neslinur
Sat 30 January 2010, 08:14 pm GMT +0200
Reddü´l Muhtar / Ölü Arazi
ÖLÜ ARAZİLERİ İHYÂ ETMEK BAHSİ
METİN
Bu kitabın daha önceki kitapla olan ilgisi, burada da mekrûh olan ve olmayanlar gruplarına dahil
konuların yer alması şeklinde olduğu ümit edilir.
Hayat iki ceşittir:
A) Hâsse. Yani hisseden.
B) Nâmiye.
Burada «nâmiye» olan hayattan söz edeceğiz.
Bunun «mevât» diye adlandırılmasının sebebi onunla menfaatlerine imkânı olmadığından ve böyle
bir arazi üzerinde bina yapılmakla, ağaç dikmekle, nadasla veya sulamak suretiyle ihyâ
edilebilmesindendir.
Bir müslüman veya zimmînin, kendisinden yararlanılmayan bir araziyi ihyâ edebilmesi için, ihyâ
edilecek bu arazinin, köyün en ücrâ köşesinde durup sesi gür olan bir kimse bağırdığı zaman, o
arazide sesi işitilmeyecek kadar köyden uzak olması gerekir. Onu ihyâ eden müslüman veya zimmî,
Ebû Yûsuf´un katında ona sahip olur. Çünkü mülk olduğu takdirde mevât sayılmaz.
Eğer sahibi bilinmiyorsa lukata hükmüne geçer, orada tasarruf İmamındır. Eğer sahibi ortaya
çıkarsa sahibine iade edilir.
Eğer ziraat etmek suretiyle eksilmişse eksikliği de tazmin edilir. Bu görüş El-Muhtâr ve başka
kitaplarda yer aldığına göre, en seçkin görüştür. İmam Muhammed ise, köylülerin ondan
yararlanmaması şartına itibar etmiştir. Üç İmam da (yani Mâlik, Şâfiî, İbn Hanbel) böyle demişlerdir.
Ben derim ki: Bu görüş rivâyetin zâhiridir ve bununla fetvâ verilir. Zekâtu´l-Kübrâ´da da böyledir.
Bunu El-Kuhistâni zikretti. El-Burcundî de El-Mansûriye´den o da Kadıhân´dan böyle rivâyet ederler
ve fetvânın İmâm Muhammed´in kavli üzere olduğunu söylerler. Şurunbulâli´nin bunu nasıl
zikretmediğine hayret edilir. Hıfzedilsin.
Eğer bu hususta İmam kişiye izin vermişse araziyi ihyâ eder ve ona mâlik olur. İmâmeyne göre ise
harabe araziye kişi, İmamın izni olmadan da mâlik olur. Tabii bu da eğer kişi müslümansa böyledir.
Eğer müslüman değilse, zımmîyse, ittifakla İmamın izin vermesi şart koşulmuştur. Eğer kişi emanla
girmiş kimselerdense hiç bir zaman müslüman memlekette bir araziye sahip olamaz. Burada bütün
âlimler ittifak etmişlerdir. Kuhistânî.
Eğer kişi bir araziyi ihyâ ettikten sonra terkederse veya başkası gelip onu ekerse en sıhhatli görüşe
göre birincisi o araziye daha müstahaktır.
İZAH
«Mevât» kelimesi «sehâb» ve «ğarâb» kelimesi gibidir. «Ruhsuz nesneler» veya sahibi olmayan bir
arazi manasınadır. Kâmûs.
El-Muğrib adlı kitapta «mevât», harap arazi demektir. Mamur arazinin zıddıdır, denilmektedir.
El-Mısbâh´ta mastarla isimlendirmek türünden değerlendirmiştir. Çünkü «mevât» kelimesi aslında,
tıpkı «mevt» kelimesi gibi mastardır. «Mevât» kelimesinin lugavî tarifi budur. Şerhte bazı kayıtlar
ilâve edilmiştir ki, onlar da zikredilecektir.
El-İnâye sahibi dedi ki:
«İnsanların gıda maddelerinin bolluğuna sebep olması onun güzelliklerindendir. Mevât araziyi ihyâ
etmenin meşrûiyeti Resûlullah´ın şu hâdisiyledir:
«Kim ki ölü bir araziyi ihyâ ederse o yer kendisinindir.»
Şartları yeri gelince zikredilecektir.
Sebebi ise; mukadder olan bekânın ona bağlı olmasıdır.
Hükmü ise, ihyâ edenin onu mülk edinmiş olmasıdır.
«Bu konunun daha önceki konularla onu münasebeti ilh...» sözüne gelince; El-İnâye ve başka
kitaplarda da böyle demişlerdir.
«Hayat iki çeşittir: Birisi hâsse, birisi nâmiye iIh...» sözüne gelince; hayata hissin nispeti mecâzdır.
Çünkü hisseden hayat ile diri olan şahıstır. Hayatın kendisi değildir.
«Çünkü onunla menfaatlenmek yoktur ilh...» sözüne gelince, tıpkı hayvana benzetilmiştir. Çünkü
öldüğü zaman ondan herhangi bir menfaat sağlanmaz. İtkânî.
«Arazinin ihyâsı binâ yapmak iledir ilh...» sözüne gelince; El-İtkânî dedi ki: Mevâtın ihyâsından
maksat, gelişen hayata sebep olmaktır.»
«Kendisinden faydalanılmayan ilh...» Su kesilmiş veya su basmış veya kum kaplamış veya çorak
olduğu için kendisinden yararlanılmayan bir araziyi bir müslüman veya zımmî ihyâ ederse, başka
bir müslüman veya zımmînin de malı değilse, uzak olsa, İmamın izni de varsa onun mülkü olur. Bu
kayıt ile müslümanların muhtaç olduğu tuzluk benzeri araziler, tarifin dışında kalmış oluyor. Nitekim
bu husus daha ileride gelecektir.
«Eğer o arazi bir müslümanın veya zımmînin mülkü değilse ilh...» kaydıyla, vakfedilmiş ve harap
olmuş arazilerin ihyâsının caiz olmadığı öncelikle bilinmiş oldu. Remlî. Sultanî olan arazi de
yakında geleceği gibi böyledir.
«Eğer mülk ise ilh...» Yani belli bir kimsenin mülkü ise mevât da sayılmaz, ihyâ da edilemez.
«Eğer sahibi bilinmezse o lukatadır ilh...» El-Multeka´da dedi ki: «Mevât öyle bir arazidir ki, ister Adî
olsun, ister İslâm´da memlûk olsun ondan yararlanılmaz. Onun ister müslüman ister zımmî olsun
muayyen bir sahibi yoktur. İmâm Muhammed´e göre eğer o arazi İslâm´da mülk edinilmişse mevât
sayılamaz.»
Bunun benzeri Ed-Dürer, El-lslâh, Kudûrî ve El-Cevhere´de de vardır.
«Adî» sözüyle Âd zamanından beri harapmışçasına işaret edilmek istenmiştir. Bununla şârihin
El-Minah ve Şerhu´l-Mecmâ´a tabi olarak kullandığı ifadelerin aynı zamanda Kenz ve El-Vikâye gibi
metinlerin de ibaresi olduğu anlaşılmış oldu. Bu, İmam Muhammed´in de görüşüdür.
El-Hulâsa´da şu hüküm yer almaktadır:
«Buhârâ arazisi mevât sayılmaz. Çünku onlar taksime glrmlştlr ve İslâm´da bilinen en uzak
sahlplerlne veya varislerine tasorruf hakkı ve-rllir. Eğer bilinmezse tasarruf hâkime aittir.
Zeylâî dedi ki: «Kudûrî İslâm´daki sahibi bilinmeyen arazileri mevât araziler arasında saymıştır.
Çünkü bunun hükmü mevâtın hükmü gibidir. Yani imâm bunlarda mevâtta tasarruf ettiği gibi
tasarruf eder. Yoksa bunlar hakiki anlamıyla mevât değildirler.»
Bunun zarihinden anlaşılıyor ki, hakiki anlamda bir ihtilâf yoktur. Düşün.
«Eğer eksik olmuş ise eksiğini tazmin eder ilh...» Yani Hidâye´de yer aldığı gibi onu ekenler eksiğini
tazmin ederler.
«Mamur olan yerin en ücrâ köşesinde durur ilh...» ibaresi yani evler tarafından durur. İmar edilmiş
araziler tarafından değil. Kuhistânî, Tecnîs´ten.
«Cehûrî sesi» ise «yüksek sesli» demektir. Kâmûs.
«Ona mâlik olur ilh...» sözü, «ihyâ ettiği bir yerin rakabesine başkaları değil kendisi malik olur»
ifadesinin cevabıdır. Ebû Yûsuf´a göre eğer yarıdan fazlasını ihyâ etmiş ise, bütün araziyi ihyâ etmiş
demektir. Durru Müntekâ.
İmâm Muhammed; «Eğer mevât arazi ihyâ ettiklerinin ortasında kaIırsa o zaman ihyâ etmesi hepsini
kapsamış olur. Eğer bir köşede kalırsa ihyâ edilmiş hükmüne girmez.» diyor. Tatarhâniye.
Orada öşür vacip olur. Çünkü müslümana harâç yüklemekle başlamak câiz değildir. Ancak onu
harâç suyu ile sulandırırsa mesele değişir. Hidâye.
«El-Muhtâr´da ve başkalarında yer aldığına göre: Bu, tercih edilen sözüdür ilh...» Yani o zikredilen
uzaklık şartı en seçkin görüştür. Çünkü zâhire göre köye yakın olan kısımdan köy halkı mutlaka
yararlanır. Binâenaleyh hükümde bu durum esas alınır. Hidâye.
«İmâm Muhammed köy halkının irtifakı olmaması şartını dikkate almıştır ilh...» Hulâsası şudur:
İmam Muhammed ister uzak olsun, ister yakın olsun menfaatlenmenin hakikatini hükme esas
almıştır.
«Şurunbulâlî´nin bunu nasıl zikretmediğine hayret edilir ilh...» Yani fetvâya esas olan, zâhir rivâyet
oluşunu zikretmeyip bunun yerine: «Muhammed´den rivâyet edilmiştir» tabirini kullanır. Halbuki
kendisi açıkça «birinci görüş daha seçkindir» diyor. Bu ise hayret edilecek bir durumdur. Çünkü
fakîhler dediler ki: «Zâhir rivâyete muhâlefet eden hüküm, bizim arkadaşlarımızın mezhebi değildir.»
Hele «Bihî yuftâ (onunla fetvâ verilir)» lâfzı gelirse bu lâfız tasrih edilen lâfızların en kuvvetlisi
demektir. Anla.
«Eğer îmâm ihyâ edene îhyâ konusunda izin vermişse ilh...» Hâkim ise velâyet konusunda İmam
yerine sayılır. Tatarhâniye, En-Nâtifî´den.
Tatarhâniye´de Kitâbu´l-İhyâ´dan biraz önce şu mesele vardır: «Semerkandî´ye; Bir kişi Mevât
araziyi, ihyâsı için bir başkasını vekil tutsa, acaba bu ihyâ edilen arazi vekilin midir? Nitekim bir kişi
odun getirmek, ot getirmek hususunda vekil ettiği zaman onlar müvekkilin değil de vekilin olur.
Veya bu arazi diğer tasarruflarda olduğu gibi müvekkilin midir? Semerkandî: «Eğer İmam
müvekkile ihyâ için izin vermişse, arası müvekkilin malı olur.» dedi.»
«İmamın yani devtet başkanının izni olmadan da mevât araziyi ihyâ eden onu mülk edinir,
demişlerdir ilh...» Bu ihtilâftan bir takım meseleler çıkar ki, bazıları da şunlardır:
İmam bir kişiye ölü bir araziyi ihyâ etmesini emretse; fakat ondan yararlanmakla birlikte o arazi
kendi mülkü olmayacaktır, şartını koşsa: o kişi de emre binâen araziyi ihyâ etse, Ebû Hanîfe´ye göre
o kişi mezkûr arazinin mâliki olamaz. Çünkü bu şart Ebû Hanîfe´ye göre sahihtir. İmâmeyne göre
ise, o arazi söz konusu kişinin mülkü olur. İmamın şartına itibar edilmez.
İhtilâf noktası; cehâletten dolayı izin isteme terk edildiği zaman ile ilgilidir. Fakat İmamı (devlet
başkanını) kale almaksızın izin isteme terk edilirse, İmam zecren o mülkü ondan geri alabilir. Bu
hüküm El-Mekkî tarafından ifade edilir. Yani burada ittifak vardır. T.
İmamın (Ebû Hanîfe´nin) sözü tercih edilen sözdür. Bunun için El-Hâniye ve El-MuIteka´da adetleri
olduğu üzere, imâmın sözü takdim edildi. Et-Tahâvî de bununla hükmetti, metinler de bunun
üzerindedir.
Burada şu nokta kaldı: Acaba lahik, yani sonradan izin kâfi gelir mi? işte ben bunun hükmünü
görmedim.
«En sıhhatli görüşe göre, ilk ihyâ eden o araziye daha müstehaktır ilh...» sözüne gelince; çünkü o
ilk sahip ihyâ etmek suretiyle arazinin rakabesini mülk edinmiştir. Bunun delili de hadîste «mülkiyet
lam»nın geçmesidir. Binaenaleyh terketmekle o arazi onun mülkünden çıkmaz. Bazıları da; «İkincisi
bu araziye daha mustehaktır, çünkü birincisi onun menfaatini mülk edinmiştir, rakabesini değil»
diyorlar.
METİN
Kim ölü bir araziyi ihyâ ederse, sonra aynı arazinin dört tarafı başkaları tarafından ihyâ edilirse, bu
da arka arkaya meydana gelirse birinci kişinin yolu dördüncü kişinin arazisinden geçecektir.
Kim bir araziyi tasarrufu altına alırsa, yani başkasının o araziyi ihyâ etmesine mani olursa, bunu da
taş veya başka şeylerden nişanlar dikmek suretiyle yaparsa, sonra da onu üç sene ihmal ederse, o
arazî başkasına verilir. Üç seneden önce olursa, o araziye en müstahak, -onu mülk edinmez ise de-
onun etrafını çeviren kişidir. Çünkü araziyi ancak ihyâ etmek suretiyle mülk edinebilir. Tamîr ise,
sadece nişanlar koymak suretiyledir.
Eğer araziyi nadas yaparsa veya arazi üzerinde seli çevirecek şekilde duvar yaparsa veya arazinin
içinde bir nehir yolu açarsa ya da ona tohum ekerse bu, araziyi ihyâ etmek demektir. Mebsût.
Meskûn yerlere yakın arazileri ihyâ etmek caiz değildir. Belki orası meskûn yerlerde oturan
insanlara mera veya harman yeri olarak bırakılır. Çünkü onların oraya taalluk eden hakları vardır.
Onlar mevât yani ölü arazi sayılmaz. Odunluk yer olsa da böyledir.
Bil ki: İmam (devlet başkanı)nın müslümanların muhtaç olduğu zahirî madenleri başkasına iktâ
olarak verme yetkisi yoktur. Bu zahiri madenlerden maksad Cenab-ı Hakk´ın yerin özünde koymuş
olduğu ve cevheri açıkta bulunan madenlerdir. Tuz, Sürme, katran ve neft (petrol) maddeleri gibi.
İZAH
«Kişinin ihyâ ettiği arazinin dört tarafında dört kişi arka arkaya arazi ihyâ ederlerse ilh...» Eğer ihyâ
ettiği arazinin dört tarafını da bir tek kişi ihyâ ederse o zaman istediği taraftan yol açarak arazisine
gidebilir. T.
Ben derim ki: Bu mesele eğer arazinin dört tarafını ihyâ etmek, bir tek kişiden arka arkaya olursa
yine böyledir. Yani dördüncü defada ihyâ ettiği araziden yol vermek, yolunu açmak mecburiyeti
yoktur. İstediği taraftan açar. Acaba hükmün burada da aynı şekilde bir nakle ihtiyacı var mıdır?
Gelecek ta´lîlden (yani nedene bağlamaktan) anladığım şudur ki: Bir tek kişi de o dört kişi gibidir.
Düşün.
«Arka arkaya, (peşpeşe) ilh...» kaydından anlaşılıyor ki, eğer dört kişi beraber, aynı anda, onun ihyâ
ettiği arazinin dört tarafını ihyâ ederlerse, o taktirde istediği kişinin arazisinden yolunu açar.
Zahîriye.
«Dördüncü kişinin arazisinden yolunu açar ilh...» Çünkü dördüncü kişi onun hakkını iptal etmek
azminde bulunmuştur. Diğer taraftan o birinci, ikinci ve üçüncü kişilerin ihyâsına sükût ettiği
zaman, dördüncü taraf ona tabii yol alarak kaldı. Dördüncü kişi o yolu ihyâ etti mi, mana
bakımından kendisinin yolu olan bir yeri ihyâ etmiş oluyor. Binâenaleyh dördüncü kişinin ihyâ ettiği
yer, onun yoludur. Kifâye ve İnâye.
«Kim ki bir araziyi tahcîr ederse ilh...» «Tahcîr» manasını ifade eden «haccere» kelimesi, tahfifle de
yani «hacere» tarzında da okunabilir. Çünkü bundan maksat, başkasını o araziyi ihyâ etmesinden
menetmektir.
El-Mebsût´ta der ki:
«Bu kelime men (alıkoymak) manasına gelen «hicr»den türemiştir. Çünkü kişi ölü bir yerde
herhangi bir alâmet dikerse sanki o kişi o yeri başkası tarafından ihyâ edilmekten menetmiş oluyor.
Bundan dolayı da bu kişinin yaptığına «tahcîr» ismi veriliyor.» Şelebî, El-Müctebâ´dan. T.
«Taş veya benzeri şeyleri koymak ilh...» Gâyetu´l-Beyân´da denildi ki: «Bir araziyi hicr altına almak,
dört tarafına taş koymakla olur. Diken ve biçilmiş otların üzerlerine toprak koymak suretiyle de
bendi -yani su bendini- tamamlamasa dahi olur. Arazinin etrafında kuru ağaç dallarını toprağa
gömerse, arazide otları temizlerse veya arazideki diken ve otları yaktığı zaman da hüküm böyledir.»
Kuyu maksadıyla bir zira veya iki zira eşmiş ise, o kuyu onun olur. Sonuncusu hakkında bir haber
vârid olmuştur. Hidâya.
«Sonra kişi böyle bir yeri üç sene ihmal ederse başkasına verilir ilh...»
Çünkü bu bir tehcirdir. Bu ise ihyâ sayılmaz. Hatta bu kişiden bir başkası giderek, üç seneden daha
önce de o araziyi ihyâ ederse, arazi ikincinin mülkü olur. Fakat mekrûhtur. Çünkü bu tıpkı
başkasının alışverişi üzerine alışveriş gibidir. Üç sene ile takdir etmek, Hz. Ömer (R.A.) dan rivâyet
edilmektedir. Hz.Ömer buyurdular:
«Bir araziyi nişanlandıran, belirten bir kişi için üç seneden sonra herhangi bir hak yoktur.» Durru
Muntekâ.
«Her ne kadar ona mâlik olmuyorsa da ilh ..» Hidâye´de olduğu gibi en sıhhatli görüş de budur.
Şeyhu´l-İslâm dedi ki:
«Bu El-Kuhistânî´de yer aldığı gibi üç seneye kadar onun muvakkat bir mülkü oluyor.»
Şeyhu´l-İslâm´ın bu görüşüne binâen, eğer üç sene içerisinde başkası gelip o yeri ihyâ ederse o yer,
bu ikincinin mülkü olamaz. Nitekim bu durum El-İnâye adlı kitapta da bu şekilde ifade edilmiştir.
Ama birinci görüş daha önce söylediğimiz gibi tam bunun tersidir.
«Eğer araziyi nadas yaparsa ilh...» Zeylaî böyle dedi. Sonra Zeylaî şunları da ilâve etti:
«El-Hidâye´de zikredildi ki: Eğer kişi araziyi nadas yapar ve sulandırırsa İmam Muhammed´den
gelen rivâyete göre bu kişi o araziyi ihyâ etmiş sayılır. Eğer nadas veya sulandırmadan birisini
yaparsa tahcîr olur. Eğer su arkları açmakta beraber sulama da yaparsa iki fiil mevcut olduğundan
bu durum o araziyi ihyâ anlamına gelmektedir. Eğer arazinin etrafını çevirirse ve sel basmasın diye
bent duvarlarını yaparsa bu da araziyi ihyâ etmek demektir. Çünkü bu da binâ türündendir. Araziye
tohum ektiği zaman da durum böyledir.»
Ben derim ki: El-Hidâye´nin şerhleri Zeylaî´nin söylediklerini daha önce zikrettiler. Onlar fetvâlarda
iki naklin arasını böylece cem ettiler. Fakat bu iki nakilden birisini diğerine tercih eden hiç kimseyi
görmedim.
«Mamûr ve meskûn bir yere yakın olan bir araziyi ihyâ caisz değildir îlh...» Yakınlık kaydı Ebû
Yûsuf´un kavline binâendir. Daha önce de geçti ki, zâhir rivâyette yakınlık ve uzaklığa bakmaksızın
intifâ hakkına itibar edilir. Nitekim bu durumu El-İtkânî de ifade etmiştir.
«Yerin özünde ilh...» ibaresi yerine en vâzih, en belirgin ibâre «yerin bölgelerinde» ibaresidir. T.
Kâmûs´ta «cevher (öz)» kendisinden yararlanılan bir şey çıkartılan her taşa denir. Eşyanın cevheri
ise, eşyanın tabiî durumu demektir.
ÖLÜ ARAZİLERİ İHYÂ ETMEK BAHSİ
METİN
Bu kitabın daha önceki kitapla olan ilgisi, burada da mekrûh olan ve olmayanlar gruplarına dahil
konuların yer alması şeklinde olduğu ümit edilir.
Hayat iki ceşittir:
A) Hâsse. Yani hisseden.
B) Nâmiye.
Burada «nâmiye» olan hayattan söz edeceğiz.
Bunun «mevât» diye adlandırılmasının sebebi onunla menfaatlerine imkânı olmadığından ve böyle
bir arazi üzerinde bina yapılmakla, ağaç dikmekle, nadasla veya sulamak suretiyle ihyâ
edilebilmesindendir.
Bir müslüman veya zimmînin, kendisinden yararlanılmayan bir araziyi ihyâ edebilmesi için, ihyâ
edilecek bu arazinin, köyün en ücrâ köşesinde durup sesi gür olan bir kimse bağırdığı zaman, o
arazide sesi işitilmeyecek kadar köyden uzak olması gerekir. Onu ihyâ eden müslüman veya zimmî,
Ebû Yûsuf´un katında ona sahip olur. Çünkü mülk olduğu takdirde mevât sayılmaz.
Eğer sahibi bilinmiyorsa lukata hükmüne geçer, orada tasarruf İmamındır. Eğer sahibi ortaya
çıkarsa sahibine iade edilir.
Eğer ziraat etmek suretiyle eksilmişse eksikliği de tazmin edilir. Bu görüş El-Muhtâr ve başka
kitaplarda yer aldığına göre, en seçkin görüştür. İmam Muhammed ise, köylülerin ondan
yararlanmaması şartına itibar etmiştir. Üç İmam da (yani Mâlik, Şâfiî, İbn Hanbel) böyle demişlerdir.
Ben derim ki: Bu görüş rivâyetin zâhiridir ve bununla fetvâ verilir. Zekâtu´l-Kübrâ´da da böyledir.
Bunu El-Kuhistâni zikretti. El-Burcundî de El-Mansûriye´den o da Kadıhân´dan böyle rivâyet ederler
ve fetvânın İmâm Muhammed´in kavli üzere olduğunu söylerler. Şurunbulâli´nin bunu nasıl
zikretmediğine hayret edilir. Hıfzedilsin.
Eğer bu hususta İmam kişiye izin vermişse araziyi ihyâ eder ve ona mâlik olur. İmâmeyne göre ise
harabe araziye kişi, İmamın izni olmadan da mâlik olur. Tabii bu da eğer kişi müslümansa böyledir.
Eğer müslüman değilse, zımmîyse, ittifakla İmamın izin vermesi şart koşulmuştur. Eğer kişi emanla
girmiş kimselerdense hiç bir zaman müslüman memlekette bir araziye sahip olamaz. Burada bütün
âlimler ittifak etmişlerdir. Kuhistânî.
Eğer kişi bir araziyi ihyâ ettikten sonra terkederse veya başkası gelip onu ekerse en sıhhatli görüşe
göre birincisi o araziye daha müstahaktır.
İZAH
«Mevât» kelimesi «sehâb» ve «ğarâb» kelimesi gibidir. «Ruhsuz nesneler» veya sahibi olmayan bir
arazi manasınadır. Kâmûs.
El-Muğrib adlı kitapta «mevât», harap arazi demektir. Mamur arazinin zıddıdır, denilmektedir.
El-Mısbâh´ta mastarla isimlendirmek türünden değerlendirmiştir. Çünkü «mevât» kelimesi aslında,
tıpkı «mevt» kelimesi gibi mastardır. «Mevât» kelimesinin lugavî tarifi budur. Şerhte bazı kayıtlar
ilâve edilmiştir ki, onlar da zikredilecektir.
El-İnâye sahibi dedi ki:
«İnsanların gıda maddelerinin bolluğuna sebep olması onun güzelliklerindendir. Mevât araziyi ihyâ
etmenin meşrûiyeti Resûlullah´ın şu hâdisiyledir:
«Kim ki ölü bir araziyi ihyâ ederse o yer kendisinindir.»
Şartları yeri gelince zikredilecektir.
Sebebi ise; mukadder olan bekânın ona bağlı olmasıdır.
Hükmü ise, ihyâ edenin onu mülk edinmiş olmasıdır.
«Bu konunun daha önceki konularla onu münasebeti ilh...» sözüne gelince; El-İnâye ve başka
kitaplarda da böyle demişlerdir.
«Hayat iki çeşittir: Birisi hâsse, birisi nâmiye iIh...» sözüne gelince; hayata hissin nispeti mecâzdır.
Çünkü hisseden hayat ile diri olan şahıstır. Hayatın kendisi değildir.
«Çünkü onunla menfaatlenmek yoktur ilh...» sözüne gelince, tıpkı hayvana benzetilmiştir. Çünkü
öldüğü zaman ondan herhangi bir menfaat sağlanmaz. İtkânî.
«Arazinin ihyâsı binâ yapmak iledir ilh...» sözüne gelince; El-İtkânî dedi ki: Mevâtın ihyâsından
maksat, gelişen hayata sebep olmaktır.»
«Kendisinden faydalanılmayan ilh...» Su kesilmiş veya su basmış veya kum kaplamış veya çorak
olduğu için kendisinden yararlanılmayan bir araziyi bir müslüman veya zımmî ihyâ ederse, başka
bir müslüman veya zımmînin de malı değilse, uzak olsa, İmamın izni de varsa onun mülkü olur. Bu
kayıt ile müslümanların muhtaç olduğu tuzluk benzeri araziler, tarifin dışında kalmış oluyor. Nitekim
bu husus daha ileride gelecektir.
«Eğer o arazi bir müslümanın veya zımmînin mülkü değilse ilh...» kaydıyla, vakfedilmiş ve harap
olmuş arazilerin ihyâsının caiz olmadığı öncelikle bilinmiş oldu. Remlî. Sultanî olan arazi de
yakında geleceği gibi böyledir.
«Eğer mülk ise ilh...» Yani belli bir kimsenin mülkü ise mevât da sayılmaz, ihyâ da edilemez.
«Eğer sahibi bilinmezse o lukatadır ilh...» El-Multeka´da dedi ki: «Mevât öyle bir arazidir ki, ister Adî
olsun, ister İslâm´da memlûk olsun ondan yararlanılmaz. Onun ister müslüman ister zımmî olsun
muayyen bir sahibi yoktur. İmâm Muhammed´e göre eğer o arazi İslâm´da mülk edinilmişse mevât
sayılamaz.»
Bunun benzeri Ed-Dürer, El-lslâh, Kudûrî ve El-Cevhere´de de vardır.
«Adî» sözüyle Âd zamanından beri harapmışçasına işaret edilmek istenmiştir. Bununla şârihin
El-Minah ve Şerhu´l-Mecmâ´a tabi olarak kullandığı ifadelerin aynı zamanda Kenz ve El-Vikâye gibi
metinlerin de ibaresi olduğu anlaşılmış oldu. Bu, İmam Muhammed´in de görüşüdür.
El-Hulâsa´da şu hüküm yer almaktadır:
«Buhârâ arazisi mevât sayılmaz. Çünku onlar taksime glrmlştlr ve İslâm´da bilinen en uzak
sahlplerlne veya varislerine tasorruf hakkı ve-rllir. Eğer bilinmezse tasarruf hâkime aittir.
Zeylâî dedi ki: «Kudûrî İslâm´daki sahibi bilinmeyen arazileri mevât araziler arasında saymıştır.
Çünkü bunun hükmü mevâtın hükmü gibidir. Yani imâm bunlarda mevâtta tasarruf ettiği gibi
tasarruf eder. Yoksa bunlar hakiki anlamıyla mevât değildirler.»
Bunun zarihinden anlaşılıyor ki, hakiki anlamda bir ihtilâf yoktur. Düşün.
«Eğer eksik olmuş ise eksiğini tazmin eder ilh...» Yani Hidâye´de yer aldığı gibi onu ekenler eksiğini
tazmin ederler.
«Mamur olan yerin en ücrâ köşesinde durur ilh...» ibaresi yani evler tarafından durur. İmar edilmiş
araziler tarafından değil. Kuhistânî, Tecnîs´ten.
«Cehûrî sesi» ise «yüksek sesli» demektir. Kâmûs.
«Ona mâlik olur ilh...» sözü, «ihyâ ettiği bir yerin rakabesine başkaları değil kendisi malik olur»
ifadesinin cevabıdır. Ebû Yûsuf´a göre eğer yarıdan fazlasını ihyâ etmiş ise, bütün araziyi ihyâ etmiş
demektir. Durru Müntekâ.
İmâm Muhammed; «Eğer mevât arazi ihyâ ettiklerinin ortasında kaIırsa o zaman ihyâ etmesi hepsini
kapsamış olur. Eğer bir köşede kalırsa ihyâ edilmiş hükmüne girmez.» diyor. Tatarhâniye.
Orada öşür vacip olur. Çünkü müslümana harâç yüklemekle başlamak câiz değildir. Ancak onu
harâç suyu ile sulandırırsa mesele değişir. Hidâye.
«El-Muhtâr´da ve başkalarında yer aldığına göre: Bu, tercih edilen sözüdür ilh...» Yani o zikredilen
uzaklık şartı en seçkin görüştür. Çünkü zâhire göre köye yakın olan kısımdan köy halkı mutlaka
yararlanır. Binâenaleyh hükümde bu durum esas alınır. Hidâye.
«İmâm Muhammed köy halkının irtifakı olmaması şartını dikkate almıştır ilh...» Hulâsası şudur:
İmam Muhammed ister uzak olsun, ister yakın olsun menfaatlenmenin hakikatini hükme esas
almıştır.
«Şurunbulâlî´nin bunu nasıl zikretmediğine hayret edilir ilh...» Yani fetvâya esas olan, zâhir rivâyet
oluşunu zikretmeyip bunun yerine: «Muhammed´den rivâyet edilmiştir» tabirini kullanır. Halbuki
kendisi açıkça «birinci görüş daha seçkindir» diyor. Bu ise hayret edilecek bir durumdur. Çünkü
fakîhler dediler ki: «Zâhir rivâyete muhâlefet eden hüküm, bizim arkadaşlarımızın mezhebi değildir.»
Hele «Bihî yuftâ (onunla fetvâ verilir)» lâfzı gelirse bu lâfız tasrih edilen lâfızların en kuvvetlisi
demektir. Anla.
«Eğer îmâm ihyâ edene îhyâ konusunda izin vermişse ilh...» Hâkim ise velâyet konusunda İmam
yerine sayılır. Tatarhâniye, En-Nâtifî´den.
Tatarhâniye´de Kitâbu´l-İhyâ´dan biraz önce şu mesele vardır: «Semerkandî´ye; Bir kişi Mevât
araziyi, ihyâsı için bir başkasını vekil tutsa, acaba bu ihyâ edilen arazi vekilin midir? Nitekim bir kişi
odun getirmek, ot getirmek hususunda vekil ettiği zaman onlar müvekkilin değil de vekilin olur.
Veya bu arazi diğer tasarruflarda olduğu gibi müvekkilin midir? Semerkandî: «Eğer İmam
müvekkile ihyâ için izin vermişse, arası müvekkilin malı olur.» dedi.»
«İmamın yani devtet başkanının izni olmadan da mevât araziyi ihyâ eden onu mülk edinir,
demişlerdir ilh...» Bu ihtilâftan bir takım meseleler çıkar ki, bazıları da şunlardır:
İmam bir kişiye ölü bir araziyi ihyâ etmesini emretse; fakat ondan yararlanmakla birlikte o arazi
kendi mülkü olmayacaktır, şartını koşsa: o kişi de emre binâen araziyi ihyâ etse, Ebû Hanîfe´ye göre
o kişi mezkûr arazinin mâliki olamaz. Çünkü bu şart Ebû Hanîfe´ye göre sahihtir. İmâmeyne göre
ise, o arazi söz konusu kişinin mülkü olur. İmamın şartına itibar edilmez.
İhtilâf noktası; cehâletten dolayı izin isteme terk edildiği zaman ile ilgilidir. Fakat İmamı (devlet
başkanını) kale almaksızın izin isteme terk edilirse, İmam zecren o mülkü ondan geri alabilir. Bu
hüküm El-Mekkî tarafından ifade edilir. Yani burada ittifak vardır. T.
İmamın (Ebû Hanîfe´nin) sözü tercih edilen sözdür. Bunun için El-Hâniye ve El-MuIteka´da adetleri
olduğu üzere, imâmın sözü takdim edildi. Et-Tahâvî de bununla hükmetti, metinler de bunun
üzerindedir.
Burada şu nokta kaldı: Acaba lahik, yani sonradan izin kâfi gelir mi? işte ben bunun hükmünü
görmedim.
«En sıhhatli görüşe göre, ilk ihyâ eden o araziye daha müstehaktır ilh...» sözüne gelince; çünkü o
ilk sahip ihyâ etmek suretiyle arazinin rakabesini mülk edinmiştir. Bunun delili de hadîste «mülkiyet
lam»nın geçmesidir. Binaenaleyh terketmekle o arazi onun mülkünden çıkmaz. Bazıları da; «İkincisi
bu araziye daha mustehaktır, çünkü birincisi onun menfaatini mülk edinmiştir, rakabesini değil»
diyorlar.
METİN
Kim ölü bir araziyi ihyâ ederse, sonra aynı arazinin dört tarafı başkaları tarafından ihyâ edilirse, bu
da arka arkaya meydana gelirse birinci kişinin yolu dördüncü kişinin arazisinden geçecektir.
Kim bir araziyi tasarrufu altına alırsa, yani başkasının o araziyi ihyâ etmesine mani olursa, bunu da
taş veya başka şeylerden nişanlar dikmek suretiyle yaparsa, sonra da onu üç sene ihmal ederse, o
arazî başkasına verilir. Üç seneden önce olursa, o araziye en müstahak, -onu mülk edinmez ise de-
onun etrafını çeviren kişidir. Çünkü araziyi ancak ihyâ etmek suretiyle mülk edinebilir. Tamîr ise,
sadece nişanlar koymak suretiyledir.
Eğer araziyi nadas yaparsa veya arazi üzerinde seli çevirecek şekilde duvar yaparsa veya arazinin
içinde bir nehir yolu açarsa ya da ona tohum ekerse bu, araziyi ihyâ etmek demektir. Mebsût.
Meskûn yerlere yakın arazileri ihyâ etmek caiz değildir. Belki orası meskûn yerlerde oturan
insanlara mera veya harman yeri olarak bırakılır. Çünkü onların oraya taalluk eden hakları vardır.
Onlar mevât yani ölü arazi sayılmaz. Odunluk yer olsa da böyledir.
Bil ki: İmam (devlet başkanı)nın müslümanların muhtaç olduğu zahirî madenleri başkasına iktâ
olarak verme yetkisi yoktur. Bu zahiri madenlerden maksad Cenab-ı Hakk´ın yerin özünde koymuş
olduğu ve cevheri açıkta bulunan madenlerdir. Tuz, Sürme, katran ve neft (petrol) maddeleri gibi.
İZAH
«Kişinin ihyâ ettiği arazinin dört tarafında dört kişi arka arkaya arazi ihyâ ederlerse ilh...» Eğer ihyâ
ettiği arazinin dört tarafını da bir tek kişi ihyâ ederse o zaman istediği taraftan yol açarak arazisine
gidebilir. T.
Ben derim ki: Bu mesele eğer arazinin dört tarafını ihyâ etmek, bir tek kişiden arka arkaya olursa
yine böyledir. Yani dördüncü defada ihyâ ettiği araziden yol vermek, yolunu açmak mecburiyeti
yoktur. İstediği taraftan açar. Acaba hükmün burada da aynı şekilde bir nakle ihtiyacı var mıdır?
Gelecek ta´lîlden (yani nedene bağlamaktan) anladığım şudur ki: Bir tek kişi de o dört kişi gibidir.
Düşün.
«Arka arkaya, (peşpeşe) ilh...» kaydından anlaşılıyor ki, eğer dört kişi beraber, aynı anda, onun ihyâ
ettiği arazinin dört tarafını ihyâ ederlerse, o taktirde istediği kişinin arazisinden yolunu açar.
Zahîriye.
«Dördüncü kişinin arazisinden yolunu açar ilh...» Çünkü dördüncü kişi onun hakkını iptal etmek
azminde bulunmuştur. Diğer taraftan o birinci, ikinci ve üçüncü kişilerin ihyâsına sükût ettiği
zaman, dördüncü taraf ona tabii yol alarak kaldı. Dördüncü kişi o yolu ihyâ etti mi, mana
bakımından kendisinin yolu olan bir yeri ihyâ etmiş oluyor. Binâenaleyh dördüncü kişinin ihyâ ettiği
yer, onun yoludur. Kifâye ve İnâye.
«Kim ki bir araziyi tahcîr ederse ilh...» «Tahcîr» manasını ifade eden «haccere» kelimesi, tahfifle de
yani «hacere» tarzında da okunabilir. Çünkü bundan maksat, başkasını o araziyi ihyâ etmesinden
menetmektir.
El-Mebsût´ta der ki:
«Bu kelime men (alıkoymak) manasına gelen «hicr»den türemiştir. Çünkü kişi ölü bir yerde
herhangi bir alâmet dikerse sanki o kişi o yeri başkası tarafından ihyâ edilmekten menetmiş oluyor.
Bundan dolayı da bu kişinin yaptığına «tahcîr» ismi veriliyor.» Şelebî, El-Müctebâ´dan. T.
«Taş veya benzeri şeyleri koymak ilh...» Gâyetu´l-Beyân´da denildi ki: «Bir araziyi hicr altına almak,
dört tarafına taş koymakla olur. Diken ve biçilmiş otların üzerlerine toprak koymak suretiyle de
bendi -yani su bendini- tamamlamasa dahi olur. Arazinin etrafında kuru ağaç dallarını toprağa
gömerse, arazide otları temizlerse veya arazideki diken ve otları yaktığı zaman da hüküm böyledir.»
Kuyu maksadıyla bir zira veya iki zira eşmiş ise, o kuyu onun olur. Sonuncusu hakkında bir haber
vârid olmuştur. Hidâya.
«Sonra kişi böyle bir yeri üç sene ihmal ederse başkasına verilir ilh...»
Çünkü bu bir tehcirdir. Bu ise ihyâ sayılmaz. Hatta bu kişiden bir başkası giderek, üç seneden daha
önce de o araziyi ihyâ ederse, arazi ikincinin mülkü olur. Fakat mekrûhtur. Çünkü bu tıpkı
başkasının alışverişi üzerine alışveriş gibidir. Üç sene ile takdir etmek, Hz. Ömer (R.A.) dan rivâyet
edilmektedir. Hz.Ömer buyurdular:
«Bir araziyi nişanlandıran, belirten bir kişi için üç seneden sonra herhangi bir hak yoktur.» Durru
Muntekâ.
«Her ne kadar ona mâlik olmuyorsa da ilh ..» Hidâye´de olduğu gibi en sıhhatli görüş de budur.
Şeyhu´l-İslâm dedi ki:
«Bu El-Kuhistânî´de yer aldığı gibi üç seneye kadar onun muvakkat bir mülkü oluyor.»
Şeyhu´l-İslâm´ın bu görüşüne binâen, eğer üç sene içerisinde başkası gelip o yeri ihyâ ederse o yer,
bu ikincinin mülkü olamaz. Nitekim bu durum El-İnâye adlı kitapta da bu şekilde ifade edilmiştir.
Ama birinci görüş daha önce söylediğimiz gibi tam bunun tersidir.
«Eğer araziyi nadas yaparsa ilh...» Zeylaî böyle dedi. Sonra Zeylaî şunları da ilâve etti:
«El-Hidâye´de zikredildi ki: Eğer kişi araziyi nadas yapar ve sulandırırsa İmam Muhammed´den
gelen rivâyete göre bu kişi o araziyi ihyâ etmiş sayılır. Eğer nadas veya sulandırmadan birisini
yaparsa tahcîr olur. Eğer su arkları açmakta beraber sulama da yaparsa iki fiil mevcut olduğundan
bu durum o araziyi ihyâ anlamına gelmektedir. Eğer arazinin etrafını çevirirse ve sel basmasın diye
bent duvarlarını yaparsa bu da araziyi ihyâ etmek demektir. Çünkü bu da binâ türündendir. Araziye
tohum ektiği zaman da durum böyledir.»
Ben derim ki: El-Hidâye´nin şerhleri Zeylaî´nin söylediklerini daha önce zikrettiler. Onlar fetvâlarda
iki naklin arasını böylece cem ettiler. Fakat bu iki nakilden birisini diğerine tercih eden hiç kimseyi
görmedim.
«Mamûr ve meskûn bir yere yakın olan bir araziyi ihyâ caisz değildir îlh...» Yakınlık kaydı Ebû
Yûsuf´un kavline binâendir. Daha önce de geçti ki, zâhir rivâyette yakınlık ve uzaklığa bakmaksızın
intifâ hakkına itibar edilir. Nitekim bu durumu El-İtkânî de ifade etmiştir.
«Yerin özünde ilh...» ibaresi yerine en vâzih, en belirgin ibâre «yerin bölgelerinde» ibaresidir. T.
Kâmûs´ta «cevher (öz)» kendisinden yararlanılan bir şey çıkartılan her taşa denir. Eşyanın cevheri
ise, eşyanın tabiî durumu demektir.