzer bir şey yaşayacaksınız denilir.
Bu durumda biricinci grup, acı verici, korkunç bir yaşantıya girmeyi beklerken, öteki grup hafif, korku vermeyen, bir deneye girmeyi beklemeye başlamıştır.
Korku uyarılmasının ardından deneklere, on dakikalık bir gecikmenin olacağını, bu süre içersinde, içinde, masalar, koltuklar, magazinler bulunan odalarda bekleyebilecekleri söylenmiş ve deneklere isterlerse öteki deneklerle birlikte bekleyebileceklerini belirtilmiştir. Bu konuda her deneğe, yalnız mı, yoksa, başkalarıyla birlikte mi beklemek istedikleri sorulmuş ve kayıt tutulmuştur.
Sonuç olarak, korku düzeyi yüksek deneklerin, korku düzeyi düşük deneklerden daha fazla toplumsallık istedikleri görülmüştür.
İnsanların korkularını atmak için paylaşma duygusuyla hareket etmeleri deneyin ilerki safhalarında ortaya çıkmıştır. Neticede yapılan bir deneydir. Ancak korku insan hayatında vardır ve mutedil sınırlarda kaldığı sürece insani bir durumdur. Normal sınırları aştığında ise insan hayatını olumsuz yönde etkiler.
MİLLİ GAZETE
Davranışlarımız yaş periyodine göre değişim gösteren dinamik hareketlerdir. Çocukluk, gençlik, olgunluk ve yaşlılık evrelerinde, davranışlarımız da sürekli hareketlilik halindedir ve süreçle uyumlu bir şekilde işler.
İlk çocukluk döneminde daha çok, refleksler ve içgüdüler aktiftir. Sosyalleşme sürecinde ise, buna öğrenme kabiliyetleri de eşlik eder. Daha sonra çocuk, sosyal hayata açılır ve hayatı burada öğrenir.
İki yedi aylık bir bebek yoğun bir bağlanma dürtüsüne sahip olmaktadır. Etrafındaki herkese benzer tepkiler vermektedir. Kendisini kucaklayan kimselere gülücükler dağıtmakta, sevgi gösteren herkese yakınlık duymaktadır. Bu dönem bebek, sevgi ve şefkat ihtiyacını yoğun bir şekilde yaşamakta, ihtiyaçlarını daha çok ağlama refleksiyle dillendirmektedir. O sadece acıktığında ya da karnı ağrıdığında ağlamaz, sevgi ihtiyacını da ağlayarak ifade eder. Çocuk ,konuşamaz, yürüyemez, ancak, korku ümit, sevgi açlık... gibi temel ihtiyaçlarını refleksleri aracılığıyla dile getirebilir. Bebek büyüdükçe, bu refleksleri biraz daha arkaya atarak, iletişim kurmaya yönelir. Bebeğin ilk dönem yaptığı her şey içgüdüseldir, refleksseldir.
"Bebek daha ilk aylarda bile her sesi çıkarabilme gücüne sahipken büyümekte olduğu sosyal ortam onun çıkarttığı sesleri ilk iki yıl içinde o toplumun konuştuğu dile göre şartlandırır" (Psikolojik yardım ilişkileri, Danışma ve psikoterapi, Prof, Hasan Tan, MEB, 1992, s, 4)
Bilindiği gibi, reflekslerin bir kısmı bedeni korumaya yöneliktir, bir ses işittiğimizde irkilmemiz, başımızı kaldırmamız, elimize sıcak bir şey dokunduğunda hemen geri çekmemiz ...v.s. gibi fiziksel irkilmeler daha çok organizmanın varlığını sürdürmesi için ortaya çıkan birer işleyiş mekanizmasıdır. Ancak içgüdüler, ya ihtiyaca karşı bir arayıştır , ya da insanın korunmasına yönelik itkilerdir. Bu itkiler, merak, inanma, sevmek, endişe, hüzün, neşe...gibi duygularla ortaya çıksa da, bunlar arasında en fazla tanıdığımız korku, ümit ve vicdan potansiyelimizdir. Bu donanımların kaynağı içimizdedir, ihtiyaç hasıl olduğunda ortaya çıkarlar.
Refleksleri tetikleyen duygularımız
Korku, insanın en temel reflekslerinden biridir ve ölümle yaşam arasında sürekli korumaya ve korunmaya yönelik bir tepkime olarak varlığını sürdürmektedir. Korku refleksli ilk çocukluk döneminde daha barizdir, çocuk bir ses işittiğinde irkilir, ağlar, annesini ister. Çocuktaki korku daha ziyade korunma ihtiyacıyla ortaya çıkar fakat, olgun bir insanın korkuları, onun hayat felsefesi, hayalleri, beklentileri kadar komplekstir, çok yönlüdür.
Korku bir duygu türü olarak her insanda vardır ancak, yansıması ve ortaya çıkışı kişinin mizacına, inancına, kişilik yapısına göre değişir. Özgüven eksikliği yaşayan bir kişinin en büyük korkusu başkaları tarafından küçük düşürülmekken, bir Allah dostunun korkusu Allah'ın rızasına uygun bir yaşam sürüp sürmediği konusundadır. Hayatta tek istediği para kazanmak olan bir kimsenin korkusu parasını kaybetmektir, güzelliğiyle övünen bir kadının korkuları ise, yaşlanmak ve çirkinleşmektir.
Kimi zaman, korku bir uyarı sinyali olarak ortaya çıkar ve kişinin fiziksel varlığına dair bir tehlike olduğunda organizmayı harekete geçirir. Sözgelimi, korktuğunuz için köpekten uzaklaşır ve ısırılmaktan kurtulursunuz. Ya da bir kavga mahallinden geçerken yolunuzu değiştirir ve kavgadan gelecek bir zarardan korunursunuz. Korku duygusu, eğer patolojik bir vakıaya dönüşmemişse, içinizde her an mevcut bulunan koruyucu bir mekanizma olarak varlığını sürdürmekte ve size yardımcı olmaktadır.
Schachter " korku duygusu yüksek insanlar korku duygusu düşük olanlardan daha toplumsaldır" diyerek korkunun sonuç olarak insanları bir arada tuttuğunu toplumsallaştırdığını ileri sürer. Scharhter'in korku deneyi şöyledir.
Schachter'in korku deneyi
Denekler iki gruba ayrılır. Deneklere bir araştırma için, kendilerine şok verileceği söylenir.
Birinci gruba öteki gruptan daha fazla korku vermek istenmektedir. Yüksek korku grubu olan, bu deneklere, "size verilecek şok çok acı verir, bu araştırmanın insanlara faydalı olması için, şokların şiddetli olması gerekir, o yüzden şoklar oldukça şiddetli olacak" denir. Deneklere, korkutucu ve acı verici bir deneye girmekte oldukları duygusu verilir.
İkinci grup düşük korku düzeyine göre kurgulanmıştır. Onları da rahatlatmak için, şokların yeğinliği aşağı çekilir. Hissedeceğiniz elektrik şoku,, hiç de acı verici olmayacak, sadece gıdıklanmaya benzer bir şey yaşayacaksınız denilir.
Bu durumda biricinci grup, acı verici, korkunç bir yaşantıya girmeyi beklerken, öteki grup hafif, korku vermeyen, bir deneye girmeyi beklemeye başlamıştır.
Korku uyarılmasının ardından deneklere, on dakikalık bir gecikmenin olacağını, bu süre içersinde, içinde, masalar, koltuklar, magazinler bulunan odalarda bekleyebilecekleri söylenmiş ve deneklere isterlerse öteki deneklerle birlikte bekleyebileceklerini belirtilmiştir. Bu konuda her deneğe, yalnız mı, yoksa, başkalarıyla birlikte mi beklemek istedikleri sorulmuş ve kayıt tutulmuştur.
Sonuç olarak, korku düzeyi yüksek deneklerin, korku düzeyi düşük deneklerden daha fazla toplumsallık istedikleri görülmüştür.
İnsanların korkularını atmak için paylaşma duygusuyla hareket etmeleri deneyin ilerki safhalarında ortaya çıkmıştır. Neticede yapılan bir deneydir. Ancak korku insan hayatında vardır ve mutedil sınırlarda kaldığı sürece insani bir durumdur. Normal sınırları aştığında ise insan hayatını olumsuz yönde etkiler.
MİLLİ GAZETE