rray
neslinur
Sat 23 January 2010, 11:17 pm GMT +0200
Reddü´l Muhtar / Miras
FERAİZ KİTABI
ASABELER FASLI
AVL BABI
ZEVİ´L-ERHÂMIN VÂRİS OLMASI BÂBI
SUDA BOĞULANLAR YANANLAR VE DAHA BAŞKALARI KAKKINDAKİ FASIL
MÜNASAHA FASLI
MEHARİC BÂBI
FERAİZ KİTABI
M E T İ N
Feraiz, fıkıh ve hesabın asıllarının bilinmesidir kibunlarla haksahiplerinden her birinin terikeden ne
alacağı bilinir.
Araştırmalarla bilinmektedir ki haklar beştir: Çünkü hak ya ölünün hakkıdır, veya ölen kişi
üzerindeki bir haktır (ölenin borcudur) yada ikisi de değildir.
Birincisi ölenin techizidir. İkincisi (ölenin borcu) ya zimmete taalluk eder ki bu mutlak borçtur yada
zimmete tealluk etmez ki bu da ayna tealluk edendir. Üçüncü hak da, ya ihtiyarîdir ki bu vasiyettir;
veya zarûridir ki bu da mirastır.
Bu konuya feraiz denilmesinin sebebi; ALLAH Teâlânın bu taksimi bizzat kendisinin yapması ve bunu
güneşi ile gündüzü aydınlatması gibi açıklamasıdır. Bundan dolayı Resulullah (s.a.v.) feraizi «ilmin
yarısı» olarak isimlendirmiştir. Zira bu ilim, başka bir şey ile değil, nass ile sâbittir. Feraiz dışındaki
ilimlerse bazen nass ile bazen de kıyas ile sabittir.
Bazı âlimlere göre ise, «feraiz»a ilmin yarısı denilmesinin sebebi, feraizin ölüme tealluk etmesidir.
Diğer ilimler ise hayata tealluk eder. Yahutta ferâiz zarurete, diğerleri ise isteğe bağlı olduğu için
böyle denilmiştir.
Hayatta olanın mirascılığı, canlıdan mıdır yoksa ölüden ml? Mütemed olan ikincisidir. Vehbâniye
Şerhi.
ölen kişinin rehin, cinayet işleyen köle, ticarete izinli borçlu köle. kıymeti karşılığı hapsedilmiş olan
satılmış köle ve kiraya verilen ev gibi başkasının hakkının taallukundan hali olan terikesinden, önce
techizine başlanır, ki bu kefeni de içine alır. Techiz, fazla kısmâdan ve tebzîr etmeden yapılmalıdır.
Yukarıda sayılanların tekfinden önce gelmesi; bunların mal henüz terike olmadan önce mala taalluk
etmelerinden dolayıdır. Kefenleme sünnet vechile ve hayatında giydiği elbise miktarı ile olmalıdır.
Eğer kefeni telef olursa, cesedi bozulup dağılmadan Önce olursa tekrar kefenlenir. Bu kefenlerin
hepsi malın tamamından çıkarılır.
İ Z A H
Ferâiz´in, vasiyetin hemen ardından zikredilmesi, vasiyetin mirasın benzeri olup, ölüm hastalığında
vâki olmasıdır. Miras ölümden sonra taksim edilir. Onun için ferâiz vasiyetten sonra zikredilmiştir.
Ferâiz, «farîza»nın çoğunludur. Farîza da; mükellef üzerine farz olan şey manasınadır.
Develerin ferâizi yirmibeş devede bir binti mehâz (iki yaşına girmiş deve) gibi, farz olandır.
Takdir olunan her şeye «ferâiz» denilir, Bundan dolayı da, vârislerin hisselerine feraiz denilmiştir.
Çünkü o hisseler sâhipleri için takdir edilmişlerdir.
Miras meseleleriyle ilgili olan ilme «İlm-i ferâiz» denilir. Bu ilmi bilen kişiye de; «ferizî, fâriz» veya
«ferâiz» denilir. Muğrib.
«Ferâiz fıkıh ve hesabın asıllarının bilinmesidir.» Yani kaide ve kurallardır ki bunlarla varislerden
herbirinin hakkı yani terikeden hakkı olan meblağ bilinir. Açıktır ki, mirastan mene ve mahrum
etmeye taalluk eden asıllar da, bunlardandır. Hatta bu asıllar bu konuda umdedirler. Zira bunlar
bilinmeden haklar da bilinmez. Bundan dolayı da fakihler, mirastan men ve hacbetmenin asıllarını
iyice bilmeyen kimsenin bir terekeyi taksim etmesinin helâl olmayacağını söylemişlerdir. Bu
asıllara : Vârisin farz sahibi mi, asabe mi yoksa zevil-erhâmdan mı olduğunun bilinmesi de girer.
Miras sebeplerini çarpmayı, tashihi, avli, reddi ve diğerlerini bilmek de bu asıllardandır. Anla.
Ferâizden murad, yukarda geçtiği gibi, takdir olunmuş hisseleridir. O halde asabeler ve zevil-erhâm
da ferâize dahildirler. Çünkü onların hisseleri açıkça olmuşsa da yine de takdir olunmuştur.
Feraizin mevzuu: terikelerdir.
Ferâizin gayesi, hak sahiplerine haklarının iletilmesidir. Ferâizin rükünleri üçtür; varis, mûris ve
mûres (terike). Ferâizli şartları da üçtür:
1 - Murisin hakikaten veya mefkûd gibi hükmen yada gurresi olan cenin gibi-takdiren ölmesi,
2 - Öldüğü zaman, hakikaten veya - anne karnındaki cenin gibi- takdiren, hayatta varisinin
bulunması,
3 - İrs cihetinin bilinmesidir, İrsin sebepleri ve manîleri ise ileride gelecektir.
Ferâizin kaynakları üçtür: 1 - Kitab, 2 - Anneanneye verilecek miras hususunda Muğîre ve İbn
Seleme´nin şahitlikleri ile sabit olan sünnet (1), 3 - Babaannenin mirası konusundaki icmadır. Bu
icmâda, Ömer (r.a.)´ın ictihadı üzerine gerçekleşmiştir, umumî icmâa dahildir. Babaannenin aldığı
mirasın kıyasa göre olduğunu zannedenlerin hilafına, miras bahsinde kıyas yoktur. Onun cevabını
ve feraizin bu asıllardan çıkartıldığını da biliyorsa. Bu, Durru´l-Mülteka´da ifade edilmiştir.
«Bu taksimi ALLAH Teâlânın ilh...« Zeylaî´nin de dediği gibi «takdir etmiş olması» deseydi daha iyi
olurdu. Çünkü, «farzın» manası budur.
«... Bizzat kendisi ilh...» Yâni ALLAH Teâla bunun taksimini mukarreb bir meleğe veya göndermiş
olduğu bir nebiye havale etmemiştir. Namaz zekât ve hac gibi diğer hükümler bunun aksinedir.
Çünkü bu hükümlerde nasslar mücmel olup, onları sünnet beyan etmektedir. ALLAH Teâlâ´nın.
«Namazı kılın ve zekâtı verin» ve; «Yoluna gücü yeten herkesin, o eve (gidip) haccetmesi insanlar
üzerinde ALLAH´ın bir hakkıdır» sözleri böyledir...
«Zira bu ilim başka bir şeyle değil, nass ile sabittir». Şârih burada «nass»tan, icmâi da kapsayacak
bir mana kasdetmiştir.»
«Başka bir şey ile değil» sözü ile de kıyastan kaçınmıştır. Zira kıyas verasette cari değildir. Çünkü
ALLAH Teâlâ´nın, vârislerden herhangi birine bir meblağı tahsis etmesinin hikmeti gizli olduğu için
verasette takdir olunanlarda kıyasa yer yoktur. Bu söz, illetin illetîdir. O halde evlâ olan şârihin :
«Veya başka birşey ile değil nass ile sâbit olduğu için» demesiydi. Bu durum da bu söz. ferâize
«ilmin yarısı)» denilmesinin ikinci gerekçesi olurdu.
Bazı âlimler tarafından ise, ferâiza «ilmin yarısı» denilmesi konusunda söylenenlerden başka
şeyler, söylenmiştir.
Bir kısım âlimler ise : «Bu, manası anlaşılamıyan şeylerdendir ve iImin yarısı olduğunu tasdik
ederiz, ama sebebini araştırmayız» demişlerdir.
Bir de bilinmelidir ki; bu anılan vecihler, «yarı» kelimesi ile, bir şeyin iki kısmından birisinin
kastedilmiş olunmasına mebnidir. Çünkü herşeyin iki türü vardır, her iki türün sayıları bir olmasa
bile bunlardan birisi onun yarısıdır. Bunun birçok delili vardır. Meselâ Ahmed b. Hanbel´in rivâyet
ettiği bir hadiste; «temizlik imânın yarısıdır» buyrulmuştur. Araplar «senenin yarısı hazan yarısı
seferdir». Yâni sene, adedleri bir olmasa bile iki zamana ayrılır. Kadı Şureyh´e; «Nasıl sabahladın?
denildiğinde, «Sabahladığımda halkın yarısı bana kızgındı» cevabını vermiştir. Yani halkın bir kısmı
lehinde hüküm verdiği için kendisinden razı olduklarını, bir kısmının da aleyhinde hüküm verdiği
için kendisine kızgın olduklarını kasdetmiştir. Biri şâir de şöyle demiştir: «Öldüğümde halk iki
kısımdır; yarısı sevinir yarısı da yaptıklarımda razı olur.» Mücâhid; «mazmaza ve istişâk abdestin
yarısıdır» demiştir. Yâni abdest iki kısımdır: Biri iç tarafın bir kısmını, diğeri de dışın bir kısmını
temizler. Bunları İbnu Hacer el-Erbaîn şerhi´nde ifade etmiştir.
«Nass ile ilh...» Şârih bununla icmâı da kapsayan nassı murad etmiştir.
«Yahutta ferâiz zarurete ilh...» Yâni mirasın... ihtiyari olanlar ise alış satış hîbenin kabulü ve vasiyet
gibileridir.
«Hayatta olanın varisliği canlıdan mıdır ilh...» Yâni hemen önce hayatının son bölümündemidir?
Birincisi Züfer´in ve Irak ulemâsının ikincisi ise İmameyn´in görüşüdür. Aradaki ihtilâfın sonucu
aşağıda gelecek meselede kendisini gösterir. Şöyle ki; kişi kendisinden başka varisi olmadığı halde
mûrisinin câriyesi ile evlense ve cariyeye «efendin öldüğü zaman hürsün» dese, o zaman birinci
görüşe göre cariye azâd edilir. Zira kişi cariyenin âzâdını ölüme izafe etmiştir. Halbuki cariyenin
mülkîyeti onun için ölümden evvel de sâbittir.
İkinci görüşe göre ise, câriye âzâd olmaz. Çünkü cariyenin mülkü onun için ölümden sonra sabit
olur. Bu, Vehbâniye şerhi´nde ifade edilmiştir.
Bu ihtilafın sonucu şu meselede de görülür: Câriyenin kocası olan vâris, onun talâkını efendisinin
ölümüne bağlasa ; Birinci görüşe göre hemen talâk vâki olur ikinci görüşe göre ise talâk ölümden
sonra vâki olur. Nitekim bu bahsi Sirâciye´den naklen Bîrî´de kati bir ifade ile söylemiştir.
Ben derim ki! Bu ihtilaf ile, meselenin «koca» ile tasvir edilmesinin faydası ortaya çıktı. Öyle
olmasaydı âzâdın taliki evliliğe bağlanmazdı. Düşün.
«Mûtemed olan ikincisidir...» Trablusî de Sekbu´l-Enhur´de mütemed olanın, ikinci görüş olduğunu
söylemiştir. Tatarhâniye´den naklen Durru´l-Mültekâ´da ise birinci görüşe itimad edileceğini
söylemiştir.
«Hakkı taalluk etmeyen ilh...» Bu açıklayıcı bir sıfattır. Zira ıstılahta terike, ölen kimsenin, harhangi
bir aynında başkasının hakkı bulunmadan, geride bıraktığı mallardır. Nitekim Sirâciye şerhlerinde
de böyle denilmektedir.
BiIinmelidir ki: Hatâen öldürme ile vâcip olan diyet, kasdi adam öldürme sonunda yapılan sulh
neticesinde katil ve âkilesinden alınan mal ve maktûlün velilerinden bazılarının affetmeleri ile mala
çevrilen kısas bedeli de terekeye dahil olur. Buna göre bu sûretlerden herhangi birisi ile ele geçen
maldan, ölenin borçları ödenir ve vasiyetleri infaz edilir. Zahire´de de böyledir.
«Rehin... gibi ilh...» Bu başkasının hakkının taalluk ettiği ayn´a misâldir. Öyle ise, kişi birşeyi rehin
verse ve teslim etse, öldüğünde rehin ettiği maldan başka birşey de bırakmasa, mürtehinin borcu
techizinden önce gelir. Eğer mürtehinin borcu ödendikten sonra birşey artarsa o da techîzine
sarfedilir.
«Cinayet işleyen köle ilh...» Yâni köle efendisi hayatda iken cinayet işlese ve efendisinin de ondan
başka malı olmasa, o zaman cinayete maruz kalan kişi o kölede, efendisinden daha çok hak
sahibidir. Ancak kölenin işlediği cinayetin diyeti verildikten sonra köleden birşey artarsa bu,
efendinin olur.
BİR UYARI:
Cinayet işleyen köle rehin bırakılmışsa cinayete uğrayanın hakkı mürtehinin hakkından öncedir.
Çünkü onun hakkı kölenin zimmetinde sâbit olduğu için daha kuvvetlidir. Mürtehinin hakkı ise
râhinin zimmetinde olup, kölenin zimmetine değil, rakabesine müteâlliktir. Bu bahsi Yakup Paşa,
Seyyid Şerif´in Sirâci´ye şerhinin hâşiyesinde zikretmiştir.
«Ticaretle izinli borçlu köle ilh...» Yâni kölenin efendisi ölse ve ondan başkasının davalı olması
halinde; köleden alacaklı olanlar haklarını efendinin techizinden evvel alırlar.
«Kıymeti karşılığı hapsedilmiş olan satılmış köle...» Şöyle ki: Bir kişi bir köle satın alsa ama
kabzetmese ve parasını nakit olarak ödemeden önce ölse o zaman köleyi satan kişi kölede
müşterinin techizinden daha çok hak sahibidir.
Yakup Paşa şöyle demiştir: «Ama satılmış olan bu köle müşterinin elinde olsa ve müşteri onun
fiyatını ödemekten âciz olarak ölse o zaman kölenin rücûu ile başlanılır. ama bu mutlak değildir.
Aksine köleye ödemesi gerekli olan haklardan birşey taalluk etmediği takdirdedir.
Meselâ, köle ile hitabet akdi yapsa veya rehin verse yada onu (cariye ise) ümmü´l-veled yapsa. veya
satılan köle bir cinayet işlese, mânî kuvvetli olduğu için rücû hakkı sâbit olmaz. Şayet köle kitâbet
bedelini ödemekten âciz kalsa ve köleliğe dönse veya rehin çözülse yahut işlediği cinayetin fidyesi
verilse o zaman manî ortadan kalktığı için rücû hakkı vardır. Tahtâvî bunun benzerini Acemzâde´nin
Seyyid´in şerhi üzerine yaptığı hâşiyeden naklettikten sonra şöyle demiştir: Bu hükme fukahanın şu
sözleri ile birlikte bak; «Bize göre: satıcı onda ölenin alacaklıları ile eşittir.» Bu bahiste, Şafiî´nin
ihtilâfından başka ihtilaf zikretmemişlerdir. Nitekim bu hıyaru´s-şart konusunun hemen başında da
geçti.
Anlaşıldığına göre burada zikredilen, şâfiî kitaplarından alınmıştır. Buna dikkat edilsin.
«Kiraya verilen ev ilh...» Kiracı kiralamış olduğu evin ücretini peşin ödese, sonra da ev sahibi ölse
o ev verilen ücret karşılığında rehin olur. Seyyid.
Tahtavî şöyle demiştir: «Ruhu´ş-şurûh´ta yukarda zikredilene şu da ilâve edilmiştir: Birisi nikahına
mehir yaptığı köleyi, karısına teslim etmeden ölse ve ondan başka da malı olmasa, karısı köleyi
techizinden önce alır.
Fasid bir bey´e ile satılıp kabzedilen malın semeninde, satıcı, bey´ fesh edilmeden evvel öldüğü
takdirde satıcının techizinden önce müşteri hakkını alır.
«Yukarda sayılanların teklifinden önce gelmesi ilh...» Yâni bunlara taalluk eden hakların öne
alınması şu asla dayanır; hayatta iken öncelikle verilmesi gereken haklar vefatta da öncelikle verilir.
Dürrü Mimtekâ.
Yukarda zikredilen hakların techizden önce gelmesi Mirâc´ta da kesin olarak ifade edilmişti. Kenz´in
şerhlerinde ve Sirâciye´de de aynı şekildedir. Hatta Sirâciye´nin bazı Şârihleri bu hakların techize
takdim edilmesi hususunda fukahanın müttefik olduklarını rivayet etmişlerdir.
Miskin lle, bu hakların techize takdim edilmesinin bir rivâyet olduğunu ve sahih olanın techizin bu
haklara takdim edilmesi gerektiğini zikretmiştir. Dürrü Müntekâ´da Miskîn´in söylediklerinin
düşünülmesi gereken bir husus olduğu söylenmiştir. Belki de fukahanın talili, techizin asla terike
olmadığını ifade etmektedir. Bu durumda metinlerin mutlak olarak ifade ettikleri «terikeden önce
techize başlanır» sözüne itiraz vârid olmaz.
«Techizine ilh...» Birazcık önce bile olsa kendisinden evvel ölen oğlu veya zengin olsa bile karısı
gibi, nafakası ile mükellef bulunduğu kimselerin techizi de mutemed olan görüşe göre onun
üzerinedir. Dürrü Müntekâ.
«Bu, kefeni de içine alır...» Şârih bu sözüyle sanki Sirâciye´nin «Techizi ve tekfini ile başlanır»
sözüne işaret etmiştir.
«Fazla kısmadan ve tebzîr etmeden...» Tebzîr, genelde israf manasında kullanılır. Halbuki aslında
ikisi arasında fark vardır. İsraf bir şeyi yerinde ama gerekenden fazlası ile sarfetmektir. Tebzîr ise
sarfedilmesi gerekmeyen yerde ve fazlası ile sarfetmektir. Kirmânî bunu Buharî şerhinde böyle
açıklamıştır. Binaenaleyh burada uygun olan ALLAH Teâlâ´nın; «Onlar, sarfettikleri zaman ne israf
ederler ne de cimrilik, ikisi orasında orta bir yol tutarlar» kavli şerifine uygun olarak «israf» ile tabir
edilmesi idi. Şu kadar var ki musannıf burada meşhur olana riâyet etmiştir.
«Kefenlenmesi sünnet vechile ilh...» Yâni sayı bakımından sünnete göre...
«Ve hayatında giydiği elbise miktarı ile» sözüne gelince, yani hayatında iken giydiği elbise
kıymetindeki bir, kumaşla kefenlenir, manasındadır.
Sekbu´l-Enhur´dd denilmiştir ki: «Kefende israf iki türlüdür; birli sayı bakımındandır ki; erkeği üç,
kadını da beş parçadan daha fazlası ile kefenlemektir. Diğeri de kıymet bakımındandır ki bu da,
hayatta iken altmış dirhem kıymetinde elbise giyerken doksan dirhem kıymeti´ndeki bir bezle
kefenlemektir.
Kısmak da yine iki türlüdür, biri sayı bakımından dı´ğeri de kıymet bakımındandır. Meselâ üç kefen
yerine iki kefenle kefenlemek veya hayatında doksan dirhem kıymetinde elbise giyerken öldüğünde
altmış dirhem kıymetinde kumaş ile kefenlenmek buna misaldir.
Bu söylenilenler, vasiyette bulunmadığı takdirdedir. Ama eğer fazla kefenle kefenlenmeyi vasiyet
etse, mislinden fazla olan (onun durumundakilerin sarıldığı) kefen terikenin üçte birinden
hesabedilir.
Vârisler veya yabancı biri o fazlalığı teberru ederse hüküm yine aynıdır. Bu durumda sayı
bakımından değil, kıymet bakımından fazla olanda bir beis yoktur.
ölen kişinin alacaklıları onun, misli ile kefenlenmesine mani olabilirler mi? Bu hususta iki görüş
vardır. şârih olan görüşe göre mani olabilirler. Dürrü Müntekâ. Yâni o zaman kifayet derecesindeki
kefenle kefenlenir ki bu erkek için iki, kadın için de üç parçadır. İbnu Kemâl.
«Ve hayatında giydiği elbise miktarı ile ilh...» Yâni elbiselerinden orta derecede olan ile veya
bayramlarda, cumalarda ve ziyaretlerde giydiği elbise türünden bir kumaş ile.. Bu konuda âlimler
ihtilaf halindedir.
«Eğer kefeni telef olsa ilh...» Sekbu´l-Enhur´da şöyle denilmiştir: «Ölünün kabri kazılsa ve kefeni
alınsa, üç kefen ile kefenlenir, vücudu bozulmadığı müddetçe üçüncü ve dördüncü kerede de olsa
yine kefenlenir. Ama yıkanması ve namazı iade edilmez. Eğer vücûdu dağılmışsa o zaman bir
kefene sarılır. Bize göre, borçlu bile olsa bu malının aslındandır... Ama alacaklılar terekeyi
kabzetmişlerse, o zaman onlardan kefen için birşey alınmaz. Eğer malı varisler arasında taksim
edilmiş ise sonraki kefenleri varislerin her birinden, terekeden aldığı paya göre geri alınır.
Alacaklılar ile musâ leh (vasiyet edilen kimse) lerden bir şey alınmaz. çünkü onlar yabancıdırlar.
Varisler teberru edilen bir kefenin kabûlü için zorlanamazlar. Çünkü zorlamada onlar için utanç
vardır. Ancak varisler küçük olurlarsa eğer. İmam bir maslahat görürse kabul edilir. Şu kadar var ki,
büyük olan varisler kefeni kendi rızaları ile kabullenirlerse onlara öncelik tanınır. Yani Düşün.
M E T İ N
Techizden sonra kullar tarafından talep edilen borçları gelir. Sağlığındaki borcu, sebebi bilinmediği
takdirde hastalığındaki borcuna takdim edilir. Aksi halde ikisi de eşittir. Nitekim bunu Seyyid de
tafsilatlı olarak zikretmiştir.
ALLAH´a olan borcuna gelince; eğer onların ödenmelerini vasiyet etmişse adı geçen haklar
verildikten sonra geri kalan malının üçte birinden tenfizi icabeder. Şayet vasiyet etmemişse, yerine
getirilmesi vacip değildir.
Bundan sonra da, sahih olan görüşe göre mutlak olsa bile vasiyeti gelir. İhtiyâr´da tercih edilen ise.
bunun aksinedir.
Vasiyeti, techiz ve borçları terikeden çıktıktan sonra kalan malın üçte birinden karşılanır.
Ayette; vasiyet, önemine binaen, terikenin varisler arasında taksiminden daha önce zikredilmiştir.
Çünkü vasiyetin yerine getirilmeme endişesi vardır.
Dördüncü ve beşinci olarak da, kalan mal varisler arasında taksim edilir. Yâni Kitap veya
Resulûllah´ın «ninelere altıda bir veriniz» sözü gibi sünnet yada icmâ ile, varislikleri sabit olanlara
taksim edilir. icmâ dedeyi baba. oğlun oğlunu da oğul gibi kılmıştır.
Mirasa bir mushaf bile olsa -ki fetvâ buna göredir, ama bazı âlimler tarafından tarike bir tek mushaf
olursa miras olmayacağı, onun ancak ölen kişinin çocuklarından okuyana verileceği söylenmiştir-
Üç şeyden biri ile hak kazanılır. Bunlar da rahim (akrabalık) sahih nikâh ve velâdır. Fukahânın icmâı
ile, fasit veya bâtıl olan bir nikâh ile verâset olmaz.
i Z A H
«Sağlığındaki borcu... takdim edilir». Sıhhatli zamanındaki borç, ya mutlak olarak beyyine ile veya
sıhhatli dönemindeki ikrarı ile sabit olan borçtur. T, Bunların da bazısı bazısına tercih edilir. Meselâ
kitabet akdi yapmış bir köle yabancı birisine borçlanmış olsa yabancının borcu efendisine olan
borcundan önde gelir. Bir hıristiyan üzerindeki müslümanların şahitlik etmeleri ile sabit olan borç,
zımmilerin şahitlikleri ile sabit olan borçdan önce gelir. Eğer iki alacaklının şahitlikleride kafir ise
veya yalnız kafirin şahitleri kafir ise o zaman bir müslümanın davası ile sabit olan borç, bir kafirin
davası ile sabit olan borca takdim edilir. Ama eğer her ikisinin de şahitleri müslüman veya yalnız
kafirin şahitleri müslüman ise o zaman ikisi de eşittirler. Nitekim Remlî´nin. Bahr üzerine yazmış
olduğu hâşiyenin şehâdetler bahsinde de böyle denilmiştir.
«Hastalığındaki borcuna ilh..» Hastalığındaki borç: Hastalığındaki veya hastalık hükmünde olan
halindeki ikrarı ile sabit olan borcudur. Hastalık hükmündeki hal: birisinin savaşa giderken, veya
kısasen öldürülmek veya recmedilmek üzere götürülürken ikrar etmesi halidir. T. Acemzâde´den.
«Sebebl bilinmediği takdirde ilh...» Ama eğer hastalığında, daha önceden olduğu açıkça belli olan
bir borcu ikrar etmesi suretiyle bilinen bir borç ise aslında sıhhat borcudur. Çünkü onun varlığı
ikrarı olmadan da bilinmektedir. Malik olduğu veya istihlak ettiği bir malın bedelinin vacip olması
buna misaldir. İşte bundan dolayı da bu borç, hükümde sıhhat halindeki borç ile eşittir. Seyyid.
«ALLAH´a olan borcuna gelince ilh...» Bu söz musannıfın «kullar tarafından» sözü ile dışta bırakılan
hükümdür. Bu da zekât, keffâretler ve benzeri borçlardır.
Zelâî şöyle demiştir: «Bu borçlar ölüm lle düşer. O halde varislerinin ödemeleri gerekmez. Ancak
kişi bunların ödenmelerini vasiyet ederse o zaman, eğer terikesi varsa varislerin bunları terikeden
ödemeleri gerekir. Yahutta varisler bunları teberru olarak öderler. Çünkü ibadetlerde rükün.
mükellefin niyeti ve fiildir. Bunlarda ölüm ile düşerler. Bu durumda önceden vacip olan şeyin, bâki
kalması düşünülemez.» Bu bahsin tamamı Zeylaî´dedir.
Ben derim ki: Bu gerekçenin zâhiri şunu göstermektedir: Eğer varisler, ölen kişinin zekât ve
keffâret borçlarını teberru olarak öderlerse. borç onun üzerinden düşmez. Çünkü niyeti yoktur.
Ayrıca varislerin fiilleri, izni olmadan. ölenin fiili yerine geçmez. Düşün.
«Geri kalan malının üçtebirinden ilh...» Yâni geçen haklar ile kul borcundan arta kalanın üçte
birinden... Zira kul borçları iIe ALLAH´a olan borçlar bir araya gelse, kul borçları öncelikle ödenir.
Çünkü ALLAH Teâlâ zengindir, biz ise fakiriz. Dürrü Müntekâ´da da böyle denilmektedir.
«Bundan sonra da... vasiyeti gelir.» Yâni terekenin varisler arasında taksiminden önce vasiyeti
yerine getirilir.
Zeylaî şöyle demiştir: «Vârislerden önce, vasiyeti ödemek musâ leh´e varislere takdim etmek
manasına gelmez. Aksine musâ leh varislere ortaktır. Hatta musâ leh´e birşey verilse. onun iki katı
veya daha fazlası varislere verilir. Demek ki bu, hakikatte musa leh´i varislere takdim etmek
değildir. Ama techiz ve borç bunun aksinedir. Zira varisler ile musâ leh haklarını ancak techiz ve
borçtan arta kalan maldan alırlar.
«Sahih olan görüşe göre mutlak vasiyet olsa bile ilh...» Seyyid ve diğerleri de böyle demişlerdir.
Ayrıca Seyyid şöyle der: «Şeyhu´l-İslâm Hâherzâde demiştir ki: Eğer vasiyet ettiği, muayyen bir şey
ise, o mirasdan önde gelir. Eğer mutlak ise; meselâ malının üçte birini veya dörtte birini vasiyet
ederse; o zaman bu vasiyet, miras manasında olur. Zira bu vasiyet terikede şâyidir. Bu durumda da
musâ leh varislerden önde gelmeyip, onlara ortak olur. Musâ lehin hakkının da. varisin hakkı gibi
terikede şâyi olması buna delalet eder. Zira ölen kişinin malı vasiyetten sonra, artsa her ikisinin
hakkı da artar. Noksanlaştığı takdirde de her ikisinin hakkı azalır. Nitekim ölenin malı vasiyet
zamanında bin dirhem olsa ve daha sonra fazlalaşıp, taksimden önce ikibin dirheme varsa musâ
leh ikibin dirhemin üçte birini alır. Aksine, malı ikibin dirhem olsa ve hiç kimsenin müdahalesi
olmadan, taksimden önce bin dirheme düşse, o zaman musâ leh bin dirhemin üçtebirini alır.»
Ekmel´de şöyle demiştir: «Doğrusu Şeyhu´l-İslâm Hazerzâde´nin dediği olmalıdır. Çünkü takdim
ancak musâ lehin hakkın çıktığı suret ve manaya muteallik kılınmasıyla tasavvur edilebilir. Musâ
lehin hakkı terikenin üçte birinden çıkınca varisin hakkının, suretine taalluk etmesine mâni olur. O
zaman bu musâ lehin hakkının varislerin hakkına takdimi olur. Ama vasiyet mutlak olduğu takdirde,
artık orada takdim tasavvur olunamaz.
«İhtiyâr´da tercih edilen ise bunun hilâfınadır». Yâni Şeyhü´l-İslâm´ın geçen kavlinden tercih ettiği
görüşün... İhtiyâr´ın ibaresi aynen şöyledir:
«Eğer vasiyet edilen şey bir ayn ise, terikenin üçte birinden sayılır ve infaz edilir. Şayet vasiyet üçte
bir ve dörtte bir gibi bir cüzi şâyi ise, musâ lehû varislere ortak olur; terikenin mal itibariyle
fazlalaşması ile onun hîssesi de artar. Noksanlaşması ile de noksanlaşır. Musâ lehin payı da varisin
payı, terikeden verildiği gibi verilir. Geçen âyete binâen musâ lehin hissesi, terikenin varisler
arasında taksimine takdim edilir.»
Bu meselenin özeti şudur: Vasiyet, ev ve elbise gibi bir ayn olursa, vârislerin hakkına takdim
edilmesinde ihtilaf yoktur. Şöyle ki: Vasiyet terikenin üçte birinden verildiği takdirde, terikeden
yalnız o ayrılır. Varislerin onda hiç bir hakları da yoktur. Onun dışında kalan da, varisler arasında
taksim edilir. Ama vasiyet mutlak olursa o zaman o vasiyetin terikede şâyi olmasına ve terikenin
artması ile artmasına, azalması ile azalmasına bakan kimse vasiyetin takdim edilmeyeceğini söyler.
Aksine musâ leh varislere ortaktır. Terike onun alacağı kadarını kaplayacak olsa bile, hakkını yalnız
başına alması mümkün değildir. Borç ve benzerleri ise bunun aksinedir.
Mirasın taksiminin, ancak musâ lehin payı çıktıktan sonra, yapıldığına bakan ise vasiyetin mirasdan
önce geldiğini söyler. Zira eğer evvela musâ lehin hissesi ifraz edilmese ve varislerle ortak sayılsa
sanki onlardan, terekenin üçtebirine sahip birisi gibi onlarla birlikte taksime girmesi gerekir.
Bundan da fâsid bir durum meydana gelir, şöyle ki: Kadın ölse ve geriye kocası ile anababa bir iki
kızkardeşi kalsa ve Zeyd´e de malının üçtebirini vasiyet etmiş olsa; evvelâ musâ bih olan üçtebir
çıkar, yani Zeyd malın üçte birini alır. Sonra da geri kalan miktar, yediye bölünür. Bunun üçü
kocasına dördü de anababa bir kızkardeşlerine verilir. Eğer böyle taksim edilmese idi, (musâ leh,
varislerle birlikte olsaydı) terikenin dokuza taksim edilmesi gerekir. O durumda da musâ leh iki,
kocası üç anababa bir kızkardeş de dört hisse alacaktı. Bu durumda da musâ lehin hissesi
azalacaktı. İşte yukardaki «fasit bir durum» dediğimiz budur.
Bu ifadeye dikkatle bakarsan, ulemâ arasındaki ihtilafın, lafzî olduğunu anlarsın. Zira iki görüş
sahiplerinden her biri, diğerinin söylediğini kabul etmektedir. Aralarındakî tartışma sadece musû
lehin hissesinin önce verilmesine takdim edilip, denilmeyeceği hususundadır. Zeylaî´nin geçen
sözleri, denilemeyeceğine delalet eder. İhtiyâr sahibinin sözü de aynı şekilde, denilemeyeceğine
delâlet eder. Zira o, Şeyhu´l-İslâm´ın «musâ leh vârislere ortaktır» sözüne uymuş daha sonra da,
musâ lehin payının terikenin taksiminden önce verileceğini söylemiştir. Demek ki ihtiyar sahibi,
takdim ile ortaklık arasını birleştirmiştir. Kabule şayan olan bu tahkiki ganimet bil. Tevfik
ALLAH´tandır.
«Ayette ilh...» Yâni ALLAH Teâlâ´nın: «Yaptığı vasiyetten veya borcundan arta kalanın...» sözünde...
«Çünkü vasiyetin yerine getirilmeme endişesi vardır.» Zira vasiyet karşılıksızdır. Bu da varislere zor
gelir ve vasiyetten hoşnut olmazlar. Ama borç bunun aksinedir. Yahutta, âyette vasiyetin önce
zikredilmesi vasiyetin, hayır ve tâat olmasından dolayıdır. Borç ise genellikle, garantl altındadır.
Bundan dolayı Peygamber (s.a.v.) borçtan ALLAH´a sığınmıştır. Vasiyetin âyette borçtan evvel
zikredilmesinin üçüncü bir sebebi de onun hükümünün muhataplarca meçhul olmasındandır. Borç
ise böyle değildir. Bu bahsin tamamı Zemahşerî´den naklen Sekbu´l-Enhur´dadır.
«Beşinci olarak ilh...» Techizden önce, başkasının hakkının taalluk ettiği bir aynın ödenmesi ile
başlaması itibarı ile beşinci.. Şu kadar var ki; techizin terikeden olmadığı yukarda geçmişti. Bundan
murad ise terikeye taalluk eden haklardır. O halde bunlar dörttür.
«Kolan mal taksim edilir». Musannıf daha evvel dediğt gibi burada «takdim edilir» demedi. Zira
varisler arasındaki taksim, hakların en sonuncusudur. Dolayısıyle bunun, kendisinden önce geldiği
birşey kalmadı.
«Yâni mirasları kitap ile sabit olan ilh...» Yâni Kur´an ile... Bunlar da şu kişilerdir: Anababa,
karıkoca. oğullar, kızlar, erkek kardeşler ve kız kardeşler.
«... Veya sünnetle ilh...» ibareden anlaşıldığına göre, varislik sebeplerinin üçünün de bir araya
gelmesi mümkündür.
Burada sünnetten murad : Hz. Peygamber (s.a.v.)´den rivâyet edilendir. O da ister Hz. Peygamber´in
oğlun kızına, anababa bir kızkardeşe, baba bir kızkardeş ile öz kızına veya anneanne olan nineye
miras vermesi gibi fiili olsun, ister şârihin misal verdiği gibi Peygamber´in sözü olsun farketmez.
Bu Sekbu´l-Enhur´da ifade edilmiştir.
«Veya temâ ile ilh...» Yâni ümmeti Muhammed´den olan müctehidlerin görüşlerinin herhangi bir
asırda şerî bir hüküm üzerinde ittifak etmesidir.
Bazı âlimler de burada icmâdan muradın, bir müctehidin sözü olduğunu söylemişlerdir. Buna göre :
Kur´an lafzının, Kur´an´dan herhangî bir âyete itlak edilmesi gibi, burada da bütünün parça üzerine
itlak olunmasıdır. Zira icmâ bu şekilde tarif edilirse zev´I-erham gibi, varis olduğunda ihtilaf edileni
de kapsar. Bunu düşünmek lazım. Zira, icmâ böyle tarif edilirse müctehidlerin görüşlerinin ittifak
ettiği bir mevzu, icmâ´ın dışına çıkar. Hem de bir varisin verâsetinde ihtilaf eden âlimin delil, ona
göre ya Kitap veya sünnettir. O zaman tevile ihtiyaç kalmaz.
«Zira icmâ, dedeyi baba gibi kılmıştır. İlh...» Yâni icmâ; dedeyi baba gibi, nineyi anne gibi, oğlun
kızını öz kızı gibi bababir erkek kardeşi ana baba bir erkek kardeş gibi, bababir kız kardeşi de
anababa bir kızkardeş gibi kılmıştır. Sekbu´l-Enhur.
«Üç şeyden biri ile ilh...» Yâni bu üç şeyden herbiri ile mirasta hak sahibi olunur. Ancak bu üç illetin
hepsinin veya bazılarının bir arada bulunmaları gerekli değildir. O halde bu, üç sebepten ikisinin de
bulunması mirası hak etmeye zıt değil. Bunun örneği şudur: Birisinin, amcasının kızı olan veya
azadlısı olan hanımı ölse, kocası mirasının yarısını kocalık ile geri kalanını da ya asabe olarak veya
velâ iIe alır. Anla
«Sahih nikâh ilh...» İcmaâ göre zifaf ve halvet olmasa bile... Dürrü Müntekâ.
«Fasit bir nikâh ile olmaz». Fasit nikâh; şahitlik gibi, sıhhat şartlarından birisinin bulunmamasıdır.
Mut´a nikahı, muvakkat nikah gibi muvakkat olanlarda müddet bilinmese veya esah olan kavle göre
uzun olsa bile batıl nikah ile de miras hak edilmez. Nitekim bu. nikah bahsinde geçti.
»...Ve veladır». Yâni her iki nevi ile de, yâni âzâd ile de muvâlât ile de...
M E T İ N
Terikede hak sahibi olanlar sırasıyla on sınıftır. Musannıf bunları, şu sözleri ile ifade etmiştir:
Terikenin taksimi şu sıraya göre yapılır:
1 - Farz sahipleri. Yâni sehimleri takdir olunanlar. Bunlar da on ikidir. Bunların üçü erkeklerden
yedisi kadınlardan olmak üzere; (Onu) nesep ikisi de sebebiyet yoluyladır. Onlar da, karı ve kocadır.
2 - Nesep yoluyla olan asabeler, Buradaki «elif-lâm» cins içindir. Dolayısıyla bunda tekil ile çoğul
birdir. Musannıf bunu (yukarıda geçen) «farz sahipleri ne uygun olsun diye çoğul yapmıştır. Nesep
yoluyla olan asabelerin öne alınışı, onların daha kuvvetli olmasındandır.
3 - Kadın bile olsa âzâd edenler ki bunlar asabe-i sebebiyeyedir.
4 - Azâd edenin, erkek asabesi. Çünkü kadınların ancak kendi azâd ettiklerinde velâ hakları vardır.
5 _ Neseb yoluyla farz sahibi olanlara (ashabı feraiza) kendi hakları kadar red yapılır.
6 - Zevi´l-Erhâm´a,
7 Mevlâ´l-Muvalât. Bunlar velâ kitabında geçmişti. Mevlâ´l-Muvâlât´a, karıkocadan birinin
hissesinden sonra kalan verilir. Bunu Seyyid zikretmiştir.
8 - Nesebi sabit olmayıp, başkası üzerine ikrar olunan mukarrun leh. Eğer mukarrun aleyhin tasdiki
ile veya mukarrin ikrârı gibi ikrâr etmesiyle, yada başka bir erkeğin şahitliği ile sâbit olursa, nesebi
hakikaten sabit olur. Böyle olursa mukir ikrarından dönse bile nesebi ikrar edilen varislere
Mukarrun leh Mukirin ikrarını rücûundan evvel tasdik etse bile hüküm aynıdır.
Bu bahsin tamamı Sirâciye şerhlerinde. özellikle Ruhu´ş-Şuruh´ta vardır.
Ben, bunu, Ruhu´ş-Şuruh´a yazdığım talikte özetledim.
9 - Kendisine terikenin üçte birinden fazlası vasiyet edilen musâ leh. Malının tamamını vasiyet etse
bile durum aynıdır. Mukarrun lehin musâ lehden önce miras almasının sebebi, mukarrun leh için bir
çeşit yakınlık olmasıdır. Musâ leh ise böyle değildir.
10 - Bu sayılanlardan hiçbirisi bulunmazsa ölünün terikesi miras olarak değil, müslümanlara fey
olarak hazineye konulur.
İ Z A H
«Terikede hak sahibi olanlar sırasıyla on sınıftır» Allâme Muhammed bin eş-Şıhne bunları, burada
zikredilen tertip üzere, üstadlarımızın üstadı fakih İbrahim es-Saihânî´nin şerhettiği ferâize ait
manzum eserinde toplamış. Ve şöyle demiştir: «Terike, farz sahiplerine (ashabı faraiza) sonra
asabeye, sonra köle azâd ederek cömertlikte bulunan mütika, sonra dede gibi onun asabesi olana
verilir. Sonra nesep yoluyla olan ashabı feraiza red yapılır. Bunlardan sonra zevi´l-erhâm, sonra
başkası üzerine ikrarda bulunulan, sonra kendisine terikenin üçte birinden fazlası vasiyet edilen
musâ leh, daha sonra da hazine gelir.»
İbnu Şıhne şiirde geçen «mühmel» sözü ile nesebi sabit olmayıp, nesebini başkasına yüklemekle
ikrar olunan mukarrun lehi kasdetmiştir.
Ben derim ki: Mûtıkın asabesinin zikredildiği her yerde, mevâlinin yani mevtâ´l-muvâlâtın
asabesi´nin de zikredilmesi uygun olurdu. Çünkü ileride geleceği gibi mevâlî de mûtıktan sonra
miras alır. Bu durumda miras alan sınıfların sayısı onbire çıkar.
BİR UYARI:
Şârihin, burada «terike» kaydını koyması verasetîn malı olan aynlarda câri olmasından dolayıdır.
Haklara gelince: satılan malın semen karşılığı hapsedilmesi ve rehinin hapsedilmesi gibi miras olan
haklar vardır.
Şuf´a hakkı, şart muhayyerliği kazif hakkı olan had ve evlendirme hakkı gibi miras olmayan haklar
vardır.
Bu ve daha sonra gelecek olan muhayyerlikler, Bey´ (alım satım) bahsine bakınız.
Meselâ bir küçüğün öz kardeşi ölse ve geride bir oğulu bir de baba bir kardeşi kalsa, küçüğü
evlendirme hakkı oğlunun değil bababir kardeşinindir.
Velâyetler, âriyetler ve emânetler de mirâs olmazlar. Meselâ; ireti alan ölse vârisi onun yerine
mustair olamaz. Bir şeyi vedia olarak alan kişi de aynı şekildedir. Hibe´den rücû hakkı ve velâ´da
miras olmazlar.
Meselâ mu´tık öldükten sonra geride iki oğlu kalsa ve bunlardan birisi ölse; ölenin geride varis
olarak bir oğlu kalsa velâyet hakkı olduğu gibi mûtıkın sağ kalan oğluna aittir. Sonra bu oğlu da
ölüp geride iki oğlu kalsa velâ hakkı, bu iki oğulla, mûtıkın ilk ölen oğlunun oğlu arasında üçe
taksim edilir. Böylece velâ hakkının babalarından değil dedelerinden almış gibi olurlar.
Alimler, kabul muhayyerliğinin de miras olmayacağında icmâ halindedirler.
İcâre bey´u´l-fuzûlî satıştaki vâde de miras olmaz. (Ayıp muhayyerliği)nin miras olup olmayacağı ise
ihtilaflıdır. Bazı âlimlerce miras olacağı söylenmiştir. Dürer´de sadece bu görüş verilmiştir.
Tahâvî´nin şârihi de hıyaru´l-aybın miras olacağında icmâ olduğunu iddia etmektedir. Bazı âlimler
ise hıyaru´l-aybın vâris için, daha işin başında sâbit olduğunu söylemişlerdir.
Kısas konusu da aynı şekilde ihtilaflıdır.
Hıyaru´r-ruye (görme muhayyerliği) hususunda sahih olan görüş, onun miras olacağıdır.
Hıyaru´t-tayin ise varis için daha ilk anda sabit .olur. Meselâ bir kişi birisini seçmekte muhayyer
olmak şartıyla iki köle alsa varis için seçme hakkının ibtidâen sabit olacağında fakihler ittifak
etmişlerdir.
Hıyâru´l-vasıf (satın alınan malda olması şart koşulan vasıf muhayyerliği) de Feth´de de denildiği
gibi fukahanın icmaı ile vârise intikal eder. Bundan hıyaru´t-tağririn (aldatılma halindeki
muhayyerlik) de miras olacağı anlaşılır. Çünkü hıyaru´t-tağrir vasfın fevtine benzer. Allâme Makdisi
de buna meyletmiştir. Tenvir sahibi ise bunun aksine meyletmiştir. Ancak Tenvir sahibinin manzum
olarak yazdığı fıkıh kitabında birinci görüşe meylettiği görülmektedir. Eşbâh´tan ve Şeyhimiz,
Allâme Bâlî´nin Eşbâh üzerine şerhinden özetle...
«Yâni sehimleri takdir olunanlar ilh...» Bunlar; yarımı dörttebir şeklinde bir, üçte iki, üçte bir altıda
birdir. Sirâc.
«Üçü erkeklerden ilh...» Bunlar; baba, dede ve anabir erkek kardeştir. H.
«Yedisi kadınlardan ilh...» Bunlar da; kız, oğlunkızı, anababa bir kızkardeş, bababir kızkardeş,
annebir kızkardeş, anne ve ninedir. H.
«Dolayısıyla bunda tekil ile çoğul birdir.» Zira bilinmektedir ki «elif lâm» bir kelimeye bitiştiğinde o
kelimedeki çoğulluk manasını iptal eder. Öyle ki tekil gibi, her bir ferdi kapsar. Eğer birisi «nisa» :
«Kadınlar» kelimesini «el-nısâ» olarak söyleyerek, «ALLAH´a yemin ederim ki kadınlarla
evlenmeyeceğim» diye yemin etse tek bir kadınla evlendiği takdirde de yeminim bozmuş olur. Eğer
«nisa» kelimesini «elif-lâm»sız olarak söylerse, ancak üç kadınla evlendiği takdirde yemini bozmuş
sayılır. Yakûb.
«Musannıf bunu, farz sahipleri, sözüne uygun olsun diye çoğul yapmıştır.» Bu mukadder bir
sorunun cevabıdır ki, takdiri şöyledir: Müfred olarak «asabe» denilseydi daha kısa olurdu. Nitekim
bunun karşılığı olan, asabe-i sebebiye müfred olarak tabir edilmiştir.
Bu sualin cevabı şudur: Musannıf, onda çoğul manası olmasa bile, onunla yukarıdaki «farz
sahipleri» sözünü eşleştirmeği istediği için, onu lafzen çoğul yapmıştır. şu do denilebilir: Asabenin,
asabe binefsihi, asabe bigayrihi ve asaba maagayrihi gibi, müteaddid nevileri olduğu için çoğul
yapmıştır. Nitekim bunun izahı ileride de gelecektir. Yine denilebilir ki: Bu kelimedeki çoğul
manasını iptal etmeye vesile olan şeyi nesep yoluyla asabe olanın kölesini azad eden mutıktan
evvel miras alması için, taaddüdünün şart olmamasıdır. Aksine bir tek varis de olsa yine mûtıktan
önce miras alır. Ama farz sahipleri bunun aksinedir. Çünkü onlardan tek başına asabeden önce
miras alacak kimse yoktur. Yâni asabe onunla birlikte miras alamaz. Zira, farz sahipleri içersinde
malın tamamını farz olarak, tek başına alacak kimse yoktur. Başka bir mana ile asabeden önce
miras alan olsa bile durum budur. Asabeye ancak farz sahibi hissesini aldıktan sonra artan verilir.
Düşün.
«Nesep yoluyla olan asabelerin öne alınışı onların daha kuvvetli olmasındandır.» Bu söz «sonra»
kelimesinden anlaşılan takdimin illetidir. Seyyid şöyle demiştir: Asabe-i nesebiye, asabe-i
sebebiyeden daha kuvvetlidir. Bu hususta seni tatmin edecek illet şudur: Nesep cihetinden olan
ashab-ı feraiz-e red yapılır. Ama karıkoca gibi sebep yönüyle olan ashab-ı feraize red yapılmaz.
«Kadın bile olsa azâd edenler ilh...» Burada evlâ olan; ihtiyarî olanı da zarûrî olanı da kapsaması
için, Sirâclye´nin dediği gibi «mevlâ´l-ıtâka» denilmesi idi. «İhtiyârî âzâd: Itâk âzâd» kelimesi ile veya
onun bir dalı olan «tedbir» ile âzâd etmesi yada mahrem olan bir akrabasını satın olması ile onun
âzâd olmasıdır. Zarûrî âzâd ise : Kendisine mahrem olan bir akrabasının miras olarak eline
geçmesidir. Yakın akrabasını miras olarak alınca, o zarureten âzâd olur.
Burada murad mevtâ´l-itakanın cinsidir. O zaman erkeği ve kadını kapsadığı gibi, mûtıkın ve
babanın mûtıkı gibi vasıta ile mûtık olanı da kapsar. Nitekim yakında gelecektir.
İbnu Kemâl´in dediği gibi bu tabir herkesçe bilineni de, mukarru lehi de kapsar. Herkesçe bilinen,
mukarrun leh den evvel gelir. Mukarru lehin miras almasının sıhhati için. mukarrin marûf bir
mevlâl-itakasının bulunmaması ve şer´in tekzip edilmemiş olması şarttır.
MÜHİM BİR UYARI:
Velânın sûbûtunun şartı: Annesinin aslen hür olmamasıdır. Yâni ne annede ne de aslında köleliğin
olmamasıdır. Eğer anne aslen hür ise babası âzâd edilmiş bir köle bile olsa onun çocuğu üzerinde
kimsenin velâ hakkı yoktur. Bedai´de de böyle denilmektedir.
Azâdlı bir köle, aslı hür bir kadın ile evlense, annenin hür asıllı oluşu ağır basacağı için çocukları
üzerinde kimsenin velâ hakkı yoktur. Dürer´den ve diğer kitaplardan naklen Sekbu´l-Enhur´da da
böyledir. Bu bahsin tamamı Sekbu´l-Enhur´dadır. Bizim, velâ bahsinde söylediklerimizi de hatırla.
Zira bu mesele çok hataya düşülen bir meseledir.
«... Ki, bu asabe-i sebebiyedir». Bu söz, asabesine değil, mûtıka hastır. Halbuki aşlı böyle değildir.
Aksine asabe-i sebebiye, mûtık ile asabesinin hepsidir. Allâme İbnu´l-Hanbelî´nin Sirâciye Şerhi´nde
de böyledir. Binaenaleyh şarihin «asabeler» faslında gelecek olan sözüde bu şekilde yorumlanır.
Seyyit´in sözünün bunun hilafını zannettirmesine, Yakup cevap vermiştir. Buna göre şarih,
musannıfın : «Sonra erkek olan asabeleri gelir» sözünden sonra ikil zamiri ile «onlar asabe-i
sebebiyedir» demesi uygun olurdu.
«Azâd edenin erkek asabesi ilh...» Yâni kendiliğinden asabe olarılar. O halde bu kesinlikle
erkeklerden olur. Mûtikın asabesinin, mevlâ´l-ıtakaya asabe binefsihi olması, ölen için asabe-i
sebebiye olmasına ters düşmez. İbnu´I-Hanbelî´de böyle der. Buna göre; âzâd edilen öldüğünde,
vâris olarak efendisinin oğlu ile kızını bıraksa, miras yalnız efendisinin oğlunundur. Eğer aynı kişi
efendisinin kızı ile kızkardeşini bıraksa her ikisinin de mirastan hakkı yoktur.
«Çünkü ilh...» Bu söz, musannıfın asabeyi «erkek» kelimesi ile kayıtlamasının illetidir. Zira Seyyid
bu kaydın gerekli olduğunu söylemiştir. Ancak bu durumda mûtık sözü yakın olan mûtık ile, uzak
olan mûtıkın mûtıkını da kapsar. ister kadın alsun ister erkek olsun aynıdır. Ama mûtıktan murad;
ilk akla gelen yakın mûtık ise o zaman asabeyi «erkek» kelimesi ile kayıtlamaya ihtiyaç kalmaz.
Mûtıkın asabesinden murad da erkeklerden ve kadınlardan olan asabe-i sebebiyedir. Erkek köleyi
âzâd eden mûtık ve cariyeyi âzâd eden mûtık gibi. Asabe-i nesebiyyede böyledir. Şu kadar var ki
ikincisinde asabebi´1-gayr ve asabe maa´l-gayr değil asabe binefsihi olması gerekir. Ve yukarda da
geçtiği gibi sadece kesinlikle erkeklerden olur.Çünkü bu husustadaha önce gecen bir hadis vardır.
BİR UYARI:
Musannıfın burada yalnız mûtıkı ve asabesini zikretmesi ifade ediyor ki; eğer mûtıkın bir asabesi
olsa ona miras düşmez. Bunun izâhı şöyledir: Bir kadın, bir köle âzâd etse sonra da kocası ile
kocasından olan oğlunu bırakarak ölse, daha sonra da âzâd ettiği köle ölse kölenin mirası oğula
kalır, çünkü oğul ölen kadının asabesidir. Ama eğer oğul ölen annesinin azâd ettiği köleden önce
ölürse kocasına miras düşmez. Çünkü koca, kadının asabesinin asabesidir.
Bir kişi, bir köle âzâd etse. sonra azatlı başka bir köleyi âzâd etse ve üçüncü olarak âzâd edilen
ölse de geride ilk âzâd edenin asabesi kalsa o mirası alır. Mû´tıkın asabesinin asabesi suretinde
olsa bile yine aynıdır. Ancak mû´tıkın asabesinin asabesi olduğundan dolayı değil, birinci olarak
âzâd edilen köle, ölen kölenin velâsını çektiği içindir. Çünkü bu durumda, ilk âzâd edilenin asabesi,
birinci azad edenin yerine kaim olur Zirâ hadis buna delâlet eder.
Biz bunu velâ bahsinde Zahîre kitabının velâ bâbından özetle. Takdim etmiştik. Hadis hakkında
söyleneceklerin tamamı ileride gelecektir.
«...Red yapılır.» Yâni asabeden zikredilenlerden birisi bulunduğu zaman, ashab-ı ferâizden artan
miras, neseb yoluyla olan, farz sahiplerine reddolunur. Burada, «neseb yoluyla farz sahipleri», sözü
ile karıkoca gibi sebep yoluyla olan farz sahipleri hükmün dışına çıkartılmıştır. Zira reddin sebebi
takdir edilen pay alındıktan sonra kalan yakınlıktır. Evlilik yakınlığı ise hükmi olup, hissenin
alınmasından sonra kalmaz. O halde sebebi bulunmadığı için karıkocaya red yapılmaz. Bunu Yakup
ifade etmiştir. Bu bahis Eşbâh´tan naklen de. gelecektir. Velâ bahsinde, zamanımızda karıkocaya da
red yapıldığı geçmişti. Bu bahsin tamamı inşaallahu Teâlâ gelecektir.
«Hakları kadar ilh...» Yâni sayı olarak değil nisbet olarak... Çünkü bazen onlara red olarak verilen,
farz olarak verilenden daha az olur. Meselâ anne-baba bir iki kızkardeş ile anne-bir bir kız-kardeşe
farz olarak verilenden daha az red yapılır. Bazen de bunlar eşit olur; anne-bir iki kızkar-deş ile anne
gibi. Bazan anne bir kız kardeş ve nene de olduğu gibi, red olarak verilenden fazla olur.
Nispet şekli şöyledir: Terikenin yarısı farz olarak verilen kişiye, terikeden kalanın yarısı da red
olarak verilir.
Terikeden üçte bir verilen kimseye red yapılırken de, aynı şekilde üçte bir verilir. Meselâ kişi
öldüğünde geriye vâris olarak anne. baba bir kızkardeş ile annesini bıraksa o zaman mesele altıdan
halledilir. Altının yarısı olan üç ana-baba bir kızkardeşe, üçte biri olan iki de anneye verilir. O zaman
hisselerin toplamı beş olur. Geriye bir kalır. O da payları nispetince, onlara red yapılır.
Anna-baba-bir kızkardeşe geri kalan birin beşte üçü, anneye de beşte ikisi verilir. Böylece red
meselesi de, beşe rücû eder. Bunun izahı yerinde gelecektir.
«Zevi´l-Erhâm ilh...» Yâni nesep cihetinden farz sahibi ve asabe olmadığında terikenin taksimine
zevi´l-erhâm ile başlanır. Bu durumda zevi´l-erhâm terikenin tamamını alır. Vârislerden, sadece
karı-kocadan biri kalmışsa onun hissesinden kalanın tamamıda zevi´l-erhâm´a verilir. Çünkü karı
veya kocaya red yapılmaz.
«... Mevle´l-Muvâlât ilh...» Ölenin zevn-erhâmdan da varisi kalmadığı takdirde mevlâ´l-muvâlât şöyle
olur: Bir kimse diğerine: «Öldüğüm takdirde benim mevlâmsın ve benim mirâsımı alırsın, cinayet
işlediğim takdirde de diyetimi verirsin» der. Velânın sahih olması içm bunu diyen kişinin arap
olmaması, arapların âzâd ettiklerinden olmaması nesebe dayanan bir vârisinin bulunmaması, ve
hazine veya başka bir mevlâ´l-muvâlatın onun akilesi olmaması şarttır. Bu durumda
mevlâ´l-muvâlâtı kabul eden kimse onun mirasını alır. Bunun aksi de olabilir. Ancak, aksinin
olabilmesi için, her iki taraftan da şart koşulması ve şartların karşılıklı tahakkuku lâzımdır. Mevtâ
olan kimse onun yerine diyet ödemedikçe, anlaşmadan dönebilir. Bu hüküm Hz. Ömer, Hz. Ali ve
birçok sahabenin görüşüdür. Mevlâ olanın asabesinde, mevlâ´l-itâkanın asabesinin tertibine göre
onun mirasını alırlar. Bunu musannıf her ne kadar zikretmemişse de... Sâihanî, Manzûme şerhinde
söylemiştir. Biz de şartlarının tamamını ve izahlarını velâ bahsinde zikrettik.
«Nesebi sâbit olmayıp, başkası üzerine ikrar olunan mukarrun leh,» Yâni mevlâ´l-muvâlât do
bulunmasa o zaman nesebi başkası üzerine ikrar olunan mukarrun leh gelir. O zaman da malın
hepsi ona verilir. Karı-kocadan birisi bulunduğu takdirde onun hissesinden arta kalan verilir.
«...Başkası üzerine ilh...» Yâni nesebini kendinden ikrârı, başkasından olan nesebi de tazammun
eden.. de. Meselâ bir kişinin, kardeşi olduğunu veya oğlunun oğlu olduğunu ikrâr etse o ikrar aynı
zamanda nesebin babanın veya oğlunun üzerine de yüklenmesini tazammun eder. Musannıf bu
sözüyle, nesebin başkası üzerine yüklenmesini tazammun etmeyen durumdan kaçınmıştır. Meselâ
bir kışı nesebi meçhul olan birisinin kendi oğlu olduğunu ikrâr etse, o ikrâr, nesebi meçhul olan
kişinin nesebinin sabit olmasını gerektirir. Eğer bu ikrâr, mukirdeki hürriyet akıl ve bulûğ gibi
ikrarın sıhhat şartlarını kapsıyor ve mukarrun leh de onu tasdik ediyorsa oğlu olduğunu iddia ettiği
kimse de yaş itibariyle ona oğul olabilecek durumda ise, nesebi meçhul olan o kişi nesebe dayalı
olan varisleri arasına girer. Hastanın sahih olan ve sahih olmayan ikrârı hususundaki sözlerin
tamamı şartlarının beyanı ile birlikte hastanın ikrarı konusunda geçti. Yine biz bunu Mültekâ´nın
nazmu´l-teraizi üzerine yazdığım. er-Rahîku´l-Mahtum Şerhi Kalâidi´d-Durru´l-Manzum ismindeki
eserimde de yazdım. Câmiu´l-Fusûleyn´in yirmi dokuzuncu faslının sonundaki çok önemli meseleler
vardır, oraya müracaat etmek gerekir.
«Nesebi sâbit olmayıp ilh...» Bu ikinci bir kayıttır. Şârih bunun muhterizini de beyan etmiştir.
Sirâciye´de üçüncü bir kayıt daha vardır. O da Mukirrin ikrârı üzere ölmesidir. Zira ikrârından
döndüğü takdirde ikrârı hesaba katılmaz ve mukarrun leh de miras alamaz.
Bu sıfatlar mukarrun lehte toplandığı takdirde. bize göre zikredilen sırada vâris olur. Çünkü mukir
iki şeye ikrâr etmiştir; birisi nesep, diğeri ise miras sebebiyle malda hak sahibi olmasıdır. Şu kadar
var ki nesebi ikrârı bâtıldır. Çünkü bu mukarrun lehin nesebini başkasına yüklemektedir. Başkası
aleyhindeki ikrar ise bir iddiâdır, dinlenmez. Mal ile ikrârı ise sahih olarak kalır. Çünkü mukarrun
lehin bilinen bir vârisi olmadığı takdirde bu ikrâr başkasına geçmez. Yâni bu ikrar manen vasiyet
olur. Bundan dolayı da ondan dönmek caizdir. Bu miras mukarrun lehin ne ferilerine (çocuklarına)
ne de aslına (atalarına) intikâl eder.
«Mukarrun aleyhin onu tasdiki ile ilh...» Yâni mukarrin babası: «Evet o, benim oğlum ve senin
kardeşindir» derse veya vârisler ikrâr ehlinden olupta mukirri tasdik etseler yine aynıdır.
Ruhu´ş-Şurûh´tan... Burada «varislerden» maksat, mukirrin vârisleridir. Yâni mukirrin çocuklarının
«Evet, o amcamızdır» demeleridir. T,
«...Veya mukirrin ikrârı gibi ikrâr etmesiyle ilh...» Yâni mukirrin ikrârını bilmeden, «o. benim
oğlumdur» demesiyle... Zira eğer bilmiş olursa o zaman onun ikrarı mukirrin ikrârını tasdik olur.
Zâhir olan şudur: Kişi nesebini kendi üzerine yüklerse, başka birisi ikrâr etmese bile ondan ve
başkasından da kasden miras alır. Bunu T. ifade etmiştir.
«Veya başka bir erkeğin şehadet etmesiyle ilh...» Yâni mukirrin ikrarı ile birlikte başka bir kişi de
şahitlik etse. Şârih, hastanın ikrârı konusunda «başkası hakkındaki ikrâr, ancak burhanla sahih
olur. iki kişinin ikrârı da bundandır» demiştir. Bundan anlaşılan şudur: Bu ikrarda şehâdet lafzı
gerekli değildir ve hastanın ikrarı vârisin ikrârı ile birlikte sahihtir. Muris ikrâr etmese bile böyledir.
«Mukir ikrârından dönse bile ilh...» Ruhu´ş-Şuruh´ta şöyle denilmiştir: «Bilinmelidir ki; mukarrin
ikrârı ile birlikte başka bir kişi de şahitlik etse, veya mukarrun aleyh yada varisleri ikrara ehil olup
da onu tasdik etseler, o zaman mûkirrin ölümüne kadar ikrârı üzere ısrar etmesi şart değildir.
Dolayısıyla ikrarından dönmesinin bir faydası yoktur. Çünkü o zaman nesep sâbit olmuştur.»
Sekbu´l-Enhur´da : «Mukirrin ikrârından dönmesi sahihtir, çünkü ikrar manen bir vasiyettir.
Dolayısıyla mukarrun leh onun terekesinden birşey alamaz» denilmektedir.
Sirâciye´nin Minhâc adlı şerhinde de şöyle denilmiştir: «Mukirrin ikrardan dönmesi, rücûundan
evvel mukarrun aleyhin onun ikrârını tasdik etmediği veya onun ikrârı ikrârda bulunmadığı takdirde
sahihtir. ilh...»
Buna göre, Minah´ın Sîrâciye´nin bazı şerhlerinden naklettiği «Bu rücûun sahih olması, mukarrun
leh tasdik etmediği takdirdedir.» sözünün doğrusu, «mukarrun aleyh tasdik etmediği takdirde»
şeklinde olmalıdır. Nitekim ben bunu elimdeki nüshada, âlimlerden birisinin el yazısı ile düzeltilmiş
olarak gördüm.
«Mukarrun leh mukirrin ikrârını rücûundan evvel tasdik etse bile ilh...» Bu cümle hiç olmasaydı
daha doğru olurdu: Şârihin bunu yazmasına sebep. Minah´ın geçen ibaresidir. Halbuki onun
ibaresinde doğru olan şekli ben de gördün. Çünkü mukarrun lehin ikrarı nesebi olarak ispat etmez.
Çünkü nesebin sübutu ile o menfaatlenecektir. dolayısıyla o itham altındadır. Mûkirrin ikrarı ile
sabit olmayan nesep, itham altında olan mukarrun lehin tasdiki ile nasıl sabit olur? Binaenaleyh
Ruhu´ş-Şuruh ve diğer kitaplardaki ifade nesebin mukarrun lehin değil, mukarrun aleyhin tasdiki ile
sabit olmasına delâlet eder. Bu hususta geniş bilgi «hastanın ikrarı» bâbından öğrenilebilir. Oraya
müracaat et.
«Kendisine terikenin... vasiyet edilen ilh...» Yâni adı geçen varislerden hiç birisi olmadığı zaman,
malının hepsinden musâ lehin hakkı verilmeye başlanır ve vasiyetin tamamı ödenir. Çünkü musa
lehin terikenin üçtebirinden fazlasını almasına engel varislerdir. Varislerden hiçkimse
bulunmayınca bize göre. ona vasiyet edilenin tamamı verilir. Seyyid.
Aşikardır ki; burada maksat musâ lehin üçte birden fazlasını, varislerin icazetine bağlı olmadan
istihkâk yoluyla almasıdır. Demekki: «Üçte birden fazlasını alabilmesi için, varislerin olmaması şart
değildir. zira «onlar icâzet verirlerse üçtebirden fazlasını yine alabilirler» şeklinde bir itiraz varid
olmaz.
«...Bir çeşit yakınlık olmasıdır.» Doğrusu, Seyyid´in : «onun için bir çeşit yakınlık vardır» sözüdür.
«Bu sayılanlardan hiçbirisi bulunmazsa terike... hazineye konulur» Yâni üçte birden fazlası vasiyet
edilen musâ leh de olmazsa, terikenin tamamı hazineye konulur. Terikenin üçte birinden fazla ama
tamamından azı vasiyet edilmiş olan musâ leh varsa, ondan arta kalanda hazineye konulur. Şârih
burada «takdim edilir» değil de «konulur» dedi, çünkü beytü´l-mâlden sonra başka birşey yoktur.
«Miras olarak değil ilh...» Bu söz Şafiîlerin görüşünü nehyetmektedir. Zira Şafiîlerin dediklerine şu
itiraz vârid olûr: Kimsesiz ölen kişinin malı eğer hazineye miras olarak intikal ederse, özel bir varisi
olmadığı takdirde, malının üçte birini fakirlere vasiyet etmesi sahih olmaz. Çünkü bu varise vasiyet
sayılır. Bu durumda da diğer varislerin icâzetine tevakkuf eder. Ayrıca o maldan, mal sahibi
öldükten sonra doğan çocuğa ve babası ile birlikte çocuğuna da verilir. Eğer miras olsaydı bu
sahih olmazdı. Şu kadar var ki Şafii mezhebinin muteahhir fakihleri, hazine muntazam olmadığı
takdirde bunun reddine fetvâ vermişlerdir.
METİN
Metindeki ibareye göre mirasın mânileri dörttür. Bunlar:
1 - Kölelik: Mükâtep gibi nakış bile olsa kölelik irse manîdir. Ebû Hanife ve Mâlik´e göre şahsın
yarısı köle olsa bile yine aynıdır. İmameyne göre ise bir kısmı azâd edilen köle hürdür. Dolayısıyla
miras alır ve hacbeder. İmam Şafiî ise, bir kısmı âzâd edilen kölenin miras alamayacağını ama
kendisine mirasçı olunacağını söylemiştir. Ahmed bin Hanbel ise, bir kısmı âzâd edilen kölenin
miras alacağını, malının miras olacağını ve hür olduğu kadarıyla da hacb edeceğini söyler.
Ben derim ki: Şafiînin zikrettiği bir meseleye göre halis köle olduğu halde öldüğü takdirde ondan
miras alınır. Bu meselenin sureti şöyledir:
Müste´men birisi, Darü´l-islâm´da yaralansa ve yaralı olduğu halde darül-harbe iltihâk edip, orada
köle olsa ve o yara nedeniyle köle olarak ölse. diyeti varislerine verilir.
Bu hususta bizim imamlarımızdan bir nakli görmedim. O halde araştırılsın.
2 - Kısası veya keffareti gerektiren kati: Daha önce geçtiği üzere. kısas ve keffaret babalık hürmeti
ile düşseler bile mirasa manidir.
Şafiîye göre ise kâtil mutlak olarak miras alamaz. Eğer kâtil, maktulden evvel ölürse imamların
icmâı ile maktul ondan miras alır.
3 - İslâm ve küfür şeklindeki din ayrılığı: İmam Ahmed: «Kafir, terikenin taksiminden evvel
müslüman olduğu takdirde varis olur.» demiştir. Mürtede gelince; bize göre ona mirasçı olunur.
Şafiî ise buna, muhalefet etmiştir.
Ben derim ki: Şafiîler, kafire mirasçı olunan bir mesele zikretmişlerdir. O meselenin sureti şudur:
Kâfir, geride hâmile olan hanımını bırakarak ölse, ve biz anasının karnındaki cenine düşen mirası
durdursak, sonra da kadın müslüman olsa ve çocuğunu doğursa, çocuk o mala varis olur.
Ben bu hususta bizim imamlarımızın ise sarih birşey söylediklerini görmedim.
4 - Bize göre kâfirler arasındaki, ülkelerin farklılığıdır: Şafiî buna da muhalefet etmiştir.
Bu ülkeler ister harbi ve zımmi gibi hakikaten muhtelif olsun, isterse müstemen ve zımmî veya bir
Çin´li ve bir Hint´li gibi ayrı ayrı ülkelerden olan iki harbî gibi hükmen olsun hüküm aynıdır. Çünkü
aralarındaki dokunulmazlık kesilmiştir. Ama müslümanlar böyle değillerdir.
Metinde Çinli yerine Türk vardır. Metinler yazıldığında henüz Türkler müslüman olmadıkları için.
Türk misal verilmiştir. Yanlış değerlendirilmemesi için kelimeyi değiştirdik. (Redaktör)
Ben derim ki: Mirâsa mani alan hallerden bir diğeri de suda boğulanlar, yananlar, binaların
yıkıntıları altında kalanlar ve savaşta ölenlerde olduğu gibi, ölüm tarihinin bilinmemesidir. Nitekim
bu ileride de gelecektir.
Yine mirâsa mâni olan diğer bir hal daha vardır ki o da varisin bilinmemesidir. Bu da beş veya daha
fazla meselede söz konusudur. Bunlar Müctebâ´da tafsilatlı olarak zikredilmişlerdir. Şu mesele de
vârisin meçhul olduğu hallerdendir: Kadın. kendi çocuğu ile birlikte, başka bir çocuk emzirse ve
ölse, sonra hangisinin kadının çocuğu olduğu bilinmese bunların ikisi de miras alamazlar.
Aynı şekilde süt annenin yanında bir müslümanın çocuğu ile bir hıristiyanın çocuğu karışsalar ve
müslüman olarak büyüseler ikisi de babalarından miras alamazlar.
Minye´de buna şu da ilâve edilmiştir: «Şu kadar var ki, bunların ikisi anlaşırlarsa her ikisi de
babalarından miras alırlar ve aralarında taksim ederler.»
neslinur
Sat 23 January 2010, 11:30 pm GMT +0200
İ Z A H
«Mânileri ilh...» Mâni lûgatta «hail» (perde) manasınadır. Istılahta ise; sebebi mevcut olduktan
sonra, şahıstaki bir manadan dolayı hükmün nefyedilmesine sebep olan şeydir. Buna «mahrum» de
denilir. Şahsın dışındaki bir manadan dolayı hükmün yok olması bu tarifin dışında kalmıştır. Zira o
mahcûbdur. Veya, yabancı gibi, sebebin kâim olmaması da bu tariften çıkar.
Buradaki manîden murad vâris kılmaktan değil varis olmaktan men eden şeydir. Din ayrılığı gibi
bazı maniler her ikisine de mâni olsada maksat budur. Nitekim bunu Rahiku´l-Mahtûm´da beyan
ettim.
«Metindeki ibareye göre ilh...» Çünkü fukahadan bazıları bu dörtmâniye, başkalarını da ilâve
etmişlerdir. Nitekim şârih de ileride zikredecektir.
«Mükâtep gibi ilh...» Mükâtebin köleliğinin tam olup mülkiyetinin noksan olduğu açıklanmıştı.
Burada doğru olan, «müdebber ve ümmü´l-veled gibi» demesiydi. H. Şöyle de denilebilir: Mükâtebin
köleliğinin kâmil olması, müdebber ve ümmü´l-velede nispetledir. Bundan dolayı da mükâtebi
keffâret olarak âzâd etmek caizdir. Mükâtep, kazancına da mâliktir. Ümmü´l-veled ile müdebber ise
kazandıklarına mâlik değildirler.
Fakat mükâtebin köleliği «halis köleye» nispetle noksandır. Çünkü müdebber ve ümmü´l-veled gibi
onda da, hürriyet sebebi akdolunmuştur.
«Şahsın yarısı köle olsa bile ilh...» O, bir kısmı âzâd edilmiş, geri kalanını da kölelikten kurtarmak
için çalışan kişidir. Böyle birisi İmamı Azâm´a göre: tam olarak hürriyetine kavuşmak için bir
dirhem de borcu kalsa köle menzilesindedir.
İmameyn ise onun hür olduğunu söyleyerek «o hürdür ve borçludur dolayısıyla miras da alır hacb
de eder» demişlerdir.
Bu ihtilafın sebebi şudur: İmam´a göre âzâd, bölünme kabul eder. İmameyne göre ise etmez.
«İmam şafiî ise; bir kısmı azad edilen köle miras almaz ama ondan miras alınır demiştir.» Bazı
âlimler tarafından ise: «Şafiî´den naklolunan :
Onun ne miras alacağı ne de kendisinden miras alınacağıdır» denilmiştir. Şafiî kitaplarına müracaat
edilsin.
«...Ondan miras alınır.» Yâni yaralamanın, evveline istinad etme yoluyla... T.
«Ve yara nedeniyle ilh...» Yâni, köle olmadan önce ona isabet eden yaralanma sebebiyle ölse ilh... T.
«Diyeti varislerine verilir ilh...» Yâni yaralanma vaktine bakılırsa diyeti varislerinin olur. ...Zira o yara
nedeniyle, köle olmadan önce ölseydi onun mirası varislerinin olurdu. öyle ise köle olduktan sonra
da mirası onlarındır. Çünkü ölüm sebebi köle olmadan evvel meydana gelmişti. T.
«Bu hususta bizim İmamlarımızdan bir nakil görmedim». Ama onlar birçok meselede yaralanma
vaktine itibar etmişlerdir. Buna göre bu bahsin de, o meselelerden olması. mümkündür. Böyle bir
kölenin ölümünün, efendisinin mülkiyetinde iken vâki olduğunu söylemek de mümkündür. O
takdirde de diyeti efendisinin olur. T.
Ben derim ki: Benim anladığım şudur: Cânî yani köleyi yaralayan kimseye, bize göre, birşey
gerekmez. Zira müstemen bahsinde geçtiği üzere; müstemen dârü´l-harbe döndüğü zaman,
dârü´l-İslâmda bir vedlû veya alacağı kalsa sonra da esir edilse veya dâru´l-harb halk mağlup ediIip
müstemen esir alınsa yada öldürülse, alacağı düşer, kendisinden gaspedilen malı da vediası gibi
olur. Ortağının yanında kalan veya ülkemizdeki evinde kalan ise, fey olur. Harbîler mağlup
edilmeden öldürülse veya ölse, o zaman darü´l-îslâm´daki alacakları ve vediası vârisinin olur.
Çünkü onun kendisi ganimet olmamıştır.
Onun diyeti cânînin üzerine olmadığı bilinmektedir. O halde onun dâru´1-harbe dönüşü ve köle
olması ile, o diyet düşer. O zaman diyet varislerinin de efendisinin de olmaz.
Çünkü cinayet meydana geldiği zaman henüz efendisinin mülkiyetinde değildi. Zira efendisi onu
köle edindiği zaman o yaralı idi. Bundan dolayı da efendisi cânîden birşey talep etme hakkına sahip
değildir.
«Kısası veya keffareti gerektiren ilh...» Bunlardan birincisi, amden öldürmektedir. O da maktulü
kesici bir alet veya organları parçalamada onun yerine geçen birşey ile, kasden vurarak öldürmektir.
İkincisi ise üç kısımdır: Bunlar: Şibh-i amd. Sopa gibi, çoğunlukla öldürmeyen birşey ile, ölümünü
kasdederek vurmaktır, hatâen öldürmektir: Bir ara silah atıp bir insana isabet edip öldürmesi gibi
olan öldürme veya uykudaki bir kimsenin bir şahıs üzerine yuvarlanarak onu öldürmesi yada bir
kişinin üzerine damdan düşerek öldürmesi gibidir. Amden öldürmenin yerine geçer. Demekki
sebebiyet vererek öldürmek bu hükmün haricindedir. Zira sebep olarak öldürmek kısas ve keffareti
icap ettirmez. Meselâ birisi yola balkon çıkarsa veya kuyu kazsa yada bir taş koysa ve bu yüzden de
mûrisi ölse, yahut bir hayvanı sürse veya çekse de, o hayvan mûrisini çiğnese, mûrisini kısasen
veya recmen yahutda kendisini müdafaa etmek için öldürse, mûrisini kendi evinde öldürülmüş
olarak bulsa, kendisi âdil bir hükümdar murisi de bâğî olsa ve onu öldürse, eğer «ben onu haklı
olduğum halde öldürdüm ve şu onda da haklıyım» dese öldüren mirasçı olur.
Çocuğun ve delinin, bizzat kendilerinin öldürmeleri de mirasa mani değildir. Çünkü bunların
öldürülmeleri ne kısası ne de keffareti gerektirir. Bu bahsin tamamı Sekbu´l-Enhûr ve diğer
kitaplardadır. Havî´l-Zâhidi´de de remizli olarak şöyle denilmiştir: «Koca, zinadan dolayı karısını
veya kadın mahremlerinden bir akrabasını öldürse, bize göre ondan miras alır, Şâfii ise aksi
görüştedir. Yâni zinanın tahakkuku ile.. Ama memleketimizde köylerdeki çiftçiler arasında olduğu
gibi yalnız zina ithamı ile öldürürse vâris olamaz. Bunu bil. Remlî.
Burada : Keffâretin «gerektiren» sözü ile kayıtlanması, çoğunlukla vaki olduğu sözü keffâretin
müstehap olduğu, öldürmede de hüküm aynıdır. Meselâ, bir adam bir kadını dövse ve kadın ölü bir
cenin düşürse, adam onun gurresini verir, ayrıca keffâret ödemesi de müstehaptır. Bu durumdaki
adam keffâret müstehap olduğu halde ceninin mirasından mahrum olur.
Daha önce geçtiği üzere ilh...» Yâni cinayetler kitabından...
Şafîîye göre katil mutlak olarak ilh...» Yani ister haklı olsun ister haksız, ister mübaşereten
öldürsün, ister olmasın... Katle Şehâdet ile veya katle şahitlik edeni tezkiye ile de olsa hüküm
aynıdır.
«Eğer kâtil maktûlden evvel ölürse ilh...» Yâni yatağa düşecek şeklide yaralasa ve katil ondan evvel
ölse maktul icmâ ile ondan miras alır.
«İslâm ve küfür şeklindeki ilh...» Musannıfın, «İslâm ve küfür» ile kayıtlamasının sebebi şudur: Bize
göre. dinleri değişik bile olsa kafirler kendi aralarında birbirlerinden miras alırlar. Zira küfrün hepsi
bir millettir.
«Mürtede gelince: Bize göre ona mirasçı olunur». Yâni müslüman iken kazandığına mirascı olunur.
Mürted iken kazandığı ise müslümanlar için feydir. İmameyne göre ise, mürted iken kazandığıda,
mürted kadının kazandığı gibi, müslüman varisinindir.
«Ama Şafiî buna muhalefet etmiştir. » İmam Şafiî, mürtedin her iki kazancının da, hazineye
konulacağını söylemiştir.
«... Sonra da kadın müslüman olsa ilh...» Yâni kocasının ölümünden sonra... Ama eğer kocasının
ölümünden evvel müslüman olursa, zahir olan ceninin varis olmayacağıdır. Bu konuda ihtilaf
yoktur. Çünkü o, annesinin bir parçasıdır ve mûrisi öldüğü zaman müslümandır. Doğum anında da
annesine tebaen müslümandır. Bu mesele bir fetvâ vakıasıdır.
«Ben bu hususta bizim İmamlarımızın ise sarih birşey söylediklerini görmedim» Ben derim ki:
Şârihin bunu «sarih olarak» sözüyle kayıtlamasına sebep: İmamların sözlerinin açık bir delâletle
ceninin miras alacağına delâlet edişidir, İmamların : «Ceninin mirası» sözleri, bu kabildendir.
Çünkü onlar mirası haml olduğu halde, cenine izafe etmişlerdir. Onların, ceninin canlı olarak
çıkmasını şart koşmaları ise, mûhsi öldüğü zaman, onun varlığının tahakkuku içindir. Bundan
dolayı da bize: «Malik olan bir cansız vardır, o da nutfedir» denilmektedir.
Zâhiriye´den naklen Hamevî hâşiyesinde şöyle denilmiştir: «Cenin anneden ölü olarak çıktığı
zaman: Kendi kendine çıkmışsa varis olamaz. Ama eğer annesinden bir müdahale ile ayrılırsa o
zaman varisler cümlesinden olur. Bunun izahı şöyledir: Bir kişi bir kadının karnına vursa ve kadın
ölü bir cenin düşürse bu cenin varis olur. Çünkü şâri canlı üzerinde işlenen cinayette tazminatı
vacip kıldığı gibi kadının kamına vuran kişiye de gurreyi vâcip kılmıştır.
Buna cinayette hükmettiğimize göre ölü olarak düşen cenine miras düşer ve ona düşen mirasda
varislerine miras olur. Nitekim nefsinin bedeli olan gurrede miras olur.
Ben derim ki: Fakihler hamli, anasından ayrılmadan önce cenin olduğu halde hem varis hem de
muris kılmışlardır. Murisinin ölümü anında cenin müslüman değildi. O halde mirasta hak sahibi
olduğunda mânî mevcut değildi. Mâni, istihkâktan sonra ortaya çıktı. Buna göre; ceninin durumu,
kâfir olan mûrisî öldükten sonra müslüman olana benzer. Zira hakikatte ceninin miras alması,
müslümanın kâfirden miras alması değil, kâfirin kafirden miras almasıdır. Bize göre. mürted
meselesinde, müslümanın kâfirden miras alması tasavvur edilir.
«Bize göre kafirler arasındaki ülkelerin farklılığıdır». iki ülkenin farklılığı hem askeri yönden hem
de. otorite farklılığı yönündendir. Şöyleki: Liderlerden birisi Hindistan´da olup, kendisinin bir ülkesi
ve ülkesini koruyan askeri olsa diğeri de Türkistan´da olup, bir ülkesi ve ülkesini koruyan askeri
bulunsa, saldırmazlık kesilse de bunlardan her biri diğerinin katlini helâl kılsa. o zaman bu ülkeler
farklıdırlar.
Ülkelerin farklılığı sebebiyle aralarındaki verâset kesilir. Çünkü verâset dokunmazlık ve velâyet
üzerine bina edilir. Ama düşmanlarına karşı kendi aralarında yardımlaşıp, birbirlerine destek
olurlarsa o zaman ülke bir olup, verâset sabit olur.
Sonra bilinmelidir ki; ihtilaf: Ya, harbi ile zımmî ve geçen manaya göre iki ayrı ülkede yaşayan iki
harbi gibi hakikaten ve hükmen, yada bizim ülkemizdeki müstemen ve zımmî gibi sadece hükmen
olur. Zira ülke hakikatte bir olsa bile hükmen muhteliftir. Çünkü müstemen hükmen darü´l-harp
halkındandır, zira oraya dönme imkânına sahiptir. Yahutta ülkemizdeki bir müstemen ve
daru´l-harpteki bir harbi gibi sadece hakikaten muhtelif olur. Zira ülke hakikaten muhtelif olsa bile,
senin müstemen hükmen dûru´l-harp vatandaşıdır. O halde her ikisi de hükmen birdirler. Bu
sonuncusunda, müstemen bizim ülkemizde öldüğü takdirde malı harbi olan varisi´ne verilir. Çünkü
malındaki emân, onun hakkından dolayı bâkidir. Onun hakkından dolayı malı varisine ulaştırılır.
Kitapların çoğunda böyle denilmektedir. Bu durumda onun emân hükmünün devamı, malının
hazineye devredilmesine mâni olur. Siraciye´ye, musannıfı tarafından yazılan şerhte buna muhalefet
edilmlştlr. Bu muhalefete Durru´I-Mültekâ ve Sekbu´l-Enhûr´da dikkat çekilmiştir.
Ben derim ki: Bununla anlaşılmış oldu ki: Mirasa mâni olan, ülke ihtilafı, sadece hakikaten muhtelif
olması değil, ister hakikaten muhtelif olsun ister olmasın, hükmen muhtelif olmalarıdır. Bu da
Zeylaî´nin dediğidir. Zeylaî şöyle demektedir: «Mirasta müessir olan mâni, ülkelerin hükmen
muhtelif olmasıdır. Şayet hükmen muhtelif olmayıp hakikaten muhtelif olsa ona itibar edilmez.»
«... Hakikaten İlh...» Yâni bildiğin gibi aynı zamanda hükmen de muhtelif ise...
«Harbi ve zımmî gibi ilh...» Yâni harbi darü´l-harpte öldüğü takdirde, onun bizim ülkemizde zımmî
bir varisi olsa, veya ülkemizde bir zımmî ölse ve onun dârû´l-harpte bir varisi olsa, bunlardan biri
diğerinden miras alamaz. Zira zımmî ve harbi aynı dinden olsalar bile ülkeler hem hakikaten hem de
hükmen muhteliftirler.
«Veya hükmen ilh...» Yâni sadece hükmen...
«İki harbi gibi ilh...» Sirâciye´de de böyledir. Orada şunlar do yer almıştır: O daha öncede
söylediğimiz gibi, hakikaten ve hükmen ülkelerin ihtilafındandır. Ancak her iki harbinin de
hakiketen iki ayrı ülkeden olduklarına hamledilmesi müstesnâ. Ama ikisi de bizim ülkemizde
müstemendirler. Dolayısıyla ikisi de hakikaten tek ülkeden. hükmen ise iki ayrı ülkedendirler.
Bu yorumu da sârihin «iki ülkede» değilde, «iki ülkeden» ifadesi teyid etmektedir.
Şârih için evlâ olan, «iki harbî» yerine «iki müstemen» demesiydi. Zannediyorum Şârih bu
evleviyyeti bunun her iki ihtilafa da misal olabileceğine işaret etmek için terketmiştir. Bunu Seyyid
ifade etmiştir ve bu bahsin tamamı oradadır.
Müslümanlar böyle değillerdir» Yâni ülke ihtilafı, müslümanlar hakkında geçerli değildir.
Nitekim bütün şerhlerde de böyledir. Hatta müslüman bir tacir veya müslüman bir esir dârü´l-harpte
ölse, onun darû´l-islâm´daki varisleri ondan miras alırlar. Sekbû´l-Enhûr´da da böyle denilmektedir.
ibnu´l-Hanbeli´nin Siraciye şerhinde şöyle denilmiştir: İtabî´nin: «Bir kimse müslüman olsa fakat,
bizim ülkemize hicret etmese, memleketimizdeki aslî bir müslümandan miras alamaz. Aslî bir
müslüman da ister müstemen olsun ister olmasın darû´l-harpte müslüman olup ülkemize hicret
etmeyenden miras alamaz.» sözlerine gelince, bu sözlere âlimlerimizden biri şu sözleri ile
reddetmiştir. «Bana öyle geliyorki İtâbî´nin bu görüşü, islamın başlangıcı yani hicretin farz olduğu
zamanla ilgilidir. Nitekim Allah Teâlâ hicret eden ile etmeyen arasındaki velâyeti şu ayetle
nefyetmiştir. «...İnanıp hicret etmeyenlere, hicret edinceye kadar sizin dostluğunuz yoktur.»
Hicret eden ile etmeyen arasında velayet bulunmayınca, varislik de bulunmaz. Çünkü miras
velâyete bağlıdır. Günümüzde ise bunların birbirlerine varis olmaları uygundur. Çünkü
Resûlullah´ın «Fetihten sonra hicret yoktur» hadisi ile hicretin hükmü neshedilmiştir.
«İleri de de geleceği gibi ilh...» Yâni «yananlar ve boğulanlar» faslında...
«Beş veya daha fazla meselededir.» Şârih «veya daha fazla» sözünü. Müctebâ´ya uyarak, varisin
mechuliyetinin beş meselede hasredilmeyeceğine işaret etmek için eklemiştir. Çünkü beş mesele
dışında. daha başkalarının da eklenmesi mümkündür. Düşün.
Şârih, bu meselelerden ikisini zikretmiştir. Üçüncüsü şudur: Bir kişi çocuğunu gece cami avlusuna
bıraksa ve sabahleyin pişman olup çocuğunu almaya gittiğinde orada iki çocuk olduğunu görse ve
kendi çocuğunun hangisi olduğunu bilemese; bunlardan hangisinin kendi çocuğu olduğu
anlaşılmadan ölse, bu çocuklardan hiçbirisi ona mirascı olamaz, malı hazineye konulur ve
çocukların nafakaları hazineden karşılanır. Ayrıca çocuklarda birbirlerinden miras alamazlar.
Yine bu meselelerden dördüncüsü de şudur: Hür bir kadın ile bir cariye karanlık bir odada doğum
yaparak birer tane erkek çocuk doğursalar ve hür kadının çocuğu câriyeninkinden ayırdedilmese
onlardan hiçbiri hür kadından miras alamaz. Ve çocuklardan herbiri, cariyenin efendisi için çalışır.
Beşincisi de şudur: Birisinin, hür bir kadından, başka birinin de cariye olan karısından bir oğlu
olsa, her iki çocuğu da büyüyünceye kadar bir sütannesi emzirse ve hangisinin hür kadının çocuğu
olduğu bilinmese çocukların ikisi de hürdür ve herbiri kıymetinin yarısı kadar cariyenin efendisi için
çalışır. Ondan miras da alamazlar.
«Anlaşsalar ilh...» Yani o iki çocuk anlaşsalar... Çünkü miras onları aşmaz. Kim bir hisse alırsa
hakikatte ancak o varistir ve oldığı da kendi payındandır. Diğerinin aldığı da hak sahibinden hibe
olur. Zâhir olan şu ki bu, geçen meseleye câridir. T.
Ben derim ki Aksine bu geçen bütün meselelere caridir. Yukarda geçen «malının hazineye»
konulacağı hükmü de, «sulh etmedikleri takdirde hazineye konulur» şeklinde yorumlanır.
EK:
Bu durumda, mânilerin tamamı altı olmaktadır. Ulemâdan bazıları, nübüvvetin de mirasa mani olan
şeylerden olduğunu söylemişlerdir. Zira Resulûllah´ın Buhari ve Müslim´deki «Biz peygamberler
topluluğu, kimseyi varis etmeyiz. Bizim terikemiz sadakadır.» hadisi bunu göstermektedir.
Tetîmme´den naklen Eşbah´ta şöyle denilmiştir: «Her insan varis de olur, miras da bırakır. Ama
Peygamberler müstesnadır. Onlar ne varis olur ne de miras bırakırlar.»
Bazılarının, Hz. Peygamber (s.a.v.)´in Hz. Hatice´den miras aldığı yolundaki sözleri sahih değildir.
Hz. Hatice malını, sağlığında iken ona hibe etmiştir.
Ben derim ki: İbn Kemâl´in ve Sekbu´l-Enhûr´un sözleri ise Peygamberlerin de miras alacaklarını
bildirmektedir. Bu bahsin tamamı Rahiku´l-Mahtum´dadır.
Ulemadan bazıları bu manilere, riddeti (dinden çıkma) de ilâve etmişlerdir. Çünkü mürted, icmâ ile,
hiç kimseden miras alamaz. Mürtedin kimseden miras alamayacağı din ihtilafından dolayı değildir.
Zira, konusunda bilindiği üzere, mürtedin dini yoktur. Buna göre mirasın mânileri sekiz olur.
Ulemadan bazıları ise dokuzuncu mâni olarakda, ilânı ilâve etmişlerdir. Duru´l-Müntekâ´da şöyle
denilmiştir: Aslında mâniler beştir: Dördü metinde zikredilenler, beşincisi de riddetdir. Bu ser´î bir
araştırma ile bilinmiştir.
Bu beş mânie ilâve edilenlere gelince, onlara mâni demek mecâzîdir. Zira, onunla mirasçı
olunmaması bir mâninin varlığından değil, şartın veya sebebin yok olmasındandır.
Bunun izahı şudur: Miras olmanın şartı varisin, mûris öldüğü zaman hayatta olmasıdır. Bu şart da,
ölüm tarihi meçhul olanda mevcut değildir. Çünkü şartın mevcudiyeti bilinmemektedir. Şekk ile
veraset sâbit olmaz. Varisin meçhuliyetine gelince o da aynıdır. Meçhul olan varis mefkûdda olduğu
gibi, hükmen ölü gibidir.
Lian yoluyla reddedilen çocuğa gelince o, babasına babasıda ondan varis alamaz, çünkü nesebi
kesiktir. Demekki onun miras alamaması, aslında sebebin bulunmamasındandır. O da, babasına
nispet edilmesidir.
Nûbûvvette şartın veya sebebin bulunmamasına gelince, bunda söylenecek hayli söz var. Bunlar
Rahiku´l-Mahtum adlı şerhimizden öğrenilebilir. âhir olan şu ki: Nübûvvetin mirasa mâni
olmamasındaki illet, nübûvvetin mûriste kâim olan bir manâ olmasıdır. Mâni ise, vâriste kâim olan
bir manadan dolayı olur. Nitekim onu manîînin tarifinde söylemiştik.
BİR EK:
Şafiîler devr-i hükmîyi de mânilerden saymışlardır. Devr-i hükmî şudur: Birisini varis kılmanın
varisin yokluğunu gerektirmesidir. Meselâ bir kişi varis olarak sadece kardeşini bırakarak ölse,
kardeş de ölen kişinin bir oğlu olduğunu ikrar etse, o çocuğun nesebi sabit olur. Ama Şafiîlere göre
vâris olamaz. Çünkü varis olacak olsa, kardeşi hacbeder, dolayısıyla kardeşin ikrârı kabul edilmez
ve çocuğun da nesebi sabit olmaz, o zaman miras alamaz. Çünkü çocuğa miras ispât etmek, onun
nefyine vesile olur. O zaman da temelden nehyedilmiş olur. Bunu ulemamız zikretmemişlerdir.
Çünkü mukirrin ikrârı yalnız kendi hakkında sahihtir. Buna göre çocuk miras alır, kardeş ise
alamaz. Ben bu bahsi nakille teyid ederek Rahiku´I-Mahtûm adlı eserimde tahkik ettim. Bu bahsin
tamamı hastanın ikrarı bâbında geçmiştir.
neslinur
Sat 23 January 2010, 11:41 pm GMT +0200
M E T İ N
Musannıf, mirasa mâni olan şeyleri beyan ettikten sonra, zevce (hanım) ile başlayarak ashâbı feraizi
(belirli hisse sahiplerini) açıklamaya başladı. Konuya hanımla başlamasına sebep, onun üremenin
aslı oluşudur. Zira çocuklar ondan doğar. Musannıf şöyle demiştir: Mirastan bir veya daha fazla
hanım için çocuk ile veya çocuğun oğlu ile birlikte farz olarak verilecek hisse sekizde birdir. Ama
ne kadar aşağıda olursa olsun kızın oğlu ile birlikte ise, hakkı dörtte birdir. ÖIenin çocuğu veya
çocuğun oğlu olmadığı takdirde hanıma yine dörtte bir verilir.
Demekki hanımın iki halı vardır: 1 - Kişi çocuksuz olarak ölürse hanımın hakkı dörtte bir, 2 - Çocuk
bırakarak ölürse sekizde birdir.
Bir veya daha fazla koca için, mirastan farz olarak verilen dörttebirdir. Kocanın birden fazla olması
şöyle olur: İki veya daha fazla kişiden her biri ölen bir kadının kendi nikahlı karısı olduğunu iddia
eder ve hepsi delil getirir. Kadın ise bunlardan hiçbirinin evinde değildir, ve bunlardan hiçbiri
kadınla cinsi ilişki kurmamıştır. İşte o zaman bu adamlar tek bir koca gibi kadının mirasını taksim
ederler. Çünkü aralarında tercih sebebi yoktur.
Koca karısının çocuğu ile veya karısının oğlunun çocuğu ile beraber olursa rubu alır. Karısının
çocuğu veya karısının oğlunun çocuğu olmadığı takdirde ise mirasın yarısını alır. Buna göre
kocanın iki hali vardır. yarı veya dörtte bir.
Baba ve dedenin üç hali vardır: ,
1 - Farzı mutlak ki bu altıda birdir: Bu ölen çocuğu Veya oğlunun çocuğu ile birlikte olması
durumundadır.
2 - Ta´sibi mutlak (mutlak asabe) öleni ve oğlunun çocuğu olmadığı takdirdedir.
3 - Asabelikle birlikte farz (farz meatta´sib): ölenin kızı veya oğlunun kızı ile birlik hem farz´ını
(hissesini) alır hem de asabe olur.
Ben derim ki: Eşbah´ta şöyle denilmiştir: «Onüç mesele dışında baba gibidir. Bunların beşi ferâizde
kalanları da başka konulardadır.
Musannıfın oğlu Fusuleyn´den naklen Zevâhir adlı eserinde bunlara şu meseleyi de eklemiştir:
Baba küçük çocuğunun nikah mihrini kefil olsa ve onu ödese, eğer rucû etmeyi (oğlundan almayı)
şart koşmuşsa, alabilir. Eğer şart koşmamışsa alamaz. Eğer babanın yerine başka bir veli veya vasi
olursa mutlak olarak, ((şart koşsada koşmasada) rucû eder.
«Baba yerine başka bir veli» sözü dedeyi de kapsar. Demekki dede de vasi gibi, rücûu şart
koşmasa bile rücû edebilir. Baba ise böyle değildir.
i Z A H
«Çünkü o, üremenin aslıdır». Yâni aslın ve ferlerin doğumunun aslıdır. Ekseriyetle, hepsi onun
evladıdırlar. Çünkü doğum bazen cariye edinme ilede olur. Hanım bu itlbarla anne olsada onun
zevcelik özelliği, annelik özelliğinden evveldir. Bundan dolayı da anne önce zikredilmedi. Düşün.
«Çocuk ile ilh...» Yâni ister erkek olsun ister dişi ölen kocanın çocuğu ile birlikte... Ölen kocanın
çocuğu başka bir kadından olsa bile durum aynıdır.
«Ölen bir kadının, kendi nikahlı karıları olduğunu ilh...» Ama eğer böyle bir durumda o kadın sağ
olsa adamların delilleri birbirlerini bâtıl kılarlar. O zaman kadın kendisini tekzip ettiği kişinin
yanında değilse ve adam onunla cinsi ilişki kurmamışsa, kadın erkeklerden hangisini tasdik ederse
onun karısıdır. Eğer her iki erkek de evliliklerine tarih belirtirlerse, hangisinin tarihi daha eski ise o
kadında daha müstehıktır. T.
«Delil getirir ilh...» Bahr´da «iki kişinin davası» konusunda şöyle denilmiştir: «iki kişi, bir kadının
ölümünden sonra, onun kendi nikahlısı olduğuna delil getirseler ve tarih göstermeseler veya tarih
gösterseler ama her ikisinin tarihi aynı olsa. kadının nikâhının her ikisine ait olduğuna hükmedilir
ve bunlardan herbiri kadının mehrinin yarısını verir. Kadın ölünce de bir kocanın mirasını alırlar.
Kadın bir çocuk doğurduğunda nesebi her ikisinden de sâbit olur. Dolayısıyle o çocuk her ikisinden
de tam bir evlat mirası alır. Ama adamların her ikisi, o çocuktan bir tek baba mirası alırlar.
Hülâsa´da da böyle denilmektedir.» Münyetü´l-Müfti´de de bu konuda ikrar ile zilliyete itibar
edilemez.» denilmiştir.
Bunun benzeri Camiu´l-Fusuleyn´de de vardır.
«Kadın ise bunlardan hiçbirinin evinde değildir ilh...» Bu, Ruhu´ş-şuruh´taki şu ibarenin manasıdır:
O kadın onlardan hiçbirinin zilliyetinde olmasa..» Bunun muhalif mefhumu zilliyete itibar
edileceğini gösterir. Bu ise bizim biraz evvel söylediğimizin aksinedir.
«Koca mtrasın yorısını alır.» Mirastan hakkı yarı olanların dördü Ise zlkredilmemiştir. Halbuki diğer
farz (hisse) larda olduğu gibi onları da burada zikretse idi uygun olurdu. Bunlar kız, -kızı olmadığı
zaman- oğlunun kızı, anababa bir kızkardeş, -anababa bir kızkardeş olmadığı zaman- baba bir
kızkardeştir. Bu saydığımız farz sahipleri, kendilerinin asabe yapacak varis olmadığı takdirde yarı
alırlar.
«Dede ilh...» Yâni eğer ölü ile kendisi arasında bir kadın girmemişse baba olmadığı zaman dede
baba gibidir. Bu da ceddi şahihtir. Eğer, ölüye nispetinde araya anne girmişse o, ceddi fasit olup
torunundan miras almaz, ancak zevi´l-erhâmdandır. Çünkü annenin, ölüyü dedeye nispette araya
girmesi nesebi keser. Zira nesep babalara aittir. Zeylai.
«Farzı mutlak». Yâni asabelik, takdir edilmiş olan hisseye eklenmez.
«Çocuk veya ölenin oğlunun çocuğu ile birlikte ilh...» Musannıf bunu farzı mutlak ile kayıtladı. O
halde «çocuğu» da «erkek (oğul) olarak kayıtlamalıydı. Çünkü çocuk kızı da kapsar. Ancak,
musannıf bunu, ibarenin devamından anlaşıldığı için terketmiştir.
«Kızı ile veya oğlunun kızı ile birlikte ilh...» Zira babaya farz (hisse) olarak altıda bir verilir, kızına
veya oğlunun kızına da yarım verilir. Geri kalan ise asabe olarak yine babanındır.
«Bunların beşi farâizde ilh...» Bunlar:
1 - Annesi onunla (baba ile) birlikte vâris olmaz, ama dede ile varis olur.
2 - Birisi ölse ve geride annesi ve babası ve bir de karısı kalsa :
O zaman anne hanımının hissesi çıktıktan sonra geri kalanın üçte birini alır. Şayet burada baba
yerine dede olsaydı. o zaman anne malın tamamının üçte birini alırdı. Ebû Yusuf´a göre ise anne bu
durumda da kalanın üçte birini alır.
3 - Benu´la´yan (ana baba bir erkek kardeş) ve benu´l-allat (baba bir erkek kardeş) baba ile icmâen
sakıt olurlar. Dede ile bir olduklarında ise : Ebû Hanife´ye göre sakıt olurlar ama İmameyn´e göre
olmazlar.
4 _ Mûtik´ın (azâd edenin) babası, mûtıkın oğlu ile birlikte Ebû Yusuf´a göre velânın altıda birini alır.
Dede ise bir şey alamaz. Aksine velânın hepsi oğulundur. Diğer imamlara göre ise dede velâdan
hiçbirşey alamaz.
Birisi ölse ve geride mûtıkının dedesi ile. mûtukının kardeşi kalsa; Ebû Hanife´ye göre: Mutikın
velâyeti dedeye aittir. İmameyne göre ise veli ikisinindir. Eğer bu durumda dedenin yerinde baba
olsa idi imamların ittifakı ile mirasın hepsi onun olurdu. Minah´ta şöyle denilmiştir: «Beşinci
meselenin hükmü üçüncü meselenin hükmünden çıkarılmıştır.» «Geri kalan meseleler de feraizin
dışındadırlar.»
1 - Kişi eğer «falan kişinin akrabalarına vasiyet ettim» derse baba bu vasiyete dahil olmaz. Dede ise
Zâhir-i rivayete göre dahil olur.
2 - Çocuğun fitresi zengin olan babası üzerine vaciptir, dedesine ise vacip değildir.
3 - Eğer baba âzâd edilmiş olsa çocuğun velâsı dedenin mevâlisine değil kendi mevâlisinedir.
4 - Küçük çocuk babasının müslümanlığı ile müslüman olur, ama dedesinin müslüman oluşu ile
müslüman olmaz.
5 - Bir kişi ölse ve geride küçük çocukları kalsa, bıraktığı malda velâyet babanındır. Bu durumda
baba ölenin vasisi gibidir. Dede ise bunun hilafınadır.
6 - Nikah velâyetinde; eğer küçük çocuğun kardeşi ve dedesi olsa:
Ebû Yûsuf´a göre çocuğu nikahlama velâyetinde, ikisi ortaktırlar. İmamı Azâm´ın görüşüne göre ise
çocuğun nikah velâyeti dedeye aittir. Eğer burada dede yerine baba olsaydı imamların ittifakı ile
velâyet babasına olurdu.
7 - Babası ölse çocuk yetim olur. Çocuğu yetimlikten kurtarmak için dede babanın yerine geçemez.
8 - Bir kişi ölse ve geride küçük çocukları kalsa ve malı olmasa: ölen adamın annesi ve baba
tarafından dedesi olsa küçük çocukların nafakaları üçe bölünerek ikisine ait olur; üçte biri adamın
annesine üçte ikisi de dedesine aittir. Eğer dede baba gibi olsaydı nafakanın hepsi onun üzerine
olurdu. H.
Ben derim ki: Beşinci şıkta üzerinde durulması gereken bir husus var. Çünkü «vasilerin şahadeti»
bahsinden hemen önce geçtiği üzere çocuğun malında velâyet hakkı önce babasının, sonra
babasının, vasisinin daha sonra babasının vasisinin, sonra dedenin, sonra dedenin vasisinin,
sonra hakimin, daha sonrada hakimin vasisinindir. Buna göre baba ve babanın vasisi olmadığı
takdirde dede yerine kaim oluyor. Demekki çocuğun malının velâyetinde dede babaya muhalif
değildir.
Altıncıda da Minah´tan naklen geçen hüküm cârî olur.
Sekizincide, «ölünün annesi ve dedesi olsa» sözü Eşbâh´ın bazı nüshalarındaki ifadeye uygundur.
Eşbâh´ın diğer bazı nüshalarında da çocuklara raci olan, cemi zamiri ile «çocukların anneleri ve
dedeleri olsa» şeklindedir ve doğrusu da budur. Çünkü küçük çocuğun nafakası mirası kadarıyla
en yakın akrabasının üzerinedir. Nitekim metinlerde böyledir. Yâni o çocuk öldüğü takdirde, yakın
akrabası ondan ne kadar miras alacaksa, o oranda nafaka verir. Buna göre buradaki «anneden»
maksat, çocukların anneleri olsa çocukların nafakalarının üçte birinin onun görevi olması doğru
olur. Kalanı da dedenîn vazifesidir. Çünkü çocuklar öldüğü takdirde anneleri mallarının üçte birini
alır.
Ama eğer «anne» den maksat. ölen babalarının annesi ise o zaman ona çocukların nafakalarının
altıda biri vacip olur. Çünkü onların ninesidir. Ninenin hissesi ise üçtebir değil, altıdabirdir.
Demekki zamiri «onun annesi olsa» şeklinde ölüye ircâ etmek doğru olmaz. Aksine zamirin
çocuklara ait olduğu ortaya çıkar. Bu izâhât. benim Fettâhu´l-Âlim´in «feyz»inden anladığımdır.
«Musannıfın oğlu... eklemiştir.» Ben derim kl: Yukarıdakilere şunlarda îlâve edilebilir: Çocuğun
nafakası, fakir olan dedesine vacip değildir, dedesinin müslüman olmasıyla çocuk müslüman
olmaz. Oğlu hayatta olduğu halde dede bir çocuğun kendi torunu olduğunu ikrâr etmiş olsa.
sadece onun ikrârı ile nesep sâbit olmaz. Seyyîd bunu Sirâciye şerhinde zikretmiştir. Ben de bir
diğerini daha ilâve ettim ki. o da vasîlerin şehâdetleri» bahsinden hemen önce geçti. O aynı
zamanda Hâniye´de de olan şu ifadedir. Haniye sahibi şöyle demiştir: «Ebû Hânife, vasî ile ölenin
babasını birbirlerinden ayırmıştır; Vasî ölen kişinin borcunu ödemek iç.in terikeyi satar. Ölenin
babası ise terikeyi ölenin borçlarını ödemek için değil, çocuklara ait olan borcu ödemek için satar.
Bu Hassaf´tan nakledilen bir fâizdedir, hatırda tutulsun.
İmam Muhammed ise, dedeyi baba yerine ikâme etmiştir. Fetva Hassaf´ın kavli ile verilir.
Bu meselenin özeti şudur: Küçük çocuğun dedesi, bu meselede çocuğun dedesi, bu meselede
çocuğun babasına ve babasının vasîsine benzemez. Bir de ben gördüm ki, Vehbaniye sahibi bu
meseleyi aynı bahiste zikretmiştir.
«Baba küçük çocuğunun nikâh mehrine kefil olsa ilh...» Yâni bir baba küçük oğlunun kansının
mehrine kefil olsa ve ödese...
«Eğer rûcû etmeyi şart koşmuşsa alabilir.» Akit zamanında çocuğun malı olmasa bile, rücûu şart
koşmuş ve şahitde tutmuşsa. Camiu´l-Fusuleyn´den bir de şu mesele alınmıştır: Kişi kendi
malından naklen ödeyerek çocuğuna bir şey alsa ve alırken parayı çocuğundan almaya niyet etse,
şahit tutmamışsa diyaneten rücû ederek alabilir, kazaen alamaz. Eğer çocuğuna aldığı şey elbise
veya yiyecek ise ve rücû edeceğine dair şahit tutarsa, şayet çocuğun malı varsa harcadığını
çocuktan alır. çocuğun malı yoksa alamaz. Çünkü onun giyeceği ve yiyeceği babasının vazifesidir.
Eğer aldığı şey bir köle veya çocuğa lazım olmayan birşey ise. şahit tuttuğu takdirde malı olmasa
bile rücû edebilir, şahit tutmamışsa rücû edemez.
Ben derim ki: Çocuğu evlendirmek babanın görevi değildir. Eğer baba çocuğunu evlendirse ve
hanımının mehrini ödese rücû edeceğine dair şahit tuttuğu takdirde, malı olmasa bile rücû ederek
ondan alır.
«Eğer şart koşmamışsa rücû edemez.» örf böyle olduğu için istihsanen rücû edemez.
Camiu´l-Fusuleyn.
«Mutlak olarak rücû eder». Yâni veli veya vasî rücû etmeyi şart koşmasalar bile rücû edebilirler.
Çünkü âdeten veli veya vasî küçük çocuğun zevcesinin mehrini yüklenmezler.
M E T İ N
Annenin üç hali vardır:
1 - Altıda bir: çocuğu veya oğlun çocuğu ile, yada (erkek ve kız) karışık olsalar bile, hangi yönden
olurlarsa olsunlar erkek veya kız kardeşlerden iki veya daha fazlası ile birlikte olması halidir.
2 - Yukarıda geçenlerden hiçbiri olmadığı zaman,
3 - Kalanın üçte biri: Baba ve karıkocadan biri ile birlikte olursa, onların hissesinden kalanın üçte
birini alır.
Ninenin hissesi mutlak olarak altıdabirdir. Eğer anneanne ve babaanne gibi birden fazla olurlarsa
hepsi altıda birde ortaktırlar. Ninelerin altıda birde ortak olmaları zikredilenler gibi sahih oldukları
takdirdedir. fasit nine ise ileride de geleceği gibi zevi´l-erhamdandır. Yine ninelerin ortak olması için
derece itibariyle aynı seviyede olmaları gerekir, çünkü ileride de geleceği gibi yakın, uzağı mutlak
olarak hacbeder.
Ölenin kızı ile birlikte, oğlunun bir veya daha fazla olan kızının üçte ikiyi tamamlamak için altıdabir
verilir.
Annebababir kızkardeş ile birlikte bir veya daha fazla olan bababir kızkardeşe de üçte ikiyi
tamamlamak için altıda bir verilir.
Anne bir olan bir kardeşe altıdabir, iki veya daha fazlasına da üçtebir verilir. Bunların erkekleri ve
kadınları eşittir.
Anne kendisi ile birlikte olduğunda altıdabir alacağı bir varis olmadığı zaman, üçtebir alır. Nitekim
bu yukarda geçmişti.
Yukarıda belirttiğimiz gibi anne karıkocadan herhangi birinin hissesi çıktıktan sonra kalanın üçte
birini alır. Bu da, birisi ölüp, geride zevcesi ve anababası kaldığı durumda söz konusudur. Bu
durumda ona dört´ te bir verilir.
Eğer bir kadın ölse ve geride kocası ve anababası kalsa anneye altıdabir verilir. Ancak buna «...
anababası ona varis olur, anasına üçte bir vardır.» âyeti kerimesine göre, edeben «üçtebir» denilir.
Hissesi yarım olanlardan iki veya daha fazlasına üçteiki verilir ki bunlar beş sınıftır: Kız, oğulun kızı,
anababa bir kızkardeş, bababir kızkardeş ve koca. Ancak koca üçteiki almaz, çünkü o birden fazla
olmaz. Allah Teâlâ en iyisini bilendir.
i Z A H
«Çocuğu veya oğulun çocuğu ile birlikte ilh...» ister erkek olsun ister kız...
«Hangi yönden olurlarsa olsunlar ilh...» Yâni, iki veya daha fazla olan kardeşler, ister anababa bir
ister bababir isterse anabir olsunlar...
«Karışık olsalar bile ilh...» Yâni, bir veya daha fazla yönden erkek ve kadın olsalar...
«Yukarda geçenlerden hiçbiri olmadığı zaman...» Yâni çocuk oğlunun çocuğu kardeşler ve
kızkardeşler baba ve kankocadan biri olmadığı zaman...
«Kalanın üçte birini de ilh...» ilerlde de geleceği gibi bunun İçinde iki suret vardır. Tahtâvî demiştir
ki: Şârih´in, bu iki halı. yani üçte bir ile kalanın üçtebirini; musannıfın ileride zikretmesine rağmen
burada zikretmesinin sebebi, annenin bütün hallerinin birbiri arkasına zikredilmesinin evlâ
olduğuna işaret etmektir.
«Mutlak olarak.» Yâni misal verildiği gibi ister anne tarafından ninesi olsun ister baba tarafından...
«Sahih oldukları ilh...» Cedde-i sahila (sahih nine) kendisi ile ölen kişi arasında ceddi fasit (fasit
dede) olmayan ninedir. Bu da üç kısımdır: Annenin annesinin annesi gibi yalnız kadınlarla
bağlanmış olan, babanın babasının annesi gibi yalnız erkeklerle bağlanmış olan ve babanın
annesinin annesi gibi yalnız kadınlarla erkeklerle bağlanmış olandır.
Annenin babasının annesi gibi olanlar ise bunun aksinedir. Çünkü o cedde1 faside (fasit nine) dir.
«Mutlak olarak ilh...» Yâni ister yakın, ister uzak olan kadın, anne tarafından dar olsa baba
tarafından da olsa eşittir. Ve yine yakın olan kadın, babanını olmadığı yerde annenin annesinin
annesi ile varis olmuş olsun baba ile hacbedilmiş olsun eşittir.
«ileride de geleceği gibi ilh...» Yâni hacb ahlatılırken gelecektir.
«ÖIenin kızı ile birlikte oğlunun bir kızı için altıda bir vardır ilh...» Kızların altı hali vardır: Bunlardan
üçü öz kızları ve oğlunun kızlarında tahakkuk eder; bunlar, bir tanesi için üçtebir, birden fazlası için
üçte iki almaları ve kızlarla birlikte erkek vâris olması halinde de asabe olmalarıdır.
Üç halde sadece oğulun kızları içindir; birincisi musannıfın zikrettiği. ikincisi oğulun kızları iki öz
kız veya daha fazlası ile mirastan mahrum olurlar. Ancak onlarla birlikte, kendilerinden yüksek
derecede olmayan bir erkek olursa o zaman o erkek onları asabe yapar. Üçüncüsü oğulun kızları öz
oğul ile mirastan mahrum olurlar. Bunun izahı ileride gelecektir.
«Bababir kızkardeşe... altıda bir verilir ilh...» Anne bir olmayan kızkardeşlerin yedi hali vardır.
Bunların beş tanesi annebababir kızkardeşlerde ve bababir kızkardeşlerde tahakkuk eder. Bunların
üçü öz kız da geçen hallerdir. Dördüncüsü: ölenin bababir kızkardeşleri kızları ile veya oğlunun
kızları ile asabe olurlar. Beşincisi; ölenin ana baba bir kızkardeşleri, oğlu veya oğlunun oğlu yada
babası ile imamların ittifak ile mirastan düşerler. İmam Azâm´a göre dede ile de düşerler, iki hal de
bababir kızkardeşlere mahsustur.
Bunlar musannıfın zikrettiğidir. Bunlar ölenin iki veya daha fazla olan anabababir kızkardeşi ile
düşerler. Ancak kendileri ile birlikte onları asabe yapacak birisi olursa o zaman düşmezler.
Siraciye´nin bazı nüshalarında denildiğine göre bababir kızkardeşler anabababir kızkardeş asabe
olduğu takdirde düşer. Yâni anabababir kızkardeş ölenin kızları ile veya oğlunun kızları ile birlikte
olursa. baba bir kızkardeşler düşerler.
Seyyid: Zira o, bu durumda asabe olma konusunda erkek kardeş gibi ölüye daha yakındır.
«Anne bir olan bir kardeşe altıda bir verilir.» Yâni annebir erkek kardeş ile anne bir kızkardeşe
altıda bir verilir. Bunların üç hali vardır: Musannıf bunlardan ikisini zikretti, üçüncüsü de şudur:
Bunlar varisin çocukları ile yada babası ve dedesi ile mirastan düşerler. Nitekim ileride de
gelecektir.
«Kendisi ile birlikte olduğu zaman altıdabir alacağı varis olmadığı zaman ilh...» Yâni, veya kalanın
üçtebirini alacağı varis bulunmadığında...
«Karıkocadan herhangi birinin hissesi çıktıktan sonra ilh...» Yâni karının veya kocanın hissesi
çıktıktan sonra kalanın sülüsü...
«Bu durumda ona dörtte bir verilir». Çünkü hanıma dörtte bir verilir». Meselenin mahreci dörttendir,
dörtte bir zevceye verilince, üç kalır. Kalan üçün üçte biri de anneye verilir, bu aynı zamanda
dördün dörtte biridir. Geri kalan da babaya verilir.
«Anneye attıdabir verilir.» Çünkü mesele altıdan halledilir. Bunun yarısı olan üç, kocaya verilir.
Kalanın üçte biri anneye, geri kalan da babaya verilir.
«Edeben ilh...» Zira Allah Teâlâ´nın «anneye üçtebir verilir» sözün. den murad ebeveynin miras
aldığı miktarın sülüsüdür. Bu, ister malın tamamı olsun ister bazısı olsun... Bu izahın delilleri
mufassal kitaplarda zikredilmiştir. Buna göre buradaki üçtebir, aslın da malın tamamının dörtte biri
veya altıda biri de olsa. Kur´an´ın lafzı ile teberrük etmek için üçte bir demek edep gereğidir. Ayrıca
üçte bir demek âyete muhalefet şüphesinden de uzaklaştırır.
«Çünkü o birden fazla olmaz.» Bu söz hiç söylenmese daha iyi idi. Çünkü daha önce kocanın da
birden fazla olabileceği geçmişti. Denilebilir ki: O durum ne hakikaten ne de sûreten kocanın birden
fazla olmasıdır. Onlar ancak bir delil olmadan, tercih etmeyi bertaraf etmek için ortak kılınmışlardır.
Bundan dolayı da onların her ikisine de bir koca payı verilir. Binaenaleyh musannıfın Mecma´a
uyarak «ancak zevc üçteiki almaz» demesi fazladır. Düşün. Allah Teâlâ en iyisini bilendir.
ASABELER FASLI
M E T İ N
Neseb cihetiyle olan asabeler üçtür: 1 - bi-nefsihi asabe, 2 - bigayrihi (başkası sebebiyle) asabe. 3 -
maagayrihi (başkası ile birlikte) asabe.
Asabe binefsihi: (Başka birisi olmadan) kendi kendine asabe olandır. Bu da, ölüye nispette
aralarına kadın girmeyen erkektir. Buna göre ikadın kendi başına asabe olamaz. başkası sebebiyle
veya bir başkası ile birlikte asabe olabilir.
Eğer annenin çocuğu gibi erkekle ölü arasına bir kadın girerse o erkek asabe olmaz, farz sahibi
olur. Annenin babası veya kızının oğlu da böyledir. Zira bunlar zevi´l-erhamdandır.
Asabe binefsihi, farz sahiplerinden yani o cinsden artan terikeyi alır. Farz sahibi bulunmayıpta
sadece asabe bulunduğu zaman tek cihetten malın tamamını alır.
Binefsihi asabeler dört sınıftır: ölünün cüzü (nesli) ölünün aslı, ölünün babasının cüzü ve dedesinin
cüzü.
Asabeler, yukarda ki sırayla ölüye yakınlık durumlarına göre birbirlerine takdim edilirler. Buna göre,
asabeler de öncelik sırası şöyledir:
1 - Ölünün oğlu ve -ne kadar alt sırada olursa olsunlar- oğlunun oğlu gibi, cüzü,
2 - Ölünün aslı:
a - Baba : baba bir veya daha fazla kız ile birlikte olursa hem asabe hem de farz (sehim) sahibi olur.
b - Ne kadar yukarıda olursa olsun, ceddi sahlh. babanın babası ilh.
Annenin babası ise ceddi fasiddir ve zevil erhamdandır.
3 - Babanın cüzü ki bunlar:
a - Anababa bir erkek kardeş.
b - Baba bir erkek kardeş,
c- Ana baba bir erkek kardeşin oğlu,
d - Baba bir erkek kardeşin oğlu, bunlar nekadar aşağıda olursa olsunlar farketmez.
Dede ne kadar yukarıda olursa olsun, erkek kardeşlerin dededen sonra gelmesi İmamı Ebû
Hanife´nin görüşüdür ve fetvâ için muhtar olandır. Sahibeyn ve İmam şafii´ye göre ise kardeşler
dededen önce gelir. Bazı âlimler, müftabih olanın bu olduğunu söylerler.
4 - Dedenin cüz´ü olanlar; bunlar da:
a - Ana baba bir amcası,
b - Baba bir amcası,
c - Ana baba bir amcasının oğulları,
d - Baba bir amcasının oğulları,
e - Babasının amcası,
f - Babasının amcasının oğlu,
g - Dedesinin amcası,
b - Dedesinin amcasının oğlu v.s.
Ne kadar aşağı inerlerse insinler bu sıra devam eder.
Demek oluyorki, asabeliğin sebebi dörttür: Oğulluk, babalık,kardeşlik,amcalık.Bunlar,derecelerinin
yakınlıkları ile tercih edildikten sonra, farklılık anında annebaba bir ve bababir olmak gibi yakınlık
kuvveti ile tercih olunurlar. Nitekim yukarda geçti.
Buna göre: Asabelerden anabababir olanlar, kadın da olsalar, bababir olana tercih edilirler.
Anabababir kızkardeş kız ile birlikte, ölenin bababir erkek kardeşine takdim edilir. Zira Peygamber
(s.a.v.); «Anne baba bir kardeşler birbirlerine varis olurlar, baba bir kardeşler ise olmazlar»
buyurmuştur.
Bu meselenin özeti şudur: Vârisler, derece itibariyle eşit olduklarında, iki yönden yakın olan takdim
edilir. Derece itibariyle birbirlerinden farklı olduklarında ise en yüksek derecede olan öne alınır.
İ Z A H
Muğrib´te : «Asabe; kişinin babasına olan yakınlığıdır...» denilmiştir.
«Bigayrihi asabe ve maagayrihi asabe». Bunların arasındaki fark ileride izah edilecektir.
«Buna göre kadın başına asabe olamaz ilh...» Şârih, musannıfın «asabe bi-nefsihi, erkektir» sözüyle
asabe bi´l-gayr ve asabe mea´l-gayrin tarifin dışına çıktığına işaret etmiştir. Zira bu ikisi sadece
kadınlardır.
Mûtikaya, yani köle azad eden bir kadına, gelince. o kendiliğinden asabe olsa bile, neseb yönünden
asabe değildir. Dolayısıyla itiraz olarak öne sürülemez. Çünkü buradaki asabeden maksat, nesebe
dayanan asabelerdir. Nitekim şârihte başta buna işaret etmiştir.. İşte bundan dolayı köle azâd eden
kişi de tariften çıktı.
«Aralarına kadar girmeyen ilh...» Burada «girmemekten» maksat varis ile ölü arasında kadın vasıta
olmamasıdır. İster varis ile ölü arasına dede veya oğlun oğlu gibi bir erkek vasıta girsin, isterse
baba ve öz oğul gibi hiçbir vasıta girmesin farketmez.
«...Annenin çocuğu gibi ilh...» Yâni anabir erkek kardeş gibi.. Ana bababir erkek kardeşe gelince o,
binefsihi (kendiliğinden) asabedir. Halbuki onun ölüye nispetine anne de girmiştir. Ama burada
kasdedilen ölene, sadece anne ile intisab etmeyendir. Bu mesele ile ilgili olarak Seyyid de şöyle
demiştir: «Babaya olan yakınlık asabeliğin istihkakında asıldır. Zira o asabeliğin ispatı için tek
başına kafidir. Anneye yakınlık ise böyle değildir. Çünkü anne asabeliği isbatta illet olmaya tek
başına uygun değildir. Buna göre anneye yakınlık, asabelik hakkını elde etmede etken değildir. şu
kadar var ki biz, anne yakınlığını fazla bir özellik gibi kabul ettik ve o vasıfla anababa bir erkek
kardeşi, bababir erkek kardeşe tercih ettik.»
Ben derim ki: Bu, ulemadan bazılarının: «Annenin çocuğu, musannıfın varisin ölüye nispetinde´
sözü ile tariften çıkmıştır. Zira musannıf: varisin ölüye yakınlığında´ dememiştir, çünkü kardeşine
yakınlığa kadında dahildir ama babaya nisbetle dahil değildir, zira nesep babaya aittir. O halde,
babanın haricinde bir vasıta ile nesep sabit olmaz» sözlerinden daha evlâdır.
Zira, buna şu, itiraz olarak varid olur: Burada muteber olan nispet, babaya değil ölüye olan
nispettir. O halde maksat, şer´i nesep değil yakınlıktır. Aksi halde asabe ölü, ancak baba veya dede
olduğu takdirde söz konusu olur. O zaman da, amca kardeş ve benzerleri asabelikten çıkarlar.
Sonra ben, Allâme Yakûb´un bu cevabı reddettiğini ve bizim dediğimizin benzeri bir ifade ile onu
doğruluk dairesinden çıkardığını gördüm.
Hülasa, asabenin tarifi, asabeden muradın ne olduğunun araştırılmasından sonra bile olsa,
itirazdan hâli değildir. Çünkü tarif yapılacak itirazları defetmemektedir. Bunun için İbnu´l-Hâim
manzumesinde şöyle demektedir: «Asabenin tarifi tenkitten hali değildir. Onun için asabeyi sayarak
tarif etmek gerekir.»
Ayrıca musannıfın, asabe tarifini nesebe dayanan asabe ile tahsis etmesini gerektiren bir neseb
yoktur.
Allâme Kasım Mecma´ın Feraizinin şerhinde şöyle demiştir: «Asabe, ölüye bizzat kendisi veya
sadece erkeklerle ulaştırılan erkek veya mütıktır, (köleyi azâd edendir)»
Allâme Kâsım tarifinde «sadece» sözünü söylemeseydi daha iyi olurdu. Çünkü o zaman anabababir
erkek kardeş de tarife dahil olurdu.
Fakat burada da düşünülmesi gereken bir husus vardır. Düşün.
«O erkek farz sahibi olur». Yâni sadece farz sahibi olur. Yoksa onun sehim sahibi olarak varis
olması asabe olmamasını gerektirmez. Zira baba ile dede hem mirastan sehim sahabidirler, hem de
asabedirler.
«Yâni o cinsten ilh...» Yâni, buradaki «elif-lâm» cins içindir. Dolayısıyla çoğulluk manasını iptal
eder. O halde bu, bir tek farz sahibi olupda, onun diğer hak sahiplerin hakkı verildikten sonra,
terikeden kalana sahip olmasını da kapsar.
«Bir cihette ilh...» Minah´ta söylenilmiştir: «Farz sahibi de asabe olmadığı zaman malın hepsini
alabilir» şeklinde bir itiraz gelmemesi için «bir cihetle» sözü ile kayıtladık. Çünkü farz sahibi malın
bir kısmını Tarz yoluyla kalan kısmını da red yoluyla alır.»
«Ölünün cüzü ilh...» Bunların hepsinde kasdedilen, «erkeklerdir». Nitekim mevzu da odur.
«Dedesinin cüzü ilh...» dede (ced) sözü ile, babanın babasını ve daha yukarısını kapsayan mana
kastedilmiştir. Çünkü gelecek olan, «ne kadar yukarda olursa olsun» sözü buna delalet eder.
Demekki «babanın amcası ile dedenin amcası aşağıda gelecek dört sınıfın dışındadırlar. Sözü itiraz
olarak iIeri sürülemez.
«Ölüye yakınlık durumlarına göre ilh...» Yâni önce cihet olarak en yakını sonra derece olarak en
yakını sonra da akrabalıkta en kuvvetli olanı gelir. O halde bunların hepsi bir araya geldiğinde önce
cihetin tercihine itibar edilir. Meselâ ölenin cüzleri olan oğlu ve oğlunun oğlu ölenin aslı olan
babasına ve babasının babasına takdim edilir. Ölenin aslı olan babası da annebir olmayan erkek
kardeşlerine ve, bunların oğulları gibi, babasının cüzüne takdim edilir.
Kişinin babasının cüzü, dedesinin cüzü olan bababir amcaları ve bunların oğullarına takdim edilir.
Cihet itibari ile tercih yapıldıktan sonra eğer, aynı cihetten olanlar birkaç tane olursa aralarındaki
yakınlığa göre tercihe gidilir. Meselâ ölenin oğlu, oğlunun oğluna takdim edilir. Baba, kendi
babasına, kardeş de kendi oğluna takdim edilir. Çünkü dereceleri yakındır.
Cihet ve yakınlıkları bir olsa o zaman da yakınlıktaki kuvvete itibar edilir. Meselâ anabababir erkek
kardeş, bababir erkek kardeşe takdim edilir. Aynı şekilde oğulları da böyledir.
Bunların hepsi, musannıfın sözünden istifade ile söylenmiştir. Bunu Allâme El-Câberi de nazım
olarak şöyle ifade etmiştir: «Tercih :
Önce cihet ile sonra yakınlık ile bunlardan sonra da akrabalıktaki kuvvet iledir.»
«Cedd-i sahih ilh...». Ceddi sahih ölüye nispetinde kendisi ite ölü arasında kadın girmeyen dededir.
«Bababir erkek kardeş...» Anabir erkek kardeşe gelince o sadece farz sahibidir. Nitekim daha önce
geçmişti.
«Bazı âlimler fetvâınn buna göre olduğunu söylemişlerdir». Bunu ileride de geleceği üzere, Sirâcîye
sahibi Siraciye üzerine yazdığı şerhinde söylemiştir. Şârih bu ifadesiyle mûtemed olan görüşün.
birinci görüş olduğuna işaret etmiştir. Bu görüş, Ebû Bekr es-Sıddîk´ın (r.a.) mezhebidir.
«Aynı şekilde...» Yâni dedenin anabababir amcası, sonra da bababir amcası.
«Ne kadar aşağı inerlerse insinler ilh...» Yânı babanın amcasının oğlu ile dedenin amcasının oğlu...
«Tercih edildikten sonra ilh...» Yâni asabenin dört sınıfından her bir sınıf -kardeşlerin. onların
oğullarına tercih edilmeleri gibi- derece yakınlığı ile tercih edildikten sonra anabababir kardeş ile
baba bir kardeş arasında olduğu takdirde, yakınlığın kuvvetine göre tercih edilirler.
«Anabababir kızkardeş gibl ilh...» Bu misal de şu hususun düşünülmemesi gerekir: Burada söz
asabe binefsihi hakkındadır. Anabobablr kız kardeş ise asabe maa´-gayr (başkası ile birlikte asabe)
dir. Ancak Seyyid şöyle demiştir: Ancak «ana baba bir kızkardeş her ne kadar asabe binefsihi
değilse de, şârihin onu burada zikretmesi asabe binefsihi ile hükümde müşterek olmasından
dolayıdır.»
«Ana baba bir erkek kardeş ilh...» Hadisin tamamı şöyledir: «Kişi ana baba bir erkek kardeşinden
miras alabllir, bababir erkek kardeşinden ise olamaz.» Bu hadisi Tirmîzî ve İbni Mâce rivâyet
etmişlerdir. Kâsım.
Şârihin de ileride zikredeceği üzere anabababir erkek kardeşlere benu´l-ayan denilmesinin sebebi
şudur: Bunlar aynı kaynaktandır. yani bir anne ve babadandırlar.
Benû´l-allât da bababir erkek kardeşlerdir. Bunlara benû´l-allât denilmesinin sebebi de alel etmesi
(sulanması) dır.
Anabir erkek kardeşlere de benû´l-ahyâf denilir. İleride de gelecektir.
Anlaşılan şu ki hadisteki «benû´-ümm» den maksat anabababir erkek kardeş ve yalnız annebir
erkek kardeşlerdir.
Benû´l-ayân´dan murad da birinci kısım yani anabababir erkek kardeşlerdir. Muğrib sahibinin
Muğrib´teki, «bir kavmin ayânı onların eşrafıdır» sözü de buna delâlet eder.
Fukahanın anabababir kardeşlere benû´1ayân demleri de bundan dolayıdır.
Seyyid demiştir ki: Burada «anneyi» zikretmekten maksat benû´l-ayânın benû´l-allâta tercih
edilmesini açıklamaktır.
Zira benû´l-ayânın, anneye olan yakınlıkları ile, benû´l-allâta üstünlükleri vardır. Bundan dolayı da
ayân olmuşlardır.
M E T İ N
Musannıf, asabe binefsihi (kendinden asabe olan)nın izahını bitirdikten sonra asabe bigayrihi
(başkası sebebiyle asabe)nin izahına başladı ve şöyle dedi: Kızlar, oğul ile oğulun kızlar da oğulun
oğlu ile asabe bigayrihi olurlar. Ne kadar aşağı sırada olurlarsa olsunlar böyledir.
Anabababir kızkardeşler veya bababir kızkardeşler de erkek kardeşleri ile asabe olurlar. Buna göre,
asabebigayrihi dört sınıf olmaktadır. Onlar da nısf (yan hisse) ve üçte iki hisseye sahip olanlardır ki,
bunlar kendisi gibi olanı veya daha üsttekini asabe kılan oğulu ve oğulun oğlu gibi, hükmende olsa
erkek kardeşleri ile asabe olurlar.
Musannıf daha sonra, asabe maagayr (başkası ile birlikte asabe olan)a başlayarak şöyle demiştir:
Ölenin kız kardeşleri, kızları veya oğlunun kızları ile birlikte asabe olurlar. Çünkü ferâiz âlimleri:
«ölenin kızkardeşlerini kızları ile birlikte asabe kılınız» demişlerdir. Buradaki iki gurupdan murad
cinstir.
Zina mahsulü olan çocuğun ve babanın inkâr edip. annesi ile lanetleştiği çocuğun asabesi, annenin
mevlâsıdır. Burada «mevlâ»dan murad, hem azâd edene hem de asabeye şâmildir. Böylece hür
asıllı olan anneyi de içine almaktadır. Nitekim Allâme Kâsım da bunu tafsilatlı olarak zikretmiştir.
Çünkü bu çocukların her ikisinin de babası yoktur.
Adı geçen çocuklar bir tek meselede birbirlerinden ayrılırlar ki o da şudur: Zina mahsulü olan
çocuk ikiz erkek kardeşinden anne bir erkek kardeş mirası alır. Kendisi için karı kocanın
lanetleştiği çocuk ise ikiz erkek kardeşinden, anababa-bir erkek kardeş mirası alır.
Asabelerden son sınıf asabe-i sebebiye yani mu´tık (köleyi azâd eden) ve geçen tertip üzere mutıkın
asabe-binefsî´sidir. Çünkü Peygamber (s.a.v.): «Velâ sebep yakınlığı gibi bir yakınlıktır»
buyurmuştur.
Mütak (kölelikten azâd edilmiş olan kişi) geride mevtâsının babası ile, onun oğlunu bırakarak ölse,
malının hepsi mevlâsının oğlunundur. Ebû Yusuf ise babanın altıda bir olacağını söylemiştir.
Şayet mütak, mevlâsının dedesi ile, yine mevlâsının kardeşini vâris olarak bıraksa geçen sıraya
göre malının hepsi dedesinindir.
İmameyn ise «Miras gibi. ikisi arasında taksim edilir» demişlerdir. Burada ise asabe-bigayrihi ve
asabe-maa-gayrihi yoktur. Zira Peygamber (s.a.v.) kadınlar hakkında «Onlar için âzâd ettiklerinin
velâsı dışında velâ yoktur.» buyurmuştur.
Gerçi bu hadis şâzdır ama büyük sahâbelerin sözleri ile teyid edilmektedir. Böyle olunca da meşhur
hadis seviyesinde olur. Nitekim bunu Seyyid, tafsilâtlı olarak anlatmış, musannıf da ikrar etmiştir.
İ Z A H
«Kızlar ilh...» Musannıfın, «oğul» ile kayıtlamasının sebebi şudur: Kızlar oğul olmadığı takdirde
daima farz (belirli hisse) sahibidirler. Oğlun oğlu do farz sahibi olan kadınları asabe yapmaz.
«Ne kadar aşağı sırada olurlarsa olsunlar ilh...» Yâni oğlun kızları, oğlun oğlu v.s. gibi...
«Erkek-kardeşleri ile ilh...» Yâni yakınlık itibariyle kızlara denk olan erkek kardeşler. Dürerü´l-Bihâr.
Tûrî şöyle demiştir: «Keşfu´l-Gavamiz´de denilmiştir ki baba-bir erkek kardeş, ana baba-bir kız
kardeşi asabe yapmaz. Bunda icmâ var. Çünkü ana-baba-bir kızkardeş nesep açısından, baba-bir
erkek kardeşten daha kuvvetlidir. Aksine kız kardeş, ana baba-bir kız kardeş hissesi alır. Baba-bir
kızkardeşi de, ana-bababir erkek-kardeş asabe yapmaz, onu hacbeder. Çünkü ana-baba-bir
erkek-kardeş yakınlıkta baba-bir kızkardeşten, icmâ ile daha kuvvetlidir.»
Musannıf Tuhfetu´l-Kur´ân adlı manzumesinde şöyle demiştir: «Ölenin bababir kızkardeşi,
anababa-bir erkek kardeşi ile miras alamaz; bunu aklında tut ki isabet edesin.»
Yine musannıf anılan eserin şerhinde Cevahir´den naklen şunu zikretmiştir: *Bazı âlimler
kız-kardeşin, malın yarısını alacağını zannetmişlerdir. Ama bu, itimad edilecek birşey değildir.»
«Onlarda nısf ve üçte iki hisseye sahip olanlardır ilh..» Yâni tek oldukları zaman sehim olarak
mirasın yarısını birden fazla oldukları zaman da üçte ikisini alanlardır. Bunlar da, kız, oğulun-kızı,
ana-baba-bir kız-kardeş veya baba, bir kızkardeştir.
Bazı âlimlerce; «Burada baba ile birlikte annenin de zikredilmesi gerekirdi. Zira baba, karı-kocadan
birisi ile birlikte vâris olduğu takdirde anneyi de asabe yapar» denilmiştir.
Bu söze cevap verilmiştir. «Annenin kalanın üçte birisini alması, asabelik yoluyla değil, farz
yoluyladır.»
Musannıf bu sözüyle Sirâciye ve Şerhindeki şu hükme işaret etmiştir; kadınlardan sabit bir hissesi
olmayan birisi, erkek kardeşi asabe olduğunda onunla asabe olmaz. Ana-baba-bir amca ve hala
veya baba-bir amca ve hala böyledir. Bu durumda malın hepsi, halanın değil amcanın olur.
Amcaoğlu, amca-kızı ile, ve kardeşin kızı, kardeşin oğlu ile beraber olduklarında da durum aynıdır.
Ben bu konuyu şu sözümle nazım halinde ifade ettim : «Hala ve amca gibi sahim sahibi olmayanı
kardeş asabe yapmaz.»
«Hükmen de olsa ilh...» Şârih bunu, oğlun-kızına nisbetle, kardeşin umumiliğini ifade etmek için
koymuştur. Zira oğlun-kızının asabeliği yalnız erkek kardeşi ile değildir. Zira o erkek kardeşi ile de
amcasının oğlu ile de ve farz olmadığı takdirde kendisinden aşağıda olan birisi ile de asabe olabilir.
Nitekim bunun açıklaması ileride gelecektir.
«Ölenin kız-kardeşleri, kızları ile beraber ilh...» Yâni ana-baba-bir kız kardeş ile baba bir
kızkardeşler... Ana-bir kız-kardeşe gelince, erkek olduğu halde, erkek kardeşi bile asabe yapamaz.
Dolayısıyle onun, başkası ile birlikte asabe olmaması daha evlâdır.
«Çünkü ferâiz âlimleri... demişlerdir ilh...» Siraciye ve diğer kitaplarda bu söze hadis denilmiştir.
Sekbu´l-Enhûr´da ise «Ben bunu hadis olarak tahric edene vâkıf olamadım» denilmektedir. Ancak
bu sözün aslı İbnu Mes´ud´un haberi ile sabittir; O da Buhârî ve diğer hadis kitaplarının şu
meselede rivâyet ettikleridir: Birisi ölse ve geride kızı, oğlunun kızı ve kızkardeşi kalsa kızı terikenin
yarısını oğlunun kızı altıda birini kız kardeşi de geriye kalanı alır.
İbnu´l-Hâim, Fusûl´ünde bunu feraizcilerin sözü kabul etmiştir. Kâdı Zekeriyyâ ve Mardîni´nin torunu
ve diğer bazı şarihleri de ona tabi olmuşlardır.
BİR UYARI:
Bu iki tür asabe arasındaki fark şudur: Asabe bigayrihi (başkası sebebiyle asabe olan) deki «gayr»
bi nefsihi (kendiliğinden) asabe de olur. Bu sebepten dolayı asabelik kadına da geçer. Ama asabe
(başkası ile birlikte asabe olan) maagayrihideki «gayr» ise kendi kendine asla asabe olmaz. Aksine
o asabenin asabeliği o gayr ile birlikte olur. Seyyid.
Bu söz ile, birincinin «be» ikincisinin de «maa» ile tahsis edilmelerine işaret edilmiştir.
Sekbu´l-Enhur´da denilmiştir ki: «be» ilsâk (bağlama) içindir. Ilsâk da, ancak bağlanan ile kendisi ile
bağlanan arasında hükümde ortaklık bulunduğu zaman tahakkuk eder. O zaman da, her ikisi de
asabelik hükmünde ortak olurlar.
Ama «maa», «beraberlik» içindir. Beraberlik de, hükümde ortak olmasalar bile, iki şahıs arasında
tahakkuk eder. Allah Teâlânın «Biz kardeşi Harun´u onunla birlikte vezir kıldık». Yânt onun veziri
yaptık, âyeti böyledir.. Çünkü burada Harun nübüvette Musâ´ya ortaktır. Kudûrî´nin : «Bayram
namazını imam ile birlikte geçiren kişi» sözü de böyledir. Yâni imam ile birlikte yetişemeyip namazı
geçirir, demektir. Yoksa imam ile birlikte her ikisinin de namazının geçmesi değildir.
Demek ki buna göre o, asabe olur ama o «gayr» asabe olmaz. Bediu´ddh, Sirâciye şerhinde: «Maa
bazen şart için «ba» da sebebiyet için kullanılır» demiştir.
«Nitekim Allâme Kâsım da bunu tafsilatlı olarak zikretmiştir.» Yâni Kudurî´nin Tashih´inde
Cevahir´den naklen... O şöyledemiştir: «Eğer lanetleşilen kadın hür asıllı ise miras onların
mevlâlarınındır. Ki bunlar da, erkek kardeşleri ve her ikisinin annelerinin diğer asabeleridir. Eğer
anne âzâd edilmiş bir câriye ise o zaman miras onu âzâd edenindir. Azâd edenin oğlu, kardeşi ve
babası da, azâd eden gibidir.
Allâme Kâsım´ın : «Onların mevlâları içindir» sözü mûtıkı da annelerinin asabesini de kapsar.
Bunun benzeri Cevhere´de de vardır.
Ben derim kî: Allâme Kâsım´ın geniş olarak açıkladığı bu mesele Kenz şârihlerinin ve daha
başkalarının zikrettiklerine muhaliftir.
Zeylaî şöyle demiştir: «Hakkında lian yapılan çocuğunun asabelik yoluyla miras alması veya miras
bırakması ancak velâ veya doğum ile tasavvur edilebilir. O zaman onu veya annesini âzâd eden
yada onu doğuran ondan asabe olarak miras alır. O da, kendi âzâd edenden veya kendisim âzâd
edeni âzâd edeninden yahutta oğlundan asabelik suretiyle miras alır.
Kenz´in bu ifadesi lanetleşilen kadın ve çocuğunun hür asıllı olması halinde asabe olarak miras
alamıyacağı ve miras bırakamayacağı konusunda acıktır. Onun bir oğlu veya oğlunun oğlu
bulunması müstesnadır.
Mi´râcu´d-Dirâye´de şöyle denilmiştir: «Lanetleşen kadının oğlunun. anne tarafından olsa bile baba
tarafından akrabalığı yoktur. Annesinin asabesi ona asabe olmadığı gibi cumhura göre annesi de
ona asabe olmaz.
İbnu Mes´ud´dan; annesinin asabesinin, ona asabe olacağına dair bir rivâyet vardır. Yine İbnu
Mesud´dan gelen diğer bir rivayette şöyle denilmiştir: «Annesi onun asabesidir. Zira Vâsile
İbnu´I-Eskâ Peygamber (s.a.v.) In şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir: «Kadın, şu üç mirası alır
kendisini azâd edenin mirasını, bulduğu çocuğun mirasını ve kendisi hakkında lanetleştiği
çocuğunun mirasını».
Biz deriz ki : Miras ancak nass ile sabit olur. Annenin üçte birden anne-bir erkek kardeşin de altıda
birden fazla miras almasına dair bir nass yoktur. Aynı şekilde anne-baba ve benzerlerinin, annenin
asabesi olarak miras almasına dair de nass yoktur. Çünkü asabelik mirasın en kuvvetlı
sebeplerindendir. Anne vasıtası ile miras almak ise mirasın en zayıf sebeplerindendir. Dolayısıyle
mirasın en kuvvetli sebebi olan asabeliği, anne vasıtası ile hak etmek caiz olmaz. Hadis kadının
miras alacağına delâlet etmektedir. Miras almak ise, asabeliğe delâlet etmez. Zira kadının asabe
olarak değil, farz ve redd yoluyla miras alması caizdir.
«Kişlnin asabesi annesinin kavmidir» hadisine gelince : Bunun manası; mirası asabelik anlamında
istıhkak etmektir ki bu da rahimdir. Yoksa bu, asabeliğin hakikatının ispatı hakkında değildir. Özetle.
Kudûrî´nin şerhi Müctebâ´da şöyle denilmiştir: «Zina mahsulü olan çocuğun ve hakkında, karı koca
arasında lanetleşme cereyan eden çocuğun asabesi annelerinin mevlâsıdır.» sözünün manası
-Allah daha iyi bilir- şöyledir: İbnu Mesud´un dediği gibi anne çocuğunun asabesi değildir. Annenin
asabesi de çocuğun asabesi değildir. Onun asabesi ancak -varsa- annenin mevlâsıdır.»
Hanefî âlimlerinin kabul ettikleri görüş ise Hz. Ali ve Zeyd İbnu Sâbit´-in (r.a.) mezhepleridir.
Bunların görüşlerinin delili de şudur: Anne zinadan olan çocuğun ve lanetleşen kadının çocuğunun
dışındakilerde asabe olmayınca, zevi´l-erham gibi, veled-i zina ve veled-i mülaane hakkında da
asabe olmaz.
«Çünkü bu iki çocuktan her ikisinin de babası yoktur». Bu, metnin illetidir. İhtiyar´da buna şunlarda
ilâve edilmiştir: «Peygamber (s.a.v), «Kendisi ile lanetleşilen kadının çocuğunu annesine nisbet
etmiştir.»
Buna göre o çocuk, baba tarafından akrabası olmayan bir şahıs gibi olur. Bu durumda da annesinin
yakınlarının ondan. onun da annesinin akrabalarından miras alması gerekir.
Bu açıklamaya göre bir kişi ölse ve geride bir kızı, annesi ve bir de kendisi hakkında hanımı ile
anlaştığı bir çocuk kalsa terikenin yarısı kıza, altıda biri anneye verilir. Kalanı da red yoluyla yine
onlara verilir. Sanki onun babası yok gibi olur.
Bu anılanlarla birlikte koca veya hanım olsa hüküm yine aynıdır. Zira o karı veya koca kendi
hissesine düşen payı alır, geri kalanda anne ile kız orasında farz ve redd olarak taksim edilir.
Eğer birisi ölse ve geride anne-bir erkek kardeşini ve bir de ilan yapılanın oğlu kalsa. annesine
üçtebir, annebir erkekkardeşine altıda bir Verilir. Geri kalan da yine bu ikisine redd yoluyla verilir.
Lian yapılanın oğluna ise birşey yoktur. Çünkü onun baba-cihetinden erkek kardeşi değildir.
Kendisi ile lian yapılan kadının oğlu ölse babasının sülalesi ona varis olurlar ki onlar da erkek
kardeşlerdir. Onun dedesinin yakınları yani amcaları ve amcalarının çocukları ise ondan miras
alamazlar.
Bu izahla, diğer meselelerde açığa çıkmış olur. Bunun benzeri Minah´tadır.
Ben derim ki: İhtiyâr´dan nakledilen bu ifade. daha önce söylediklerimi teyid etmektedir. Zira orada
anne için üçtebir, annesinin asabesi olduğu halde ana bir kardeşe de altıdabir verilmiştir. Eğer hür
olan annesinin asabesi, onunda asabesi olsaydı, annesinin hissesinden sonra kalanı o alırdı.
«Ayrılırlar ilh...» İhtiyâr´da da aynen böyle denllmiştlr. Minah Sekbu´l-Enhur ve diğer kitaplarda da
buna uyulmuştur.
Ben derim ki: Bu da, şarihin «liân bâbı»nın sonunda kesin bir dille ifade ettiği hükme aykırıdır. Zira
şarih orada, mulâanenin çocuğunun, annesinin çocuğundan annebir erkek-kardeş mirası olacağını
söylemişti. Bunun benzeri «Câmi» nin şehâdetleri bölümünden naklen Bahr´da da mevcuttur.
Miracu´d-Dirâye´de şöyle denilmiş: Kendisi ile lian yapılan kadının çocuğunun, anne-bir kardeşi
olduğu takdirde, bize Şafiî´ye İmam Ahmed´e ve Cumhur´a göre, bunlar annebir erkek-kardeş
gibidirler.
İmam Mâlik´e göre ise lianlaşılan kadının çocuğu diğerleri ile ana -baba bir erkek-kardeş gibidirler.
Mi´râcu´d-Dirâye´de bunların delilleri ve ferileri zikredilmiştir. Oraya müracaat et.
Mi´râcu´d-Diraye´deki ifade sarahaten ifade etmektedir ki şârihin burada söyledikleri İmam Mâlik´in
mezhebidir. Düşün.
«Asabelerden son sınıf asabe-i sebebiyedir ilh...» Yâni buradaki son sınıf izafidir. Zira hakikatte son
sınıf mûtıkın asabesidir.
Bu ifadeler asabenin ikinci kısmı olan asabe-i sebebiyyeyi beyan etmektedir.
Mûtıkın, bigayrihi veya maa-gayrihi değil, binefsihi asabe olduğu açıktır. Onun, binefsihi asabe
olmasından dolayı asabe bi gayrihi veya asabe maa-gayrihiden önce zikredileceği zannedilir.
Musannıf bu ibaresi ile, mûtık´ın asabeliğinin nesep yoluyla olan asabeliğin bütün kısımlarından
sonra olduğuna işaret etmektedir. Çünkü asabe-i nesebiye, asabe-i sebebiyeden daha kuvvetlidir.
İşte bundan dolayı musannıf uslûbunu değiştirmektedir. Aksi halde, geçen kısma uygun düşmesi
için «asabe-i sebebiye mevlâ´l-ıtâkadır» demesi daha açık olurdu. Bunu Yakup ifade etmiştir.
«Yâni mûtık ilh..» Daha önce izah ettiğimiz gibi «mevlâ´l-ıtâka» deseydi daha uygun olurdu.
«Sonra mûtıkın asabe binefsihisidir ilh...» Musannıfın bu sözü bizim de daha önce beyan ettiğimiz
gibi, mûtıkın asabesinin miras alamayacağını ifade etmektedir. Musannıf burada «asabe» demekle,
mûtıkın kızı. annesi ve kızkardeşi gibi, sehim sahiplerini dışta bırakmıştır. Bu durumda bunlar miras
alamazlar, çünkü velâ asla farz sahibi olamaz. Musannıfın «asabe binefsihi» ile kayıtlaması da,
asabe bigayrihi ve asabe maa gayrihiden kaçınmak içindir. Nitekim ileride de gelecektir. Yukarıda
beyan ettiğimiz üzere. Velânın sübûtu için gerekli şartlardan birisi de annenin hür asıllı
olmamasıdır. Eğer azâd edilenin annesi hür asıllı ise babası mutlak dahi olsa onun çocuğu
üzerinde kimsenin velâsı yoktur.
«Geçen sıraya göre ilh...» Mûtîkın neseb yönünden olan binefsihi asabesi, asabe-i sebebiyesine
takdim edilir. Yâni o, mûtıkın mûtıkına ve onun mûtıkına v.s. takdim edilir.
Buna göre mûtıkın oğlu öbür varislerden önce gelir. Sonra ne kadar aşağı inerse insin oğlunun
oğlu, sonra mûtıkın babası, sonra, ne kadar yukarı çıkarsa çıksın dedesi ilh., sonra mûtıkın mûtıkı,
sonra geçen sıraya göre onun asabesi, sonra mûtıkın mûtıkının mûtıkı sonra da onun asabesi...
gelir. İbnu Kemâl.
BİR UYARI:
Bir oğul ve bir kız. köle olan babalarını satın alsalar ve satın aldıkları babaları da bir köle olarak
azâd etse ve babaları öldükten sonra babalarının azâd ettiği kölede ölse ve başka varisi olmasa
onun malının hepsi oğulundur. Zira mûtıkın nesep yönünden olan asabesi kızdan öncedir. Çünkü
kız asabe-i sebebiyedir. Sâihânî.
Aynı şekilde bir kız köle olan babasını satın alsa ve babası onun satın alışıyla azâd olsa, sonrada
adam o kızı ile başka bir kızını bırakarak ölse ve geriye mal bıraksa. malın üçte ikisi farz olarak iki
kızındır. Geri kalanı da asabe olarak birinci kıza verilir.
«... Bir yakınlıktır ilh...» Yâni nesepteki yakınlık gibi, velâda yakınlaştırıcıdır. Bu hadisi İbnu Cerir,
Tehzîb´de, Abdullah bin Ebi Evfâ´nın hadisinden sahih bir senetle tahric etmiştir.
İbnu Ebi Hatem de İbn. Ömer´in hadisinden tashih etmiştir.
Seyyid şöyle demiştir: Bunun manası şudur: Hürriyet insan için hayattır, zira hürriyetle, insanları
diğer hayvanat ve cemaattan ayırdeden mâlikiyet sıfatı sabit olur. Kölelik ise telef ve helâktır. Buna
göre azâd eden, azâd edilenin ihyasına sebeptir. Bu babanın, çocuğun vücuduna sebep oluşuna
benzer. Çocuk nasıl babasına nesep ile, babasının akrabalarına da babasına tebean mensup ise,
azâd edilen de azâd edene ve ona tebean de akrabalarına, velâ ile mensup olur. Böyle olunca da
mlras. nesep ile nasıl sabit olursa velâ ile de sabit olur.
Bu söylenenler şuna da dikkat çekmektedir: Bu hadis mevlâ´l-ıtâka veya asabesinden velâsı olan
kişinin nesep de olduğu gibi iki taraf cihetinden varisliği gerektiren bir durum olmadan varis
olacağına delâlet eder. Ayrıca yine işâr etmektedir ki, velâ sahibi olan kişi asabedir. Çünkü zımnen,
baba olma haysiyeti ile, babaya benzemektedir.
Bu hadis mevlâ´l-ıtâkanın asabelerin sonuncusu olduğuna da delalet etmez. Bu mevzuun tamamı
-İbnu´l-Hanbelî´nin şerhindedir.
Allâme Kâsım´ın zikrettiği «Miras asabenindir, eğer asabe yoksa o zaman mevlânındır» hadisini
ilave etmek daha uygundur. Bu hadisi Said İbnu Mensur Hasan´ın hadisinden rivayet etmiştir.
«Ebû Yusuf İse babanın altıda bir alacağını söylemiştir.» Bu, Ebû Yûsuf´un sonraki görüşüdür.
Birinci görüşü ise tarafeynin görüşleri gibidir. Sonraki görüşünün illeti şudur; velânın tamamı
mülkiyetin eseridir. O halde velâ hakiki mülke ilhak olunur. Şöyle ki; mûtık geride mal bıraksa ve
varis olarak da bir oğulu ile babası olsa malın üçte biri babasının geri kalan da oğlunundur. Mûtık
öldüğü zaman geride velâ bıraktığında da yine malın altıda biri velânın, geri kalan da oğlunundur.
Ebû Yûsuf´un sonraki görüşe şöyle cevap verilir: Velâ mülkiyet eseri olsa bile mal değildir, ve
bedeli mal ile karşılanması caiz olan kısas gibi, mal hükmünde de değildir. Dolayısıyla velâda,
malda olduğu gibi, varislerin sahimleri farziyetle câri olmaz. Aksine velâ asabelik yoluyla miras
olunan bir sebeptir. Böyle olunca en yakına sonra da ondan sonra en yakın olana itibar edilir. Oğul
ise asabelerin en yakınıdır. Bu meselenin tamamı Seyyid´in şerhindedir.
«Geçen sıraya göre ilh...» Yâni neseb cihetinden olan asabede geçen tertibe göre...
«Burada yoktur.» Bu söz şârihin yukordaki «asabe bi nefsihî» sözünün muhterizidir. Yâni asabe-i
sebebiye´de sadece asabe-binefsihi vardır. Asabe-bigayrihi ve maagayri´hi yoktur.
«Kadınlar için sadece âzâd ettiklerinin velâsı vardır» hadisi hakkındaki görüşler:
«Hadis» Hadis´in lafzı Sirâciye´de belirtildiğine göre şöyledir: «Kadınlar için sadece azâd ettiklerinin
veya onların azâd ettiklerinin yahut azâdlarını ölümüne bağladığı kölelerin yada onların
müdebberlerinin veya kadınların azâd ettiklerinin yahut onların azâd ettiklerinin velâsını çekenlerin
velâları vardır.»
Bu hadisin manası şudur: Kadınlar için velâ hakkı ancak şu durumlarda vardır: ,
1-- Azâd ettikleri kölenin veya onların azâd ettikleri kölelerden, köle âzâd edenin,
2 - Kitâbet yaptıkları kölenin veya o kölenin kitabet yaptıklarının,
3 - Azadını ölümüne bağladıkları kölenin yada onların azâdını ölümlerine bağladıklarının,
4 - Kadınların azatlılarının veya azadlılarının azadlısının velâları.
Bunların herbirinden, diğeride olan benzerleri, hazfedilmiştir. Yani kadınlar için velâdan ancak,
azâd ettiklerinin velâsı veya azâd ettiklerinin, azadlısının, mükatebinin ve müdebberinin velâsı
vardır. Yada kadınların kitabet yaptıklarının (mükateplerinin) velâsı veya onların mükâteplerinin,
azatlılarının ve müdebberlerinin velâları vardır. Yahutta müdebberlerinin (azadını ölümlerine
bağladıklarının) velâları veya onların müdebber, mükâtep ve azatlılarının velâları vardır.
Kadınların müdebberlerinin velâsının sureti şöyledir: Bir kadın kölesinin azadını kendi ölümüne
bağlasa ve sonrada irtidad edip dârü´l-harbe iltihak etse, kadı da onun darü´l-harbe iltihak ettiğine
ve müdebber yaptığı kölenin hürriyetine hükmetse; bu kadın da sonradan müslüman olarak
dârü´l-islâma dönse ve müdebberi nesep yönünden bir asabe bırakmadan ölse, bu kadın
müdebberinin asabesidir. Bu müdebberin müdebberinin hükmü de aynıdır. Meselâ hâkim, kâdının
darü´l-harbe iltihak sebebiyle müdebberinin hürriyetine hükmetse ve o müdebber de bir köle olarak
onu müdebber yapsa ve sonra ölse, bilahere kadın da tevbe ederek, ister kendi müdebberinin
ölümünden önce ister sonra, darü´l-islâma dönse ve sonra ikinci müdebber geride bir nesep
yönünden bir asabe bırakmadan ölse onun velâsı bu kadınındır.
Biz Kitabü´l-velâ´da bunun tasviri için, başka bir şekil takdim etmiştik.
Kadınların azadlılarının velâ olma şekli de şöyledir: Kadının kölesi onun izni ile, sahibi tarafından
azad edilmiş olan bir cariye ile evlense ve bir çocukları olsa, o çocuk annesine teb´an hürdür, onun
velası da annesinin mevlâsınındır. Kölenin sahibi olan kadın evlenen kölesini azâd ettiği takdirde
azâd edilen köle çocuğunun velâsını kendi mevlâsı olan kadına çeker. Hatta önce azad edilen köle,
sonra da onun çocuğu ölse ve geride babasını azad eden kadın kalsa o çocuğun velâsı babasını
azad eden kadınındır.
Kadınların azad ettiklerinin azadlısının velâ olma şekli de şöyledir: Bir kadın kölesini azad etse;
âzad edilen bu köle bir köle satın alıp onu başka birinin azâd ettiği câriye ile evlendirse. bunlardan
dünyaya gelen çocuk hür olur. O çocuğun velâsı da annesinin mevlâsınındır. Azâd edilen köle,
satın alıp evlendirdiği kölesini azad etse kölesini azâd etmekle azâdlısının çocuğunun velâsını önce
kendisine sonra da kendi efendisi olan kadına çekmiş olur.
Bunlar fukahanın bu konuda zikrettiklerinin özetidir. Bu husustaki geniş bilgi ve velâyı çekme
şartları Kitabu´l-Velâ´dan öğrenilebilir. Oraya müracaat ediniz.
«Gerçi bu hadis şazdır ama ilh...» Şâz hadis, sika bir rivanın, birçok kişinin rivayet ettiği hadise
muhalif olarak rivayet ettiği hadistir. Bu durumda râvi tek başına bir hadis rivayet etse bakılır. eğer
rivayet ettiği hadis hıfzda ve zabtta kendisinden daha kuvvetli olan birinin rivayet ettiği hadise
muhalif ise, onun tek başına rivayet ettiği hadis şâzdır. reddedilir. Eğer muhalif olmazsa bakılır,
şayet hadisi rivayet eden kişi hıfz ve itkanına güvenilen kimselerden ise o hadis makbuldür, râvînin
tek olu / şu hadise zarar vermez. Eğer tek olarak rivayet ettiği hadiste hıfz ve itkanına güvenilen
kişilerden değil ise bakılır, şayet hâfız. zâbıt ve tek başına yaptığı rivâyeti makbul olan kimsenin
derecesinden uzak değilse o zaman rivâyet ettiği hadis hasendir, aksi halde şâzdır. reddedilir.
Bu söylediklerimiz İbnu´s-Salâh´ın şâz hadisin tarifinde tercih ettiği tariftir.
«Ama büyük sahabilerin sözleri ile ilh...» Hz. Ömer, Hz. Ali ve Zeyd İbnu Sabib´ten (r.a.) rivayet
edildiğine göre onlar kadınlara, şu aşağıdaki istisnaların dışında velâ yoluyla miras vermezlerdi.
Kadınların azâd ettiklerinin veya onların azadlılarının velâsı ve mükâteplerinin velâsı.
Bu rivâyeti İbn Ebî Şeybe Abdurrezzak, Dârimî ve Beyhakî rivâyet etmişlerdir.
Bu rivayeti Rezîn İbnu´l-Abd Müsned´inde şu sözlerle zikretmiştir: Rasulullah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur: «Velânın mirası erkeklerin en büyüğümündür. Kadınlar ise velâ ile miras alamazlar.
ancak azad ettiklerinin veya azâd ettiklerinin âzâd ettiğinin velâsı müstesna..» Kâsım.
«Böyle olunca meşhur hadis seviyesinde olur.» Meşhur hadis, birlnci asırda âhad olup sonra
yayılarak ikinci ve daha sonraki asırlarda mütevatir haline gelen hadistir. Birinci asır sahabe asrıdır.
Onlar da şika oldukları için töhmet altında bulundurulamazlar. Onların şehadetleri mütevatir hadis
menzilesinde hüccettir. Hatta Cassâs «Meşhur hadis mütevatir hadisin iki kısmından biridir.»
demiştir. Yâkub.
neslinur
Sat 23 January 2010, 11:57 pm GMT +0200
M E T İ N
Müellif ashab-ı ferâiz (sehim sahipleri) ve asabe ile ilgili meseleleri bitirdikten sonra, «hacbe
başlayarak, şöyle demiştir: Varislerden altısı hiçbir şekilde mirastan mahrum edilemezler. Bunlar:
baba, anne, oğul, kız -yani ebeveyn ile çocuklar- ve karı-kocadır. Vârislerden bir gurup da bazı
hallerde miras alırlar, bazı hallerde ise mirastan mahrum olup hacbolunurlar. Bunlar da ister asabe
ister farz sahiplerinden olsun yukarda sayılan altı kişinin dışındakilerdir.
Mahrum olarak hacbedilmek iki esas üzerine bina edilir.
1 - Yukardaki altı kişinin dışında kalanlardan, ölüye yakın olanı, daha uzak olanı hacbeder. Zira
yukarda geçtiği üzere en yakın olan en önce gelir sonra da yakınlık sırasına göre mirasta öncelik
kazanırlar. Varislerin varis olma sebebi aynı olsun olmasın durum budur.
2 - Oğulun oğlu gibi, ölüye bir şahıs vasıtasıyla ulaşan kimse, şahısla birlikte miras alamaz. Ancak
annenin oğulu (anne bir erkek kardeş) müstesnadır, o anne ile birlikte miras alır. Çünkü anne bir
tek cihetle terikenin tamamını alamaz.
Kâfir veya kâtil olan oğul gibi, mirastan mahrum olan bir varis, bize göre başka birisini asla
hacbedemez. Ama hacbedilen bir varis fukahanın ittifâkı ile, başka bir varisi hacbeder. Meselâ
babanın annesi baba ile hacbedilir. (Babanın) annesi de annenin annesini hacbeder.
Erkek ve kızkardeşler de böyledirler. Zira onlar baba ile hacbedilerek mirastan mahrum olurlar.
Ama onlar, anneyi hacb-i noksan ile hacbederek hissesi´ni üçte birden altıda bire düşürürler.
Hacb-i noksan (mirastaki hisseyi azaltan) beş kişiye mahsustur. Bunlar: Anne. oğlun kızı, baba bir
kız kardeş, karı ve kocadır...
Benû´l-ayân, ki bunlar ana, baba, bir erkek ve kızkardeşlerdir. Üç gurup ile mirastan düşerler.
Bunlar: ne kadar aşağıda olursa olsun oğlun oğlu, baba -imamların ittifakı ile- ve Ebû Hanife´ye
göre dededir. İmameyn ise: «Hz. Zeyd´in usûlüne göre dede onlarla birlikte taksime girer»
demişlerdir. Fetvâ ise birinci görüşe göre verilir. Nitekim Ebû Hanife´nin mezhebi de böyledir.
Hz. Zeyd´in usûlü, geniş eserlerde tafsilatlı olarak mevcuttur.
Vehbâniye´de şöyle denilmiştir: «Sahibeyn benû´l-ayân benû´l-allât (baba bir kardeşler) mirastan
düşürmemişlerdir. Numan (Ebû Hanife) ise düşürmüştür. Uygun görüş de olur». Fetvâ da Mültekâ
ve Sirâcîye´de belirtildiğine göre Ebû Hanife´nin görüşü üzeredir. Siraciye´nin musannıfı Sirâcîye´ye
yazmış olduğu şerhte fetvâ İmameyn´in görüşüne göredir.» dese de fetva İmamı Azâm´ın görüşüne
göredir.
Benû´l-alât -ki bunlar baba bir erkek ve kız kardeşlerdir- benû´1 -ayân ile de düşerler. Bunlar ayrıca
oğul, oğlun oğlu. baba, dede ve asabe olduğu takdirde anababa-bir kızkardeş ile de mirastan
düşerler.
Benû´l-ahyâf da -ki bunlar ana bir erkek ve kızkardeşlerdir. Ölünün çocuğu ile ve ne kadar aşağı
inerse insin çocuğunun oğlu ile mirastan düşerler. Bunlar babası ve dedesi ile de düşerler. Bunda
icmâ vardır. Zira benû´l-ahyâf «kelâle» kabilindendir. Nitekim bunu Seyyid´de tafsilatlı olarak
anlatılmıştır.
Nineler -ister baba tarafından olsun ister ana tarafından olsun- anne ile mutlak olarak düşerler.
Baba tarafından nineler baba ile ve dede ile düşerler. Ancak, ne kadar yukarıda olursa olsun
babanın annesi dede ile düşmez. Zira babanın annesi, dede ile birlikte miras alır. Çünkü o dedenin
tarafından değildir, onun zevcesidir. O halde babasının annesi ile dedesi, ölen kişinin ana babası
gibi olurlar.
Hangi cihetten olursa olsun yakın olan varis uzak olanı hacbeder. Yakın olan ister varis olsun ister
hacbedilmiş olsun durum aynıdır. Nitekim bunu daha önce anlatmıştır.
İ Z A H
«Hacbe başlayarak ilh...» Yâni varislerden, farz (hisse) sahipleri ile asabeleri beyan ettikten sonra...
Zira onlardan bazıları mirastan tamamen mahrum edilir veya takdir edilen sehimden daha azına
indirilir.
«Hacb» : Lûgatta, mutlak olarak. men etme manasınadır. Istılahta ise mirasa ehil olan bir kimsenin,
velâsı olan başka bir varisle mirastan men edilmesidir. Buna göre katil ve kâfir olan varisler, bu
tarifin dışına çıkar. Onlar kimseyi hacbetmezler. Bu tarif hacbin iki nevini de kapsamaktadır. Zira
imamlarımız kişinin köle ve katil olması gibi kendi nefslnden miras almasına mani olan sebebe de
istilahen «mahrûmi» ismini vermişlerdir. Eğer miras´almasına mani olan sebep kişinin kendi
nefsinden değil de başka binsinden dolayı ise ona da «mahcub» ismini vermişlerdir.
Yine imamlarımız hacbi ikiye ayırmışlardır. Bunlar: Hacbi hırmâni, -belirli bir şahsın başka birisinin
bulunmasından dolayı mirastan tamamen men edilmesidir- diğeri de hacbi noksan´dır. Bu da başka
bir varisin bulunmasından dolayı, kendisi için takdir edilmiş olan hisseden daha az bir hisseye
düşürülmesidir. Demekki payların «avl» yolu ile noksanlaşması hacb değildir. Birkaç hanım gibi,
aynı şekilde, ashabı ferâizin kendileri ile hem cins olanlarla birlikte olduklarında hisselerinin tek
başına olmaları halindeki hisse noksanlaşması da hacb değildir.
Hacbi hırman (mirastan tamamen mahrum bırakan hacb) metinde zikredilen altı sehim sahibinin
dışındakilerde söz konusudur. Hacbi noksan ise bunlardan yalnız beşinde olur. Nitekim şârih de
bunu ileride zikredecektir.
«Yâni ebeveyn ilh...» Yâni daha üsttekiler değil anne ile baba... Zira dede ile nine bazen hırmanen
hacb olunurlar. Demekki onlar ikinci guruptandırlar. Anla!
«Çocuklar ilh...» Yâni oğul ve kız...
«İster asabe olsunlar, ilh...» Zevi´l-erhâm gibi, asabe manasında olanlarda asabe gibidirler.
«Mahrum olarak hacbedilmek ilh...» Yâni hacbi hırmân iki asıl üzerine bina edilmiştir. Yâni hacbi
hırmân da bulunur. Aksi halde o da bulunmaz. Bu konu ile ilgili bir açıklama yakında gelecektir.
«Ölüye yakın olanı... hacbeder». Yâni derece ve yakınlık itibariyle yakın olanı, uzak olanı mirastan
mahrum bırakır.
«Vâris olma sebebi aynı olsun ilh...» Nineler ile anneler, oğlun kızları ile iki öz kızı irsiyet sebebi
aynı olsun ister erkek-kardeşler ile anne-babada olduğu gibi aynı olmasın...
«Ölüye bir şahıs vasıtasıyla ilh...» Bu meselede hacbedilenle vasıta arasındaki yakınlık aynı cinsten
olur. T.
«Oğlun oğlu gibi ilh...» Ölenin oğlunun oğlu, kendi oğlu varsa miras alamaz.
Bu asabede olan hacbın misâlidir. Ashabı ferâizden (sehim sahipleri) misali de anne annesinin,
kişinin kendi annesi ile birlikte miras alamamasıdır.
BİR UYARI :
Müellifin zikrettiğine göre, kişinin anne annesinin. kişinin babası ile hacbolunması gerekir. Zira
ölüye onunla ulaşmasa bile babası kendisine anneannesinden daha yakındır. Aynı şekilde kişinin
oğlunun kızının, bir öz kızı ile bababir kız kardeşinin anabababir kızkardeş ile, annebaba bir
erkek-kardeşinin oğlunun da annebir erkek kardeşi ile hacbolunması gerekir...
Bu itiraza, «en yakın» dan murad, «asabeden olan yakındır» diye cevap verilirse o zaman, anılan bu
iki aslın bazen miras olan bazen de mirastan tamamen mahrum olan ikinci gurup için asıl olacağı
itirazı vârid olur. Halbuki bu ikinci fırka da asabe de asabe olmayan da mevcuttur. Eğer bu itiraza,
«maksat, uzak olan. ölüye, daha yakın olan vasıtası ile ulaşırsa zaman yakının uzağı hacbetmesi
gerekir» şeklinde cevap verilirse o zaman da : «Bu iki şeyin asıl olmasında bir mana kalmaz. Ve
ölenin oğlunun çocuğunun babası olmayan diğer oğlu (amcası) ile miras alması gerekir. Çünkü o
çocuk ölene amcası vasıtası ile ulaşmaz» denilir.
Bunu Seyyid ifade etmiştir.
«Bir tek cihetle ilh...» Bu söz annenin tek olarak bulunması halinden kaçınmak içindir. Zira anne bu
durumda terikenin tamamını alır, fakat bu cihetle değil, farz ve red cihetiyle alır.
«Mahrum olan ilh...» Yâni mirastan birşey alamaması bizzat kendi şahsında olan bir manadan
dolayı olan kişi.
«Bize göre ilh...» Sahabenin umumunun görüşü de bu şekildedir. İbn Mesud´dan rivayet edildiğine
göre, kişinin kâfir olan oğlu karıkocadan biri ile beraber olduğunda onu mirastan tamamen mahrum
edemez fakat hissesini azaltır. Yine İbnu Mesud´dan rivayet edilmiştir ki, ölen kişinin annebir
erkek-kardeşi ölenin kâfir olan oğlu ile, mirastan mahrum olur.
«Asla...» Yâni ne hisseyi noksanlaştırarak ne de tamamen mahrum bırakarak.
«Ama hacbedilen bir varis... hacbeder». Yâni başkası tarafından mirastan tamamen mahrum
bırakılan bir varis, diğer bir varisi de mahrum bırakır. Musannıf bunlardan herbirine birer misal
vermiştir.
«(Babanın) anne(si) de, annenin annesini hacbeder.» Bazı nüshalarda burada olduğu gibi «anne»
kelimesi üç kere tekrar edilmiştir. Bazı nüshalarda ise iki kere tekrar edilmiştir. Doğrusu birincisidir.
«Anne ilh...» Zira anne, ölenin çocuğu, oğlunun çocuğu, ve erkek veya kızkardeşlerinden birden
fazlası ile birlikte hissesi üçtebirden altıda bire düşer.
«Oğlun kızı ilh...» Kişinin oğlunun kızının hissesi, bir tane olan özkızı bulunduğunda yarıdan altıda
bire düşer.
«Bababir kız kardeş ilh...» Baba bir kızkardeş, öz kız kardeş ile birlikte yarıdan altıda bire
hacbolunur.
«Karı ve koca ilh...» Ölenin çocuğu veya oğlunun çocuğu ile koca, yarıdan dörtte bire. karı da dörtte
birden sekizde bire hacbolunur. (hisseleri buna düşer)
«Benû´l-ayân... mirastan düşerler ilh...» Öz erkek ve kız kardeşlere benû´l-ayân denilmesinin
sebebini daha önce belirtmiştik.
«Hz.Zeyd´in usûlüne göre ilh...» Büyük sahabi Zeyd bin Sâbit (r.a.)´ın usûlünün özeti şudur: Mirasın
taksimi anında dede kardeşler ile birlikte onlardan birisi gibidir. Ama bu kardeşlerle bölüşmesinde
hissesi, farz sahibi bulunduğu takdirde üçte birden farz sahibi bulunmadığı takdirde de altıda
birden aşağı olmadığındadır. Buna göre birinci surette dedeye, mukasemeden veya malın
tamamının üçtebirinden hangisi daha fazla ise o verilir. Bunun kaidesi şudur: Eğer dede ile birlikte,
kendisinin aldığının iki mislinden daha az olan birisi varsa, onun için kendi hissesini alması daha
hayırlıdır. Eğer onunla birlikte, onun iki katı miras alan birisi varsa o zaman dede için mukaseme
veya malın üçtebirini alması eşittir. Şayet iki katından fazla alan varsa onun için malın üçtebirini
alması daha hayırlıdır.
Birincinin beş sureti vardır: Bunlar: 1 - Dede, ölen erkek kardeşiyle birlikte, 2 - Ölenin kızkardeşi ile
birlikte. 3 - Ölenin iki kızkardeşi ile birlikte, 4 - Ölenin: üç kızkardeşi ile birlikte, 5 - ölenin bir erkek
bir de kız kardeşi ile birlikte bulunur.
İkincisinin de üç sureti vardır. 1 - Dede, ölenin iki erkekkardeşi ile birlikte, 2 - ölenin dört kızkardeşi
ile birlikte, 3 - ölenin bir erkek iki de kızkardeşi ile birlikte... bulunur.
Üçüncüsü ise sınırlanamaz.
Dede için, kincisinde, farz sahibinin hissesi, farzın en az mahrecinden verildikten sonra üç taksim
şeklinden en hayırlı olanı vardır.
Mukasemeye gelince; bunun sureti de şudur: Bir kadın ölse ve geride kocası dedesi ve
erkekkardeşi kalsa, koca yarısını alır, geri kalan da dede ve kardeş arasında taksim edilir.
Kalanın üçtebirinin dedeye verilmesinin sureti de şudur: Bir kişi ölse geride ninesi, dedesi, iki
erkekkardeşi ve bir de kızkardeşi kalsa, nine altıda bir dede de geri kalanın üçte birini alır.
Dedenin malın tamamının altıda birini almasının şekli de şöyledir: Bir kişi ölse ve geride ninesi kızı.
dedesi ve iki erkekkardeşi kalsa nine altıdabir kız yarı dede de altıdabir alır. Çünkü burada dedenin
altıdabir alması, onun için kalanın üçtebirini almaktanda, mukasemeden de daha hayırlıdır. Bu
bahsin tamamı er-Rahiku´l-Mahtûm adlı şerhimizde ve daha başka kitaplarda vardır.
«Nitekim Ebû Hanife´nin mezhebi de böyledir». Ebu Hanife´nin görüşü büyük halife Ebû Bekir
es-Sıddık (r.a.)´ın da mezhebidir ki O sahabelerin en bilgini ve en efdâldir. Dede hususunda ondan
çelişkili rivâyet de yoktur. Bundan dolayı da İmamı Azâm onun mezhebini benimsemiştir. Ebû
Bekir´in dışındaki sahabeler ise, onunla aynı görüşte değildirler. Zira Hz. Ömer´in dede meselesinde
biri birine zıt yüz kaziyye ile hükmettiği rivâyet edilmiştir. Muttefekun aleyh olan bir hükmü kabul
etmek daha evlâdır. Ayrıca Hz. Ebû Bekir´in görüşü, Resulullah´ın ashabından ondört kişinin daha
görüşüdür. ibnu Abbas (r.a.)´ın şöyle dediği rivâyet edilmiştir:
«Zeyd Allah´tan korkmuyor mu? ki oğlun oğlunu oğul gibi kabul ediyor da babanın babasını baba
gibi kabul etmiyor». Bu bahsin tamamı Sekbu´1Ehhûr´dadır.
«Fetvû da... Ebû Hanife´nin görüşüne göredir ilh...» Sekbu´l-Enhûrda: «Şemsu´l-Eımme es-Serahsi,
Mebsût´ta, «Fetvâ İmameyn´in kavli üzeredir» dedi. denilmektedir.
Haydar ise, Sirâciye´de şöyle demiştir: «Ancak meşayihimizden bazı müteahhir âlimler dede
meselelerinde ihtilaf edilen yerlerde sulhen fetva vererek demişlerdir ki: Eciri müşterekin tazminatı
hususunda sahabenin ihtilafından dolayı sulh ile fetvâ verdiğimize göre, dede meselelerinde sulh
ile fetvâ vermek daha evlâdır. Çünkü buradaki ihtilaf daha açıktır.»
Sirâciye şerhindekilerin benzeri Mebsut´ta da vardır. Sahabenin dede meselelerindeki ihtilâflarının
sebebi ölenin dedesinin ölenin erkekkardeşleri ile birlikte miras almaması hususunda kitap ve
sünnette nassın bulunmamasıdır. Dedenin miras alması ancak birçok tartışmadan sonra sahabenin
ictihadları ile sabit olmuştur. Zaten bu konu ferâizin en müşkil konularındandır. Şu kadar var ki
metinler imam´ın görüşü istikâmetindedir. Bundan dolayı da şarih burada da yukarda da İmam´ın
görüşünü ihtiyar ettiğine işaret etmiştir.
«Benû´l-ayân ile ilh...» Yâni benû´l-allât, benû´l-ayân´dan erkek olanlar ile düşerler. Zaten ibarenin
açık manasıda buna delâlet eder. Zira musannıf. «evlât: Çocuklar» dememiş, «Benû : Oğul»
demiştir. Yukarda geçen ise böyle değildir. Zira orada şarih «benû´l-ayânı» yine tağliben «ünas:
kadınlar» ile tefsir etmiştir. Zira makam onu gerektiriyordu. Burada ise makam o tür bir izaha el
vermiyor. Çünkü «evlâdı allât (bababir kardeşler) annebababir kızkardeşler ile mirastan sakıt
olmazlar. Buna da «anabababir kızkardeş» sözü delâlet etmektedir. ilh. H.
Ben derim ki: Evet, öyledir. ama evlâdı allâtın bazıları, benû´l-ayândan olan kadınlar ile mirastan
düşerler. Meselâ bababir kızkardeşler, baba bir erkek kardeşler kendilerini asabe yapmadığı
takdirde, ana baba bir kız kardeşlerle mirastan sakıt olurlar. Nitekim bu ileride gelecektir.
Bu konuda Sirâciye´nin ibaresi daha açıktır. O ibare aynen şöyledir: «Benû´l-ayân ve benû´l-allâtın
hepsi oğul ile, ve ne kadar aşağıda olursa olsun oğlun oğlu ile ittifaken mirastan düşerler. Ebû
Hanife´ye göre dede ile de düşerler. Ayrıca benû´l-allât anabababir erkekkardeş ile de mirastan
düşerler.»
Sirâcîye´nin bu ifadesinden anlaşılıyor ki: bababir kızkardeş ana baba bir erkek. kardeş ile mirastan
düşer. Nitekim biz Keşfu´l-Gavamiz ve Tuhfetu´l-Akran´dan naklen bu konudaki sârih ifadeyi
zikretmiştik.
«Dede ilh...» Yâni geçen ihtilafa göre.
«Asabe olduğu takdirde ilh...» Yâni kişinin anabababir kız kardeşleri kızları ile veya oğlunun kızları
ile asabe oldukları takdirde benû´l-allât mirastan düşürürler. Zira birisinin anabababir kızkardeşler,
kızları ile birlikte asabe olup ölüye daha yakın olmakda erkekkardeş gibidirler. Seyyid.
«Benû´l-ahyâfde... düşer.» «Hıyf» gözlerin renklerinin değişik olmasına denir: Meselâ birisinin mavi
diğerinin ise sürmeli gibi siyah olmasıdır. «Ahyâf» da bu köktendir. Anneleri bir olup babaları ayrı
olan kardeşlere «ihvetu ahyâf» denilir. Muğrib.
«Ölünün çocuğu ile ilh...» Yâni çocuk «kadın» olsa bile... Bu durumda da benû´l-ahyâf, şu altı kişi
ile mirastan düşer, 1 - ölenin oğlu, 2 - Kızı, 3 - Oğlunun oğlu. 4 - Oğlunun kızı. 5 - Babası, 6 -
Dedesi...
«Ölen kişinin varis olan feri ve erkek olan asıllar» şeklindeki bir ifade bu altı sınıfı toplar.
Ben bunu nazım halinde şöyle dile getirdim : «Ölenin annesinin oğlunu. aslı olan erkek, hacbeder.
Aynı şekilde, fakihler ölenin varis olan ferinin de hacbettiğini söylemişlerdir.»
«Bunda icmâ vardır». Bu söz «dede» ile ilgilidir. Yâni benû´l-ayâti ve benû´l-allâtın hilafına,
benû´l-ahyâfın dede ile düşmesinde icmâ vardır, Demekki benû´l-ayân ve benû´l-allâtın mirastan
düşmeleri ihtilaflıdır.
«Zira onlar ketâle kabilindendir.» Musannıfın bu sözü benû´l-ayan ile benû´l-allâtın anılan guruplarla
mirastan düşmelerinin illetidir. Bunun izahı şöyledir: Allah Teâlâ «Eğer (öten) erkek veya kadına
ketâle yoluyla mirasçı olunuyorsa (evlâdı ve anababası olmayıp başka yakınları varis ise) bir erkek
bir kız kardeşi varsa, herbirine altıda bir düşer.» buyurmuştur: Burada erkek kardeş veya
kızkardeşten murad icmâ ile evlâd-ı ümm yani annesinden olan erkek veya kız kardeşleridir.
Übey´in «anne bir erkek veya kız kardeşi olsa» kıraatı da buna delâlet eder. Kelâlenin miras alması
için şart, icmâ ile, ölenin, babasının veya çocuğunun olmamasıdır. şayet varsa onlarla birlikte
evlâd-ı ümme miras yoktur.
Kelâle: Ana, baba, büyükbaba, oğul, kız, torun zincirinin dışında kalan, mirasçı olabilen akrabadır.
Aslında «ketâle» kelimesi kuvvetin gitmesî manasındadır, daha sonra çocuk ve babanın haricindeki
yakınlık için istiare yoluyla kullanılmıştır. Sanki bu doğuma dayanan yakınlığa kıyasla zayıf bir
yakınlıktır. Ayrıca, ölüpde geriye çocuk veya baba bırakmayana da kelâle denilir. Bu geride
kalanlardan çocuk veya baba olmayanları da kapsar. İşte Seyyid´in zikrettiğinin hâsılı da budur.
«Nineler... düşerler ilh...» Burada asıl kaide şudur. Mirası hak etme sebebinin aynı olması ve ölüye
nisbetteki vasıtalıktan herbiri hacbde tesirlidir. Buna göre babanın annesi baba ile yalnız
vasıtalıktan dolayı mahcub olur. Babanın annesini anne de hacbeder, çünkü her ikisinde de varis
olma sebebi aynıdır. O da anneliktir. Ölen kişinin anne annesi babası ile birlikte miras alabilir.
Çünkü burada her iki mana da yoktur.
Anne anne, anne ile hacbolunur çünkü onda mirası hak ediş sebebi de ölüye ulaşmadaki
vasıtalıkda vardır.
Bilinmelidir ki: Ölenin babası ile birlikte ancak anne tarafından olan bir tek nine miras alır, zira baba
tarafından olan nineler baba ile hacbolunurlar. Anne tarafından olan sahih ninede asla birden fazla
olmaz.
Dedeye gelince : Baba tarafından olan ninelerden birisi, onunla birlikte miras alır ki, o da babanın
annesi veya ondan daha yukarıda olan babaannesinin annesi gibi olanlardır. Dede ölen kişiden
ölenin babasının babasının babası gibi iki derece ile uzaklaşırsa, onunla birlikte baba tarafından
olan iki nine miras alır: Birisi, ölenin babasının baba annesi veya ölenin babasının baba annesinin
annesi gibi ondan bir yukarda olan diğeri de babasının anne annesi veya babasının annesinin anne
annesi gibi ondan bir yukarda olandır. Bu bahsin tamamı Rahiku´l-Mahtûm adlı şerhimizde vardır.
«Çünkü o dedesinin tarafından değildir». Yâni o nine ölüye dede vasıtasıyla ulaşamamaktadır ve
mirası hak ediş sebepleri de aynı değildir. Zira dedenin ciheti babalık, ninenin ciheti ise anneliktir.
«Onun zevcesidir.» Nine dede ile aynı seviyede olursa onun zevcesi olması açıktır. Ama eğer nine
dededen üst derecede olursa, o zaman ya onun hanımının annesi veya ninesi yada ona yabancıdır.
«Hangi cihetten olursa olsun...» Yâni ister anne cihetinden ister baba cihetinden... Bu durumda
sûretler dört tane olur: Anne tarafından bir cihetle yakın olan. iki cihetle uzak olanı hacbeder. Baba
tarafından bir cihetle yakın olan iki cihetle uzak olanı hacbeder.
«Nitekim bunu daha önce anlatmıştık». «Hacbolunan da hacbeder» sözünün şerhinde geçmişti.
M E T İ N
İki nine birlikte bulunduğu takdirde : Bunlardan biri, babanın annesi gibi. bir tek yakınlık sahibi olsa
-metnin ve şerhin nüshalarında aynen böyledir. Sirâciye ve diğer kitaplara muvafık olan doğrusu
ise: Babanın annesinin annesi gibi şeklinde olmalıdır. Yukarda da geçtiği üzere yakın olan uzak
olanı mutlak olarak hacbeder. Anla!- Diğeri de aynı zamanda babanın baba annesi olan, annenin
anne annesi gibi iki yakınlık sahibi olsa İmam Muhammed (nenenin hissesi olan) altıda biri bunlar
arasında üçte bir ve üçte iki şeklinde taksim etmiştir. Meselenin sureti şu şekildedir: Ölü;
Bu şeklin izahı şöyledir: Bir kadın oğlunun oğlunu, kızının kızı ile evlendirse ve onların bir çocukları
olsa, o zaman bu kadın ölen çocuğun hem anne hemde baba tarafından ninesidir.
(İmam Muhammed´in altıda biri, iki nine arasında üçtebirer oranla bölüştürdüğünü az önce
söyledik).
Ebû Hanife ile İmam Ebû Yûsuf ise bedenlerine itlbar ederek yarı yarıya taksim etmişlerdir. İmam
Mâlik ve İmam Şafii de bununla hükmetmişlerdir. Bu Kenz´de de kesin bir dille ifade edilmiş ve
şöyle denilmiştir:
«İki yönden akraba olan da bir yönden akraba olan gibidir.»
Ölenin öz-kızları ve ana-baba-bir kız-kardeşleri, farz hisseleri olan üçte ikiyi tamamladıkları
takdirde, ölenin oğlunun kızları ve baba-bir kız kardeşleri mirastan düşer. Ancak birinci şekilde,
ölenin oğlunun kızları ölenin oğlunun oğlu ile asabe olarak alırlar. İkinci şekilde baba-bir kız
kardeşe eşit veya ondan bir aşağı olan erkek-kardeşi olursa o zaman o erkek, baba-bir kız-kardeşi
asabe yapar ve terikeden kalan, erkeğe iki kadına bir hisse olmak üzere paylaştırılır.
Musannıf bunu, şerhinde söylemiştir. Ben derim ki: Musannıfın bunu hiçbir kayda tabi tutmadan
söylemesinde, eleştirilebilecek bir hususun olduğu açıktır. Zira fukaha sarahaten belirtmişlerdir ki:
Kardeşin oğlu, kendi kız-kardeşini asabe yapamaz. Nitekim amca kendi kız-kardeşini, amca-oğlu
kendi kız-kardeşini ve mûtıkın oğlu kendi kız-kardeşini asabe yapamaz. Aksine bu durumda malın
tamamı erkeğin olur. Çünkü kadına bir şey verilmez kadın zevi´l-erhâm´dandır.
Rahbiye´de şöyle denilmiştir: Kardeşin oğlu kendi gibi olanı veya nesepte kendinden bir yukarı
olanı asabe yapmaz.»
Ama, ne kadar aşağı sırada olursa olsun oğlun oğlu, böyle değildir. Zira o, mirastan sehim sahibi
olmayan kendisi gibi bir kadını bir veya üstünde olanı asabe yapar. Ama kendlnden aşağıda olanı
düşürür.
Demekki buna göre : Bir kişi ölse ve geride oğlunun, bazısı bazısından daha aşağıda olan üç kızını,
diğer bir oğlunun oğlunun aynı şekildeki üç kızını ve üçüncü bir oğlunun oğlunun oğlunun da aynı
şekilde üç kızını şu şekilde bıraksa:
Birinci gurubun en üst sırasındaki kıza hiçkimse denk olmaz. Dolayısıyla ona terikenin yarısı verilir.
Birinci guruptan ortanca kıza ikinci guruptan üstteki kızı denk olur. O zaman ikisine üçte ikiye
tamamlamak için altıdabir verilir.
Alt sıradaki kızlara ise terikeden hiçbirşey verilmez. Ancak onlardan birisi ile beraber bir erkek
bulunursa onu ve farz sahibi olmayıp ona eşit olanı ve ondan bir derece yukarıdakini asabe yapar.
Onun altındaki derecede olanların ise hepsi düşer.
(Babasının) anne bir erkek kardeşi olan amcasının oğlu -metnin ve şerhin bütün nüshalarında bu
şekildedir. Seyyid ve diğerlerinin ibareleri ise: «ölenin anabir erkek kardeşi olan amcanın iki
oğlundan biri» şeklindedir- Farz olarak altıda bir alır. Amcasının diğer oğlu kocası olsa o da yarısını
alır. Terikeden kalanı da asabelik yoluyla aralarında, yarı yarıya taksim ederler. Zira amca oğlunun
hem farz sahibi olarak. hem de asabe olarak miras almasına mâni bir hal yoktur. Bu durumda o.
hem farz cihetiyle hemde asabelik cihetiyle miras alır. Ama bir cihetle hem farz sahibi olarak hemde
asabe olarak miras alması için, ancak baba veya babanın babası olması gerekir.
Ben derim ki: Bazen asabeliğin ciheti bir arada bulunur. Meselâ bu amcanın oğlunun oğlu olan oğul
gibidir. Şöyle ki: Bir kadın amcasının oğlu ile evlense ve bir oğlan çocuk doğursa ve çocuk
annesinden iki cihetten asabe olarak miras alır. Mûtık olan oğul da böyledir. Bazen de farz sahibi
olmanın iki ciheti bir arada bulunur. Bu ancak mecûsîlerde tasavvur edilebilir. Çünkü onlar
mahremleri ile de evlenirler. Bize göre onlar birbirlerinden her iki cihetle de miras alırlar. İmam
Şafiî´ye göre ise cihetlerin en kuvvetlisi ile miras alır. Bu bahsin tamamı ferâiz kitaplarındadır ve
buna «ğarkâ» bahsinde de işaret edilecektir.
Bir kadın ölse ve geride kocası, annesi veya ninesi, anne-bir erkek kardeşleri ve anne-baba-bir
erkek-kardeşleri kalsa kocası, malının yarısını, anne veya ninesi altıda birini anne bir erkek
kardeşleri üçte birini alırlar. Ana-bababir erkek-kardeşlerine ise birşey yoktur. çünkü onlar
asabedir. Kendilerine birşey kalmamıştır.
İmam Mâlik ve Şafiî´ye göre ise son iki sınıf, sanki hepsi anne bir erkek kardeş gibi (üçtebire) ortak
olurlar.
Aynı şekilde, İmam Mâlik ve İmam Şafîî anne bababir kız-kardeş veya bababir kız-kardeşe terikenin
yarısını, kocası ve annesi ile birlikte, dedeye altıda birini farz olarak vermişlerdir. Buna göre bu
meselenin tashihi dokuza evledilir.
Ebû Hanife ve İmam Ahmed´e göre ise kız-kardeş mirastan düşer.
Ben derim ki: Bu bahsin özeti şudur ki, Hanefîlere göre ittifakla mesele-i müşerreke, ve Müftâbih
görüşe göre de «ekderiye» meseleyi yoktur. Nitekim yukarıda da geçmişti.
i Z A H
«...Ve yukarıda da geçtiği üzere ilh...» Şârih bu sözüyle şunu delil gösteriyor: Eğer metindeki
«anne», babanın annesi olsa idi, diğerini hacbederdi. O zaman İmam Muhammed ile İmameyn
arasında ihtilaf olmaz. H.
«Aynı zamanda babanın baba annesi olan, annenin anne annesi gibi yakınlık sahibi olsa...» Yâni bu
kadın, ölen çocuğun hem baba tarafından ninesidir, çünkü babasının baba annesidir, hem de anne
tarafından da ninesidir çünkü annesinin anne annesidir.
Biz deriz ki; burada başka bir kadın daha olsa ve onun kızı birinci kadının oğlu ile evlenmiş olsa,
ikinci kadının kızından ve birinci kadının oğlundan -ki o da ölünün babasıdır- bir oğlan çocuk doğsa
o zaman diğer kadın. ölenin babasının anne annesidir. Ve o ölüye bir yönden yakındır. Mineh.
«Bu Kenz´de de kesin bir dille ifade edilmiş ilh...» Dürrü´l-Müntekâ´ da şöyle denilmiştir: Musannıfın
yaptığı bunun aksini gerektirse bile. tercih edilen budur.» Buna dikkat edilsin!
Bu meselenin aslı şudur: Usûl ilminden bilindiği üzere, illetin çokluğu göz önüne alınarak tercih
yapmak caiz değildir. Sonra, iki yönden yakınlığı olanı vaz etmek ittifakidir, zira sonsuza kadar
ziyadeleştirilebilir.
İmam Ebû Yusuf´a göre ise iki nine mutlak olarak, yarı yarıya bölüşürler. İmam Muhammed´e göre
ise akrabalık cihetler çok olsa bile, cihetlere itibar edilerek taksim edilir. öğrenilsin.
«...Ve ana-bababir kız-kardeşleri ilh...» Buradaki «ve», «veya» manasındadır. Çünkü farzını tam
olarak alan, iki sınıftan sadece birisidir. Her ikisi birden değil... Bunu Tathavî ifade etmiştir.
«Veya erkek kardeşi ilh...» Yâni bababir erkek kardeş...
«Musannıfın bunu hiçbir kayda tabi tutmadan söytemesinde ilh...» Yâni Mecma´a uyarak, bir kayıtla
kayıtlamasında... Bu itiraza Gûrerû´l-Efkâr´da olduğu gibi, şu şekilde cevap verilir: Musannıfın
«denk» veya «aşağı» sözleri kardeşin değil oğlun oğlunun özellikleridir. Zira «kardeşi» «aşağı
derece» ile vasıflandırmak doğru değildir. Çünkü kardeşin oğluna kardeş denilmez. Oğlunoğlu ise
böyle değildir. Zira ikinci derecede veya daha aşağı derecede olana da oğul denilir.
Evet, Allâme Kâsım´ın dediği gibi, musannıfın «kardeşi» «oğlun oğlundan» evvel zikretmesi
gerekirdi.
«Zira fukaha sarahaten belirtmişlerdir ki ilh...» Bunun özeti, Sirâciye ve Mültekâ´da belirtildiği gibi.
şöyledir: Kadınlardan terikede farz hissesi olmayan erkek-kardeşi asabe olduğu halde, onun
vasıtasıyla asabe olamaz. Biz bunu daha önce nazm halinde söylemiştik.
«Çünkü o kadın zevi´l-erhâmdandır». Yâni kız kardeş, bu suretlerde zevi´l-erhâmdandır. Şu kadar
var ki, mûtıkın kızı, ölen kişinin zevi´l-ehrâmından maksat mûtıkın kızının dışında olanlardır. Mûtık´ın
kızını asabe olan erkek-kardeşi asabe yapmaz, çünkü kadınlar için ancak azâd ettiklerinin velâsı
vardır.
Musannıfın burada «zevât» demeyip «zevî» (muennes değil, müzekker bir ifade kullanması) ile tabir
etmesi erkeklerin kadınlara galebesindendir. Nitekim Allah Teâlâ´nın : «Ve gönülden itaat
edenlerden oldu» sözünde de böyledir.
«Kardeşin oğlu kendi gibi olanı ilh...» Yâni kardeşin oğlu kendi derecesindeki kız kardeşini veya
amcasının kızını asabe yapmaz.
«Veya kendinden bir yukarı olan». Halası gibi...
«Zira o kendisi gibi bir kadını veya bir üstünde olanı ilh...» Bu hüküm zahiri rivâyettir. Bazı
müteahhir âlimlere göre oğlun oğlu kendisinden bir derece yukarı olanı asabe yapmaz. Aksi halde
kendisi mirastan mahrum olur. Zira asabenin miras almasında asıl kaide şudur: Kadın olsa bile
yakını uzağa tercih edilir. Bundan dolayı da ölenin kızkardeşi, ölenin kızı ile asabe olduğu takdirde
ölenin kardeşinin oğluna tercih edilir.
Buna şöyle cevap verilir: Oğlun oğlundan yukarıda olan ancak onun vasıtası ile asabe olur. Eğer
oğlun oğlu olmasaydı o zaten miras alamazdı. O halde oğlun oğlunu nasıl hacbederdi? Seyyid
(k.s.)´in verdiği cevaba da bak!
Sehim sahibi olmayan ilh...» Yâni ashabı feraizden olmayan..
«Birinci gurubun en üst sırasındaki kıza hiç kimse denk olamaz.» Çünkü o. ölen kişiye bir tek
vasıtayla intisab eder. öbür kızlardan ise o şekilde olan hiç kimse yoktur.
«Dolayısıyla ona terikenin yarısı verilir.» Çünkü o ölenin öz kızı bulunmadığı yerde özkızı yerine
geçer.
«Birinci guruptan ortanca kıza, ikinci guruptan yukardaki kız eşit olur.» Çünkü onlardan herbiri
ölen kişiye iki vasıta ile ulaşırlar.
Birinci gurubun en alt derecesindeki kıza gelince; ona. ikinci gurubun ortanca kızı ile üçüncü
gurubun üst derecede olan kızı eşit olur. Zira bunlardan herbiri ölen kişiye üç vasıta ile
ulaşmaktadırlar.
ikinci gurubun en alt sırasındaki kıza gelince; ona da üçüncü gurubun orta sırasındaki kız eşit olur.
Çünkü bunlardan herbiri ölüye dört vasıta ile intisab eder.
Üçüncü gurubun alt sırasındaki kıza gelince ona hiç kimse eşit değildir. Çünkü o ölen kişiye beş
vasıta ile intisab etmektedir. öbür kızlar arasında ise bu şekilde olan birisi yoktur.
«O zaman her ikisine... altıda bir verilir ilh...» Altıda bir hisse almaları şu sebeptendir: Birinci
gurubun üst sırasında olan kız ölenin özkızı yerine geçtiği için ondan bir derece aşağı olanlarda
oğlun kızları yerine kaim olmuşlardır.
«Alt sıradaki kızlara terikeden hiçbirşey verilmez.» Bunlar da dokuz kızdan. geriye kalan altısıdır.
Zira o üç kız için üçte iki tamamlanmıştır. Geri kalan kızlara farzdan hisse kalmadığı gibi onların
asabelikleri de yoktur. Böyle olunca do terikeden miras alamazlar.
«Ancak onlardan birisi ile beraber bir erkek bulunursa ilh...» Eğer o erkek birinci gurubun alt
sırasındaki kızla beraber olursa, birinci gurubun üst sırasındaki kız malın yarısını alır. Birinci
gurubun orta sırasında olan kızda, ikinci gurubun üst sırasındaki kız ile birlikte altıda bir alır. Geriye
kalan üçtebir de o erkek ile, birinci gurubun alt sırasında olan kız, ikinci gurubun orta sırasındaki
kız ve üçüncü gurubun üst sırasındaki kız arasında, erkeğe iki kadına bir itibariyle, beşe bölünerek
taksim edilir.
İkinci gurubun alt sırasındaki kız ile üçüncü gurubun orta sırasındaki ve aşağı derecedeki kızlar ise
terikeden birşey alamazlar.
Eğer o erkek, ikinci guruptaki alt sıradaki kızla beraber olursa kalan üçtebir onunla, birinci gurubun
aşağı sırasındaki kız, ikinci gurubun orta ve aşağı sırasındaki kızlar ve üçüncü gurubun yukarı ve
orta sırasındaki kızlar arasında. erkeğe iki kadına bir itibariyle. yediye bölünerek taksim edilir.
Üçüncü gurubun alt sırasındaki kız ise sâkıt olur.
Eğer o erkek üçüncü gurubun alt sırasında olan kızla beraber olursa kalan üçtebir onunla, alt
sıralarda olan altı kız arasında sekize bölünerek. yine erkeğe iki kadına bir itibariyla, taksim edilir.
Eğer o erkeğin birinci gurubun üst sırasındaki kızla beraber olduğu farzedilse malın tamamı onunla
kızkardeşi arasında, erkeğe iki kadına bir itibariyle, taksim edilir. Alt sıradaki kızlara ise bir şey
kalmaz. Onlar da sekiz tanedirler.
Eğer o erkeğin birinci gurubun orta sırasındaki kızla beraber olduğu farzedilse, o zaman birinci
gurubun yukarı sırasındaki kız malın yarısını alır kalan da o erkek ile onun seviyesinde olan, birinci
gurubun ortanca kızı ile ikinci gurubun yukarı derecedeki kızı arasında, erkeğe iki kadına bir
itibariyle, taksim edilir.
O erkeğin, ikinci gurubun üst sırasındaki kızla beraber olduğu farzedildiği takdirde de durum aynı
şekildedir.
Bu suretlerdeki meselelerin tashihine gelince, onu daha sonra anlayacaksın. Onun burada ele
alınmasına lüzum yoktur.
Bilinmelidir ki: Kitap´ta geçtiği şekilde kızların muhtelif derecelerde zikredilmesine «teşbib»
meselesi denilmiştir. Zira bu mesele inceliği ve güzelliği ile zihinler onda ısrar eder ve kulakları onu
dinlemeye meyleder. Bu mesele, güzelliğinden ve kulak vermeye çağırdığı için şairin gazel
söylemesine benzetilmiştir. Seyyid´in Şerhinden...
«Farz sahibi olmayıp ilh...» Ama farz sahibi olan kız kendi payını alır ve o erkekle asabe olmaz. O da
terikenin yarısını alan, birinci gurubun yukarıda sırasındaki kız ve ikinci gurubun üst sırasındaki kız
ile beraber birinci gurubun orta sırasındaki kızdır. Zira bunların ikisi altıda bir alırlar.
Bu ifade, o erkeğin hizasındaki değil, kendisinden bir üst derecede olan kız için muteber bir kayıttır.
Zira o erkek, kendi hizasındaki kızı mutlak olarak asabe yapar. Seyyid.
«Onun altındaki derecede olanların ise hepsi düşer.» Yâni derece bakımından, o erkeğin altında
olan kızlar... «Seyyid ve... ibaresi ilh...» Yâni musannıfın de, özellikle, «onların ikisi terikeden kalanı
taksim ederler» sözü ile birlikte.. Seyyid´in dediği gibi söylemesi gerekirdi.
«Ölenin onabir erkekkardeşi ilh...» Kadın sanki iki kardeşle evlenmiş ve herbirinden birer oğul
doğurmuş, o iki kardeşinde diğer bir kardeşlerinin başka bir kadından çocuğu olmuş ve o kadının
iki oğlundan biri ölmüş geriye amcasının oğlu olan (ana bir) erkek kardeşini ve diğer amcasının
oğlunu bırakmış gibi olur.
«Amcasının diğer oğlu kocası olsa». O ikisinde biri yani kadının amcasının oğullarından biri kocası
olsa dese daha açık olurdu. T.
«Terikeden kalanı da asabelik yoluyla aralarında taksim ederler».Kalan, birinci surette altıda beş,
ikinci surette de yarısıdır. T.
«Zira hem farz sahibi olarak hem de asabe olarak miras almasına mani bir hal yoktur.» Bu söz
şundan kaçınmak için söylenmiştir: Eğer birinci surette, ölenin bir kızı olsa o zaman o kız malın
yarısını alır. amcasının oğlunu da anne bir kardeşi olma dolayısıyla altıda birden hacbeder.
Hacbedilen ile diğer amca oğlu kolanda müşterektir.
İkinci surette de eğer zevcenin anne-bir kız-kardeşi varsa terikenin yarısını alır diğer yarısını da farz
olarak kocası alır.
Amcasının annesinden olmayan diğer oğlu gibi. kocası olan amca oğluna da amca oğlu olma
sebebiyle birşey verilmez.
«Hem farz hemde asabelik cihetiyle ilh...» Farz ciheti evlilik ve anne-bir erkek-kardeşlikle, asabelik
ciheti de amcasının oğlu olmasıyladır. T.
«Farz sahibi olarak ilh...» Yâni farz ve asabelik yoluyla miras almak. T.
«Bir cihetle...» ki bu da babalıktır. T.
«... Ancak baba veya babanın babası olması gerekir.» Yâni baba oğlundan, kızı ve oğlunun kızı ile
birlikte hem farz hem de asabelik yoluyla miras alır. Nitekim daha önce geçmişti.
«Benzer asabeliğin iki ciheti bir arada bulunur.» Yâni o iki cihetle miras almasına bakılmaksızın...
Zira burada o cihetlerden biri ile miras alır:
Zira oğulluk ciheti amcalık ve velâ cihetlerine tercih edilir.
«Bazen de faz sahibi olmanın iki ciheti bir arada bulunur.» Bunun şekli şöyledir: Bir mecûsi kendi
kızı ile evlense ve ondan çocuğu olsa bu çocuk o kadının hem oğlu hem de kardeşidir. Çocuk
öldüğü zaman geriye hem annesi hem de kız-kardeşi olan bir kadın bırakmış olur. Böyle olunca da
o kadın farzın iki cihetiyle miras alır. T.
«Bu da ancak mecûsilerde tasavvur ediIir.» Ben derim ki: Kitâbu´l-Hudadda geçti ki, nikâhı haram
olanla cinsi ilişki mahallin şüpheli olduğu yerlerdendir ve ulemanın Nehir bahsinde inceledikleri
üzere ondan nesep sabit olur. Oraya .müracaat et!
Sekbu´l-Enhur´da şöyle denildiğini gördüm: Bu ancak mecûsilerin evliliklerinde ve müslümanların
ve başkalarının şüpheli münasebetlerinde tasavvur edilir. Müslümanların sahih olan nikahlarında
ise tasavvur edilemez. Bunun tamamı ileride gelecektir.
«İmam Şafiî´ye göre ise cihetlerin en kuvvetlisi ile». Bu da kişinin her halükarda miras aldığı
cihettir. Bir oğul ölse ve geriye kız kardeşi olan annesini bıraksa. bize göre o kadın annelik cihetiyle
üçte bir kız-kardeşlik cihetiyle de yarı olmak üzere iki cihetten miras alır.
Şafii´ye göre ise o kadın başka cihetle değil sadece annelik cihetiyle miras alır. Nitekim
Gûrerû´I-Efkâr´da da böyledir.
«Son iki sınıfa... ortak olurlar.» Yâni anne bir erkek kardeşlerle ana-baba-bir erkek-kardeşler
arasında bölüştürülür. Bundan dolayı da bu meseleye «müşerreke meselesi» demişlerdir.
«Aynı şekilde, Malik ve Şafiî anne-baba-bir kız-kardeş veya baba-bir kız-kardeşe terikenin yarısını,
kocası ve annesi ile birlikte dedeye altıdabirini farz olarak vermişlerdir.» Şârihin söylediğinin
aksine Şanşûrî´nin zikrettiğine göre Ahmed de aynı görüştedir. Ebû Yusuf ve Muhammed´in de
görüşleridir.
Bu meseleye «ekderiye meselesi» denilmiştir. Zira bu mesele Zeyd´e mezhebini bulandırmıştır.
«Dokuza avledilir...» Kocaya üç, anneye iki, dedeye bir, kızkardeşe de üç hisse verilir. Şu kadar var
ki, kız-kardeş kendisine farz olarak verilende yalnız olsa, dededen fazla alır. Kız-kardeş farzdan
sonra dede vasıtası ile asabeliğe çevrilir. O zaman onun hissesine dedenin hissesi de ilâve edilir ve
dördü aralarında üçe bölerek ikili birli taksim ederler. Zira dede için mukâseme malın tamamının
altıda birinden ve geri kalanın üçte birinden daha hayırlıdır. Bu mesele yirmiyediden tashih edilir.
Konunun tamamı Sekbu´l-Enhur´dadır.
«Kız kardeş mirastan düşer». O zaman kocaya yarı, anneye üçte bir geri kalanda dedeye verilir. Bu
meselenin aslı altıdan yapılır.
«Müftâbîh görüşe göre ilh...» Yâni İmam-ı Azâm´ın «benû´l-ayân ile benû´l-allat dede ile düşer»
sözünden, anlaşılan görüşe göre... İmameyn ise buna muhalefet etmişlerdir.
«Yukarda geçtiği gibi...» Yâni Hacb bahsinde... Allah Teâla en iyisini bilendir.
neslinur
Mon 25 January 2010, 06:19 pm GMT +0200
AVL BABI
M E T İ N
İleride de geleceği gibi, avlin zıddı reddir. Avl; farzlar çok olduğu takdirde sehimlerin, farizanın
mahrecinden fazla olmasıdır. Noksanlığın, farz sahiplerinden her birinin hisse miktarınca olması
için yapılır. (Terike yetmediği için) alacaklıların hisselerinin noksanlaşmasına benzer.
Avl ile ilk hükmeden Hz. Ömer (r.a.)´dır.
Mahrecler yedidir. Bunlardan dördü avl olmaz; iki, üç, dört ve sekiz... Üç mahreci ise bazen ihtilat
(karışma) ile avlolur. Nitekim mehâric bâbında gelecektir;
Altı, ona kadar tek veya çift olarak dört kez avlolur. Meselâ altı,
a - Yediye avleder, bir kadının ölüp geriye kocası ile anababa-bir iki kız-kardeşini bırakması gibi.
b - Sekize avleder: Bir kadının ölüp geriye yukardaki varislerle birlikte annesini de bırakması gibi...
c - Dokuza avleder, bir kadının ölüp geriye yukardaki varislerle birlikte anne-bir erkek-kardeşini
bırakması gibi...
d - Ona avleder: Yukarda geçen varisler ve birlikde, diğer bir ana -bir erkek kardeşinin bulunması
gibi.
Oniki de, onyediye kadar çiftlere değil, tek sayılara, üç kez avl olur. Meselâ bir kişi ölse ve geride
karısı iki kız-kardeşi ve annesi kalsa oniki onüçe avleder.
Oniki ayrıca, yukardaki varislerin yanı sıra annebir erkek-kardeş de bulunursa onbeşe avleder.
Oniki birde onyediye avleder; aynı varislerle birlikte başka bir anne-bir erkek kardeşin bulunması
halinde olduğu gibi.
Yirmidört ise sadece yirmiyediye avleder. Meselâ : Bir kişinin ölüpde geride karısı iki kızı ve
ana-babasının kalması gibi... Bu meseleye «minberiye» denilir.
Yukarıda da geçtiği gibi redd avlin zıddıdır. O halde red (varisler arasında), asabe olmadığı takdirde
farzlardan artan mikdarın farz sahiplerine hisseleri miktarınca reddedilmesidir. Bu konuda icmâ
.vardır. Çünkü beytü´l-mâl bozulmuştur. Ancak, karıya ve kocaya redd yapılmaz.
Hz. Osman (r.a.) «Karı-kocaya da reddin yapılacağını söylemiştir. Bunu musannıf ve başka âlimler
söylemişlerdir.
Ben derim ki: İhtiyâr´da kati olarak ifade edildiği üzere, bu, râvinin bir vehmidir. Oraya müracaat eti!.
Yine ben derim ki: Eşbâh´ta zamanımızda beytü´l-mâl bozulduğu için karı kocaya da redd yapılır
denilmiştir. Biz bunu velâ bahsinde takdim etmiştik.
İ Z A H
Feraizin meseleleri üç kısımdır. Bunlar: Adile, âzile ve âiledir. Yâni ferâiz meseleleri ya kesirsiz
olarak veya redd ile yada avl ile taksim edilir.
«Avl» Lügatte: Meyl ve cevr manasındadır, galebe ve «yükseltme» manalarında da kullanılır.
Istıtâhi manasının ilk lügat manasından alındığı söylenmiştir. Zira mesele, terike sahipleri üzerine
cevr ile meyletmiştir. Çünkü onların farzlan, avl ile noksanlaşmıştır.
Meselelerle ilgili olarak geçen taksim bu hususta sarih gibidir, zira âdile kelimesi cevrin mukabili
olan «adl»den alınmıştır.
Bazı âlimler de avl´in ıstılâhî manasının, lügat manasının ikincisinden alındığını söylemişlerdir. Zira
mesele, terike sahiplerini zarara sokmakla galebe çalmıştır.
Bazı âlimler ise avlin, üçüncü lügat manadan alındığını söylemişlerdir. Zira farzlar toplandığında
meselenin mahreci darlaşınca, terike, o mahreçten daha fazla bir rakama yükseltilir, sonrada
taksim edilir. Böylece vârislerin hepsinin farzları noksanlaşır Bunu Seyyid ihtiyâr etmiştir.
«Avlin zıddı reddir.» Zira avl ile farz sahiplerinin payları noksanlaşan, meselenin aslı ise artar. Red
ile ise paylar artar, meselenin aslı eksilir. Diğer bir ifade ile avlde sehimler mahreçten fazla olur,
redde ise mahreç sehimlerden fazla olur. Seyyid.
«Sehimlerin fazla olmasıdır». Yâni vârislerin sehimlerinin... T.
«Farizanın mahrecinden ilh...» Yâni farz kılınan sehimlerin mahrecinden... O mahrece meselenin
aslı denilir. Meselenin aslı da: Vârislerden her bir gurubun paylarının kusursuz olarak alınabileceği
en küçük sahih sayıdan ibarettir. Sekbu´l-Enhûr.
«Alacaklıların hisselerinin noksanlaşmasına benzer» Yâni terikenin kafi gelmediği borçlar ki,
alacaklıların bir kısmı ödeme hususunda diğerlerinden öncelikli değildir. Noksanlık herkesin hakkı
kadar olur.
«Avl´e ilk olarak hükmeden Hz. Ömer (r.a.) dir.» Zira Hz. Ömer, mahrecin farzlara yetmeyecek
şekilde az geldiği bir suretle karşılaşmış, ve sahabe ile istişare etmiştir. Hz.Abbas avl yapılmasına
işaret etmiş, Hz. Ömer de «Feraizi avledin!» demiştir. Sahabelerde ona uymuş ve hiçbirisi bunu
inkar etmemiştir. Ancak Hz.Abbas´ın oğlu, babasının ölümünden sonra buna karşı çıkmıştır. Bu
bahsin tamamı Seyyid´in şerhi ve diğer kitaplardadır.
«Mahrecler yedidir.» Bu konunun vechi şudur: Farzlar altıdır: Bunlar da iki nevidir: Birincisi: yarı
dörttebir ve sekizdebir, ikincisi ise, üçte iki, üçtebir ve altıda birdir. Bu farzların da ikişer hali vardır.
Birisi infirad (bir meselede tek bir farzın olması) diğeri de ictima (bir meselede birden fazla farzın
bulunması) halidir. İnfirad halinde mahreçler beştir. Yarı için iki. dörttebir için dört, sekizdebir için
sekiz, üçtebir ve üçte iki için üç, altıdabir içinde altıdır.
Farzlar ictimâ ettiği takdirde bakılır. Eğer hepsi aynı neviden ise zikredilen bu beş kısmın dışına
çıkmazlar. Zira en aşağı mahrece itibar edilir. O halde meselede yarı ve dörttebir hisseler bulunursa
mesele dörtten halledilir. Yarı ve sekizdebir olursa sekizden olur. Üçtebir ve altıdabir olursa altıdan
olur.
Eğer farzlar iki guruptan da olursa, meselâ, birinci nevlden yan ikinci nevinin hepsi veya bir kısmı
ile karışırsa mahreç altı olur, ve bu yukardaki gibi beş kısmın dışına çıkmaz.
Eğer ikinci nevinin tamamı veya bazısı ile birlikte dörttebir bulunsa mahreç oniki olur. Eğer ikinci
nevinin tamamı veya bir kısmı ile sekiz de bir hisse bulunsa mahrec yirmidört olur. Bu iki durumda
zikredilen beş mahrece ilâve edilince mahreçler yedi olur. Bu bahsin izahı «mehâric» bâbında
gelecektir.
«Bunlardan dördü avl olmaz.» Çünkü mal. ya bu mahreçlere taalluk eden hisselere yeter, yada
hisselerden fazla olarak maldan birşeyler artar. Bunun izahı Minah´tadır.
«Üç mahreci ise bazen avl olur.» Onun avl olacağı rakam, altı, altının iki kafi ve iki katının iki katıdır.
Müellif burada «bazen» sözü ile, üç mahreci için avlin lazım olmadığına işaret etmiştir.
«İhtilat (karışım) ile ilh...» Yâni iki neviden birisinin diğer nevinin ya tamamı veya bir kısmı ile
karışması halinde... Nitekim beyan etmiştik.
«Attı ona kadar tek veya çift olarak ilh...» Yâni altı mahreci onda son bulan tek veya çift sayılara
avledebilir.
«Bu meseleye minberiye denilir.» Zira bu mesele Hz. Ali´ye Kûfe´de minberde, hutbesinde: «Allah´a
Hamdolsun ki o kati olarak hak ile hükmeder, her nefsi çalışması ile mükafatlandırır ve dönüş
ancak onadır» derken sorulmuş. O da hemen «kadının sekizdebir hissesi dokuzda bir olmuştur»
demiş ve hutbesine devam etmiştir. Dinleyenler onun zekâsına hayran kalmışlardır. Dürrü Müntekâ.
«Çünkü beytü´l-mâl bozulmuştur.» Bu, icmâın illetidir, ama yerinde değildir. Çünkü Malikî
mezhebinde meşhur olan görüşe göre beytü´l-mâl muntazam olmasa bile, varislerin farz olan
hisselerinden artan beytü´l-mâle verilir. Şafiî´nin mezhebi de böyledir. İmam Mâlik´ten, bizim
(Hanefilerin) dediğimiz gibi de rivâyet edilmiştir.
Şafîî mezhebinin muteahhir fakihleri de beytü´l-mâl muntazam olmadığı takdirde, artanın farz
sahiplerine reddolunması ile fetvâ vermişlerdir Bu Gûreru´l-Efkâr´da ifade edilmiştir.
«Ve diğerleri ilh...» Yâni Sirâciye şerhleri ve Kenz... Ruhu´ş-Şurûh´ta şöyle denîlmiştir: «Bu hususta
Hz. Osman´ın delili şudur. Farz avledildiği takdirde noksanlık sehimlerin hepsinde olur. O zaman
sehimlerden artanın farz sahiplerinin hepsine verilmesi gerekir. Çünkü herkes avlden dolayı
hissesine gelen noksanlık kadar alır.»
Bunun cevabı şudur: Karı-kocanın birbirlerinden miras almaları kıya. sın hilafınadır. Zira onların
birbirlerine bağlılığı nikah iledir. O da ölüm ile kesilmiştir. Kıyasa muhalif olarak nass ile sabit olan
hüküm o nassın varid olduğu yere mahsustur. Karı-kocanın farzlarının artması hususunda ise nass
yoktur.
Miraslarını nefyedeni kıyasa meyille onların paylarına noksanlık girince noksanlığa hükmedildi,
fakat delil bulunmadığından dolayı red ile hükmedilmedi. Böyle olunca meseledeki fark anlaşıldı ve
gerçek açıklandı. T. Özetle...
«Eşbâh´ta... denilmiştir Hh...» Kınye´de denilmiştir «Zamanımızda, beytü´l-mâlin bozulmuş
olmasından dolayı, karı-kocaya da red yapılmasına fetvâ verilir» denilmiştir. Zeylaî´de Nihaye´den
naklen şöyle demektedir: «Karı-kocanın birisinin farzından arta kalan mal öbürüne reddolunur.
Kişinin süt-kızı ile süt-oğlunda böyledir. Onlara da sarfedilebilir.»
Müstesfâ´da : «Günümüzde, karı-kocaya red yapılması yolunda fetva verilmelidir. Bu da, bizim
müteahhir âlimlerimizin sözüdür» denilmiştir.
Haddadi demiştir ki: «Günümüzde fetvâ, karı-kocaya red yapılması yolundadır.»
Muhakkik âlim Ahmed bin Yahyâ bin Sad et-Taftâzânî de şöyle der: «Alimlerimizin çoğu, ölenin
yakınlarından. karı-kocadan başka kimse olmaz ise, karı-kocaya red yapılmasına fetvâ vermişlerdir.
Çünkü zamanımızda İmam bozulmuştur. Hakimler de zalimdirler. Mûtıkın kızlarını ve zevi´l-erhâmını
ölene varis kılmakla da fetvâ verilir.»
Aynı şekilde, Herevîde : «Âlimlerimizin birçokları mûtıkın kızları ile zevi´l-erhâmını varis kılmaya
fetva vermişlerdir.» Ebu´s-Suud Kâzerûni´nin Sirâciye Şerhi´nden...
Ben derim ki: Hidâye şerhi Miracu´d-Dirâye´de şöyle denilmektedir: «Bazı âlimler tarafından
denilmiştir ki: Bir adam öldüğünde mirasçısı olmasa da sadece mûtıkının kızı kalsa, malının hepsi
ona verilir. Ama bu miras olarak değil ölüye en yakını olduğu içindir. Aynı şekilde, karıkocadan
birinin farzından artan da öbürüne reddedilir. Aynı şekilde, kişinin sütkızı ve süt oğluna da verilir.
Bu şekilde fetvâ verilmesi beytü´l-mâlin olmamasından dolayıdır.»
Müstesfâ´da şöyle denilmiştir: «Günümüzde karı-kocadan birinin farzından arta kalan varislerden
onu hak edecek kişi bulunmadığı durumda, ona (karı veya kocaya) reddedilir. Çünkü beytü´1-mâl
yoktur. Zira zâlimler, beytü´l-male konulan malı yerinde sarfetmiyorlar. Şafiî´nin ashabının
bazılarından böyle nakledilmiştir. Ayrıca onlar bu manadan dolayı zevi´l-erhâmında varis
kılınacağına fetvâ vermişlerdir.»
Şarih, Dürrü´l-Müntekâ´nın Kitâbu´l-velâ bölümünde şunları söylemiştir: Ben derim ki: Şu kadar var
ki bana ulaşan bilgiye göre Şafiiler bununla fetvâ vermemişlerdir. Uyanık ol!
Ben derim ki: Biz zamanımızda böyle fetvâ verildiğini duymadık. Hatta metinlere zıt olduğu için
böyle fetvâ verilmemiş olması muhtemeldir. Şu kadar var ki: Metinlerin, ancak mezhep ne ise onun
nakli için vaz edildikleri aşikardır. Bu mesele ise müteahhir ulemanın zikredilen illetten dolayı,
mezhebin aslına muhalif olarak fetvâ verdikleri meselelerdendir. Nitekim mezhebin aslına muhalif
olarak, Kur´an-ı öğretmek üzere ücret alma meselesinde de buna benzer fetvâ vermişlerdir. Zira
onlar Kur´an´ın zayi olmasından korkmuşlardır. Bunun benzerleri çoktur. Özellikle zamanımızda
Şârihlerin, bu meselede zikrettikleri fetvâ ile amel edilsin! Çünkü beytû´l-mâlın vekili olan kişi o malı
alır ve kendine ve hizmetkarlanna sarfeder ama beytü´l-mâle ondan hiçbirşey ulaşmaz.
Bu meselenin özeti şudur: Metinlerdeki bilgi ancak beytü´l-mâl muntazam olduğu zamana hastır.
Şârihlerin sözü ise beytû´l-mâl muntazam olmadığı zamana aittir. Bu durumda aralarında çelişki
yoktur. Zamanımızda böyle fetvâ verme imkanı olan kişi bununla fetvâ versin. Ve lâ havle ve lâ
kuvvete illâ billah...
M E T İ N
Red meseleleri dört kısımdır. Zira red yoluyla varis olanlar ya bir sınıftır veya daha fazladır. Bu
kısımlardan herbirinde «menlâ yuraddu aleyh» (kendisine redd yapılmayan kişi) ya bulunur veya
bulunmaz.
Birincisi: Eğer kendilerine red yapılanlar iki kız kardeş veya iki nine gibi, aynı cinsten olurlarsa işi
uzatmamak için daha başlangıçtan mesele sayılarının tamı olan rakamdan alınarak, taksim yapılır.
İkincisi: Kendisine reddedilecek kişiler iki veya üç cins olursa -ki araştırmalar daha fazla
olamıyacağını gösteriyor- o zaman mesele mesafeyi kısaltmak için sehimlerinin sayısından taksim
edilir. Meselâ sehimlerde iki tane altıda bir olursa ikiden, üçtebir ve altıdabir bulunursa üçten, yarı
ve altıda bir bulunursa dörtten taksim edilir. Üçte iki ve altıda bir olursa beşten taksim edilir.
Üçüncüsü : Birincisi ile yani aynı cinsten olan redde hakkı olanlarla beraber, kendisine red
yapılmayan birisi bulunursa, -ki o da karı-kocadır- kendisine red yapılmayanın farz hissesi,
meselenin aslının mahreçlerinin en azından verilir. Geri kalan da kendilerine red yapılanların
sayısına göre taksim edilir. Meselâ bir kadının ölüp geride kocası ve üç kızının kalması böyledir...
Bu durumda, meselenin aslı dörtten olur, biri kocaya verilir, geriye üç hisse kalır. O da üç kıza denk
düşer. O zaman çarpmaya ihtiyaç kalmaz. Eğer kalan. redde hakkı olanlara denk düşmezse: Şayet
onların sayılan, küsürata meydan bırakmadan kalanı bölüşebilecek şekilde ise (muvafık ise) mesela
bir kadın ölerek geriye kocasını ve altı kızını bırakırsa o zaman onların vefki -ki burada ikidir-
kendisine redde bulunulmayanın hissesinin mahreci ile çarpılır. Bu da burada dörttür. Sonuç
sekize ulaşır. O zaman sekizden ikisi kocaya, altısı da birercik kızlara verilir.
Burada bazı tabirleri açıklamak gerekir: îki sayı, üçüncü bir sayıya bölündüğünde kalan olmazsa
aralarında tevafuk vardır. Meselâ 6 ile 4 biri birlerine bölünmez, fakat ikisinde, 2 ye kalansız olarak
bölünebilir. Dolayısıyle bu iki sayı arasında iki ile «tevâfuk» vardır. Bu sayılarda ikiye
bölündüğünde: Çıkan 3 altının «vefkı» 2 de dördün «vefkı»dır. iki sayı biri birlerine veya baçka bir
sayıya kalansız olarak bölünemiyorsa aralarmda «tebayün» vardır demektir. 3.4.7.8. gibi. iki sayı
biribirinin aynısı ise aralarında «temasûl». vardır. 2:2 gibi Büyük sayı küçük sayıya kalansız olarak
bölünebilirse aralarında «tedahûl»var demektir. (Mütercim)
Eğer artan mikdar, kendilerine red yapılacakların sayısına muvafık değil, mübayin olursa
(aralarında tevafuk değil, tebayün olursa) o zaman kendilerine red yapılacakların sayısı zikredilen
mahreçle çarpılır. Meselâ bir kadın ölerek geriye kocasını ve beş kızını bıraksa, meselenin mahreci
dörttür, dörttebir kocaya verilir. Geriye üç kalır, bu üç de (kızların sayısı olan) beşe mübayındır. O
zaman dört beş ile çarpılır ve yirmiye ulaşır. Kocaya bir (hisse) verilir ki bu da beş ile çarpılınca beş
eder. Geriye üç (hisse) kalır. Bu üç de beşle çarpılınca onbeşe ulaşır o da herbir kıza üçer üçer
verilir.
İ Z A H
«... Veya daha fazladır.» Yâni (kendilerine red yapılacaklar) iki veya üç sınıftır. Şârihin de ileride
zikredeceği gibi daha fazla olamaz.
«Eğer kendilerine red yapılanların cinsi bir olursa ilh...» Bu söz, o cinsin tek bir şahıs veya daha
fazla olması haline şamildir. Bundan dolayı Allâme Kâsım «Bir anne, veya bir nine bir kaç nine veya
bir kız, birkaç kız veya bir oğul-kızı, birkaç oğul-kızı veya anne-baba bir kız-kardeşleri, baba-bir kız
kardeşleri veya ana bir erkek kardeşlerden bir veya daha fazlası gibi.» sözü ile misâl vermiştir.
«Adedi ruuslarından». Yâni meselede birden fazla şahıs olduğu takdirde onların sayılarından... Eğer
red yoluyla miras alacak kişi tek ise, mesele bir olur. Şerhu İbnu´l-Hanbeli.
«İşi uzatmamak içln ilh...» Yâni taksimi bir defada bitirmek için... Şayet varislerden herbirine hakkı
olan hisse verilse, sonra da terikeden artan aralarında hisseleri kadarıyla bölüştürülse taksim iki
kere yapılmış olur. Seyyid.
«İki veya üç cins olursa ilh...» Ninelik, kardeşlik veya kızlık ve annelik gibi varis olma yönünden iki
veya üç cins olursa... Her iki cinsin hissesi aynı olsa nine ile annebir kız-kardeş gibi ki bunların her
birinin hissesi altıdabirdir. Veya üç cinsten ikisinin hissesi aynı olsa -kız, oğul-kızı ve annenin
birlikte olmaları gibi herne kadar kız sözü, kızı da oğulun kızını da kapsasa bile kızlık bir sebep
oğul-kızlığı da, diğer bir sebeptir. O zaman bu meselede yalnız iki cins değil, üç cins vardır.
İbnu´l-Hanbelî.
«Araştırma ilh...» Kendilerine red yapılanların cüzlerini araştırma sonunda ilh...
«Sehimlerinin sayısından ilh...» Bu sehimlerde dört tanedir. Onlar iki. üç, dört ve beştir. Şârih
bunları zikretmiştir. Ve bunların hepsi, bizim de ileride zikredeceğimiz gibi. altıdan alınmıştır.
«İki tane altıdabir olursa ilh...» Meselâ bir kişi ölse ve geride ninesi ve anne-bir kız-kardeşi kalsa
mesele altıdandır. Altıdan ikisi bunlara farz hisse olarak verilir. Bu durumda iki, meselenin aslı
kılınır ve terike aralarında yarı yarıya taksim edilerek her birine malın yarısı verilir. Seyyid.
«Üçtebir ve altıdabir bulunursa ilh...» İki anne bir kardeş ve anne gibi... Burada mesele yine altıdan
olur; anne bir iki kardeşe üçtebir anneye de altıdabir verilir. Buna göre mesele bunların
sehimlerinin sayısı olan üçten yapılır. Bunun da yolu şudur: En aşağı hissenin benzerlerinden, fazla
olandakine bakılır ve o ona eklenir. O zaman, üçte birde iki tane altıda bir vardır ve onlar annenin
hakkı olan altıdabire eklenir. Kâsım.
«Eğer yarım ve altıdabir hulunursa ilh...» Kız ve oğul kızı veya kız ve anne gibi... Zira mesele bunda
da altıdandır. Altıdan alınan sehimlerin toplamı dörttür. Bunların üçü kıza, biride oğulun kızına veya
anneye verilir. Bu durumda da mesele altıdan değil dörtten olur: Dolayısıyla terike dörde bölünüp
üçü kıza biri de anneye veya oğul kızına verilir. Seyyid.
«Üçte iki ve altıda bir gibi olursa ilh...» İki kız ve anne gibi... «eğer» ile değil «gibi» ile örnek
vermiştir. Zira «beş» için üç sûret vardır. Birincisi yukarda geçendir. İkincisi ise yarı ile iki altıda
birdir. Bu da, kişinin kızını oğlunun-kızını ve annesini bırakması gibidir. Üçüncüsü ise yarı ve üçte
birdir ki bu da, kişinin annesi ile veya anne-bir iki kız-kardeşiyle birlikte, anne-baba-bir kız-kardeşini
bırakması gibidir.
Bu üç surette de mesele yine altıdan haledilir. Altıdan alınan hisseler de beştir. Buna göre «beş»
meselenin aslı kılınır ve terike beşe taksim edilir.
BİR UYARI :
Zikredilen vecihlere göre yapılan taksim eğer varislere tam denk olursa güzel. Aksi halde, meselâ
kişi ölerek geriye kızını ve üç tane oğul kızını bırakmış olsa, o zaman kızına üç hisse verilir. ki bu
ona uygundur. Oğul-kızlarına is&bir hisse verilir. Bu da onlara denk düşmez. Böyle olunca
hisselerin küsura uğrayanların sayısı olan «üç» meselenin mahreci dörtle çarpılır. O da oniki eder.
Onikiden dokuzu kıza, üçü de üç oğul-kızına verilir. Seyyid.
«Geri kalan da kendilerine red yapılanların sayısına göre taksim edilir.» Yâni o mahreçten kalan. bir
cinsin fert sayısına göre taksim edilir. Bu malın tamamının içlerinde kendisine red
yapılmayanlardan hiç kimse olmadığında, malın tamamının, kendi fert sayılarına göre taksim
edilmesine benzer.
«O zaman meselenin aslı dörtten olur.» Meselenin aslı on ikidendir. Çünkü dörtte bir ile üçte iki bir
araya gelmiştir. Gelecek iki mesele de bunun benzeridir;
«... Denk düşmezse ilh...» Yân! o mahreçten arta kalan. kendilerine red yapılacak olanların sayısına
denkse...
«Onların vefki çarpılır;» Yâni onların sayılarının vefki...
«Ki burada ikidîr.» Çünkü fert sayısı altıdır. Mahreçten arta kalan da üçtür, ve aralarındaki
muvafakat da üçte bir hesabıyladır. Yerinde de bilindiği gibi, burada tedahüle itibar edilemez.
«...Muvafık değil ise ilh...» Yâni kalan, terikeden alacakların sayısına muvafık değilse...
«O zaman dört, beş ile çarpılır.» İbarenin önüne ve sonuna uygun olanı beşi dört ile çarpılır,
denilmesidir. T.
Zira çarpan, varislerin sayısı olan beştir, çarpılan -ki o da mahreçtir- ise dörttür.
neslinur
Mon 25 January 2010, 06:21 pm GMT +0200
M E T İ N
Dördüncüsü: Eğer ikinci gurupla beraber kendilerine red yapılmayanlardan birisi bulunsa -yani
yalnız iki cins ile ki burada, araştırma ile bilinmektedir ki daha fazlası yoktur, zira dört tâife ile
birlikte, aslâ red yapılmaz. Her halde Musannıfın, geçen metinde, iki cins üzerine iktisâr etmesinin
nüktesi de bu olabilir, aksi halde «ikincisi» ile tamamı değil bazısı irade olunurdu- o zaman
kendisine red yapılmayanların hisselerinin mahrecinden kalan, redd yoluyla alacakların sayısına
denk düşerse, onların meselesi üzerinden taksim edilir. Meselâ bir kişi ölerek geride karısı dört
ninesi ve altı annebir kızkardeşi kalsa, taksim denildiği gibi yapılır. Şöyleki: Burada, kendisine red
yoluyla miras verilmeyecek olanın mahreci dörttür. O halde zevceye dörtten bir verilir. geriye üç
kalır. Bu da ninelerin sehimleri ile anne-bir kız-kardeşlerin sehimlerine uygun düşer. Şu kadar var ki
ileride de geleceği gibi her gurubun tek tek fertlerine göre kusûrlu olur. Eğer onlara uygun
düşmezse o zaman, kendine red yoluyla miras verileceklerin meselesinin tamamı, kendilerine red
yapılmayanların mahreci ile çarpılır. Bu çarpmadan ortaya çıkan meblağ da, iki gurubun da
farzlarının mahrecidır. Dört zevce dokuz kız ve altı ninenin durumu da böyledir. Bu konuda,
kendilerine red yapılmayanların mahreci sekizdir:
Zevcelere sekizde bir verilir ki bu da birdir. Geriye yedi kalır bu da kendilerine red yapılacakların
meselesine denk düşmez. Zira o burada beştir. Çünkü farzlar üçte iki ve altıdabirdir. Böyle olunca
beş, sekizle çarpılır ve sonuç kırk olur. Bu kırk, iki gurubun farzlarının mahrecidir.
Sonra kendilerine red yapılmayanların hisseleri-ki bu zevcelerin sehimleridir- kendilerine red
yapılanların meselesi olan beşle çarpılır, ki bu da beş eder, bu da dört zevcenin kırktan olan
haklandır.
Kendilerine red yapılanlardan herbir fıkranın hisseleri, ki bunların dördü kızların biri de ninelerindir,
kendilerine red yapılmayanların farzının mahrecinden kalan yedi ile çarpılır, o zaman dört kıza
yirmisekiz, ninelere de yedi verilir. İşte bu durumda gurubun farzı düzgün olur. Ama her gurubun
fertlerine göre kesirli olur. O zaman, «mahûric» bâbında gelecek olan yedi usûl ile tashih edilir.
Buna göre meselemizin tashihi bindörtyüzkırktan sahih olur. Birincisi ise kırksekizden sahih olurdu.
Eğer uzatma korkusu olmasaydı, burada biraz daha genişçe söz ederdim.
İ Z A H
«Dördüncüsü...» Yâni dört kısımdan dördüncüsü...
«Burada ilh...» Yâni kendisine red yapılmayanla, red yapılanların meselelerinin birleşmesi
durumunda. Ama meselede sadece kendisine red yapılan bulunursa; şârihin de yukarda sarahaten
ifade ettiği gibi, bazen üçte de olur. Bu da yarı ile iki tane altıdabirin birleşmesi sûretindedir.
«Zira dört tâife ile beraber asla red yapılmaz.» Yâni ister bunlardan birisi kendisine red
yapılmayanlardan kalan üçü red yapılanlardan. isterse dördü de kendisine red yapılanlardan olsun.
«Herhalde... olabilir;» Yâni reddin iki cinsten fazlasına olmayacağı tarzındaki sözleri..
Bunun özeti şudur: Musannıf ikinci kısımda, sadece iki cinse red yapılacağını söylemişti. Zira
musannıf yukarıda «Eğer. kendisine red yapılacak olanlar iki cins olursa...» demişti. Halbuki üç de
olur. Böyle demesi burada «eğer ikincisi ile ilh..» sözünün sahih olması içindir. Zira bununla üçü
kasdetmek sahih değildir. Hatta eğer musannıf geçen ifadesinde, sadece iki cinsle kalmayıp. üçü
de zikretseydi burada ikincisinden muradın «bazısı» olması gerekirdi ki bu da hepsi değil iki cinstir.
O da üçtür. Demekki musannıfın daha önce geçen ifadesinde, sadece iki cinsi zikr etmesi, orada üç
olamayacağı için değil, belki şârihin de Seyyid ve diğerlerine uyarak zikrettiği, araştırma hükmü ile
olamayacağı içindir.
Ben derim ki: Eğer araştırmanın sıhhati kabul edilirse bu da sahihtir. Halbuki araştırmanın sıhhati
kabul edilmez. Çünkü dört taifenin bir, arada bulundukları bir reddiye meselesi mevcuttur. O
mesele şudur: Bir zevce, kız, oğlunun kızı, anne veya nine birlikte bulunsalar, meselenin asıl
mahreci yirmidörttendir; zevceye sekizdebir verilir ki bu üçtür, kıza yarı verilir ki bu da onikidir,
oğlun kızına da üçte ikiyi tamamlamak için altıdabir verilir ki bu da dörttür. Anneye veya nineye de
altıdabir verilir, bu da dörttür. Geride de bir hisse artmıştır. Bu bir zevcenin dışındakilere
reddolunur, ki onlar da üç cinstirler. O zaman bu mesele Rahîku´I-Mahtum´da da zikrettiğim gibi
kırktan tashih edilir.
Sonra ben, bunu aynı bahiste Yakub´un haşiyesi ve İbnu´l-Hanbelî´nin şerhinde de gördüm.
Yakub: «Bu mesele, makamda varid olan eski bir şüphedir» der.
Demek oluyor ki musannıfın. ikinci kısımda «üçü de zikretmesi gerekirdi, o zaman da, buradaki
sözünde cinslerin bazıları değil hepsi kastedilmiş olurdu.
Allâme Kâsım, Bâkânî ve başka âlimler bu görüşe göre hükmetmişlerdir. Ama Şârih,
Dürrü´l-Müntekâ´da onlara itiraz ederek onların sehivlerine hükmetmiştir. Halbuki onların sözlerinde
sehiv yoktur. Seninde bildiğin gibi doğru olan. onların söyledikleridir. öyleyse çok hata edilen bu
makamda dikkatli ol!
«... Alacakların sayısına denk düşerse...» Yâni onların hisselerine denk düşerse... ister onların fert
sayılarına denk düşsün, ister denk düşmesin böyledir. Fert sayılarına denk düşmemesi musannıfın
misal verdiğidir. Denk düşmesi de: Zevce, nine ve anne-bir iki kız-kardeşin bulunması gibidir. Zira
zevcenin hissesinin mahrecinden kalan üç, ninenin ve iki kız-kardeşin sehimlerine de ve sayılarına
da denk düşer.
«Şu kadar var ki... her gurubun tek tak fertlerine göre küsürlü olur.» Yâni aded-i ruuslarına göre...
Zira dört ninenin payları birdir. Bir ise onlara tam olarak denk gelmez. Aksine sayıları ile sehimleri
arasında mübayenet vardır. O zaman biz onların sayılarının tamamını hıfzederiz. Aynı şekilde altı
kız-kardeşin hissesi ikidir ki bu da onlara göre denk değildir.
Ancak bunların sayıları ile, sehimleri arasında «yarı» oranı ile muvafakat vardır. O zaman biz,
kız-kardeşlerin sayılarına yarıya böleriz, ki o da üçtür. Sonra aded-i ruus ile ruus arasında
muvafakat ararız ama bulamayız. O zaman kızkardeşlerin ruuslarının fevki olan üçü, ninelerin sayısı
olan dört ile çarparız, sonuç oniki olur. Daha sonra bu onikiyi kendilerine red yapılmayanların
farzının mahreci olan dörtle çarparız ki o da kırksekiz olur. İşte o zaman mesele sahih olur; zevceye
bir verilir ve bu bir çarpılan sayı olan oniki ile çarpınca sonuç yine aynı olur. Yâni zevce
kırksekizden on iki alır. Ninelere de yine bir verilecekti. Bu biri on iki ile çârptığımızda o da oniki
olur. Bu onikiden, herbir nineye üç verilir. Altı kız-kardeşe de iki verilecekti. Bu ikiyi de oniki ile
çarptığımızda yirmidört olur. Altıkız kardeşten herbirine de dört verilir.Seyyid.
«İki gurubun da ilh...» Yani kendilerine red yapılmayanların ve ret yapılanların..
«Dört zevce ilh...» Bu meselenin aslı yirmidörttendir. Zira sekizde bir üçte iki ve altıda bir ile
karışmıştır. Fakat bu mesele, reddiyedir. Öyle olunca biz bu meseleyi, kendisine red yapılmayanın
hissesinin en az mahrecine reddederiz ki bu da sekizdir. Seyyid.
«Üçte iki ve altıda birdir.» Üçte iki dört tane altıda bir olarak kızların hissesidir. Bir oltıdabir de
ninelerin hissesidir. Buna göre bunların toplamı beş tane altıda bir eder ki bu da red meselesidir.
«Sonra hisseleri... çarpılır ilh...» Bu söz, varislerden her bir gurubun bu meblağdan hissesinin
bilinmesinin başlangıcıdır. T.
«İşte bu durumda her gurubun farzı düzgün otur.» Yâni kendilerine red yapılanların ve
yapılmayanların hisseleri.
«Ama her gurubun fertlerine göre tesirli olur ilh...» Yâni sehimlerine göre küsûrludur. Eğer mesele
bir zevce yedi kız ve yedi nine olsaydı hesap tamam olup gelecek tashihe ihtiyaç kalmazdı.
«O zaman Maharic bâbında gelecek olan yedi usûl ile tashih edilir.» Bunlardan üçü her gurubun
sehimleri ile, sayıları arasındadır, O da; bölünme, tevâfuk ve tebayündür. Dördü de fertler arasında
ve fertlerin bazısı ile bazısındadır ki bu da : Temâsûl, tevafuk ve tebâyündür. H.
O zaman bizim meselemizde sayıları dört olduğu halde zevcelere beş verilir. Ki bu da onlara
küsûrsûz olarak taksim edilemez, ve arada tevafuk da yoktur.
Ninelere de sayıları altı olduğu halde yedi verilir ki bu da onlara küsürsüz olarak taksim edilemez ve
arada tevafuk da yoktur.
Kızlara da sayıları dokuz olduğu halde yirmisekiz verilir ki bu da onlara sahih olarak taksim
edilemez ve tevâfuk da yoktur.
O zaman burada fert sayılarından dört, altı ve dokuz bir araya gelmiştir. Dört ile altı arasında yarı ile
muvafakat vardır. O zaman, bunlardan birisinin yarısı diğerinin tamamıyla çarpıldığında oniki eder.
Oniki ile dokuz arasında üçte birde muvafakat vardır, o zaman bunlardan birisinin üçte biri
diğerinin tamamıyla çarpılır ki bu otuzaltıya ulaşır, bu da hissenin bir parçasıdır. Hissenin bu
parçasını kırkla çarpınca bindörtyüzkırk eder. İşte bu sayıdan, kırktan bir hakkı olan varis bu
hakkını, hissenin parçası ile çarpılarak, alır. Bu sehimden zevceler için payları olan beş, otuzaltı ile
çarpılınca yüzseksen eder; her bir zevce kırkbeş alır.
Ninelere verilen yedi otuzaltı ile çarpılınca ikiyüzelliiki eder: Ninelerden herbirine kırkiki verilir.
Kızlara verilen yirmidörtde otuzaltı ile çarpılınca binsekiz eder, herblr kıza yüzoniki verilir.
Sekbu´l-Enhûr.
«Birincisi kırksekizden tashih edilir.» Biz onun kırksekizden tashihinı açıklamalı olarak takdim ettik.
Allah Teâlâ en iyisini bilendir.
ZEVİ´L-ERHÂMIN VÂRİS OLMASI BÂBI
M E T i N
Zevi´l-erhâm: sehim sahibi ve asabe olmayan her akrabadır. O halde bu üçüncü kısımdır.
Zevi´l-erhâm, karı-koca dışındaki, sehim sahibi ve asabe ile birlikte miras alamaz. Çünkü karı
kocaya red yapılmaz. Varis olarak sadece kocaya red yapılmaz. Varis olarak sadece
Zevi´I-erhâmdan bir kişi olsa karâbette sebebiyle malın tamamını alır.
Asabelerdeki tertip üzere, zevi´l-erhâmın yakını daha uzakta olanı hacbeder.
Zevi´l-erhâm dört sınıftır: 1- ölenin cüzü, 2- Ölenin aslı 3- Ölenin ebeveyninin cüzü, 4- Heriki taraftan
dedelerinin veya ninelerinin cüzü.
Buna göre ölenin cüzü ki bunlar kızlarının çocukları ile ne kadar aşağı inerse insin oğlunun
kızlarının çocuklarıdır. Şu şekilde takdim edilir:
Kız
Kız
Kız
Kız
Kız
Oğul
Kız
Oğul
Kız
İki oğul
Kız
Kız
6
6
16
Kız
Kız
Kız
Kız
Oğul
Kız
İki kız
Oğul
22
6
İ Z A H
«Zevi´l-erhâm: Her akrabadır ilh...» Yâni ıstılahta. Lûgatte ise,mutlak olarak «yakınlık sahibi» olan
kimse manasındadır. Şeyyid. Yâni ister sehim sahibi, ister asabe isterse bunların dışında bir varis
olsun veya İster ölen ona mensup olsun isterse o ölene veya asıllarına mensup olsun. (lügatta
hepsine Zevi´l-erhâm denir.)
«... Malın tamamını alır.» Yânı onlardan bir tanesi, hangi sınıftan olursa olsun, malın tamamını veya
karıkocanın farzından kalanın tamamını alır.
«Karâbette sebebiyle ilh...» Şârih bu sözü ile, zevi´l-erhâmın, bize göre. varis olmasının asabelik
gibi akrabalık yoluyla olacağına işaret etmiştir. O halde akrabalık yönünden kuvvetli olan, takdim
edilir. Bu da ya derecenin yakınlığı ile veya sebebin kuvveti iledir. Zevi´l-Erhâm´dan tek olan kişi
malın hepsini alır. Bundan dolayı da âlimlerimiz buna ehli karûbet ismini vermişlerdir. Ulemadan bir
gurup da, istihkakta akrabalıkta vasıta olanı, kendisi ile vasıta olunan menzilesine indirmişlerdir.
Buna da ehli tenzil ismini vermişlerdir.
Bir gurup da, yakın ile uzağın, tenzil (indirme) olmadan eşit olduklarına hükmetmişlerdir ve ona
ehl1 rahim demişlerdir.
«Zevi´l-erhâmın yakını daha uzakta olanı hacbeder.» Yâni ister sınıflarının ictimâi anında bir sınıf
olsun, ister bir sınıfın adedlerinin ictimâi anında o sınıftan bir tanesi olsun aynıdır. Bunu Kâsım
ifade etmiştir.
Bunlardan birincisi; tercihin akrabalık cihetiyle olduğuna, ikincisi ise tercihin akrabalık derecesinin
yakınlığı ve kuvveti ile olacağına işaret etmektedir.
Eğer musannıf bu sözünü, «kızların evlâtları takdim edilir ilh...» sözünden sonra zikretseydi, o
zaman bu, asabeler bahsinde de geçtiği gibi, üç cihetle yapılan tercih tertibi üzere olurdu. O da
tercihte itibar edilecek yönün evvelâ akrabalık cihetiyle, sonra yakınlıkla sonra da kuvvetle.. oluşu
olur. Musannıf bu üçüncü kısma ileride gelecek olan, «vârisin çocuğu takdim edilir» sözüyle işaret
etmektedir.
«Asabelerdeki tertip üzere ilh...» O halde : İkinci sınıftan bir kişi daha yakın bile olsa, birinci sınıftan
uzak bile olsa bir kişinin bulunması ile miras alamaz. Üçüncüsü ikincisi ile dördüncüsü de
üçüncüsü ile ayrı şekildedir. Yâni miras alamazlar) Fetvâ da bu görüşe göredir. Dürrü´l-Müntekâ.
«Ölenin aslı ilh...» Bu zâhiri rivayet olup, fetvâ da buna göredir.
İmam-ı Azâm´dan ikinci sınıfın birinci sınıfa takdim edilmesi gerektiği de rivâyet edilmiştir. Şu kadar
var ki imam´ın bu görüşünden döndüğü de gerçektir. Kâsım.
İhtiyâr müellifi İmam´ın rücû ettiği (birinci) rivâyete göre hükmetmiştir. Bundan dolayı,
Dürrü´l-Müntekâda : İhtiyar´da tercih edilen rivâyetin, muhtar olan rivâyet olmadığı söylenmiştir.
Ben derim ki: İhtîyar´da daha sonra, yukarıdakinin aksi ile hükmedilmiştir.
«Ölenin cüzü takdim edilir ilh...» Bu birinci sınıftır. Bu sınıfla ilgili olarak söylenebilecekler
şunlardır: Bu sınıftaki varisler, derece bakımından ya farklıdırlar veya değildirler. Eğer farklı
olurlarsa, kadın olsa bile, yakın olan uzak olana takdim edilir. Kızın kızı ile kızın kızının oğlu
böyledir. Eğer derecede farklı değillerse, o zaman bunların bazıları vârisin çocuklarıdır. diğerleri ise
değildir. Ya da bunların tamamı varisin çocukları veya varis olmayan bir kişinin çocuklarıdır.
Birincisinde imamların ittifakı ile, varisin çocuğu takdim edilir. Meselâ oğlun kızının kızı, kızının
kızının oğluna takdim edilir. Diğer ikisinde ise usulün sıfat ve kadınlıkta ya aynı veya farklı olur.
Eğer usulün sıfatlan aynı ise ve hepsi yalnız erkek veya yalnız kadın ise o zaman, fukahanın ittifakı
ile terikenin taksimi ferilerin sayılarına göre eşit olarak yapılır. Meselâ oğlunun kızının oğlunun,
kendi misli ile yani diğer bir oğlunun kızının oğlu ile birlikte olması ve kızının kızının kızının kendi
misli ile beraber olması gibi...
Eğer kızının oğlu ile diğer bir kızının kızı gibi, kadın erkek karışık olurlarsa o zaman erkeğe iki,
kadına bir itibariyle taksim edilir.
Eğer usûlün sıfatları bir batında veya daha fazlasından olmak üzere muhtelif olursa o zaman herbir
aslın bir feri olması gibi, fer´leri ya bir olur veya müteaddid olur. Her iki durumda da ferileri ya iki
cihetten akraba olan bulunur veya bulunmaz. İçlerinde iki cihetten akraba olan olmadığı takdirde
kızın oğlunun kızı, kızın kızının oğlu gibi feriler bir olursa Ebû Yusuf malı ferilerin bedenlerine
(cinsiyetlerine) göre taksim eder. O zaman kadına üçtebir erkeğe de üçte iki verilir. İmam
Muhammed ise malı en yukarıdaki muhtelif olan batına göre taksim etmiştir ki burada o ikinci
batındır. Ve her asla isabet eden sehmi eğer o batından sonra ihtilâf vaki olmamışsa geçen misalde
olduğu gibi onun ferine vermiştir. Buna göre kadına, babasının hissesi olan üçte iki erkeğe de Ebû
Yûsuf´un taksiminin aksine, annesinin hissesi olan üçtebir verilir.
Eğer ondan (üsttekinden) sonraki diğer bir batında veya daha fazlasında erkekler ve kadınlar
bulunsa o zaman Muhammed üst derecedeki batındaki cinsiyet farklılığını esas alarak taksim
ettikten sonra, erkekleri bir taife kadınları da bir taife kılarak her taifenin hissesini onlardan değişik
olan en üstteki batına göre taksım eder. Nitekim ileride açıklanacaktır.
Eğer tamamı veya bazısı, farklı cinsten olan asılların ferileri müteaddid olur ve içlerinde iki cihetten
akraba olan bulufımasa -ki bu da kızın kızının iki oğlu, kızın kızının oğlunun kızı ve kızın oğlunun
kızının iki kızıdır. Ebû Yûsuf burada da kendi asıl kaidesine göre hareket etmiştir. Yâni taksimi
ferilerin cinsiyetlerine göre yapmıştır. Dolayısıyla mal onlara, yediye bölünerek taksim edilir.
İmam Muhammed ise: Aslı ferilerinin adedi ile de müteaddid olarak kendi vasfı ile vasıflandırır.
Buna göre malı cinsiyetlerin farklı olduğu en yüksek batına göre ki burada ikinci batındır, yediye
bölerek taksim eder. Çünkü birinci kız ikinci batında iki kız gibidir, zira onun feri artmıştır. Çünkü
onun son feri iki oğuldur. İkinci kız ise ikinci batında kendi hali üzeredir, çünkü feri tektir. Ama
İkinci batında, oğul, iki oğul gibidir. Çünkü onun son feri artıştır. O zamanda o, dört kız gibidir. O
halde ona yedide dört, iki kıza da yedide üç verilir. Sonra biz, erkekleri bir taife kadınları da bir taife
kılarız ve oğlun yedide dördünü kızının iki kızına ve iki kızın yedide üçünü de onların çocuklarına
eşit olarak veririz ki bunlarda üçüncü batındaki bir oğul ve bir kızdır. Çünkü kız, feri fazlalaştığı için
iki kız gibidir. O zamanda oğula eşit olur. Ve kızla, o oğul birlikte dört kişi gibi olurlar. Üç dörde,
kesirsiz olarak bölünmez, aralarında mübayenet vardır. O halde adedi ruus olan dördü meselenin
aslı olan yedi ile çarparız ki o da yirmisekiz eder. Kızın oğlunun kızının iki kızına dört verilecekti, bu
dört de zikredilen dört ile çarpılınca onaltı eder ve bu onaltı bu iki kıza verilir. İkinci batındaki iki
kıza verilecek olan üç de yine, dört ile çarpılır ve bu oniki eder. Bu oniki de üçüncü batındaki kız iIe
oğul arasında geçen illetten dolayı eşit olarak taksim edilir, dolayısıyla kıza altı verilir. O da, onun
iki oğluna verilir. (Üçüncü batındaki) oğluda altı verilir, sonra bu onun kızına verilir.
Eğer ferilerde iki cihetten akraba olan bulunsa, meselâ; aynı zamanda kızının oğlunun iki kızı olan,
kızının kızının iki kızı bulunsa, ve bunlarla birlikte diğer bir kızının oğlu olsa, bu durumda Ebû
Yûsuf: Ferilerin bedenlerindeki akrabalık cihetlerine itibar etmiştir. O iki kızı, ikikız anne cihetinden
iki kız da baba cihetinden olmak üzere o zaman dört kız kabul etmiştir. O zaman da iki kıza üçte iki,
oğula da üçtebir verilir. İmâm Muhammed ise, yukarda geçtiği üzere adedleri ferilerden almakla
birlikte, cihetlere, cins farklılığının en yukarıda olanında itibar etmiştir. Buna göre o, ikinci batına
göre taksim etmektedir; ikinci batında bir oğul, iki oğul gibi, iki kızdan herbiride iki kız gibidir. O
zaman da toplamı yedi kız gibi olur. Bu durumda mesele bunların adedi ruusundadır; oğula dört
hisse verilir çünkü o feri teaddüd ettiğinden iki oğul gibidir ve dört kız gibi olur. Feri teaddüd eden
kıza iki hisse diğer kıza da bir hisse verilir.
Bu batında, erkekleri bir taife kadınları da bir taife yaptığımız takdirde, oğulun payını üçüncü
batındaki iki kıza vermiş olsak onlardan herbirine iki sehim isabet eder. Kadınlar taifesinin payını
da üçüncü batında onların hizasında olanlara vereceğimizden, bu onlara kesirsiz olarak taksim
edilemez. Çünkü onların payları yedide üçtür. Bu payları alacak olanlar ise bir oğul ve iki kızdır ve
toplamı dört kız gibidir. Üç ile dört arasında mübayenet vardır. Öyleyse adedi ruus olan dördü
meselenin aslı olan yedi ile çarparız. Sonuç yirmisekiz eder ve bundan taksim sahih olur. Çünkü
ikinci batında, kızın oğluna dört verilir, bu dördü çarpılan dört ile çarptığımızda onaltı eder, o zaman
iki kızından herbirine sekiz verilir. İkinci batındaki iki kıza verilecek olan üçü. dört ile çarpınca oniki
eder. O da kızının kızının oğluna altı, kızının kızının iki kızına da altı verilir ki herbirine üç düşer. Bu
durumda son batında her kızın hissesi onbir olur, sekiz baba cihetinden üç de anne cihetinden
olmak üzere onbir eder. Bu, Muhammed´in müftâbih olan mezhebinden çıkan sonuçtur. Nitekim
ileride geleceği üzere İmam Muhammed asıllara sıfatları ile itibar eder ve onlarda ferilerin ve
cihetlerin adedini alır. Bu izah Sirâciye şerhlerinde ve diğer kitaplardaki malumatın özetidir.
neslinur
Mon 25 January 2010, 06:23 pm GMT +0200
M E T İ N
(Ölenin cüzünden) sonra, ölenin aslı gelir. Bunlar: Ne kadar yukarıda olursa olsun, fasit dedeleri ve
fasit nineleridir. (Kendisi ile ölü arasında kadın bulunan dede ve nineleridir.)
Sonra ölenin ebeveyninin cüzleri gelir. Onlarda ölenin anababa bir veya bababir kızkardeşlerin
çocukları anne-bir erkek ve kız kardeşlerin çocukları. veya ne kadar aşağı inerse insin anabababir
veya baba bir erkek-kardeşlerin kızlarıdır. Sahibeynin hılafına, dede, bu gurupta olanlara takdim
edilir. şu şekil bu gurubu gösterir:
Baba-bir erkek kardeş
Baba-bir kız kardeş
Ana-baba-bir kız kardeş
Anne-bir kız kardeş
Kız
Oğul
Kız
Oğul
Oğul
İki kız
Kız
2
18
4
İ Z A H
(Ölenin cüzünden) sonra, ölenin aslı gelir. Bunlar ceddi fasit ilh...» Ced´den (dede) murad dede
cinsidir. Bu birden fazla olana da şamildir. Bu söz, ikinci guruba başlangıçtır. Bu bölümde
söylenebilecek olan şudur:
Dedeler derece olarak ya farklıdır veya değildir. Eğer annenin babasının annesi ile annenin
annesinin babasının babası gibi farklı olursa; o zaman ister baba ister ana tarafından olsun yakın
olan takdim edilir. Ayrıca ister yakın olan kadın olup ölüye varissiz ulaşsın ister uzak olan erkek
olup varisle ulaşsın farketmez.
Eğer dereceleri bir olursa ölüye ya bunların bazısı veya hepsi varisle ulaşır. Yada hiçbiri varisle
ulaşmaz. Birinci tasavvurda denilmiştir ki:
Birinci gurupta olduğu gibi. ölüye varis vasıtasıyla ulaşan takdim edilir. Buna göre annesinin
babası, annenin babasının babasından daha evlâ olur. Çünkü vârise birincisi cedde-i sahiha ile
ikincisi ise cedd-i fâsit ile ulaşmaktadır. Bazı âlimlerce ise ikisinin de eşit olduğu söylenmiştir.
İhtiyâr, Sekbu´l-Enhûr ve diğer kitaplarda denildiği gibi, sahih olan da budur.
Ruhu´ş-Şurûh´ta : «Rivâyetler bu ikinci görüşe şahittir» denilmektedir.
Babanın annesinin babası ve annenin annesinin babası gibi ve annenin babasının babası ve
annenin babasının annesi gibi olan son ikisinde ise; onların yakınlıkları birinci misaldeki gibi
muhtelif olur, yani bazısı baba tarafından bazısı da anne tarafından olur. Veya ikinci misal gibi
yakınlıkları bir olur. Eğer yakınlıkları muhtelif ise: Baba tarafından olan yakınlarına üçte iki, anne
tarafından olanlara da üçtebir verilir. Sonuç, adam sanki geride anne ve babasını bırakmış gibi olur.
Daha sonra da. babanın yakınlarına isabet eden hisse; onların arasında, cinsiyetin muhtelif olduğu
ilk batına göre taksim edilir. Annenin yakınlarına isabet eden hisse de, aynı şekilde taksim edilir.
Eğer onlar içerisinde cinsiyeti muhtelif olan bir batın bulunmazsa o zaman taksim her sınıfın
bedenlerine göre yapılır. Bunların akrabalıkları bir olsa yani hepsi ya anne tarafından veya baba
tarafından olsalar bile durum budur.
Dede veya ninelerin, kendileri ile ölüye ulaştıkları kimselerin sıfatları erkeklik ve kadınlık yönünden
ya aynıdır veya değildir. Eğer aynı olursa sayılarına itibar edilir ve hepsi erkek veya hepsi kadın
olursa taksimde eşit olurlar. Aksi halde erkeğe iki, kadına bir hesabıyla takdim edilir.
Eğer oradakilerin cinsiyeti farklı olursa o zaman taksim muhtelif olan ilk batına göre yapılır. O
batındaki iki, kadına bir verilir. Daha sonrada , birinci gurupta takarrur eden kıyasa göre, ittifaken,
erkekler bir taife kadınlar da bir taife kılınır.
Ebû Yûsuf, birinci gurupta itibar etmesede burada batınların muhtelif oluşuna itibar etmiştir. Onun
birinci gurup ile ikinci gurubu farklı mütalâ edîş sebebi uzun kitaplarda vardır.
«Sonra ölenin ebeveyninin cüzü gelir ki bunlar ana-baba-kız kızkar-deşlerin çocuklarıdır ilh...»
«Çocuklar» kelimesi erkeklere de kadınlara da şamildir. Bu söz, üçüncü guruba başlangıçtır. Bu
konuda söylenebile ceklerde şunlardır: Bu guruptakiler, ölüye yakınlık derecesinde ya farklı olurlar
veya olmazlar. Eğer farklı olurlarsa yakın olan kadın olsa bile, ona geçer. Meselâ, kız kardeşinin
kızı. erkek kardeşlerinin kızının oğlundan önce gelir. Eğer yakınlık dereceleri farklı olmazsa, o
zaman bunların bazıları veya hepsi varisin çocukları olur veya hiç biri varisin çocukları olmaz.
-Buradaki varis asabeye de şamildir- Bazıları varisin çocukları ise onlar, varisin çocuğu
olmayanlara takdim edilir. Meselâ erkek kardeşin oğlunun kızı, kız-kardeşin kızının oğluna takdim
edilir. Kardeşlerin her ikisinde ana baba-bir veya baba-bir olması veya birisinin ana baba yada baba
bir olup öbürünün olmaması arasında fark yoktur.
Son ikisinde, yani hepsinin ana-bababir veya baba-bir erkek kardeşin iki oğlunun iki kızı gibi asabe
olan varisin çocukları olması veya ana baba ayrı kız kardeşlerin kızları gibi farz sahiplerinin
çocukları ya da ana-bababir veya bababir erkek-kardeşin kızı ve annebir erkek kardeşin kızı gibi,
biri asabe öbürü de farz sahibi olan iki varisin çocukları olsalar ve onlar arasında annebir
erkek-kardeşin oğlunun kızı ve anne-bir kız-kardeşin kızının oğlu gibi varisin çocuğu olmasa : Ebû
Yûsuf´a göre bu suretlerin hepsinde akrabalığı daha kuvvetli olana itibar edilir, ve sonra da erkeğe
iki, kadına bir hesabıyla bedenlere göre taksim edilir. O zaman, aslı ana-bababir olan erkek kardeş
aslı yalnız bababir veya yalnız annebir olan erkek-kardeşten daha önde gelir. Bababir olan da
annebir olandan daha evlâdır.
İmam Muhammed´e göre ise : -ki onu görüşü Ebû Hanife´nin görüşünün zâhiridir- mal asıllara yani
erkek ve kız kardeşlere asıllardaki akrabalık cihetlerine ve furûların sayılarına itibar edilerek taksim
edilir. Buna göre de, bunların herbir gurubuna isabet eden hisse, birinci gurupta olduğu gibi,
ferileri arasında taksim edilir.
Eğer ölen, geride bababir erkek-kardeşinin kızının oğlunu, bababir kız-kardeşinin iki kızını -ki
bunlar aynı zamanda ana-baba bir kız-kardeşinin kızının iki kızıdır- ve annebir kız-kardeşin oğlunun
kızını bıraksa; Ebû Yûsuf´a göre malın hepsi anne-bababir kız-kardeşinin kızının iki kızına verilir.
Çünkü bunların akrabalığı daha kuvvetlidir.
İmam Muhammed´e göre ise mal, -dediğimiz gibi- asıllara göre taksim edilir. O zaman, meselenin
asıl mahreci altıdan olur. Bunun altıda biri annebir kız-kardeşe verilir. Altının üçte ikisi olan dört
ana-bababir kız-kardeşe verilir. Çünkü o, iki kız-kardeş gibidir. Zira onun ferileri fazladır. Kalan bir
de bababir kız kardeşi ile bababir erkek-kardeşine erkeğe iki kadına bir hasebiyle asabelik yoluyla
taksim edilir.
Ayrıca bababir kız-kardeş, iki kız-kardeş gibidir. Çünkü onun ferileri müteaddiddir. Öyle olunca bu
kızkardeş bababir erkek kardeşle birlikte dört kişi gibi olur. Biri dörde taksim etmek mümkün
değildir. Biri dörde arasında da mübayenet vardır. O halde bu dört, meselenin aslı olan altı ile
çarpılır ve yirmidört elde edilir. Bundan da taksim sahih olur. Netice itibariyle, meselenin aslından,
bir hisse alan kimse. aldığını dörtle çarparak alır. Şöyleki: Anne-bir kız-kardeşe verilen bir, dört ile
çarpılır ve onun oğlunun kızına verilir. Ana-baba-bir kız-kardeşin meselenin aslından alacağı dört
dört ile çarpılır ve bu da onun iki kızının kızına verilir. Baba-bir kız-kardeş ile erkek kardeşin
hisseleri olan bir, dört ile çarpılır. O da erkek kardeşin kızının oğlu ile kız-kardeşin oğlunun iki kızı
arasında yarı yarıya taksim edilir. Bu durumda da iki cihetten (ana-baba bir) olan iki kızın payları
onsekiz eder.
Seyyid Şerif bu misali bazı şârihlerden naklen zikretmiş ve bunu ikrar etmiştir. Onun dediğine göre
bu taksimin muktezası şudur: İmam Muhammed´e göre bu gurupta batınların ihtilafına itibar
edilmez.
Sirâciye´nin sözünün zahiri de : Bunlardaki hüküm birinci guruptaki gibi olduğunu gösterir.
Sirâciye´nin «her guruba düşen mikdar birinci sınıfta olduğu gibi, ferileri arasında taksim edilir»
sözü, İmam Muhammed´e göre: Birinci, ikinci ve dördüncü sınıfın evlâtlarında olduğu gibi ilk ihtilaf
eden batına göre taksim edileceğini gösterir.
Ben bu hususu bu şekilde açıklayan birini görmedim. Müracaat edilsln.
M E T İ N
(Ana babasının cüz´ünden) sonra anne ve baba tarafından dedelerinin veya ninelerinin cüzü gelir.
Bunlar, ölenin dayıları, teyzeleri, annebir amcaları ve halaları ve amcalarının kızları ve bunların
çocukları daha sonra babaların ve annelerin halaları. onların dayıları ve teyzeleri, babaların anne-bir
amcaları ve annelerin amcalarının hepsi, yukarıda veya aşağıda olma yönünden uzak olsalar bile,
bunların çocuklarıdır. Ve her sınıfta yakın olan uzak olana öncelik verilir.
Bunlar yakınlık derecesinde eşit olsalar ve akrabalık cihetleri bir olsa (ölüye) varis olanın çocuğu
takdim edilir. Cihetleri muhtelif olsa, o zaman baba tarafından yakın olana üçte iki, anne
tarafından\yakın olana da üçte bir verilir.
Eşit oldukları zaman : Eğer asıllar, erkeklik ve kadınlık yönünden bir olursa, ittifaken ferilerinin
şahıslarına itibar edilir. Ama ferileri ve asıllar -kızın oğlunun kızı ve kızın kızının oğlu gibi- farklı
cinsiyetten olurlarsa :
İmam Muhammed asıla itibar ederek malı erkeklik ve kadınlıkta muhtelif olan ilk batına göre taksim
etmiştir. O da bu meselede ikinci batındır, yani kızın oğlu ile kızın kızıdır. Demek oluyorki İmam
Muhammed, bu meselemizde, ikinci batındaki asılların cinsiyetlerine itibar etmiş ve malları üçe
bölerek taksim etmiş ve ferilerden herbirine de asılının hissesini vermiştir: O zaman malın üçte ikisi
kızın oğlunun kızına verilir ki bu baba sının payıdır. Üçte biri de kızın kızının oğluna verilir. Bu da
annesinin his sesidir. Bu bahsin tamamı Sirâciye ve şerhlerinde vardır.
Ebû Hanife ve Ebû Yûsuf ise yalnız ferilere itibar etmişlerdir. Şu kadar var ki: Muhammet´in görüşü
zevi´l-erhâmın tamamında, Ebû Hanife´den gelen iki rivâyetin mahsurudur: Fetvâ da buna göredir.
Sirâciye müellifinin Sirâciye şerhinde de böyle denilmiştir.
Mültekâ´da İmam Muhammet´in görüşü ile fetvâ verileceği söylenmiştir.
Bana şu mesele soruldu; bir kişi ölüp geride ana-bababir erkek kardeşinin kızı ile, ana-baba-bir
kız-kardeşinin oğlu ve kızı kalsa malı nasıl taksim edilir?
Ben buna şöyle cevap verdim : Fukaha ferilerin asıllardan sayılmasını şart kılmışlardır. O halde
ana-baba bir kız-kardeş, iki kız-kardeş gibi sayılarak, ölenin malı aralarında yarı yarıya taksim edilir.
Sonra da ana baba-bir kız-kardeşe düşen yarı, çocukları arasında üçe bölünerek taksim edilir. Allah
Tealâ en iyisini bilendir.
İ Z A H
«Sonra anne ve baba tarafından dedelerinin veya ninelerinin cüzü ilh...» Dedelerden murad babanın
babası ve annenin babasıdır. Ninelerden murad da babanın annesi ve annenin annesidir. Bu
ifadeler zevi´I-erhâmın dördüncü sınıfının başlangıcıdır. Bu gurupta derece farkı olmaz. Derece farkı
ancak onların çocuklarında ve çocuklarından sonra gelenlerde olur. Bu konuda ileride malûmat
gelecektir. Bu guruptaki akrabaların yakınlık yönleri ya bir olur veya olmaz. Eğer bir olursa, meselâ
onlar ölenin baba cihetinden veya anne cihetinden akrabaları olsalar kadın olsa bile kuvvetli olan
fukahanın icmâı ile takdim edilir. Yâni anne-baba tarafından olan. sadece baba tarafından olana,
sadece baba tarafından olan da sadece anne tarafından olana takdim edilir. İmamların itifakı ile mal
onların bedenlerine göre taksim edilir. Çünkü asılları birdir. Erkeğe kadının iki misli verilir. Meselâ
ölenin geride bir amca ve bir halası kalsa ve ki her ikisi de anne tarafından olsalar, ya da bir dayı ve
bir teyzesi kalsa ve her ikisi de anne-baba-bir dayısı ve teyzesi olsalar, yahutta bababir dayısı ve
teyzesi olsalar, veya anne bir dayısı ve teyzesi olsalar, mal aralarında erkeğe iki, kadına bir usulüyle
bölüştürülür. Muhtelif olsa yani bazısının akrabalığı baba tarafından, bazısınınki de anne tarafından
olsa o zaman akrabalığı baba tarafından olana üçte iki, anne tarafından olana da üçte bir verilir.
Bir cihetten daha kuvvetli olan, diğer cihetten başka birine takdim edilmez. Ama her cihetten, daha
kuvvetli olan aynı cihetteki başkasına takdim edilir. Buna göre ana-baba-bir halası anne-bir
teyzesine takdim edilmez. Fakat anne-baba-bir halası baba bir veya anne-bir halasına takdim edilir.
Anne-baba-bir dayısı da anne bir halasına takdim edilmez. Ama anne-baba-bir dayısı, baba-bir veya
anne-bir dayısına takdim edilir. Her cihetin hissesi de o cihetin fertlerine göre taksim edilerek,
erkeğe iki, kadına bir verilir.
Buna göre bir kişi ölerek geriye on hala bir teyzesi bir de dayı bıraksa malının üçte ikisi eşit olarak
on halasına, üçte biri de dayısı ile teyzesine üçe bölünerek (erkeğe iki kadına bir) taksim edilir.
«Amcaların kızları ilh...» Musannıfın bunu ana-baba-bir amcaların, baba-bir amcaları veya anne-bir
amcaları da kapsaması için mutlak zikretmiştir.
«... Ve bunların çocukları ilh...» Yâni asılları olmadığı zaman, bu dördüncü sınıfın çocukları.
Musannıfın bunları özellikle zikretmesi, amcaların, halaların, dayıların ve teyzelerin, çocuklarını
kapsamadıklarından dolayıdır.
Kızların çocukları, kız kardeşlerin çocukları, nine ve dedelerin çocukları ise bunların hilafınadır.
Çünkü bu isimler vasıtalı veya vasıtasız olan çocuklarını da kapsarlar.
Bu guruptakilerin hükmü, birinci sınıftakilerin hükmü gibidir. şöyle ki; bunlar ya derece itibariyle
birbirlerinden farklıdırlar veya değildirler. Eğer farklı iseler. onlardan yakını -başka bir cihetten olsa
bile- diğerine takdim edilir, meselâ halanın çocukları halanın veya teyzenin çocuklarının
çocuklarından daha evlâdır. Teyzenin çocukları da teyzenin veya halanın çocuklarının
çocuklarından daha evlâdır.
Eğer derecede eşit olurlarsa, yakınlık yönünden bir olurlar veya olmazlar. Eğer aynı yönden akraba
iseler, hepsinin akrabalığı ölenin babası tarafından veya annesi tarafından olursa veya hepsi ya
asabe çocuğu veya zirahim çocuğu olursa yada bazısı asabe çocuğu olursa o zaman birinci ve
ikincide, -anneleri bir olmayan amca çocukları ve hala çocukları gibi-akrabalığı daha kuvvetli olan
takdim edilir. Bunda ihtilaf yoktur. Demekki bu ferilerden, aslı anne ve babadan olan, aslı sadece
babadan olandan daha önceliklidir. Babadan olan da anneden olandan daha üstündür. Çünkü
sebep bir olduğu zaman akrabalık yönünden olan kuvvetlilik derece bakımından daha yakınlığa
sebep olur. Sonuncusunda ise: -ki o da; bazısı asabe çocuğu bazısı da zirahim çocuğu olmasıdır-
zirahim çocuğu, akrabalık bakımından daha kuvvetli olmazsa asabe çocuğu ona takdim edilir.
Meselâ ana-baba-bir amcanın kızı, ana baba-bir halanın oğlundan daha evlâdır. Ama eğer amca
yalnız baba-bir amca olursa, böyle değildir. Zira anne-baba bir halanın oğlu ondan da1 ha
önceliklidir. Çünkü bir şahsı, kendisinin sahip olduğu, bir mana dan dolayı -ki burada karabettir-
başkasındaki bir manadan dolayı bir şeye sahip olana -ki bu da aslının asabe olmasıdır- tercih
etmek daha evlâdır. Bu zâhir-i rivâyettir. Ulemadan bazısı ise baba-bir amca kızının daha evlâ
olduğunu söyleyerek bunu zahir-i rivâyete tercih etmişlerdir. Seyyid.
İmaduddin´de Şemsü´l-Eimme´ye uyarak bu görüşü ihtiyar etmiştir. İbnu Kemâl.
Ancak Sekbu´l-Enhûr´da önceki görüş olan zahir-i rivâyet ile fetvâ verileceği söylenmiştir.
Ben derim ki: Mültekâ´daki mutlak ifadeden ilk akla gelen de budur. Fukaha önce derece yakınlığını
sonra akrabalığın kuvvetini daha sonra da, cihetin bir olması halinde aslın vâris olmasını göz
önüne alırlar. Eğer akrabalık ciheti muhtelif olursa o zaman kendisine babanın akrabalığı ile
ulaşılana üçte iki, annenin akrabalığı ile ulaşılana da üçte bir verilir, sonra İmam Yûsuf´a göre her
fırkaya isabet eden pay, ferilerin fertlerine göre, ferilerdeki cihetlerin adedlerine itibar edilerek
taksim edilir.
İmam Muhammed´e göre ise mal, (cinsiyet itibariyle) ilk ihtilaf eden batna göre, ferilerin adedlerine
ve -birinci sınıfta olduğu gibi- asılların da cihetlerine itibar edilerek taksim edilir. Bu bahsin tamamı
Seyyid´in şerhindedir.
Bilinmelidir ki, her iki gurup arasında akrabalığın kuvvetine itibar edilmez. Öyleyse ana-baba bir
halanın çocuğu, dayının veya teyzenin çocuğuna tercih edilemez. Aynı şekilde, asabenin çocuğuna
da itibar edilemez. Dolayısıyla ana-baba bir amcanın kızı, dayının ve teyzenin kızına tercih edilemez.
Bu tercihe ancak, her gurubun kendi içinde itibar edilir. O zaman karabetin kuvvetine ölüye baba
akrabalığı ile ulaşanlar arasında itibar edilir.
Sonra, akrabalık kuvvetine asabenin çocuğu ve annenin akrabalığı ile ulaşanlar arasında da itibar
edilir. Annenin karabetinde asabelik tasavvur olunamaz.
Sirâciye ile Hidâye sahibinin Ferâizu´l-Osmaniyye adlı eserinde de belirtildiği gibi, bu zâhir-i
rivâyettir. Metin ve şerhlerin zâhirleri de böyledir. Zira onlar «Karâbet cihetleri muhtelif olduğunda
babanın akrabasına annenin akrabasına verilenin iki katı verilir.» demişlerdir.
Yine onlar arase çocuğu ile diğerleri arasında fark görmemişlerdir. Ancak, Miracûddirâye´de metin
ve şerhlerin bu dedikleri zikredildikten sonra Şemsü´l-Eimme´den naklen : «Zâhir-i rivâyete göre
karâbet yönü ister bir olsun ister muhtelif asabe çocuğu diğerlerinden evlâdır.» denilmektedir.
O zaman, ana-baba-bir amcanın kızı. dayının kızından daha evlâdır. Timurtâşî de Miracü´d-Dirâye´ye
muvafakat ederek: «Dav´us-Sirâc´da denilmiştir ki: Şemsü´l-Eimme´nin rivâyetini almak daha
evlâdır.» demiştir.
Ben derim ki: Hulâsa´da şöyle denilmiştir: «Cihetler ister bir olsun ister muhtelif olsun, zahir-i
rivâyete göre asabe çocuğu daha evlâdır.»
Mecmau´l-Fetâvâ´da da böyle denilmiştir. Muzmarât´da da bu rivâyet sahih görülmüş, Allâme
Hayruddin er-Remlî de bununla fetvâ vermiştir.
Ancak Hâmidiyye´de bu rivâyete muhalefet edilerek: «Mûteber olan metinlerdekidir. Zira metinler
mezhebin nakli için yazılmışlardır.» denilmiştir. Düşün ve Fetâvâ el-Hayriye´ye müracaat et! .
Fetâva´l-Hayriye´nin ibaresi şöyledir: Geriye ana-baba-bir amcasının kızı ile-baba-bir dayısının
oğlunu bırakarak ölen bir kişinin mirasının hükmü sorulmuş ve buna şöyle cevap verilmiştir; bu
hususta fukaha ihtilaf etmiştir: Bir kısmı; zâhir-î rivâyete göre, malının üçte ikisinin amcasının
kızına, üçte birinin de dayısının oğluna verileceğini söylemişlerdir. Sirâc´ın feraizinde zikredilen de
budur. Hidâye, Kenz, Mültekâ ve, Kenz´in ve Hidaye´nin birçok şerhleri de bu görüştedirler.
Bir kısmı da zâhir-i rivâyetin dayısının oğluna hiçbir şey verilmeyip malın hepsinin asabe çocuğu
olduğu için amcasının kızının olduğu şeklinde olduğunu söylemişlerdir. Dav´da da fetvanın buna
göre olduğunu söylemiştir. Şemsü´l-Eimme es-Serahsî´nin rivâyetide budur. Ve bu, Timurtaşî´nin
rivâyetine de uygundur. Muzmarât´da bu, sahih görülmüştür. Hulâsa sahibi de bu rivâyeti kabul
etmiştir.
Siraciye şerhi Dav´da da: «Fetvâ için, Şemsü´l-Eimme´nin rivayetini almak, Hidaye sahibi ile Siraciye
sahibinin rivâyetlerini almaktan daha evladır » denilmiştir.
Bu konuda asıl kaide şudur: Akrabalık ciheti ihtilaf ettiği takdirde -adı geçen vakada olduğu gibi-
asabe çocuğu diğer varislere takdim edilir mi? Bu sorunun cevabında şöyle denilmiştir: Tercihe
lâyık olan Serahsî´nin rivâyet ettiğidir. Zira «fetvâ» kelimesi, «muhtâr» ve «sahih» gibi tashih
lafızlarından daha kuvvetlidir. Bununla birlikte ben, Serahsi´nin rivayeti karşısındaki rivayet için
kimsenin, «bu sahihtir» veya «daha meşhurdur» veya «muhtardır» gibi tashih lafızlarından birini
sarahatle söylediğini görmedim. Ancak, Serahsi´nin rivâyeti karşısındaki rivâyetin zâhiri rivâyete
göre olduğu söylenmiştir.
Serahsî´nin rivâyetine gelince: Fukahâ onun sahih olduğunu açıkça söyledikleri gibi, fetvâ için de
onu almanın daha evla olduğunu söylemişler ve bunun rivâyet olduğuna açıkça işaret etmişlerdir.
öyleyse ona itimad edilmelidir. Allah Teâlâ en iyisini bilendir.
«Sonra babaların... halaların ilh...» Fukahadan bazıları bunları zevi´l-erhâmın dördüncü gurubundan
saymışlardır. Dördüncü gurup: ölenin dedesine mensup olanlardır. Çünkü babanın dedesi de
dededir. Fakihlerden bazıları ise bunları beşinci bir gurup olarak mütâlaa etmişlerdir. Musannıfın
ibaresinden ilk akla gelen de budur. Bu konunun özeti şudur: Ölen kimsenin halası, teyzesi ve
bunların çocukları bulunmazsa, o zaman ölenin mirası babasının hala ve teyzelerine intikal eder.
Daha sonra da, bunların çocukları gelir. Bunların çocukları da bulunmaz ise o zaman miras ölenin
babasının babasının halalarına ve teyzelerine sonra da bunların çocuklarına intikal eder. Bu hal
sonuna kadar bu şekilde gider. Gâfil olma! Hâvî´-Kudsî ve diğer kitaplarda şu mesele yer
almaktadır: Ölenin babasının halası ile teyzesi ve annesinin halası ile teyzesi gibi baba tarafından
iki yakının ve anne tarafın da iki yakını ictimâ ettiği takdirde malının üçte ikisi babanın iki yakınına,
üçte biri de annenin iki yakınına verilir. Sonra da baba tarafından iki yakınına isabet eden mal üçe
bölünerek üçte ikisi onun baba tarafından olan akrabasına üçte biri de anne tarafından olan
yakınına verilir. Anne tarafından olan iki yakınına isabet eden de aynı şekilde taksim edilir.
«Hepsi ilh...» Yâni annelerin, ana-baba-bir veya baba-bir veya ana-bir amcaları...
«Uzak olsalar bile ilh...» Yâni babaların ve annelerin amcaları uzak olsalar bile... Çünkü «yukarıda
olma» kelimesi onların babalarına «aşağıda olma» kelimesi de evlâtlarına râcidir.
«Ve her sınıfta en yakın olan uzak olana öncelik verilir.» Bu söz, bazı âlimlerin dedikleri gibi,
zevi´l-erhâmın sınıflarının beş oluşuna itibar ettiğimiz takdirde geçerli olur. Bu, dördüncü gurup
arasında daha yakın olan yoktur. Ama şârihin zevi´l-erhâmın dört sınıf oluşuna itibar etmesine
gelince, bu açıktır. Anla!
«... Ve akrabalık cihetleri de bir olsa ilh...» Yâni onların ya baba tarafından veya anne tarafından
akraba olmalarıdır. Bu da, ancak birinci gurubun dışında tahakkuk eder. Anla!
«Varis olanın çocuğu takdim edilir.» Karâbet cihetinin bir oluşunun birinci gurupta tahakkuk
etmediğini biliyorsun. Öyleyse, birinci gurupta akrabalık cihetinin bir olması şartı olmadan da
varisin çocuğu diğerlerine takdim edilir. O halde anlaşılmış oldu ki, varisin çocuğuna öncelik
verilmesi için, akrabalık cihetinin» bir olmasının şart oluşu, onun mümkün olması halindedir.
Varisin çocuğuna öncelik verilmesi de onun tahakkuk ettiği yerdedir, ki bu da birinci ve üçüncü
guruplardır. Geçen tafsilata göre, dördüncü gurubun çocuklarında da varisin çocuğu takdim edilir.
İkinci gruba gelince; onlarda varis çocuğu yoktur. Zira varis onların feridir. Onlarda ancak ölüye
varis vasıtasıyla ulaşma tahakkuk eder. Aradaki vasıtaya itibar etmemenin esah olduğunu da
takdim etmiştik.
Dördüncü guruba gelince, derecede eşit ve cihette bir oldukları takdirde onların hepsi ya varis
çocuğudur veya hepsi varis olmayanların çocuklarıdır. O halde onlar arasında varisin çocuğunun
takdim edilmesi söz konusu olmaz. Bunlardan ancak yukarda da geçtiği gibi, akraba lığı daha
kuvvetli olan takdim edilir.
Burada, varisin çocuğundan murad ölüye bizzat varisin kendisi ile ulaşandır. O zaman varis ile
vasıtalı olarak idlâ olunana itibar edilmez. Meselâ kızının kızının kızının oğlu, kızının kızının kızının
kızına takdim edilmez. Nitekim bu, Sekbû´l-Enhûr ve diğer kitaplarda da saraheten ifade edilmiştir.
Bundanda anlaşılmış oldu ki: Musannıfın «varis ile idlâ olunan» demeyip varisin çocuğu» demesi
ikinci sınıftan ve varis ile vasıtalı olarak idlâ olunandan kaçınmak içindir.
«Eğer muhtelif olursa». Yâni akrabalık ciheti... Bu söz «cihetleri bir olsa» sözünün mukabilidir.
Zeylâi şöyle demiştir: Cihetlerin muhtelif olması evlâtlarda tasavvur olunamaz. Ancak, babalarda
halalarda ve dayılarda tasavvur edilebilir. Yâni ikinci sınıfta dördüncü sınıfta ve dördüncü sınıfın
çocuklarında söz konusudur.
«Eşit oldukları zaman ilh...» Yâni Mültekâ ve şerhinde de ifade edildiği gibi yakınlıkta, kuvvette,
cihette, ve hepsinin varis çocuğu olmaları veya olmamaları yönlerinde eşit olsalar.
«Eğer asıllar erkeklik ve kadınlık yönünden bir olursa ilh...» Yâni kendileriyle, ölüye ulaştıklarının
sıfatları... Demekki buradaki «asıllar»dan murad kendileri ile ölüye nisbet edildikleri kişilerdir. İster
onlara asıl olsunlar isterse olmasınlar farketmez. Zeylai. Yâni ikinci sınıfı da kapsamaları için...
«Ama feriler ve asıllar muhtelif olduğu zaman... ilh...» Bu söz «eğer... bir olursa» sözünün
mukabilidir. Şu kadar var ki, ferilerin muhtelif oluşunu söylemeye gerek yoktur. Çünkü buradaki
ihtilaf yalnız asılların muhtelif oluşu hususundadır.
«Ebû Hanife ve Ebû Yûsuf ise ilh. .» Yâni, Ebû Hanife kendisinden yapılan şâz bir rivayette Ebû
Yûsuf´da son görüşünde böyle demişlerdir. Kâsım.
«Mültekâ´da İmam Muhammed´in görüşü ile fetvâ verileceği söylenmiştir» Muhtelif ve Mebsut´ta
Ebû Yûsuf´un görüşü sahih görülse bile Mültekâ´da aksi söylenmiştir. Çünkü onun görüşü müftaye
daha kolaydır. Nitekim bazı hayız meselelerinde de onun kavli alınmıştır. Dürrü´l-Müntekâ.
«...Ve ben şöyle cevap verdim ilh...» Yâni Muhammed´in görüşüne´ göre cevap verdim. Meselenin
aslı ikiden alınır. ve üç iki ile çarpılarak altıda tashih yapılır. Çünkü yarımın mahreci üçe taksim
edilince kesir olur...
Ebû Yûsuf´un görüşüne göre ise mesele dörtten olur; oğula iki her kıza da birer pay verilir.
«...Şart kılmışlardır.» Evlâ olan «asıllarda ferilerin adetlerini almışlardır» demesiydi. Yâni vasıflar
asıllardan alırlar. T.
«Taksim edilir ilh...» Yâni sanki adam ölünce ana-baba bir erkek kardeş ile ana-baba-bir iki
kız-kardeş bırakmış glbi olur. T.
«Çocukları arasında ilh...» Yâni oğul ile kız arasında... Şârih burada oğula, iki kız gibi itibar
edilmesini güzel görmüştür. Demek ki oğul kız ile birlikte üç kişi gibi olur. Anla! Allah Sübhânehu
ve Teâlâ en iyisini bilendir.
neslinur
Mon 25 January 2010, 06:27 pm GMT +0200
SUDA BOĞULANLAR YANANLAR VE DAHA BAŞKALARI KAKKINDAKİ FASIL
M E T i N
Suda boğularak ölenler ve ateşte yanarak ölenler birbirinden miras alamazlar. Ancak ölenlerin ölüm
sıraları bilinirse müstesna. O zaman miras alabilirler. Bu durumda. daha sonra ölen miras alır.
Eğer sonra ölenin hangisi olduğu bilinmiyor ise onlardan her birinin varisine, mirastan mutlak
verilebilecek olan miktarı verilir, şüpheli olan kısım ise durum belli olana kadar veya varisler
arasında sulh yapılıncaya kadar bekletilir. Mecmâ şerhi.
Ben derim ki: Bunu musannıf da ikrar etmiştir. Ancak şeyhimiz, İmam Muhammet´e isnatla
Davu´s-Sirâc´dan şöyle nakletmiştir: Eğer onlardan birisi önce Ölmüş ama hangisinin önce öldüğü
bilinmiyorsa o zaman ikisi de sanki beraber ölmüş gibi kabul edilir. Çünkü aralarında tearuz
vardır.» Bu söz geçen ifadeye muhaliftir.
Eğer ölümlerinin tertibi bilinmiyorsa, onlardan herbirinin malı hayatta olan varisleri arasında taksim
edilir, çünkü şek ile verâset olmaz.
Kafir de, müslüman gibi, sebep ve nesep yoluyla miras alır.
Eğer, kafirin birbirini habbeden iki şahısa akrabalığı olsa o kafir mirası sadece habbeden
vasıtasıyla alır. Eğer biri diğerini hacbetmez ise bize göre yukarda da söylediğimiz gibi, her iki
yakınlıkla da miras alır.
Kafirler (İslâma göre sahih değilse) kendilerince helâl olan evlenmeler yoluyla miras alamazlar.
Yâni bir Mecusi annesi ile evlendiği takdirde annesinden zevce olarak miras alamaz. Çünkü fasit
nikah, müslümanlar arasında veraseti icap ettirmez. öyleyse fasit nikah, mecûsiler arasında da
mirasa sebep olamaz. Cevhere´de de böyle denilmiştir. Cevhere´nin ibaresi şu şekildedir: «Gayri
Müslimler Müslüman oldukları takdirde devam edebilen nikahları vasıtasıyla birbirlerinden miras
alabilirler. Devam edemeyen nikahları vasıtasıyla ise miras alamazlar.»
Zahiriye´de de bu hüküm sahih görülmüştür. Veled-i zina ve veled-i liân (zina mahsulü olan çocuk
ve babanın reddedip liânlaştığı çocuk) sadece annesi tarafından miras alır. Zira asabeler bahsinde,
onların babaları olmadığını takdim etmiştik.
Ana karnındaki bebeğe bir oğul veya bir kız payından hangisi daha fazla ise o bırakılır. Fetvâ buna
göredir. Çünkü genelde (bir batından) bir çocuk doğar. Ayrıca onun hissesi için ihtiyaten kefil olur.
Meselâ bir kişi ölse ve geride annesi-babası, kızı ve hamile karısı kalsa, eğer haml erkek farzedilirse
mesele yirmidörtten olur. Kız farzedilirse yirmiyediye avl edilir.
Bu misal bebeğin ölüye ait oluşuna göredir. Eğer bebek ölüye ait değilse onun örnekleri çoktur.
Meselâ bir kadın ölerek geriye kocasını ve gebe olan annesini bıraksa terikenin yarısı kocasının,
üçte biri annesinin, ve erkek takdir edilirse, altıda biri de ceninindir. Çünkü o asabedir. Eğer kız
takdir edilirse yarısı ona verilir ve mesele sekize avledilir.
Ben derim ki: Ben ceninin iki takdirden birine göre miras alıp diğerine göre alamayacağı durumla
ilgili bir bilgi görmedim. Meselâ bir kadın ölüpte geriye kocasını hamile olan annesini ve anabir iki
erkek kardeşini bıraksa, eğer cenin erkek takdir edilirse ona mirastan birşey kalmaz. Bu durumda
uygun olan, hamlin kız takdir edilmesi ve meselenin ihtiyaten dokuza avledilmesidir. Vehbâniye´de
şöyle bir mesele kurulmuştur: Doğurduğu erkek çocuk miras almayan, oma doğurduğu kız üçte bir
hisse alan hamile kadın kimdir?!
i Z A H
Burada, boğulanlar ve yananlarla birlikte, yıkıntı altında kalanlarla savaşta topluca öldürülenlerdir.
Musannıf: «Başkaları» sözü ile kâfiri, zina mahsulü olan çocuğu, koca tarafından inkâr edilip, karısı
ile lânetleştiği çocuk ve cenini kasdetmiştir.
«Ancak... bilinirse müstesna ilh...» Sekbu´l-Enhûr ve diğer kitaplarda belirtildiğine göre bunların
beş hali vardır:
1 - Boğulan veya yanan iki kişiden birisinin daha evvel öldüğü bilinip onun hangisi olduğunda
tereddüd edilmesi: Bu durumda ikinci ölen ilk ölenden miras alır.
2 - Ard arda öldüklerinin bilinmesi fakat hangisinin önce öldüğünün bilinmemesi,
3 - İkisininde birlikte öldüğünün bilinmesi,
4 - (Yukarıdakilerden) Hiçbirşey bilinmemesi. Son üç halde, ölenlerden biri diğerinden herhangi
birşey alamaz.
5 - Ölen iki kişiden hangisinin önce öldüğünün bizzat bilinmesi ve bundan sonra onun hakkında
tereddüde düşülmesi. Bu husustaki tafsilat ileride gelecektir. Bu tasnifin benzeri,
Dürrü´l-Müntekâ´da da vardır.
«Sonra ölenin hangisi olduğu bilinmiyorsa ilh...» Yâni peşi peşine öldükleri bilindikten sonra. Bu
hal ikinci ve beşinci hallerde muhtemel olur. Ancak, Mecmâ Şerhinin şu ibaresi halin sadece ikinci
halde muhtemel olduğunu ifade etmektedir: «Bunlardan önce öldüğü bilinirse ama önce ölenin
hangisi olduğu bilinmezse, bunlardan her birinin varislerine mutlaka verilmesi gereken mikdar
verilir. şüpheli olan mikdar ise, durum belli olana kadar veya aralarında sulh yapılıncaya kadar
bekletilir.
«Herbirinin varisine mirastan mutlaka verilecek olan verilir ilh...» Yâni onların varislerinden
herbirine, her halükârda (hangisi önce ölürse ölsün) verilecek olan verilir. Mecmâ sahibinin «veya
aralarında sulh yapanlar» sözü buna karinedir. Buna göre; iki kardeş suda boğulsalar ve herbirinin
bir kızı olsa, daha sonra ölen belli olana kadar o kızlardan herbiri babasının terikesinin yarısını alır.
Belli olduktan sonrada daha sonra ölenin kızı babasının terikesinin kalan yarısını ve babasından
önce ölen amcasının terikesinin de yarısını alır. Yada iki kız aralarında sulh yaparak anlaşırlar.
Düşün!
«Mecmâ şerhi.» Yani Mecmâ musannıfın şerhinde... Bunun benzeri İhtiyâr´da da vardır. İhtiyâr
sahibide şöyle demiştir: «Bunlardan birinin önce öldüğü bilinmekle beraber hangisinin olduğu
bilinmese, herbirinin varisine her halükârda olacağı mikdar verilir. Şüpheli olan kısım da durum
belli oluncaya veya aralarında sulh yapıncaya kadar bekletilir.»
Bunun benzeri Sirâciye musannıfının Sirâciye şerhinde de vardır. Sirâciye´nin bazı şârihleri de buna
uymuşlardır.
Acemzâde de Haşiyesinde bu ifade «hatırlamakdan ümit kesilmez» sözüyle gerekçelendirilmiştir.
«Ancak şeyhimiz... şöyle nakletmiştir ilh...» Yâni Minah üzerine olan haşiyesinde... Mecmâ Şerhinin
haşiyesi olan Miracu´d-Diraye´de de Sirâciye şerhi olan Da´u´s-Sirâc´ın ibaresi ile istidrâk edilmiştir.
Allâme Kasım Ferâizu´l-Mecmâ şerhinde şöyle demiştir: Mecmâ sahibi zikrettiği şeyi İhtiyâr´dan
almıştır. Bu Şâfiî´lerin görüşüdür. Bu görüşü ne rivâyet ne de dirâyet desteklememektedir.
Mebsût´ta da şöyle denilmiştir: «İki kişiden birinin önce öldüğü bilinse ama hangisi olduğu
bilinmese, aralarında muaraza bulunduğu için sanki ikisi beraber ölmüş gibi kabul edilir.»
Muhît´te de : «Her ikisi de sanki beraber ölmüş gibi kabul edilir» denilmektedir.
Biri birine varis olan iki kişiden birisi öbüründen önce ölse ama hangisinin önce hangisinin sonra
öldüğü bilinmese hüküm yine aynıdır. Çünkü bu ikisinden sonra ölen için, miras sebebi sabit
olmuştur. Fakat mirası hangisinin istihkâk edeceği bilinmemektedir. Öyle olunca mirasın bunlardan
birisine ait olduğu söylenemez. Bu mesele şuna benzer: Birisi iki câriyesinden birini tayin ederek
azad etse, ama sonra hangisini azad ettiğini unutsa bunlardan hangisinin onun mülkü olduğu
bilinmediği için ikisi ile de cinsi münasebette bulunması helâl olmaz.
El-Erfâd´da şöyle denilmiştir: «... Veya onlardan biri diğerinden önce ölmüş olsa ve önce ölenin
hangisi olduğu bilinmese: Fakihler onları beraber ölmüş gibi kabul etmişlerdir. Öyle olunca,
onlardan herbirinin malı hayatta olan varislerinindir. Ölülerden biri diğerinden miras alamaz. Bu,
Ebu Hanife´nin mezhebidir.»
Bu aynı zamanda Sekbu´l-Enhur´da ve Makdîsi´nin Kenz şerhinde de zikredilmiştir. Ben de bunu
Rehiku´l-Mahtûm´da özetledim. Orada dedim ki «Bu ibarelerin hepsinden akla ilk gelen şudur:
Tartışma konusu olan şey ikinci haldir. O da birinin önce öldüğü bilindiği halde hangisinin
olduğunun bilinmemesidir. Bu tasavvur Sekbu´l-Enhûr´da beşinci hale tahsis edilmiştir. O da önce
ölenin şahsen bilinmesi ama sonradan karıştırılmasıdır. Sekbu´l-Enhur bunu Allâme Kasım´ın
sözünden almış olabilir ki o da Şafii´nin kavlidir. Zira şafiîler tartışma konusu olan şeyi, Şensûrî´nin
Tertip şerhinde zikrettiği gibi, sadece beşinci halde zikretmişlerdir.
Ancak ikinci halde tartışma olursa, beşinci halde de öncelikle olur. Düşün.
«Çünkü şek ise verâset olmaz.» Bu, ya takdir edilen şöyle bir hükmün illetidir: Onlar biri birlerinden
miras alamazlar. Çünkü şek ile verâset olmaz.
Yada, musannıfın daha önce sarahaten zikrettiği hükmün illetidir. Bu da, Ebu Hanife´nin sonraki
görüşüdür. Ebu Hanife evvela ölenlerin varislerinin biri birlerinden miras alacağını, ama ölenlerin
kendilerinin biribirlerine varis olamayacağını söylemiştir. Mutemed olan, Ebü Hanife´nin birinci
görüşüdür. Çünkü onların ikisinin beraber veya peşi peşine ölmeleri muhtemeldir. öyle olunca
mirası kimin hak edeceği şüpheli olur. Hayatta olan varislerin hak sahibi oldukları ise kesindir.
şüphe ise kesin bilgi karşısında duramaz. Bu durumda : İki kardeş suda boğularak ölse ve
herbirinin doksan dirhem malı olsa ve bunların geride birer kız, bir anne ve bir de amca bıraksalar,
mutemed olan görüşe göre bunların her birinin terikesi hayatta olan varislerine göre altıdan taksim
edilir. Yarısı kıza, südüsü annesine, kalan da amcasına verilir.
İkinci görüşe göre artan mal, ki otuz dirhemdir, amcaya değil ölen kardeşe verilir, sonra bu otuz,
kız, anne ve amca arasında yukarda geçtiği gibi altıdan taksim edilir. Böyle olunca da altmışı kıza,
yirmisi anneye onu da amcaya verilir. Kâsım, özetle...
BİR UYARI:
Vârislerden herbiri babasının daha sonra öldüğüne dair delil getirse, Ebu Hanife´ye göre her iki
taraf da karşı tarafı yalanlayarak yemin ederler.
Aynı şekilde, herbirinin vârisi, diğerinin babasının daha evvel öldüğünü iddia ederek yemin etse
tasdik edilmez. Ama bunlardan birisi önce delil getirse veya iddiada bulunsa ve ikincisinde de
yemin etse o zaman tasdik edilir, çünkü muarızı yoktur.
İki kardeş aynı günde zevâl vaktinde veya güneş doğarken yada batarken ölseler: Ama bunlardan
birisi doğuda, öbürü de batıda olsa, batıda olan doğuda olandan miras alır. Çünkü doğuda olan
daha önce ölmüştür. Zira güneş ve diğer yıldızların doğmaları ve batmaları doğuda batıdakinden
daha evveldir. Sekbu´l-Enhur.
Dürrü´l-Müntekâ´da şöyle denilmiştir: «Bu ifade ediyor ki; Eğer aynı şehirde veya bir birlerine yakın
bir yerde olsalar hüküm böyle olmaz.» Ona müracaat edilsin!
Ben derim ki: Mirasın şek ile sabit olmayışında ve şek olmadığında sâbit oluşunda şüphe yoktur.
«Kâfir hacbeden vasıtası ile miras alır.» Meselâ bir mecûsinin annesi ile evlenmesi
gibi...Sekbu´l-Enhûr´da şu da ilave edilmiştir: Bir müslüman şüphe ile annesi ile cinsi münasebette
bulunsa ve o kadın bir kız doğursa sonra o kız ölse ve geride annesi kalsa -ki bu aynı zamanda
onun ninesidir- o kadın sadece annelik sıfatı ile miras alır, çünkü anne nineyi hacbeder.
«Her iki yakınlıkla da miras alır.» Meselâ geçen meselede zikredilen anne ölse ve geriye kızını
bıraksa, -ki bu aynı zamanda onun oğlunun kızıdır- bu kız kız olma sıfatı ile malın yarısını. oğlunun
kızı olması hasebiyle de üçte ikiye tamamlamak için de altıda birini alır.
«Bize göre ilh...» Şâfiî´ye göre ise hangi akrabalığı daha kuvvetli ise onunla miras alır. Nitekim bunu
avl bâbından hemen önce takdim ettik, «Kâfirler (islâm´a göre sahih değilse) kendilerince helâl olûn
evlenmeler yoluyla miras alamazlar.» Bu söz, musannıfın «iki akrabalıkla miras alırlar» sözünden
kaçınmak içindir.
Aradaki fark şudur: Mecûsilerce helâl olan nikahlar islâm´a göre kesinlikle geçerli değildir. Ama
akrabalık böyle değildir. Çünkü, fasit nikahta ve şüphe ile olan cinsi münasebette nesebin sebebi
mahzurlu olsa bile, neseple miras hak edilir.
Makdisî´de şöyle denilmiştir: Karıkoca arasında hürmet-i musaharet olduğu anlaşılırsa. fakat
onların bir çocukları olsa ve o çocuğun babası ölse, Kadı Süleyman bu çocuğu mirastan mahrum
etmiştir. şeyhü´l-İslâm Suğdî ise miras alacağını söylemiştir. Şâihânî.
Ben derim ki: Bu mesele Vehbaniye´de, aynı konuda nazm halinde beyan edilmiştir. Onun
şerhlerine miracaat et!
«Mecûsinin annesi ile evlenmesi gibi.» Yâni onlardan biri diğerini terkederek ölürse zevciyet ile
değil nesep ile miras alırlar.
«Müslüman oldukları takdirde devam edebilen nikahfarı vasıtasıyla ilh...» Bu, şahitsiz olarak
yapılan bir nikah veya bir kâfirin iddetindeki bir kadınla yapılan nikah gibidir ki onlar bu iki nikahı
helâl kabul ederler. Ama mahremleri ile veya bir müslümanın iddetindeki kadınla nikahlanırlarsa bu
nikahları müslüman olduklarında devam etmez.
Bu mesele Cevhere´de; caiz olan nikah ile fasit olan nikaha koide kılınmıştır. Yâni mirasın sübûtuna
sebep olan nikah sahih, olmayan ise fasittir.
«...Sadece annesi tarafından miras alırlar.» Meselâ bir adamın bir kadından bir çocuğu olsa,
sonrada o kadınla zina yapsa ve kadın bir çocuk daha doğursa veya kendi çocuğu olan kadın ile
başka bir çocuktan dolayı lanetleşseler ve sonra bu iki kardeşten birisi ölse diğer kardeşi ondan
anne-baba-bir kardeş olarak değil anne-bir kardeş olarak miras alır. H.
«Zira, asabeler bahsînde... takdim ettik.» Orada, aralarındaki farkı ve hükmü takdim etmiştik. Dikkat
et!
«Ana karnındaki bebeğe bir oğul payı bırakılır ilh...» Böyle olması ana karnındaki ceninin varislere
ortak olduğu veya onları hacb-i noksan ile hacbettiği takdirdedir. Ama onların hepsini mirastan
mahrum ederek hacbederse malın hepsi bekletilir.
Eğer doğum bir aydan daha yakın olursa aynı şekilde (herhalükârda) malın hepsinin bekletileceği
de söylenmiştir.
Haleb´de yaşayan bir âlim de Sirâciye üzerine yazdığı şerhinde bunu kati bir ifadeyle zikretmiştir.
Şu kadar var ki, Ekmel´in de Sirûciye şerhinde zikrettiği gibi mutlak ifade daha açıktır.
Eğer ana karnında bebek olup olmadığı bilinmese onun için bir pay durdurulmaz. Fakat daha sonra
kadın doğum yaparsa daha evvel yapılmış olan taksimat yenilenir.
Kadın gebe olduğunu iddia etse o kadının hamilini tespit için bu hususta güvenilir kişilere havale
edilir.
Eğer kadın çocuğu ölü olarak doğurursa yani çocuk kendiliğinden ölü olarak doğarsa bu çocuk
miras alamaz. Ama eğer bir cinayetle düşürülürse o zaman miras da alır ve ona varis de olunur.
Çocuğun ekserisi, hayatta olduğu bilinecek bir şekilde canlı olarak çıkar, -bu canlılığı bir göz veya
dudak oynatması ile de olsa- ve sonra ölürse miras alır ve cenaze namazı da kılınır.
Eğer çocuğun vücudunun az bir kısmı canlı olarak çıkar ve sonra ölürse o zaman miras alamaz. Bu
bahsin tamamı Dürrü´l-Müntekâ´dadır.
«Fetvâ buna göredir.» Bu, Ebu Yûsuf´un görüşüdür. İmam-ı Azâm´a göre ise dört erkek çocuğun
payı, imam Muhammed´e göre ise iki erkek çocuğun payı bekletilir.
«Çünkü genelde (bir batından) bir çocuk olur.» Yâni ekseriyetle ve mutad olan, kadının bir batında
ancak bir çocuk doğurmasıdır. Bunun aksi bilinmediği müddetçe hüküm ona göre verilir. Seyyid.
«... Kefil olunur.» Ebû Yûsufun görüşüne göre Kâdı vârislerden, malum olan mikdar karşılığında -ki
bu da bir erkek çocuk payından daha fazla olandır- bir kefil ister. Bu, kendine bakmaktan aciz olan
cenini gözetmek içindir. Seyyid.
«Meselâ... geride anne baba ve... kalsa ilh...» Ana karnındaki bebeğe alt meselelerin tashihindeki
asıl şudur; önce zikredildiği gibi onun erkek ve kız oluşu göz önüne alınarak meseleleri tashih
edilir. Sonra eğer aralarında mübâyenet varsa biri diğeri ile, muvafakat varsa biri diğerinin vefki ile
çarpılır.
Bundan sonra her varis, onun farzedildiği kadın meselesine göre alacağı hisseyi ikinci meselenin
tamamı ile veya vefki ile çarpılmış olarak alır. Kendisine hâsıl olanlardan daha azı verilir, fazla olan
ise bekletilir.
Buna göre bu sûrette erkek oluşuna göre mesele yirmidört ten olur; kadına sekizdebir verilir ki bu
üçtür. Ana-babadan herbirine altıdabir verilir, bu da dörttür. Kıza da erkek (farzedilen) cenin ile
birlikte kalan verilir ki bu da onüçtür.
Kadın farzedildiği takdirde ise mesele, içerisinde sekizdebir ve altıdabir karıştığı için 27 den gelir.
Ana-babaya sekiz, zevceye üç, kızına da dişi olan cenin ile birlikte onaltı verilir.
Bu iki mesele arasında üçte bir ile muvafakat vardır. O zaman bu meseleden birisinin vefki diğeri ile
çarpılınca 216 eder, ve bundan taksim sahih olur.
Buna göre cenin erkek farzedilirse zevceye yirmiyedi düşer ki bu, üçün ikinci meselenin vefki olan
dokuz ile çarpılması ile elde edilir. Ana ve babasına da otuz altı verilir. Bu da dördün dokuz ile
çarpılmasından elde edilir. Kıza ise erkek farzedilen cenin ile birlikte yüz onyedi verilir, ki bu,
onüçün dokuz ile çarpılmasıyla elde edilir; yüzonyedinin sülüsü olan otuzdokuz kıza, kalan iki
sülüs, ki bu da yetmişsekizdir, erkek olan cenine verilir.
Ana karnındaki bebek dişi takdir edilirse, zevceye yirmidört verilir ki bu, üçün birinci meselelerin
vefki olan sekiz ile çarpılmasından elde edilir. Ana-babadan herbirine de otuziki verilir. Bu da
dördün sekizle çarpılmasından elde edilir. Kıza ise dişi olan cenin ile birlikte yüzyirmisekiz verilir ki
bu onaltının sekiz ile çarpılmasından elde edilir. O zaman yüzyirmi sekizin yarısı olon altmışdört
kıza verilir diğer yarısı olan altmışdört de hamile kalır.
Sonuç olarak ölenin zevcesine ve ana-babasına, hamil dişi takdir edildiğinde düşen mikdar verilir,
kalan onbir ise bekletilir. Bu da zevcenin hissesinden kalan üç ile anne-babasının hissesinden
kalan sekizdir.
Kıza ise cenin erkek takdir edildiğinde düşen verilir. Geri kalan da cenin için bekletilir ki bu da
yetmişsekizdir. Buna göre cenin için bekletilen meblağın toplamı seksendokuz olur.
Şayet o bebek kız olarak doğarsa, bu bekletilen hisselerden yirmibeşi hissesinin tamamlanması
için, kıza verilir, geri kalan da kız olarak doğan bebeğe verilir.
Ama erkek olarak doğarsa bekletilenden karısına üç ebeveynine sekiz, kalan do erkek olarak doğan
cenine verilir.
Şayet cenin ölü olarak doğarsa; yarıya tamamlamak için bekletilen kıza, sekizde bire tamamlamak
için, üç, karısına, altıda biri tamamlamak içinde dört, anneye verilir. Babaya da onüç kalır ki bu
onüçten dördü altıda biri tamamlamak için, dokuzu da asabe olarak verilir.
Ben, bu taksimatta, Sirâciye ve şerhlerindekine muhalafet ettim. Zira biliyorsun ki; fetvaya göre
bekletilen mikdar bir erkek çocuğun hissesidir. Diğerine göre ise burada hâmi kız hakkında erkek,
zevce ve ebeveyn hakkında da kız olarak takdir edilir.
Sirâciye´de olana hayret! Zira o, müfta bihin bu olduğunu söylemiş. sonra da hamlin dört erkek
çocuk payını bekletmiş ve taksimatını ona göre yapmıştır. Düşünülsün!
BİR UYARI:
Bu bekletme işi ancak, hissesi çoktan aza değişen varis hakkındadır. Ama, nine ve hamile olan
zevce gibi, hissesi değişmeyen varisler için birşey bekletilmez.
Şayet hamlin iki halinden birisine göre hamile olan zevcesi ile beraber olan kardeşi veya amcası
gibi hiç miras alamayan bir yakını olursa, ona hiçbir şey verilmez. Bu konuda geniş bilgi
Sekbu´l-Enhûr´dadır.
«Bu misal ilh...» Yâni geçen misal... Bilinmelidir ki; eğer bebek ölenden olur ve iki seneden az bir
zaman zarfında doğar kadın da iddetinin bittiğini ikrar etmez ise o zaman miras alır. Ama eğer
bebek iki senenin tamamında veya daha fazla bir sürede doğar yada kadın iddetinin bittiğini ikrar
ederse o zaman hami miras alamaz.
Sîrâciye´de tam iki senenin iki seneden aşağı olan zamana ilhak edilmesi zâhir-i rivâyetin hilafınadır.
Şayet hami ölüden başkasından olursa o zaman ancak adamın ölümünden altı ay veya daha az bir
zaman zarfında doğarsa miras alır. Aksi halde miras alamaz, Ancak kadın iddet bekler ve iddetinin
bittiğini de ikrar etmez ise veya varisler hamlin var olduğunu ikrar ederlerse o zaman miras alır.
İbnu Kemal´in şerhi, Yakub´un haşiyesi ve Sekbu´l-Enhur´dan böyle anlaşılmaktadır.
«... Onun örnekleri çoktur.» Bu ifadeden eğer bebek ölüden olursa örneğin sadece geçen misal
olduğu zannını veriyor. Halbuki öyle değildir. Şunu Tahtavi ifade etmiştir.
«Gebe olan annesini ilh...» Yâni ölen kadının, babasından gebe olan annesi kalsa... Ama eğer bebek
ölen kadının babasından değilse o zaman hamlin farzı, ister erkek olsun ister kız, olsun üçte birdir.
«Eğer kız takdir edilirse.» Zira onun payı daha çoktur.
«Ben görmedim ilh...» Müellifin bu meseleyi Vehbaniye´den aynen nakletmesine rağmen böyle
demesi hayret vericidir. H.
Ben derim ki: Şârihin bu ifadeden muradı şudur: Şârih hami için terikeden birşey bekletilip
bekletilmeyeceği konusunda birşey görmemiştir. Vehbâniye´nin sözlerinden bunu ifade edecek
birşey yoktur.
«Ona mirastan birşey kalmaz.» Yâni cenine birşey kalmaz. Çünkü o asabedir. Halbuki farz hisseler
terikeyi kaplamıştır. Çünkü mesele altıdandır, kocaya yarısı verilir ki bu üçtür, anneye altıda bir
verilir o da birdir. Anablr iki kardeşe de üçte bir verilir ki bu da ikidir. Bu mesele Şafiilere göre
mesele-i müşerrekedir.
«Kız takdir edilmesi ilh..» Zeylaî´nin sözü buna delâlet eder. Eğer varisin payı iki takdirden birisine
göre daha fazla olursa, ona daha az olanın düşeceği kesin olduğu için daha azı verilir, geri kalan da
bekletilir.
Çünkü şüphe yok ki bu meselemizde varislerin payı, ceninin erkek takdir edilmesi halinde dişi
takdir edildiği duruma göre daha fazladır. öyleyse cenin dişi takdir edilir ve ona terikenin yarısı, avi
yapılarak, durdurulur. Bu da terikenin üçte biridir. Vârislere de kesin olan az meblağ verilir.
«Hamile kadın ilh...» Bu mısralar Vehbânfye´nin muâyatından alınmıştır, ki bu erkek doğurduğu
takdirde çocuğun miras alamayacağı kız doğurduğunda ise o çocuğa terikenin üçtebiri takdir
edilerek ki bu da avi halinde terikenin yarısı olur. Miras verileceği hamile kadın hakkında bir
bilmecedir. Bu bilmecenin cevabı da şârihin biraz evvel tasvir ettiğidir. O zaman denilir ki bu da: Bir
kadının ölüp geride kocası, gebe olan annesi ve anne-bir iki erkek kardeşinin kalması halidir.
Aşikardırki:
Vehbâniye´nin sözünde o hami için terikeden birşey bekletip bekletilmeyeceğini ifade eden bir ibare
yoktur. Vehbâniye´nin sözü sadece meseleyi tasvir etmek için söylenmiş mücerred bir sualdir. Allah
Teâlâ en iyisini bilendir.
neslinur
Mon 25 January 2010, 06:28 pm GMT +0200
MÜNASAHA FASLI
M E T İ N
Terikenin taksiminden evvel varislerin bazısı ölmüş olsa birinci mesele tashih edilerek her varisin
payı verilir, sonra da ikinci mesele tashih edilir. Ancak bir adamın ölüp geriye on oğul bırakması ve
sonra bu oğullardan birisinin babasının terikesi taksim edilmeden önce ölüp aynı kardeşlerini varis
bırakması gibi varis aynı olurlarsa o zaman ikinci meselenin tashihine gerek kalmaz.
Eğer sonraki ölenin payı terikenin meselesine göre uygun düşerse mesele yok. Ama eğer uygun
düşmezse o zaman : Sehimleriyle mesele arasında muvafakat olduğu takdirde tashihin vefki birinci
meselenin tashihinin tamamıyla çarpılır. Şayet aralarında muvafakat olmayıp mübayenet olursa o
zaman ikinci meselenin tamamı birinci meselenin tamamıyla çarpılır ve bu çarpmadan iki meselenin
de mahreci hasıl olur. Böyle olunca da önce, ölenin varislerinin payı çarpanla yani ikinci meselenin
tashihi veya vefki ile çarpılır. ikinci ölenin varislerinin sehimleri de birinci meselenin tashihi
sonunda ölünün eline geçecek olan tamamıyla veya vefkıyla çarpılır.
Eğer varisler içerisinde her iki ölüden de miras alan bir varis bulunursa, onun birinci ölüden aldığı
payı. ikinci meseleyle veya vefkiyla çarpılır: ikinci ölüden aldığı hissesi de ikinci ölünün elindekiyle
veya vefkıyla çarpılır.
Eğer taksimden evvel üçüncü bir kişi ölürse ikinci meblağ birincinin yerine üçüncü de işlemde
ikincinin yerine geçirilir.
Her bir varis öldüğünde, aynı şekilde o ikincisi yerine ve ondan evvelki meblağ da sonuna kadar.
birincisinin yerine ikâme edilir. Bu tatbiki bir ilimdir. Ondan gâfil olunmasın Allah Teâlâ en iyisini
bilendir.
i Z A H
Münasaha kelimesi «nesh» kökündendir. Nesh ise nakil ve tahvil manasındadır. Burada
münasahadan murad, vârislerden bazılarının taksimden evvel ölümü ile hissenin ondan miras
alacak kimselere intikal etmesidir. Seyyid.
«Sonra ikinci mesele ilh...» Yâni sonra, ikinci ölünün meselesi tashih edilir ve birinci meselenin
tashihinden elinde olanla, ikinci meselenin tashihi arasında üç hale bakılır; yanı aralarında
mümaselet mi muvafakat mı var? bakılır. Seyyid. Bunların misalleri ileride gelecektir.
«Ancak... aynı olurlarsa ilh...» Yâni iki ölünün de varisleri bir olduğunda bir tashih ile iktifa edilir.
Anılan misalde terike, sanki ikinci ölü hiç yokmuş gibi, daha baştan dokuza göre taksim edilir.
«Eğer uygun düşerse ilh...» Meselâ bir adam ölüp geride bir kızı ve bir de oğlu kolsa sonrada onun
terikesi taksim edilmeden önce oğlu geriye iki oğlunu bırakarak ölse : o zaman birinci mesele
üçten olur, oğula iki sehim kıza ise bir sehim düşer. Ölen oğulun meselesi ise ikiden olur. Demekki
oğulun elindeki ile meselesi arasında uygunluk vardır.
«Mesele yok.» Yâni o uygunluk ile iktifa edilir. Zira birinci meselenin tashihi ile her iki mesele de
sahih olur. Dolayısıyla fazla bir işlem yapmaya gerek kalmaz.
«Ama eğer uygun düşmezse...» Yâni ikinci ölenin nasibi ki birinci meseleden eline geçendir, kendi
meselesine denk gelmezse...
«Sehimleriyle mesele arasında muvafakat olursa.» Yani birinci meselenin tashihinden ölenin eline
geçenle, meselesi arasında muvafakat varsa.. Meselâ bir adam ölse ve geride iki oğlu ve iki kızı
kalsa sonra da bu oğullardan biri, babasının terikesi taksim edilmeden önce ölse ve geriye
zevcesini kızını ve bir de asabe olan bir akraba bırakmış olsa o zaman birinci meselenin tashihi
altından olur. ikinci meselenin tashihi ise sekizden olur. ölen oğulun birinci meseleden payı ikidir ki
bu iki onun meselesine denk düşmez. Ama bunlar arasında yarım ile muvafakat vardır. O zaman
onun meselesinin vefki olan dört, birinci meselenin tashihi olan altıyla çarptığımızda yirmi dört
olur. Her iki meselenin tashihi, yirmidörtten yapılır. Birinci oğula sekiz, kızlardan herbirine dört ölen
oğula da sekiz verilir. Ölenin zevcesine o sekizden bir sehim, kızına dört sehim, asabesine de üç
sehip verilir.
«Eğer aralarında muvafakat yoksa ilh...» Meselâ bir adam ölüp geri de zevcesi ve birisi ona-baba
bir. birisi baba bir, birisi de anne bir üç kız-kardeşi kalsa onun terikesi taksim edilmeden önce.
ana-baba bir kız-kardeşi geride iki kızkardeşi ile kocasını bırakarak ölse; birinci meselenin tashihi
onikiden yapılır ve oniki onüçe avleder: Bundan da karısına üç, ona-baba-bir kızkardeşine altı,
baba-bir kız-kardeşine iki, ana bir kız-kardeşine de iki verilir.
İkinci mesele ise altıdan tashih edilir ve yediye avleder, üçü kocasına, üçü baba-bir kız-kardeşine,
biri de ana-bir kız kardeşine verilir.
Ana-baba-bir kız-kardeşinin birinci meseleden payı altıdır. Bu ye. diye denk düşmediği gibi
aralarında muvafakat da yoktur. O zaman yedi onüçle çarpılır. buda doksanbir eder. O halde iki
meselenin tashihi doksan birdendir.
«İki meselenin de mahreci hasıl olur.» Yâni muvafakat ve mübayenet suretlerinde çarpma ile elde
edilen meblağ. her iki meselenin de mahrecidir. Elde edilen bu meblağa «camia» adı verilir.
Birinci mesele ile çarpılana da -ki o ikinci mesele veya vefkidir- cüzü sehim denilir.
Dürrü´l-Müntekâ´da ise böyle denilmektedir Dikkatli ol!
«Böyle oluncada... çarpılır ilh...» Bu. her iki meselede de. meselelerin tashihliden varislere düşen
payların bilinmesine giriştir. Bunun bizim muvafakata misal olarak tasvir ettiğimiz meselenin
beyanı, birinci meselede oğula iki verilirdi. Bu ikinci meselenin vefki olan çarpım ile ki o da dörttür.
Çarpılınca sekiz eder. Bundan herbir kıza bir düşer. Bu da dörtle çarpılınca dört eder. Zevceye
ikinci meseleden bir düşer ki bu da onun ölen kocasının elinde olanın vefki ile -ki bu da birdir-
çarpılınca bir eder.
Kıza düşen dört birle çarpılınca da dört eder. Asabeye düşen üç de birle çarpılınca üç eder.
Bizim mübayenete örnek olarak tasvir ettiğîmiz meselede de zevceye yalnız birinci meseleden üç
düşer ve bu üç yedi ile çarpılınca yirmibir eder. Birinci meseleden, baba, bir kız-kardeşine düşen iki
yedi ile çarpılınca ondört eder. Baba-bir kız-kardeşe ikinci meseleden düşen üç, ölene düşecek
olanın tamamı ile -ki bu da altıdır- çarpılınca onsekiz eder. Anne-bir kız-kardeşe, birinci meseleden
düşen iki yedi ile çarpılınca ondört eder. İkinci meseleden de bir düşer ki bu da altı ile çarpılınca
altı eder. Zevce sadece ikinci meseleden üç düşer ki bu da altı ile çarpılınca onsekiz eder.
«Eğer vârisler içerisinde ilh...» Bu, mübayenet için tasvir ettiğimiz örnekteki baba-bir ve anne-bir
kız-kardeş gibi olanlardır. Ancak bu, birinci meselenin tashihindeki payı ikinci meselenin tamamıyla
çarpmanın ve ikinci meselenin tashihinden elde edilen sehimi ikinci ölüye düşecek olanın
tamamıyla çarpmanın misalidir. Bunun vefki ile çarpılmasının misali şudur. Bir adam ölse ve geride
karısı ondan olan kızı ve bir de babası kalsa, sonra o kız da ölse ve geride annesini ve dedesini
bırakmış olsa, birinci mesele yirmidörtten olur; kıza yirmidördün yarısı olan oniki verilir. Zevceye
sekizde biri olan üç, babaya da farz olarak altıda bir olan dört ve asabe olarak da, geri kalan beş
verilir. ikinci mesele üçten halledilir. Anneye üçtebir verilir. Geri kalan ikide dedeye verilir.
İkinci mesele ile ölen kızın hakkı plan oniki arasında üçte birde muvafakat vardır. O zaman ikinci
meselenin tashihinin vefki olan bir, birinci meselenin tashihinin tamamıyla çarpılınca yirmidört eder
ki bu zaten eskiden de öyle idi.
Böyle olunca birinci meseleden zevceye düşen üç, birinci meselenin tashihinin vefki olan birle
çarpılınca üç eder. Zevceye ikinci meseleden, anne olarak, verilen bir ölen kızın hakkı olanın vefki
olan dört ile çarpılınca dört eder. Babaya da birinci meseleden verilen dokuz bir ile çarpılınca
dokuz eder, ikinci meseleden de ona dede olarak, iki verilir ki bu iki dört ile çarpılınca sekiz eder.
«Üçüncü bir kişi ölürse ilh...» Bunun izahı daha önce geçen, uygunluk muvafakat ve mubayeneti
kapsayan bir tek misalledir:
Şöyle ki: Bir kadın ölüp geride kocası, başka bir erkekten olan kızı ve bir de annesi kalsa ve bu
kadının terikesi taksim edilmeden önce koca da bir karısını ve ana babasını bırakarak ölse. üçüncü
olarak da kız iki oğlunun bir kızını ve ninesini bırakarak ölse daha sonra da ninesi, kocasını ve iki
kardeşini bırakarak ölse, birinci mesele de -ki kadının meselesidir- reddiye olup mesele onaltıdan
tashih edilir. kocaya dört, kızına dokuz, annesine de üç verilir. ikinci mesele -ki koca meselesidir-
dörtten sahih olur. onun elinde olan dört, meselesine uygun düştüğünden dolayı çarpmaya ihtiyaç
yoktur. Üçüncü mesele de -ki kızın meselesidir- altıdan olur. Kızın birinci meseleden payı olan
dokuz onun meselesine göre taksim edilmez, ve üçtebirde muvafakat vardır, öyle olunca onun
meselesinin üçte biri olan iki, birinci mesele olan onaltı ile çarpılınca otuziki eder. O zaman bu
otuzikiden iki farz da sahih olur. Onaltıdan hisse alan kişinin hissesi iki ile çarpılmış olur. Altıdan
hissesi olan kişinin hissesi de kızın elindekinin vefki olan üç ile çarpılmış olur.
Dördüncü mesele de -ki nine meselesidir- dörtten olur. Ninenin otuzikiden payı dokuzdur. Çünkü
ona, kızından düşen altı ile kızının kızından düşen üç, içtima etmiştir. Dokuz da dörde denk
düşmemektedir. Ve aralarında muvafakat da yoktur. O zaman dört, otuziki ile çarpılınca
yüzyirmisekiz eder. Bu yüzyirmisekizden bütün meseleler sahih olur. Öyle olunca otuzikiden her
hisse alanın hissesi dört ile çarpılmış olur. Dörtten hisse alanın hissesi de ninenin elinde olan
dokuz ile çarpılmış olur. Bunun tafsilatı Sirâciye şerhindedir.
«İkinci meblağ... kılını.» Bu da birinci ve ikinci meselelerin tashih edildikleri meblağdır.
«İşlemde.» Yâni gecen işlemde... Şöyle ki; üçüncü ölünün sehimleri birinci ve ikinci meselelerin
tashihlerinden alınır ve onun meselesine göre taksim edilir. Eğer (yeni bir işleme gerek kalmadan)
taksim edilebilirse mesele yok. Ama taksim edilemezse o zaman ikinci olarak itibar edilen üçüncü
meselenin vefkini veya tamamını, birinci olarak itibar edilen evvelki iki meselenin tashihinin
tamamıyla çarpılır. Onlardan hasıl olanda bir mesele olarak ele alınır ve bu her iki meseledeki
varislere taksim edilince cami misalde de matlub hasıl olur.
«İşte bu tatbiki bir ilimdir. Ondan gâfil olunmasın!» Musannıfın bu sözü bu bâbın meselelerinin
zorluğuna ve bunları ancak akıl sahipleri ile ilmi feraiz ve ilmi hesapta mahir olanların iyi bir şekilde
bile bileceklerine işaret etmektedir. Bu bâbı kolaylaştıran Meliku´l-Vehhâb olan Allah´ın yardımı ile
çok işlem yapmak ve hesapçılar arasında meşhur olan karışık işlemi iyi bilmektir. Allah Teâlâ en
iyisini bilendir.
neslinur
Mon 25 January 2010, 06:36 pm GMT +0200
MEHARİC BÂBI
M E T İ N
Kur´ân´da zikredilen sehimler iki nevidir! Birinci, nısf (yarı) tır. Nısf´ın haricindeki her kesirin
mahreci onun adaşı (kendi adı ile söylenen rakam) dır. Meselâ dörtte bir dörtten, sekizde bir
sekizdendir. Nısf´ın mahreci ise ikidir.
İkincisi: Üçte bir ve üçte ikidir, her ikisi de «üç» tendir. Altıda bir de, ikiye katlansa ve ikiye bölme
yoluyla altıdandır. Meselâ : «Sekizde bir. onun katı ve katının katı» veya «yarı, yarının yarısı
yarısının yarısının yansı» denilir.
Ben derim ki: Bunların yerine : «Dörtte bir, üçte bir, bunlardan herbirinin katı ve yarısı» denilse idi
daha kısa olurdu.
Buna göre. meselede bu farzlardan birer birer (teker teker) geldiklerinde her birinin mahreci yalnız
onun adaşı (kendi rakamı)dır. Ancak yukarda do geçtiği gibi nısıfın adaşı yoktur. ikişer ikişer veya
üçer üçer aynı neviden oldukları halde gelseler o zaman her şeyi bir cüze mahreç olur. Ayrıca bu
sayı, altı gibi kendi katına ve birkaç katına mahreç olur ki. bu altı altıda bire. onun katına ve katının
katına da mahreçtir.
Eğer, birinci neviden olan yarım ikinci nevin yani diğer üçün tamamıyla veya bazısı ile birlikte
bulunmuş olsa, meselâ meselede, zevc, anababa-bir iki kız kardeş. anne-bir iki kız kardeş ve anne
gibi nısf (yarı) üçte iki üçte bir ve altıda bir hisseye sahip olanlar bulunduğunda mesele altıdan olur.
Çünkü altı ikinin üçle çarpılmasıyla elde edilir. Yahutta birinci neviden dörttebir, ikinci nevinin
tamamı veya bazısı ile beraber bulunursa mesela meselede zevce ile adı geçenler bulunsa, mesela
onikiden olur. Zira oniki dördün üçle çarpılmasıyla elde edilir. Çünkü altı ile nısıf orasında
muvafakat vardır.
Şayet birinci neviden sekizde bir ikinci nevinin bazısı ile beraber bulunduğu takdirde mesele
yirmidörtten olur. Fakat birinci neviden olan sekizdebirin, ikinci nevinin tamamı ile beraber
bulunması tasavvur edilemez. Bu ancak, İbnu Mesud´un görüşüne göre veya vasiyetlerde tasavvur
edilebilir. Hıfzedilsin! Meselenin yirmidörtten olmasının örneği. Bir adamın ölüp geride zevcesi iki
kızı ve annesinin kalmasıdır. Zira yirmidört sekizin üçle çarpılmasından elde edilir. Nitekim daha
önce, altının nısfa muvafık olduğunu daha önce söylemiştik.
Bir meselede hisselerden dörtten fazlası birleşmeyeceği gibi hisse sahiplerinden de beş guruptan
fazlası bir arada bulunmaz. Dört fırkadan fazlası da kesirli olmaz.
İZAH
Musannıf daha önce dediği gibi, burada da «Mehâric ve başka konular bâbı» deseydi daha iyi
olurdu. Çünkü musannıf, tashih konusu ile sayılar arasındaki nispet meselesini de bu bâbda
anlatmıştır.
Sirâcîye´de yapıldığı gibi. bu bâbın münâsehat konusundan daha önce zikredilmesi de minasipti.
Çünkü münasehatın bilinmesi de buna bağlıdır.
Mehâric: «Mahrec» kelimesinin çoğuludur. Mahrecde her hisse sahibinin içersinden tek başına
hissesini tam olarak alması mümkün olan en küçük sayıdır.
Buna göre «1» feraiz hesabına göre «sayı» değildir. Ama nehivcilere göre sayıdır.
«Farzlar ilh...» Yâni Nisâ Sûresi´nin beş âyetinden alınan ve aşağıda gelecek olan altı farz...
«İki nevidir.» Fâkihlerin altı farzı, iki kısma ayırmalarının sebebi şudur: Altı farzdan miktar
bakımından en azı olan sekizde birdir ki onunda mahreci sekizdir. Dörtte bir ile nısıf, sekizden
kesirsiz olarak çıkartılabilirler. İşte bundan dolayı bu üçüncü bir nevi kabul etmişlerdir. Bundan
sonra da farzların miktar bakımından en azı «altıda bir»dir. Ki bunun mahreci altıdır. Üçte bir ve
üçte ikide altıdan kesirsiz olarak çıkarlar. İşte bu yüzden fukaha bu üçüncü de başka bir nevi kabul
etmişlerdir. Bunu Seyyid ifade etmiştir.
«Her kesirin mahreci onun adaşıdır.» Kesirin adaşı: Sahih sayılardan, onunla aynı isim altında
birleştikleri rakamdır. Meselâ altıda bir mahreci olan altıyla aynı isim altında birleşmektedirler.
Çünkü «sitte» (altı) kelimesinin aslı «sidse» dir; «dâl» ile ikinci «sin» harfi «tâ»ya kaybolmuş
sonrada «tâ», «tâ» ya idğâm olunarak «sitte» denilmiştir.
Musannıfın burada «kesir» demesi zikredilen farzlar dışındaki, beştebir, yedidebir, dokuzdabir ve
ondabir gibi kesirleri de kapsaması içindir. Çünkü bunların da mahreçleri, kendi isimlerini taşıyan
rakamlardandır.
Musannıfın sözü nısıf gibi müfred ve üçte iki gibi mürekkep olan kesirleri de kapsar.
Bilinmelidir ki: Mahrec ne kadar az olursa, farz o kadar çok olur. Mahrec çok olduğunda da farz
daha az olur. Zira meselâ yarı dörttebirden daha çoktur. halbuki mahreci onun mahrecinden daha
azdır.
«İkiye katlama ilh...» Musannıf bu ifadesi ile sekizde bir ikiye katlandığında dörtte bir, dörtte bir
katlandığında nısf (yarım) altıda bir ikiye katlandığında üçte bir, üçte bir ikiye katlandığında da üçte
iki olduğunu kasdetmiştir.
«...İkiye bölme yoluyla ilh...» Musannıf bu ifadesiyle de, yarım ikiye bölündüğü zaman dörtte bir,
dörtte bir ikiye bölündüğünde sekîz de bir, üçte birin yarısı alındığında altıda bir üçte iki ikiye
bölündüğünde de üçte bir olduğunu kasdetmiştir. Seyyid.
«Mesela... denilir ki ilh...» İkinci nevide de böyle denilebilir. Bunun özeti şudur: iki neviden daha
küçüğü ile başlandığında bu katlama yoluyla daha büyük olanla başlandığında da yarıya bölme
yoluyladır.
«Bunların yerine... daha kısa olurdu.» Yâni her iki nevi de söylenen sözlerin kısası.
«Birer birer ilh...» Bunun manası. bir kez bile zikredilmiş olsa mükerrer olmasıdır.
Sirâciye´de : Lâfız cihetine bakılarak, hadisteki «gece namazı ikişer ikişerdir» sözü gibi,
tekrarlanmıştır. (Ahad âhad denilmiştir.) Bunu Seyyid ifade etmiştir.
İmam Vâhidî´nin Divûnu´l-Mütenebbî şerhindeki «o âhâddır, yani birdir, denilmez, ancak onlar âhâd.
Yâni birer birer gelmişlerdir» denilir. «bir» yerine âhâd» demek hatadır» sözü «âhâd» kelimesinin
birden fazla şey için bir kez kullanılmasının caiz olmadığına delâlet etmez. Nitekim bu kelime,
üzerinde durduğumuz meselede, birden fazla şey için kullanılmıştır. Yukarıdaki ifade bu kelimenin
ancak «tek» olan için kullanılamayacağına delalet eder. Buna göre, «Zeyd âhâddır» denilemez. Anla!
«İkişer ikişer veya üçer üçer aynı neviden ilh...» Yâni yalnız birinci neviden veya yalnız ikinci
neviden... Bu nevilerden birisinde diğerinden hiçbirşey karışmadan gelse.
«... Bir cüze ilh...» Yâni onlardan en az olan cüze...
«Kendi katına... mahrec olur.» Çünkü katının mahreci cüzünün mahrecinde de bulunur. Dolayısıyla
cüzün mahreci ile iktifa edilir.
Meselâ üçte bir ve üçte ikinin mahreci üçtendir. Bu üç, aynı zamanda, altının mahreci olan altıya
dahildir. Aynı. şekilde dörtte bir ve yarının mahreçleri de sekizde birin mahrecine dahildir. Buna
göre meselede, içtima etse, anne ile anne-bir iki kız-kardeşte olduğu gibi, üçte bir ile altıda bir
birlikte bulunsalar veya anne ile anne-baba-bir iki kız-kardeşte olduğu gibi altıda bir ile üçte iki
birlikte bulunsalar mesele altıdan olur. Ana-baba-bir iki kız-kardeş ile ana-bir iki-kız kardeş de
olduğu gibi, üçtebir ile üçte iki bulunsa üçten olur. Yahutta anne, anne-bir iki-kız kardeş ve
anne-baba-bir iki kız-kardeş de olduğu gibi üçü bir arada olsalar mesele yine altıdan otur. Meselede
zevce ile kız da olduğu gibi sekiz bir ile yarım bulunsa mesele sekizden olur. Koca ve kızda olduğu
gibi, dörtte bir ile yarım bulunsa mesele dörtten olur. Dörtte birle sekizde birin veya üçünün birlikte
bulunmaları ise tasavvur olunamaz.
«...Eğer yarım... birlikte bulunsa ilh...» Musannıfın bu sözü, «eğer onların ikisi aynı neviden olsalar»
sözünün muhterizidir.
Geçen bahis her nevinin fertlerinin kendi işinde, biri birleri ile birlikte bulunması halinde idi. Bu ise
bir nevinin fertlerinin diğer bir nevinin fertleri ile ya tamamen veya bazısı ile birlikte bulunmaları
bahsidir.
Bilinmelidir ki: Bu birlikte olma suretleri mutlak olarak elli yedidir. Bunlardan yirmiyedisi şer´î,
otuzu da aklîdir. Bunların hepsini Rahîku´l-Mahtûm adlı eserde özetledim. Oraya müracaat et!
«Zevc ilh...» Bu yarının üç ile birlikte olması haline örnektir. Bu ifade ite nısıfın bunlardan bazısı ile
birlikte olmasının misalleri görülmüş oldu. Meselâ zevcin bu varislerden yalnız biri ile veya ikisi ile
olması gibi...
«Çünkü altı ikinin üçle çarpılmasından elde edilir.» Bu da ancak meselede altıda bir olmadığı
takdirde kendisini gösterir. Ama meselede altıda bir bulunursa, altıda birin mahreci ile iktifa edilir.
Çünkü nısıfın mahreci iki, üçte bir ve üçte îkinin mahreçleri üçtür ve her iki mahrec de altıya
dahildir. Dolayısıyla altı ile iktifa edilir. T.
«... Meselede zevce ile adı geçenler.» Yâni geçen misaldeki ana-baba-bir iki kız-kardeş, annebir iki
kız-kardeş ve anne bulunsa... Bu da dörttebirin, ikinci nevin tamamı ile birlikte bulunmasına
örnektir. Bu misalden, meselede zevcenin, bu varislerden yalnız biri veya ikisi ile birlikte olması
gibi, dörtte birin, ikinci nev´in bazısı ile birlikte bulunmasıda anlaşılır. Bu da geçen misalin
benzeridir.
«Çünkü altı ile nısıf orasında muvafakat vardır.» Musannıfın bu sözü, önceki sözünün anlattığı,
meselede ister altıdabir bulunsun ister bulunmasın dördün daima üç ile çarpılacağının illetidir.
Meselede altıda bir yoksa tamam. Ama altıda bir varsa pek uygun değil. Zira altıdabirin mahreci
altıdandır. Altıda nısıf ile dörttebirin mahreçleri olan dörde muvafıktır. Altının yarısı ise üçtür. İşte
bundan dolayı da üç daima dört ile çarpılır. Anla!
«İkinci nevinin bazısı ile ilh...» Bu, mutlak değildir. Çünkü sekizde bir, üçte iki ile de birlikte
bulunur. Meselâ, zevce ile iki kız gibi´... Zevce, anne ve oğulda olduğu gibi altıda bir ile de birlikte
olabilir. Aynı şekilde zevce, iki kız ve annede olduğu gibi üçte iki ve altıda bir ile de birlikte bulunur.
Sekizde birin bunların dışındaki bir hisse ile birlikte olması konusuna gelince, o ancak İbnu
Mesud´un, ileride gelecek olan görünüşüne göre mümkün olur. Çünkü onun görüşüne göre
mirastan mahrum olan birisi başkasını hacbı noksan ile hacbedebilir. Demekki ona göre sekizdebir
üçtebir ile beraber bulunabilirler. Meselâ zevce, anne bir iki kızkardeş ve mirastan mahrum olan
oğul buna örnektir. Yine ona göre üçtebir ve altıda birle birlikte de bulunabilir. Adı geçen varisler ve
annenin bulunması gibi... Yine İbnu Mesud´a göre zevce, ana-baba bir iki kız-kardeş anne-bir iki kız
kardeş ve birde mirastan mahrum olan oğulun bulunması gibi hallerde, üçte iki ve üçte bir ilede
beraber bulunur.
«Bu ancak İbnu Mesud´un görüşüne göre...» Meselâ bir adam ölüp geride kâfir bir oğul, zevce,
anne. anne-baba-bir iki kız-kardeş ve anne-bir iki kız-kardeş kalsa o zaman mesele yirmidörtten
olur ve İbnu Mesud´a göre otuzbire avleder. H.
Ama başkalarına göre mesele onikiden olup onyediye avleder.
«Veya vasiyetlerde ilh...» Meselâ bir kişi, birisine malının sekizde birini başka birine üçte ikisini,
üçüncü birine üçte birini dördüncü bir şahsa da altıda birini vasiyet etse ve varisi almasa veya
varisleri olduğu halde hepsi bu vasiyete icâzet verseler, mesele yirmidörtten olur ve İbnu Mesud´un
dediğinin benzeri olarak otuzbire avleder.
Yukarıda söylediğimiz suretlerden ancak İbnu Mesud´un reyine göre olan suretler vasiyetlerde İbnu
Mesud´un dışındaki âlimlerin görüşlerine göre de yapılır.
«Üçle çarpılmasından ilh...» Yâni ister altıda bir ister olmasın... İşte bu izâhla bizim daha evvel
benzerine dikkat çektiğimiz gibi, talil açığa çıkmış olur.
«Altının nısfa muvafık olduğunu daha önce söylemiştik.» Ancak daha evvel geçen yerde altının nısıf
ile muvafakatı dört içindi, burada ise sekiz içindir.
«Hisselerden dörtten fazlası birleşmeyeceği gibi ilh...» Yâni mükerrer olmayarak. Şu mesele bu
söze, itiraz olarak varid olamaz: Bir kadın ölerek, kocasını, annesini, ana-baba-bir kız kardeşini,
bababir kız-kardeşini ve anne-bir iki kız-kardeşini bıraksa bu meselede hisseler dörtten fazla, ama
mükerrer olarak birlikte bulunur. Ashâb-ı ferâizden, beş tâifeden fazlası bir arada bulunamaz. Şöyle
ki: Birisi ölse geride eşi, babası, annesi, dedesi, ninesi, kızı, oğlunun kızı, anababa-bir kız-kardeşi
ve anne bir erkek-kardeşi ile kız-kardeşi kalsa; bunlar hisseleri belirlemiş ashab-ı feraiz-i dendirler.
Fakat dede ve kız kardeşler, baba ile, nine de anne ile hacbolunur. Böyle olunca geriye sekizde bir
veya dörtte biri alacak olan eş karı kocadan biri, nısh alacak olan kız, altıda biri alacak olan üç
gurup-baba-anne ve oğulun kızı-kalır. Sonunda bunlar beş tâife kalırlar.
Eğer, baba, dede, kız ve oğulun kızı olmasa, o zaman da dörtte bir veya nısıf alacak olan eşkarı
kocadan birisi -nısfı alacak olan ana-baba bir kız-kardeş altıdan biri alacak olan iki gurup- yani anne
ile baba-bir kız-kardeş ve üçte biri alacak olan anne bir kardeş kalır. Tâifeler burada da beştir. «Dört
fırkadan fazlası da kesir olmaz» çünkü beş tâifeden birisinin, baba veya anne veya eş gibi, tek
olması lâzımdır. Onun payı da kendisine nisbette küsürlü olmaz.
M E T İ N
Varislerden bir gurubun sehimleri, kendilerine göre küsürlü olduğu takdirde sayıları, meselenin aslı
ile, eğer meselede avl varsa avli ile. çarpılır. Meselâ bir adam ölse ve geride karısı ve iki kardeşi
kalsa mesele dörtten olur. Zevceye dörtebir, iki kardeşine de üç kalır. Bu da onlara denk düşmez.
Burada, sehimler ile şahısların arasında muvafakat da yoktur. öyleyse ikiye dörtle çarpılınca mesele
sekizden sahih olur.
Eğer sehimleri ile adedleri arasında muvafakat olursa, adedlerinin vefki meselenin aslı ile veya avli
ile çarpılır, meselâ bir adam öldüğünde, geride zevcesi ve altı erkek kardeşi kalsa o zaman altı
kardeşe dörtten üç düşer ki bu onlara da üçte bir ile muvafıktır. O zaman (altının üçe bölünmesi
sonunda çıkan) ikiyi dörtle çarparız; mesele yine sekizden sahih olur.
Eğer iki veya daha fazla gurubun sehimleri kesirli olur sehim sahiplerinin adetleri arasında
mümaselet olursa, o zaman adedlerden biri meselenin aslı ve avli ile çarpılır. Meselâ bir adam ölse
ve geride üç kız ve üç amca kalsa, o zaman iki mütemâsilden biri ile iktifa edilir, ve «üç» meselenin
aslı ile çarpılır. O da dokuz eder. Mesele bundan sahih olur.
Eğer üç veya dört guruba göre, sehimleri kesirli olsa, o zaman evvela sehimlerle adedler arasındaki
sonrada adedler arasındaki müsareket sonra da iki guruptaki müdahâle (tedahül) mümaselet
muvafakat ve mübayenette yaptığım gibi yaparsın. Sonunda hâsıl olana cüzü sehim denilir. Elde
edilen cüz-ü sehimde meselenin aslı ile çarpılır. Musannıf buna şu sözü ile işaret etmiştir: Eğer
sayıları biri birlerinin içine girse mesela adam öldüğünde geriye dört zevce, üç nine ve oniki amca
bıraksa sayıların en büyüğü meselenin aslı olan oniki ile çarpılır. Çünkü bu sayılar biri birinin içine
girerler. On iki oniki ile çarpıldığında yüzkırkdört eder. Taksimat bundan sahih olur.
Eğer sayılar biri birlerine muvafık olursa, meselâ adam öldüğünde geriye dört zevce onbeş nine,
onsekiz kız ve altı amca kalsa o zaman iki sayıdan birinin vefki diğerinin tamamıyla çarpılır. Elde
edilen sonuçda eğer aralarında muvafakat olursa, üçüncü sayının vefki ile çarpılır, muvafakat
yoksa, tamamiyle çarpılır. Daha sonra dördüncü sayı da aynı şekilde çarpılır. Toplanan bu sayı ki o
cüzü sehimdir. Ve bizim meselemizde yüz seksendir. Meselenin aslı ile çarpılır. Meselenin aslı
burada yirmidörttür. Dolayısıyla mesele elde edilen dörtbinüçyüzyirmiden sahih olur.
Eğer sehimleri kesirli olanların adedleri birbirlerine mübayin olursa, meselâ adam öldüğünde
geride iki zevce on kız altı nine, ve yedi amca kalsa, sayılardan biri ikincisinin tamamıyla çarpılır ve
elde edilen meblağ üçüncünün tamamıyla çarpılır. bundan elde edilen de dördüncü sayının
tamamıyla çarpılır. Böylece cüz-ü sehim hâsıl olur: Burada cüz-ü sehim ikiyüzondur. Çünkü kızların
adedleri ile ninelerin adetleri, sehimlerine yarı ile muvafıktır. O zaman cüz-ü sehim olan ikiyüzon,
meselenin aslı ile çarpılır. Meslenin aslı burada yirmidörttür. O zaman elde edilen beşbinkırktan
taksimat düzgün olur.
İ Z A H
«Bir gurubun sehimleri, kendilerine göre küsûrlu olduğu takdirde iIh...» Musannıf bu sözleri ile
feraiz meselelerinin tashihine başlamaktadır. Tashihden maksat, varislerin herbirinin paylarını
kesirsiz olarak alabilecekleri adedlerin en küçüğünü bulmaktır.
Bilinmelidir ki; burada yedi «asl»ın bilinmesine ihtiyaç vardır. Bu ye di asıldan üçü sehimlerle hisse
sahiplerinin adetleri arasında, dördü de, hisse sahipleri arasındadır.
Sehimlerle, hisse sahiplerinin adetleri arasındaki üç asıl şudur:
1 - İstikamettir: Yâni her gurubun sehiminin, o guruptakilere kesirsiz olarak taksim edilmesidir. Kişi
öldüğü zaman geride annesi, babası ve dört kızının kalması buna misaldir. Bu meselede çarpmaya
ihtiyaç yoktur.
2 - Sehimler küsûrlu olup sehimlerle, sehim sahipleri arasında mübayet olmasıdır. Şöyleki sehimler
varislerden bir guruba göre küsûrlu olsa ve sehimleri ile, sehim sahipleri arasında muvafakat
olmasa, o zaman sehim sahiplerinin adedi yalnız meselenin aslı ile veya, avl ettiği takdirde, âvli ile
çarpılır.
3 - Sehimlerin muvafakatla birlikte küsürlü olmalarıdır. Şöyle ki, sehimler bir guruba göre küsurlu
olmakla birlikte sehimleri ile sehim sahipleri arasında muvafakat olsa, o zaman ruusların vefki,
meselenin aslı ile veya avli ile birlikte aslı ile çarpılır.
Sehim sahipleri arasındaki dört «asl»a gelince; onlar: Temâsül, tedahül, tevafuk ve tebâyündür.
Musannıf bu dört asılla ilgili bilgiyi ileride verecektir. Bu dört asıla ancak, kesir iki taifeye veya daha
fazlasına göre olduğu takdirde itibar edilir.
Ancak fakihler, sehim sahipleri arasındaki tedahüle itibar ettikleri gibi, onlarla sehimler arasındaki
tedahüle itibar etmemişlerdir. Aksine, sehim sahipleri fazla olduğu takdirde onu muvafakata,
sehimler -altının üç göre taksimi gibi- daha fazla olduğunda da mümâselete reddetmişlerdir. Bunu
da, yakında izâhı geleceği üzere. ihtisâr için yapmışlar-dır.
Musannıf bu yedi aslı misalleri ile birlikte, anılan tertibe göre zikretmiştir. Ancak istikameti
zikretmemiş, açık olduğu için, onu hazfetmiştir.
«Eğer avl varsa ilh...» Yâni onların adedi meselenin aslı ile ve avli ile çarpılır. Aksi halde (avl yoksa)
sadece meselenin aslı ile çarpılır. Musannıf burada ve bundan sonra gelecek kısımda bu tafsilatı
terk etmekle mesele ve avlinin asıl mesele menzilesinde olduğuna işaret etmiştir. O da sehim
sahipleri sayısı meselenin aslı ile çarpıldığı gibi, meselenin aslı ve avli ile de çarpılır. Nitekim
Seyyid de bunu ifade etmiştir.
«Meselâ karısı ve iki kardeşi kalsa ilh...» Bu. içersinde avl olmayan meseleye misaldir ki aslı
dörttür. Avl olan ise şöyledir: Bir kadın ölse ve beş tane anne-bir olmayan kız-kardeş bıraksa -ki bu
meselenin aslı altıdır- kocaya yarısı -ki üçtür- kız kardeşlerine de üçte iki -ki dört-tür- verilir. Mesele
yediye avleder ve kız-kardeşlerin sehimleri ile, sayıları arasında mübayenet vardır. O zaman
kız-kardeşlerin adedi olan beş, avlı ile birlikte meselenin aslı ile -ki bu yedidir- çarpılır. Sonuç
otuz-beş eder ve taksim bundan sahih olur.
«Avl ile ah...» Yâni eğer mesele avliye ise, aksi halde Musannıfın da zikrettiği gibi sadece meselenin
aslı ile çarpılır.
«Karısı ve altı erkek kardeşi kalsa ilh...» Bu, avliye olmayan meseleye misaldir. Bu meselenin aslı
da dörttür. Avliye olanın misali ise şöyledir: Bir kadın ölüp geride kocası, ana-babası ve altı kızı
kalsa meselenin aslı onikiden olur, kocasına dörttebir -ki üçtür- anne-babasına. altıda iki -ki dörttür-
altı kızına da üçte iki -ki sekizdir- verilir. O zaman mesele onbeşe avleder. Kızların sehimleri olan
sekiz sayıları olan altıya göre kesirlidir. Ancak sayıları ile sehimleri arasında nısıfla muvafakat
vardır. Böyle olunca biz sayılarının yarısını -ki üçtür- alır. Sonra bu üçü meselenin avli ile birlikte,
aslı olan onbeşle çarparız. Sonuç kırkbeş olur ve taksim bundan sahih olur.
«O zaman altı kardeşe üç düşer ki bu da onlara, üçte birde muvafıktır.» Musannıfın, altı ile üç
arasında, tedahül olduğu halde muvafakata itibar etmesi, yukarda söylediğimiz gibi, sehimlerle
sehim sahipleri orasındaki tedahüle itibar etmediğine işaret etmektedir. Zira, sayıların en büyüğü
olan altıyı -ki bu sehim sahiplerinin tamamıdır- dörtle çarpmakla tedahüle itibar etmek mümkün ise
de bu, hesabın uzamasına yol açar. Hesabı uzatmamak ise kârdır. İşte bundan dolayı da hesabı
muvafakata irca ettik.
Aynı şekilde, yukarda avliye için zikrettiğimiz misalde de eğer kızlar dört tane olsaydı. o zaman
sayıların büyüğü olan sekiz -ki bu onların sehimlerinin adedinin tamamıdır- meselenin aslı ile
çarpılmazdı. Çünkü bu hesabın uzamasına yol acardı. Aksine taksim çarpmadan sahih olduğu için
temasule müracaat edilirdi.
«Eğer iki veya daha fazla gurubun sehimleri kesirli olursa ilh...» Bu söz farklı guruplardaki sehim
sahipleri arasındaki dört aslın başlangıcıdır. Önce her gurup ile sehimlerine bakılır. Eğer aralarında
tebayün varsa o zaman gurubun tamamı ele alınır. Eğer birbirlerine muvafık iseler o zaman fırkanın
vefki ele alınır. Sonra da bu dört usûlle, elde edilen sayılara bakılır. Şayet iki adet arasında temasül
varsa o zaman onlardan biri. meselenin aslı ile çarpılır. Bu iki adet arasında tedahül varsa o zaman
bunlardan büyüğü yine meselenin aslı iIe çarpılır. Eğer bu iki adet arasında muvafakat varsa vefk
diğerinin tamamı ile çarpılır. Sonrada elde edilen rakam meselenin aslı ile çarpılır. Şayet bu iki sayı
arasında mübayenet varsa bunlar biri birleriyle çarpılır. Elde edilen meblağda meselenin aslı ile
çarpılır. Musannıf bu dört aslı bu tertibe göre zikretmiştir. Meselenin aslı ile çarpılana da ileride
geleceği üzere cüzü sehim denilir.
«Veya daha fazla ilh...» Yâni üç veya dört... Yukarda da geçtiği gibi bunlardan fazla olmaz.
«Ve adedleri arasında mümaselet olursa ilh...» Seyyid şöyle demiştir: «Ruuslarının adedlerinden
murad: Adedleri ve onların vefkini de kapsayandır. Zira sehim sahipleri arasında sehimleri muvafık
olan bir gurup olsa, onların sayıları önce vefkine reddolunur, sonra da o sayı ile diğer adedler
arasındaki mümaselete itibar edilir.
«Ve avli ile ilh...» Meselâ bir adam ölüp geride altı tane anne-baba-bir kız-kardeşi, üç tane anne-bir
kız-kardeşi ve üç ninesi kalsa meselenin aslı altı olur ve yediye avleder. Ana baba-bir kız-kardeşlere
üçte ikî verilir ki dörttür. Dört altıya bölünmez, ama aralarında nısıfla muvafakat vardır ki o da üçtür.
Anne-bir kız-kardeşlere de üçte bir verilir ki bu da ikidir. İki üçe bölünmez ve aralarında muvafakat
da yoktur.
Ninelere de altıda bir verilir ki o da birdir. Onda da tevafuk yoktur.
Bu durumda birbirine mümâsil olan üç aded bir oraya gelmiştir. Bunlardan biri farzla çarpıldığında
yirmi bir eder ve bundan taksimat sahih olur. Zeylaî.
«Eğer sehimler üç veya dört guruba göre kesirli olursa ilh...» Bu söz daha önce söylediğimiz
«evvelâ her fırkaya sehimleri ile birlikte bakılır sonra da sabit olan sayılara bakılır» sözüne işaret
etmektedir. Onun zikrettiğinde iki veya daha fazla fırka arasında fark yoktur. Fark ancak fırkalar üç
olduğu zamandır ki onların suretleri fazlalaşır. İspat edilen adedler birkaç tane olduğundan çarpma
tekrar edilir. Zira, evvelâ üç gurup ite sehimleri arasına bakılır. Bunlardan her fırka sehimlerine ya
mübayın veya muvafık olur. Yahutta iki fırka ile sehimleri arasında muvafakat, diğer fırka ile
sehimlerinde ise mübayenet olur. Veya iki fırka ile sehimleri arasında mübayenet olur. Diğer fırka
ile sehimleri arasında da muvafakat olur. İşte bunlar dört haldir. Sonrada bunların her bir halinde,
dört asıl ile ispat edilen adedler arasına bakılır; ki elli iki surete ulaşır. Bu suretlerin açıklaması
Tertip şerhi ve diğer uzun kitaplardır.
«Müşareket arar ilh...» «Münasebet arar» dese idi daha iyi olurdu.
«Sonra da iki gurupta yaptığın gibi yaparsın.» «Yapacağın gibi» deseydi daha iyiidi. Zira iki gurup
arasındaki hallerden sadece mümaselet geçmişti. Müdâhalede, muvâfakat ve mübayenetin halleri
ileride gelecektir. Anla!
«Buma, şu sözü ile işaret etmiştir. » Musannıf bu sözü ile cüzü sehimin çarpılmasına ve daha önce
geçen; «eğer sehimler üç fırkaya göre kesirli olursa ilh...» sözüne îşaret etmiştir. Düşün!
«Dört zevce gibi ilh...» Meselenin aslı onikidendir; ninelere altıda bir olan iki. zevcelere dörtte bir
olan üç, amcalara da kalan yedi verilir. Bunlardan her gurubu sehimleri ile sehim sahipleri arasında
mübayenet vardır. O zaman, sehim sahiplerinin tamamını alırız ki bunlar: Dört, üç ve onikidir. Bu
sayılardan evvelki iki adedin, üçüncü adedde, -ki onikidir- tedâhül ettiğini buluruz. öyleyse onikiyi
yine oniki olan meselenin aslı ile çarparız. Bundan da taksimat sahih olur.
«Dört zevce, onbeşine ilh...» Meselenin aslı yirmidörtten olur; zevcelere sekizde bir olan üç verilir.
Bu üç, dörde denk düşmez. Aralarında muvafakat da yoktur. öyle olunca onların adedleri olan
dördü tutarız. Ninelere altıdabir olan dört verilir. Dörtle onların adedleri olan onbeş arasında da
mübâyeten vardır o zaman onu da tutarız, kızlara da üçte iki olan onaltıdır. Onaltı, onların adedleri
olan onsekiz, dokuz olan nısıf ile muvafıktır. Öyleyse onu da tutarız. Amcalara da kalan verilir ki bu
da birdir. Bir ile onların adedi olan altı arasında mübayenet vardır, o zaman onu da tutarız.
Demek oluyor ki tutulan rakamlar, dört, altı, dokuz ve onbeştir. Sonra biz bunlar arasındaki
münasebeti araştırınız. Dördün altıya nısıf ile muvafık olduğunu buluruz ve bu ikisinden birisinin
yarısını alır diğerinin tamamıyla çarparız. Sonuç oniki eder. Bu onikinin de dokuza üçte birde
muvafakatı vardır. Bu durumda biz bunlardan birinin üçte birini de diğerinin tamamıyla çarparız, iki
oda otuzaltı eder. Otuz altı ile onbeş arasında yine üçte bir ile muvafakat vardır. Bu otuzoltıyı
onbeşin sülüsü olan beş ile çarpınca yüzseksen eder ki bu da cüzü sehimdir.
«Meselâ, iki zevce ilh...» Meselenin aslı yirmidörttendir. İki zevceye sekizde bir verilir ki üçtür. Üç ile
iki zevce arasında mübayenet vardır. Buna göre onların sayısı olan ikiyi tutarız. Kızlara da üçte iki
verilir ki oda onaltıdır. On altı ile onların adedi olan on arasında nısıf ile muvafakat vardır ki bu da
beştir, bu beşi de tutarız. Ninelere de altıdabir verilir ki dörttür. Dört ile ninelerin adedi olan alt»
arasında nısıf ile muvafakat vardır, ki o da üçtür o halde bu üçü de tutarız. Amcalara da kalan bir
verilir. Birle onların adedi olan yedi arasında mübayenet vardır, dolayısıyla yediyi de tutarız. Bu
durumda tutulan sayılar iki, üç, beş ve yedidir ve bunların hepsi birbirlerine mübayindirler.
Böyle olunca ikiyi üçle çarparız, altı eder, sonra altıyı beşle çarparız otuz eder. sonra da otuzu yedi
ile çarparız ve ikiyüz on eder ki bu cüzü sehimdir. İşlemin tamamı ise Şârihin yukarda zikrettiğidir.
Bunlardan herbirinin sehimlerinin bu misallerde ve diğerlerinde bilinmesi, hususu ileride gelecektir.
M E T İ N
İki aded arasındaki temasül, tevafuk, tedahül ve tebayünü bilinmenin yolu şudur: -Bu izah, terikenin
taksiminde ihtiyaç duyulan bir başlangıçtır- Üç ve onun gibi olan iki adedin temâsülü bunlardan
birisinin diğerine denk olmasıdır. İki muhtelif adedin, buradakine göre tedahülü : Ya o adedlerden
az olanın çok olanı yok etmesiyle veya o iki adedden büyük olanın küçük olanına kesirsiz olarak
sahih bir taksim ile taksim edilebilir olmasıyladır. Meselâ altının üçe ve ikiye göre taksimi gibi...
İki sayının muvafakatı ise, küçük olanın büyük olanını yok etmemesi fakat bu iki sayıyı da üçüncü
bir sayının yok etmesidir. Meselâ, dördün yirmi ile sekizi yok etmesi böyledir. Bu durumda sekiz ile
yirmi arasında dörtte bir ile muvâfakat vardır.
İki adedin .tebâyünü. iki muhtelif adedi üçüncü bir sayının asla yok etmemesidir. Meselâ dokuz ile
on gibi..
İki muhtelif sayı arasındaki tevâfuk ve tebâyün, bir derecede ittifak edinceye kadar her iki taraftan
da küçük sayıyı büyük sayıdan defalarca çıkarmakla bilinebilir. Buna göre eğer. iki muhtelif sayı bir
de tevafuk ederlerse aralarında mübayenet vardır. Eğer ikide tevafuk ederlerse o zaman aralarında
nısıfla muvafakat olur. Üçte muvafakat ederlerse aralarında üçte bir ile muvafakat vardır. Bu ona
kadar böyledir.
Bunlara «küsûr-u muhteka» denilir.
Eğer onbirde tevafuk ederlerse o zaman onbirin bir cüzünden muvafıktırlar. Buna da «Esam»
denilir. Ve bu, böylece devam eder.
Kızlar, amcalar, nineler ve diğerleri gibi her gurubun payının, kendilerine denk gelecek surette
meselenin tashihini bulmak istersen meselenin aslından o guruba düşeni, meselenin aslını
çarptığın cüzü sehim ile çarp o zaman o gurubun nasibi çıkar.
Daha sonradan bu gurubun her bir ferdinin nasibini bilmek için her vârisin sehimi, çarpılan cüzü
sehim ile çarpılır. Bu nispeti bilmenin en acık yolu şudur: Meselenin aslında her fırkanın
sehimlerinin, yalnız o fırkanın adedi ruuslarına nispet edilmesi sonra da çarpılandan, o fırkanın
fertlerinden her birine o nisbetin mislinin verilmesidir.
i Z A H
«İki aded arasındaki temâsül... bilinmenin yoludur ilh...» Bu söz adedler arasındaki nispetleri izaha
bir giriştir. Onlar da dörttür. Bu mantıktaki külliyat arasındaki nispetler gibidir. Öyleyse her iki aded
orasında, bu nispetlerden birinin bulunması gerekir. Çünkü iki ayı ya birbirlerine eşittirler veya
değildirler. Eğer birbirlerine eşitseler o zaman bu iki sayı birbirlerine mütemâsildir. Aksi halde, eğer
o sayılardan küçük olanı, büyük olanını ya ifnâ eder veya etmez. Eğer ifnâ ederse o zaman o iki sayı
mütedahildir. Şayet o iki sayı birbirlerini ifna etmiyorlarsa o zaman ya üçüncü bir sayı onları ifnâ
eder veya etmez. Eğer ifnâ ederse o iki sayı birbirlerine mütevâfıktır. Aksi halde mütebâyindirler.
«Bu bir başlangıçtır ilh...» Terikenin hak sahiplerine. sayılarına göre kesirsiz olarak taksım
edilmesinde bu nispetlerin bilinmesine ihtiyaç vardır.
Şöyle ki: Meselenin tashihi mümkün olan en küçük sayıdan yapılır. Dolayısıyla meselelerin tashihi
için bu nisbetler öncelikle bilinmelidir. öyle olunca bu nispetlerin meselelerin tashihinden evvel
zikredilmesi daha uygun olurdu.
Bilinmelidir ki sayı, iki veya daha fazlası gibi, teklerden oluşan adedlere denilir. Bir sayının,
yanındaki iki yakın veya iki uzak sayının toplamının yarısına eşit olması onun özelliklerindendir.
Meselâ dördün yanındaki yakın sayılar, üç ile beştir. Bu ikisinin toplamı sekizdir. dört de bu ikisinin
toplamının yarısıdır. Dördün yanındaki iki uzak sayıda iki ve altı veya bir ve yedidir. Bu iki uzak
komşunun yarısıda yine dörttür.
Aynı şekilde ikide böyledir. İki kenarındaki sayılar olan bir ile üçün toplamının yarısına eşittir.
Bu izahtan anlaşılmış oluyor ki; hesapçılara göre, bire sayı denilmez.
«İki muhtelif adedin ilh...» Yâni azlık ve çoklukta farklı olan... Sayıların ihtilafı, temasülde tasavvur
olunamaz. Belki tedahül ve ondan sonra gelen. tevafuk ve tebayün gibi, nispetlerde tasavvur edilir.
Ancak musannıf ihtilafı sadece tedâhülde açıkça zikretmiş ve bununla, ondan sonra gelenlerde de
olacağına işoret etmiştir. Seyyid.
«Buradakine göre ilh...» Sirâciye´de diğer iki işlem daha ilâve edilmiştir.
Birincisi; küçük olan sayıya bir veya birkaç mislinin ilave edilmesi ve büyük olanla eşit hale
gelmesidir.
ikincisi de. küçük olan sayının büyük olan sayının cüzü olmasıdır. Bu, ibaredeki bir ihtilaftan
ibarettir.
«Büyük olan» yok eder.» Yâni küçük sayı büyük sayıdan atıldığında büyükten birşey kalmamasıdır.
Üç ile altı buna misaldir. Zira üç altıdan iki kez atıldığında altı tamamen yok olur. Aynı şekilde üç de
dokuzdan üç kere atıldığında dokuz yok olur. Ama sekiz böyle değildir. Çünkü üç. sekizden iki kere
atıldığı zaman geride iki kalır. O halde sekizin üç ile ifnâ edilmesi mümkün değildir. Ancak sekizden
iki, dört defa atıldığı takdirde sekiz yok olur. O zaman sekizle iki tedahül halindedirler. Seyyid.
«Meselâ, dördün yirmi ile sekizi yok etmesi böyledir.» Sekiz ile yirmiyi, iki de yok eder. Buna göre
sekiz ile yirmi arasında nısıf ile muvafakat vardır. Şu kadar var ki «yok eden» sayı birden fazla
olduğu takdirde vefkin cüzünün daha az olması için, büyük sayıya itibar edilir. Meselâ oniki ile
onsekiz gibi...
Bunların aralarında yarım, üçtebir ve altıda bir ile muvafakat vardır. Burada hesabın daha kolay
olması için. onların altıda birdeki muvafakatlarına itibar edilir.
«Arasında dörtte bir ile muvafakat vardır.» Zira her ikisini de yok eden sayı, aralarındaki vefkin
cüzünün mahrecidir. O iki sayıyı dört yok edince, -ki dört, dörttebirin mahrecidir- o zaman bunların
ikisi dört ile mütevâtık oldular.
«Dokuz ile on gibi...» Zira bu ikisini, aded kabul edilmeyen «bir» den başka, hiçbir sayı yok etmez.
BİR UYARI :
İbnu Kemâl tebâyünün tarifinde başka bir kayıt daha ilave etmiştir. Bu kayıt şudur: Bu sayılardan
birinin diğerini yok etmemesidir. Çünkü iki ile dört mütebâyin değil mütedâhil sayılardan oldukları
halde, üçüncü bir sayı bunları yok etmez. Zikredilen bu kayıtla, iki ile dörtten ihtiraz edilmiştir.
Çünkü iki dördü yok eder.
«... Ve tevâfuk bilinebilir...» İki sayı arasındaki temasül ve tedahülün bilinmesi açıktır. Ama, adedler
arasındaki tevafuk ve tebâyünün bilinmesinde kapalılık olduğu için musannıf bunların bilinmesine
başka bir yol zikretmiştir.
«İki taraftan da ilh...» Yâni büyük sayı da küçük oluncaya kadar küçük sayı büyüğünden çıkarılır.
Sonra da o sayı küçükten de çıkarılır. Kâsım.
«Aralarında mübayenet vardır.» Yâni aralarında tebayün hasıl olur. Meselâ beşle yedi böyledir.. Zira
beş yediden çıkarıldığında iki kalır. iki de beşten iki kere düşürüldüğünde bir kalır.
«Nısıf ile ilh...» Yâni aralarında nısıf ile tevafuk vardır. Meselâ altı ile on böyledir. Zira altı ondan
düşürüldüğünde dört kalır. Dört de altıdan düşürüldüğünde iki kalır.
«Üçte bir ile ilh...» Yâni o iki sayı birbirine sülüs ile mütevafıktırlar. Dokuz ile oniki gibi...
«Ona kadar aynı şekildedir.» Yâni, sekiz ile yirmi gibi iki sayı dörtte tevafuk ederlerse, o zaman
dörtte bir ile mütevafıktırlar. Eğer onbeş ile yirmi beş gibi beşte tevafuk ederlerse, o zaman beşte
bir ile mütevâfıktırlar. Şayet on iki ile on sekiz gibi. altıda tevafuk ederlerse, altıda bir ile
muvafıktırlar. Eğer on dört ile yirmi bir gibi yedide tevafuk ederlerse yedide bir ile muvafıktırlar.
Eğer on altı ile yirmi dört gibi sekizde tevafuk ederlerse, o zaman sekizde bir ile muvafıktırlar. Eğer
yirmi ile otuz gibi onda tevafuk ederlerse. o zaman onda bir ile muvafıktırlar.
«Bunlara küsûr-u munteka denilir.» Kesiri muntak, hakikaten cüzi yet lafzı ve gayri ite tabir
edilendir. Meselâ beşte bir böyledir. Zira bu kesire, beşte bir (humus) denildiği gibi beşin bir cüzü
de denilebilir. Kesiri esam ise ancak cüziyyet lafzı ile tabir olunandır. Meselâ onbirden bir böyledir.
Bu bire ancak birin onbirde bir cüzü denilebilir. Tek kelime ile bu kesir ifade edilemez.
«Veya onbir...» Yani, yirmi iki ile otuz üç gibi iki sayı onbirde tevafuk ederlerse o zaman bu iki sayı,
onbirden bir cüz ile mütevafıktırlar.
«Aynı şekilde...» Meselâ yirmialtı ile otuzdokuz gibi, iki sayı onüçten bir cüz ile tevafuk etseler o
zaman aralarında onüçten bir cüz ile muvâfakat vardır. Otuzdört ile ellibir gibi onyediden bir cüz ile
tevafuk etseler, o zaman onyediden bir cüz ile tevafuk etseler, o zaman onyediden bir cüz ile
mütevafıktırlar. Otuz sekiz ile elli yedi gibi. Ondokuzun bir cüzünde tevâfuk etseler, o zaman
ondokuzundan bir cüz ite mütevâfıktırlar.
BİR UYARI:
Eğer iki sayı mürekkep bir sayıda tevafuk ederlerse, ki mürekkep sayı. onbeş ile kırkbeş gibi bir
sayının diğer sayı ile çarpılmasından meydana gelendir -0 zaman istersen onlar onbeşten bir cüz ile
mütevafıktırlar dersin istersen biri diğerine izafe edilen iki kesirle, biri ona izafe eder ve aralarında
beştebirin üçtebiri ile veya üçtebirin beştebiri ile muvafakat vardır, dersin. Buna göre o cüz ile de,
izafe olunmuş küsuru muntekâ ile de tabir edilir. Mürekkep olmayan sayı ise böyle değildir. Zira o
ancak cüz ile tabir edilir.
«Bulmak istersen ilh...» Bu sözler her gurubun nasibinin ve aynı gurubun fertlerinden herbirinin
hissesinin bilinmesi yoluna giriştir.
İkincisine payın taksimi adı verilir. Yukarda verilen son meseleye göre bunun izahı şöyledir: İki
zevceye meselenin aslından üç düşerdi. Bu üç meselenin aslı ile çarpıtan cüzü sehim -ki
ikiyüzondur- ile çarpılınca altıyüzotuz eder. O zaman bu meblağ, meselenin tashihi sonunda
zevcelere verilen paydır. Kızlara da onaltı verilir. Bu onaltı mezkur olan cüzü sehim ile çarpılınca
üçbinüçyüzaltmış eder ki bu da kızlara verilir. Ninelere de meselenin aslından düşen dört, cüzü
sehim ite çarpılınca sekiz yüzkırk eder. Amcalara verilen bir cüzü sehim ile çarpılır ve onlara verilir.
«Her varisin sehimleri çarpılır ilh...» Yâni meselenin aslından her gurubu sayılarına göre taksim
edildikten sonra... Musannıfın cüzü sehimle çarpılan bilinsin diye bunu zikretmesi gerekirdi. Şöyle
ki: Meselenin aslından iki zevceye düşen üç onlara taksim edilir ve herbirine birbuçuk verilir. Bu da
çarpılan ikiyüzonla çarpıtınca üçyüzonbeş eder. Ki bu herbir zevcenin hakkıdır. Meselenin aslından
kızlara düşen onaltı, onların on olan sayılarına taksim edilince, herbirine bir sehim ve bir sehimin
beşte üçü düşer. Bu da çarpılan ile çarpılınca üçyüzotuzaltı eder. Ki bu da herbir kızın hakkıdır.
Meselenin aslından ninelere düşen dört, sayıları olan altıya taksim edilince herbirine üçte iki düşer.
Bu da cüzü sehimle çarpılınca yüzkırka varır. Herbir nineye yüzkırk düşer.
Meselenin aslından amcalara düşen bir, onların sayıları olan yediye taksım edilince herbirine bir
sehimin yedide bir düşer ki bu da madrub ile çarpılınca otuza ulaşır. Herbir amcaya otuz düşer.
«Bu nispetin bilinmesinin en açık yolu şudur» Mezkûr meselede, zevcelere verilen üçün onlara
nispeti bir bucuktur. Böyle olunca, herbirine çarpılandan. o nispetin bir buçuk misli verilir ki bu da
daha önce geçen gibidir. Anılan meselede kızların sehimleri onaltı idi. Bunun onların sayıları olan
ona nispeti bir tam üçbölü beşidir. O zaman herbirine, çarpılanın bir tam üçbölü beşi verilir k» bu
da gecen gibidir.
Meselenin aslından ninelerin sehimleri dörttür. Bu dörtde sayıları olan altıya nispet edilince, üçte
iki çıkar. Buna herbirine madrûbun üçte ikisi verilir. Ki bu da geçen çözümdeki gibidir. Amcalara bir
sehim verilir: Bu bir sehimin, sayılan olan yediye nispeti bir sehimin yedidebiridir. Buna göre
bunların herbirine çarpılanın yedidebiri verilir ki bu da geçen çözümdeki gibi olur.
Bu yolun daha açık oluşu şunun içindir: Bunda taksime ve çarpmaya ihtiyaç yoktur. Aynı zamanda
denilmiştir ki: Kim adedler arasındaki nispeti bilirse hesabı da bilir. Şu kadar var ki, bazen nispet
daha zor olur. Öyle olunca da çarpma ile işlem yapmak daha kolay olur. Orada başka yollar da
vardır.
M E T İ N
Terike, ölenin varisleri ve alacaklıların arasında hepsinin hissesi beraberce değil de. her birine
düşen belli olacak şekilde taksim edilmek istendiğinde, -çünkü alacaklıların hakkı. Haydar´ın
Siraciye şerhinde de belirtildiği gibi varisler arasındaki taksimden öncedir- eğer terike ile
meselenin tashihi arasında mümâselet varsa tamamdır. Şayet muvâfakat varsa. tashihden herbir
varise düşen sehimleri, terikenin tamamıyla çarpılır. Metnin ve şerhin nüshalarında da böyledir.
Sirâciye ve diğer bazı kitaplardaki ifadeye uygun olan ise, terikenin vefki ile çarpıtmasıdır. Terikenin
tamamıyla ancak mübayenet olduğu zaman çarpılır.
Bu işlem varislerden herbir ferdin payının bilinmesi için yapılır. Varislerden herbir gurubun
hissesinin bilinmesi için aynı işlem yapılır.
Borçların ödenmesine gelince, eğer terike kafi gelirse mesele yok. Fakat terike kâfi gelmezse ve
alacaklılar birden fazla olursa o zaman borçların toplamı. meselenin tashihi gibi farzedilir. Her
alacaklının alacağı da varisin payı gibi kabul edilir ve yukarda geçtiği şekilde işlem yapılır.
İ Z A H
«Terike taksim edilmek istendîğinde ilh...» Musannıf tashihden de gurubun payına düşeni tayin
ettikten sonra da o tashihden her varisin hissesine düşeni açıkladıktan sonra, asıl maksadı izaha
başlamıştır. Her varisin terikenin tamamından olan nasibi iki yolla tayin edilir. Bu iki yolda
meselenin tashihinden her varisin nasibinin bilinmesine bağlıdırlar.
«Herbirine düşen belli olacak şekilde ilh...» Bu söz, Sirâciye´deki gibi musannıfın da «ve
alacaklıları» şeklinde «ve» ile söylemesine. «bu sahih değildir» şeklindeki itiraza cevaptır. Çünkü
terike borçların hepsini karşılar ve varislere de birşey kalırsa o zaman alacaklılar arasında taksime
ihtiyaç kalmaz ve taksimat varisler arasında yapılır. Aksi halde varislere birşey kalmaz. Cevabın
özeti şudur: Burada «ve alacaklılar»dan murad «ve alacaklılar arasında» dır. O zaman, «arasında»
kelimesi takdir edilmiştir. Yâni «şu taifenin fertleri arasında ve şu taifenin fertleri arasında»
demektir. Buna göre taksim, her iki taife için birlikte olmayıp, taksimin halleri teaddüd ettiğinden,
taksimde müteaddit olur. Yahut ta buradaki «ve», «veya» manasındadır. O zaman mana yine bizim
dediğimiz gibi olur.
«Herbir varisin sehimleri çarpılır ilh...» Yâni, sonra. eğer sehimler terikenin tamamıyla veya -varsa-
vefkiyle çarpılmışsa, elde edilen meblağ. tashihe göre taksim edilir. Musannıf ve şarih bu izahı
terketmiş olsalar bile gereklidir.
«Sirâciye ve diğer... uygun olan ilh...» Musannıf «doğru olan» dememiştir. Çünkü mübayenette
olduğu gibi muvafakat ve müdâhelede de, çarpmanın, terikenin tamamıyla yapılması sahihtir.
Ancak bu durumda hesap uzar. O halde muvâfakat bulunan yerde çarpmanın vefk ile, mübayenet
olan yerde de tamamıyla yapılması iyi olur. Muvafakata misal şudur: Bir kadın ölse ve geride kocası
anne-bir iki erkek-kardeşi ve ana baba-bir iki kız kardeşi kalsa; pay sahiplerinden altıda bir hisseye
sahip bulunduğundan, meselenin aslı altıdandır, ve dokuza avleder. Ölen kadın altmış dinar terike
bırakmış olsa bununla meselenin tashihi olan dokuz arasında üçtebir ile muvafakat vardır. O zaman
kocaya dokuzdan üç düşer ki bu üç terikenin vefki olan yirmi ile çarpılınca altmış eder. Bu da
tashihin vefki olan üçe taksim edilince yirmi çıkar ve bu yirmi terikeden kocaya verilir. iki erkek
kardeşten birine bir sehim düşer ki bu da terikenin vefki olan yirmi ile çarpılınca yirmi eder. Bu
yirmi üçe taksim edilince altı tam iki bölü üç eder. Bu da her bir erkek kardeşe verilir.
Anne-baba-bir iki kız-kardeşten birine de iki düşer. Bu iki de terikenin vefki olan yirmi ile çarpılınca
kırk eder. Bu kırk üçe taksim edilince onüç tam bölü üç çıkar. Bu da her bir kız kardeşe verilir.
Mübâyenete misal de şudur: Bir kadın ölüp geride kocası, annesi ve ana-baba-bir kız-kardeşi kalsa
: Bu meselenin aslı da altıdandır, ve sekize avleder. ölen kadının yirmibeş dinar terike bıraktığı
farzedilse: Aralarında mübâyenet vardır; kocaya sekizden üç düşer ve bu, terikenin tamamı olan
yirmibeşle çarpılınca yetmişbeş eder. Bu yetmişbeş sekize taksim edilince. dokuz tam üç bölü
sekiz eder ki bu kocaya verilir. Anababa bir kız-kardeşe de bu kadar verilir. Anneye ise sekizden iki
düşer ki yirmibeşle çarpılınca elli eder. Bu elli sekize taksim edilincede altı tam bir bölü dört eder.
Bu da anneye verilir.
Eğer birinci misalde tashihden her varisin sehimleri terikenin tamamı ile çarpılırsa sonra da elde
edilen meblağ burada yapıldığı gibi tashihin tamamına göre taksim edilse sahih olur. Fakat
dediğimiz gibi hesap uzar. Eğer ikinci misalde terike yirmidört olursa terike ile tashih arasında
müdahale olurdu. Çünkü sekiz yirmidördün içinde vardır. Bu durumda da mübâyenette olduğu gibi
işlem yapmak caizdir. Şu kadar var ki en kısa yol muvafakat işlemidir. Zira her ikisi de ortak kesir
olan sekizdebir de müşterektirler. Sekizde bir de onların mahreçlerinin en küçüğüdür ki bu da
sekizdir. O zaman bunların her ikisi de, tevafak hükmündedirler.
«Varislerden herbir gurubun hissesinin bilinmesi için de aynı işlem yapılır.» Yâni birinci misalde.
her iki erkek-kardeşin payları ile her iki kız-kardeşin paylan bu paylardan birisinin çarpıldığı meblağ
ile çarpılır. Ve elde edilen meblağ da tashihin vefkına göre taksim edilir. O zaman çıkan her
gurubun payıdır. Musannıfın zikrettiği çarpma yoluyla olan taksim, vecihlerin en meşhurudur. Bu
beş vechin terikedeki kesirin izâhı uzun şekilde kitaplarda vardır.
«Borçların ödenmesine gelince ilh...» Yâni onların taksim edilme yolu... Buna hisseleşme denilir.
«Mesele yok.» Yâni terikenin borçları karşılaması ile maksat hâsıl olur, ve bu da güzeldir.
«Ve alacaklılar birden fazla olursa...» Eğer alacaklılar bir kişi olursa o zaman taksim olmaz.
«Borçların toplamı, meselenin tashihi gibi farzedilir.» Techizden sonra borçların tamamı ile geriye
kalan terikeye bakılır. Eğer oralarında muvafakat olursa, meselâ adam on iki dinar terike bıraksa ve
onsekiz dinar da borçlu olsa; bu onsekiz dinardan dört dinar Zeyd´e, iki dinar Amr´e ve oniki dinar
da Bekir´e olsa, o zaman borç ile terike arasında altıda bir ile muvafakat vardır. Bunlardan
herbirinin borcu terikenin vefki filan İki ile çarpılır. Sonra da elde edilen meblağ borçların
tamamının vefki olan üçe taksim edilir; Zeyd´e iki tam iki bölü üç, Amr´e bir tam bir bölü üç, Bekir´e
de sekiz verilir.
Eğer borçların tamamı ile terike arasında mübâyenet olursa meselâ meselemizdeki terikeyi onbir
dinar farzetsek, o zaman alacaklılardan herbirinin alacağı terikenin tamamı ile çarpılır ve elde edilen
meblağ borçların tamamına göre taksim edilir. Bu durumda Zeyd´e iki tam dört bölü dokuz. Amr´e
bir tam iki bölü dokuz. Bekir´e de yedi verilir.
Eğer birinci surete göre yirmi dört dinar borçlu olsa idi, yirmi dört ile terikesi arasında müdahale
vardır. Müdâhale suretinde de muvafakat gibi işlem yapılır. Bildiğin gibi, müdahale ve muvafakat
suretlerinde mübâyenet gibi işlem yapmak sahihtir.
M E T İ N
Musannıf bundan sonra tehârüç meselesine başlayarak şöyle demiştir. Vârislerden veya
alacaklılardan biri terikeden, malum olan bir meblağ alıp çıkmak üzere anlaşma yapsa onun payı
meselenin tashihinden çıkartılır ve sanki hissesini tam almış gibi kabul edilir. Sonra da meselenin
tashihinden veya borçlardan kalan kısım varislerin veya alacaklıların sehimlerine göre taksim edilir.
Meselâ, bir kadın ölüp geride kocası annesi ve amcası kalsa ve kocası zimmetinde olan mehir
karşılığında anlaşarak varisler arasından çıksa, onun payı -ki o üçtür- tashihden atılır. Çünkü
mesele altıdan oluyordu. Buna göre mehir hâricinde terikeden kalan kısım anne ile amca arasında
tehârüçten evvelki tashihden, sehimleri olan üç sehim hesabıyla taksim edilir. Buna göre anneye iki
hisse, amcaya da bir hisse verilir. Kocanın hiç yok gibi kabul edilmesi caiz değildir. Zira öyle kabul
edilse, annenin hissesi, malın aslının üçte birinden kalan kısmın üçte birine inkılap eder. Zira o
zaman anne bir amca da iki hisse alır, ki bu da icmâa aykırıdır. Bunu Seyyid ve diğerleri söylemiştir.
Ben derim ki: Doğru olan ancak bu taksimdir, bu meselenin taksiminde, bendeki nüshalara göre,
Muhtar ve Mecmau´I-Bahreyn sahipleri ve başkaları hata etmişlerdir. Zira onlar kalanı taksim ederek
anneye bir sehim amcaya ise iki sehim vermişlerdir. Halbuki bunun icmâa aykırı olduğunu
biliyorsun.
Allâme Kutbuddin Muhammed b. Sultan, Kenz´in şerhinde: «O sanki hiç yokmuş gibi kabul edilir»
sözünde düşünülmesi gereken bir husus vardır» demiş sonra da yukarda anlatılanın benzerini
zikretmiştir. Düşün.
İ Z A H
«Sonra, tehârüc meselesine başlamıştır.» Tehârüc, istılahta; varislerin bir varisi. ister ayn olsun
ister deyn olsun, terikeden bir şey vererek mirastan çıkarmak üzere anlaşma yapmalarıdır.
Sekbu´l-Enhûr´da şöyle denilmiştir: Tehârücün aslı rivâyet edilen şu hadisedir: Abdurrahman b. Af
(r.a.)dört karısından birini ölüm hastalığında iken boşamış ve o kadının iddeti bitmeden
Abdurrahman b. Avf ölmüştür. Osman (r.a.) o kadını sekizde birin dörtte biriyle (normal karısı imiş
gibi) vâris kılmıştır. Bunun üzerine Abdurrahman´ın varisleri de o kadınla, hissesi karşılığında
seksenüçbin dirhem vermek üzere sulh yapıp onu mirastan çıkarmışlardır.
Diğer bir rivâyete göre ise, bu meblağ dinar olarak verilmiştir. Başka bir rivâyette de seksenbin
dirhem verilmiştir.
Bu hadise hiçkimse tarafından inkâr edilmeden, sahabe huzurunda vukû bulmuştur.
Ben derim ki: Tehârücün hüküm ve şartları vardır. Bunlar: «Kitabu´s Sulh´un sonundaki şu bahis de
geçmiştir: «Eğer varisler içlerinden birini verasetten çıkarsalar ve ona kendi mallarından verseler,
çıkardıkları kişinin hissesi geri kalan varisler arasında eşit olarak taksim edilir.» Şayet çıkartılan
kişiye verdikleri meblağ, kendilerinin miras olacakları terikeden verilmişse o zaman, geri kalan
onların mirastan alacakları paylarına göre taksim edilir.
Şarih Kitabu´s-Sulh´un sonunda şöyle demişti: «Hassâf, Terikeden geri kalanın. herkesin mirastan
alacağı paya göre taksim edilmesini sulhun inkardan dolayı yapılması ile haliyle kayıtlamıştır. Eğer
sulh ikrardan dolayı yapılmışsa o zaman eşit olarak taksim edilir.» Bunu düşün!
«Veya alacaklılar ilh...» Bunlar Sirâciye´de zikredilmemiştir. Mültekâ, Mecmâ ve diğer kitaplarda
zikredilmiştir. Alacaklıların hükmü, terikenin taksiminde ve tehârücde, varislerin hükmü gibidir.
Kitabu´s-Sulhun sonunda geçtiği üzere mûsa leh de onlar gibidir.
«Onun payı meselenin tashihinden çıkartılır.» Yâni mesele varisler arasında sulh yapılan kişide
varmış kabul edilerek tashih edilir. Sonra da onun sehimleri tashihden çıkarılır. Seyyid.i
«Koca gibi ilh...» Bu meselenin aslı altıdan yapılır. Kocaya yarı olan üç sehim verilir. Anneye üçtebir
verilir ki bu iki sehimdir. Amcaya da kalan verilir ki bu da bir sehimdir.
«Buna göre anneye iki... verilir.» Eğer terikeden birşey karşılığında sulh ederek varisler arasından
çıkanın amca olduğu farzedilse, mesele yine altıdan olur. Amcanın payı altıdan çıkınca beş kalır;
üçü kocaya ikisi de anneye verilir. Buna göre kalan koca ile anne arasında beş tane beştebire
ayrılır. Bu beşten üçü kocaya ikisi de anneye verilir.
Eğer, terikeden bir mikdar karşılığında, anne sulh yapsa ve varisler arasından çıksa mesele yine
altıdan olur. Altıdan anneye düşecek olan iki sehim atılınca dört kalır. Bu dört dört tane dörtte bire
ayrılır. Üçü kocaya biri de amcaya verilir. Seyyid.
«Annenin farzı inkılâp eder.» Yâni, bu suret gibi bazı suretlerde.. Amca yerine baba olsa böyle
değildir. Zira baba olunca kocanın, tashihe dahil edilmesine itibar etmeye gerek yoktur. Çünkü her
hâlükârda anneye bir sehim babaya da iki sehim düşer.
«... Düşünülmesi gereken bir husus vardır.» Bunun aslı Zeylai´nindir. Zeylai bunu şu sözüyle ifade
etmiştir: «Zira o adam hissesinin bedelini almıştır o halde nasıl olurda hiç yokmuş gibi kabul edilir?
Aksine diğer varisler hisselerini tam almadıkları halde sanki o adam hissesini tam almış gibi kabul
edilir. Görülmüyor mu ki bir kadın ölse ve geride öz, anne bir ve baba bir uç tane kızkardeş ve
kocasını bıraksa ve anababa bir (öz) kızkardeşi sulh ederek varisler arasından çıksa, geri kalan
aralarında beş tane beşte bir yapılır, üçü kocasına, biri baba bir kızkardeşine, biri de annebir
kızkardeşine verilir. Bu taksimatda. onlara sekizden düşene göre, yapılır. Çünkü meselenin aslı
altıdan olup sekize avletmişti. Buna göre ana-bababir kız kardeş nasibi olan üçü alınca geriye beş
kalır. Eğer o kızkardeş hiç yok gibi kabul edilirse, o zaman mesele altıdan olur ve bir sehim de
asabeye kalır.»
Bunu şu şekilde ifade etseydi daha doğru olurdu : Mesele altıdan alınır ve bir sehim ile yediye
avledilir. Nitekim Zeylaî´nin bazı nüshalarında da böyle denilmiştir.
Ancak önceki ifade Zeylai´nin bizzat kendi yazısı ile o şekilde bulunmuştur. Demekki o kalem
hatasıdır. Zira bu bahiste asabe yoktur.
«Sonra yukarda anlatılanın benzerini zikretmiştir.» Yâni yukarda geçen, «onun sehimleri tashihten
atılır» sözü.
neslinur
Mon 25 January 2010, 06:37 pm GMT +0200
M E T İ N
Bu kitabın müellifi Emeviyye Câmlinin İmamı sonra da Dımeşk müftüsü olan, Şeyh Ali el-Hısnî,
el-Hanefî el-Abbasî´nin oğlu abd-i fakir, âciz, hakir Muhammet Alaâddin, demiştir ki: Ben,
Dürrü´l-Muhtar´ın telifini hicri binyetmişbir senesinin Muharrem ayının sonunda bilirdim. Onu
seçme özetleme ve yazmada titizlik gösterdim. Musannıfın metinin birçok yerinde yaptığı değişiklik
ve tashihte, ona uydum. Oralarda ve başka sehv yerlerinde de uyarılarda bulundum.
Kısaca, bu zorluktan sâlim kalmak, beşer için nâdir olan bir şeydir. Allah, ayıpları örten kimselerin
ayıplarını örtsün. bağışlayanları bağışlasın.
Eğer bir hata bulursan o deliği kapa. Hiç ayıbı olmayan, büyük ve yüce olan (Allah)´dır. Nasıl hata
olmaz ki, ben o şerhi müsveddelerimden temize çekerken
kalbimde,memleketimden,çocuklarımdan, kardeşlerimden ve torunlarımdan uzakta olmaktan dolayı
ciğerlerimi parçalayarak hasret ateşi yanıyordu.
Allah Taftazanî´ye rahmet etsin, zira o, kitabının başlangıcında özür dileyerek nazmen şöyle
demiştir:
Bu kitabı yazarken, birgün Hazvâ birgün Akik birgün Uzeyb ve bir günde Huleysâ´da idim...
Ancak, Allah´a zâhiren, bâtınen, evvelen ve âhiren hamd ederim ki bana lutfettide bu kitabın temize
çekilmesine kıymet ve risâlet sahibi olan Hz. Peygamber (s.a.v.) huzurunda başladım ve bu metni
şerifin sahibinin kabri yanında bitirdim. Umulur ki bu, onlardan kabul alâmeti ve benim için bir
şereftir. Dürrü´l-Muhtar´ın Müellifi şöyle demiştir:
«Rabbim, eğer sen onu kabul ettiysen benim için büyük şereftlr. İnsanların tümü hasedden dolayı
onu reddetseler bile... Ya Rabbi, metin sahibi ve üstatlarımla birlikte benden kabul et!.. Ve bizi
Mustafa Ahmed ile birlikte haşret!
Bize her zaman iyilik yapan kardeşlerimizi ve bize daima rüşdümüz için dua eden ebeveynlerimizi
de...
Allah bize kâfidir, o ne güzel vekildir. Bütün gücümüz ve kuvvetimiz de ancak yüce ve büyük olan
Allah´ladır. Allah (c.c.) efendimiz Muhammet (s.a.v.)´e âline ve ashabına salat ve selâm etsin!...
İ Z A H
«Dürrü´l-Muhtar´ın müellifi demiştir ki: «Müellif» kelimesi telif kökünden gelir. Telif iki veya daha
fazla arasında ülfet sağlamaktır. Örfen : Hangi ilimden olursa olsun, birçok meselelerin içinde
toplandığı kitaba denilir ki bu müellef anlamınadır. Meseleleri toplayıp bir araya getirene de müellif
denilir.
«El-Hısnî» Hısn-i Kayfa denilen yere nispettir. Üstadın nispeti ise. «Haskefî» lafzı ile meşhur
olmuştur.
«El-Abbasî» Burada zâhir olan, Peygamber Efendimizin amcası Abbas´a nispettir. Onun soyundan
olanlara, Abbasi denilir.
«İmamı» Yâni Emeviye Camii´nin halefi imamı ve Dımeşk şehrinin müftüsü...
Aynı zamanda bu camiin kubbesi altında hadis müderrisi ve Selimiye tekkesinin de müderrisi...
«Hicrî» Peygamber Efendimiz´in Mekke´den Medine´ye hicretidir ki müslümanların tarihi buna nispet
edilir. Zira müslümanların tarihi hicretle başlar. Hicreti tarih baçlangıcı olarak alan Hz. Ömer
(r.a.)´dır. Arapların tarihi, evvelce İsmail (a.s.)´in çocuklarının dağılışı ve Mekke´den çıkışları ile
başlardı. Sonra Fil Senesi´ni başlangıç olarak aldılar Nitekim Zahiriyede Mehâdır bahsinden hemen
önce geniş bir şekilde anlatılmıştır.
«Özetlemekte» Açıklamasında şerh edilmesinde ve özetlenmesinde... Kâmus.
«Yazmada ve seçmede ilh...» Yânı bu kitabın yazılışında, düzeltilmesinde ve hatalarının
çıkartılmasında...Kâmus.
«Ve başka sehv yerlerinde ilh...» Yâni musannıfın ihmal ederek değiştirmediği yerlerde...
«Kısaca ilh...» Yâni özet olarak şunu söylemek istiyorum : Musannıf veya diğer âlimler sehv edipde
oralarda uyarıda bulunsam bile ben de sehv etmiş olabilirim çünkü sehvden sâlim kalmak zor bir
şeydir. Sehv etmemek beşere göre mümkün değildir. Zira sehv etmek ve unutmak insanın fıtratı
gereğidir. ilk unutan da ilk insandır. Şârihin bu ifadesinde tevazu, kendisi ve musannıf için özür
dileme vardır.
«Allah ayıpları örten kimselerin ayıplarını örtsün.» Yâni, eğer bu kitapta hata ve unutma varsa
onların gizlenmesi istenir. Ancak. açıklanacak yer ise açıklanması gerekir.
«Eğer bir hata bulursan ilh...» Bu beyit önceki sözün manasındadır.
«O deliği kapa» Delik: İki şey arasındaki boşluk ve histeki zayıflıktır. Buradaki delikten maksat
ayıptır. Sehivden dolayı olan ayıba halel (delik) denilir. Kapatmaktan murad da örtmek ve mümkün
ise tevil etmektir.
«Büyük ilh...» «Yüce» kelimesini ona atfetmek onu tefsir etmektir. Şârihin bu sözü, siyakın delâlet
ettiği mahzuf bir kelama bağlıdır. Yâni «o ayıbı kapat, onunla ayıplama ve onu rezil etme!» Zira
mâsum olanlar haricindeki tüm insanlar tamamında ayıp vardır. Ayıplardan tamamen münezzeh
olan ancak Yüce olan Hak Teâlâdır. T.
«Nasıl hata olmaz?» Yâni, hal böyle iken, bende nasıl sehv bulunmaz. Bu da müellifin eserinde de
hata bulunduğuna dair ikinci defa özür dilemesidir.
«Onu temize çekerken ilh...» Yâni müsveddeden temize naklederken... Müelliflerin ıstılahında
müsvedde. telife başlanan yapraklardır. Bunlara müsvedde denilmesi çok silme ve yeniden
yazmadan dolayı içersinde çok siyahlık bulunmasındandır. Müellifin müsveddede inşa ve ispat
ettiği şeyleri naklettiği kağıtlara ise «Mübyedda» denilir.
«Ciğerlerimi parçalayarak.» Yâni ciğerimi kesecek ve yaracak... Burada «ciğerler» den murad tek
bir ciğerdir. O da müellifin ciğeridir. Çünkü onun kalbinde başkasının ciğeri parçalanmaz. Burada
çoğul olarak «ciğerler» demesi «secî» içindir. Yada, «benim kalbimde olan acı, ciğerleri
parçalayacak cinstendir. Veya benim kalbimde olan hasret ateşi birkaç ciğerim olsa idi onları da
parçalardı, benim kalbimdeki acıların herbiri kendi başına ciğer parçalar» şekillerinde de
anlaşılabilir. Bu durumda sanki birkaç ciğeri olmuş gibi olur.
«Allah rahmet etsin.» Bu, kendinden önceki sözün bir tefridir, şöyleki Müellif ayrılık elemini tadınca
ve özleyen kişinin kalbinin dağılması ve yürek yakıcı şeylerin peşpeşe gelmesi meşakkati ile de
karşılaşınca, Taftâzâni´nin de bu sözlerinin benzeri kendisinden evvel özür dilemesinin, makbul bir
mazeret olduğunu bilmektedir. Bu sebepten de nefsi onun o imama dava etmeye tahrik etmiştir.
Zira şair demiştir ki:
«Vevdi ancak onunla karşılaşan bilir, aşkı da ancak onu çeken bilir.»
«Taftâzânî» ismi Mesud´dur. Lakabı ise Sa´du´I-milleti ve´d-din´dir. Bu zat. Taftâzân´a nispet edilir.
Taftâzân ise Horasan bölgesinde bir şehrin ismidir. Bu zat hicri 722 yılında orada doğmuş ve 792
yılında da Semerkand´da vefat etmiş ve Serahs´e nakledilerek buraya defnedilmiştir.
«Zira o, özür dileyerek ilh...» Yâni Maanî ilmine dair olan Telhis ismindeki kitabın şerhi
Muhtasaru´l-Maanî´nin başındaki hutbesinde...
Bu beyitten evvel: «Aynı şekilde belâların soğukluğu sebebiyle zekamın donmasına, musîbetlerin
fırtınası ile anlayışımın sönmesine şehirlerin ve kıtaların beni oradan oraya atmasına vatanların ve
emellerin benden nefret edipte tozla karışmış yerlerde dolaşmaya başlamama ve bu kitabın herbir
satırını çölün bir ucunda yazmama rağmen...» demiştir.
«Birgün Hazvâ´da.» Bunların hepsi yer ismidir. Ve burada günden maksat, mutlak vakittir.
«Ancak hamd Allah içindir ilh...» Yani memleketimden uzaklaşmakla beraber yine benim istediğim
olmuştur. Zira benim için, kabul alâmeti sayılacak çok faydalı şeylerin bulunuşu emelime
kavuşmamın delilidir.
«Evvelen ve âhiren ilh...» Yâni herşeyin başında ve sonunda...
«Zahiren ve batınen ilh...» Yâni dışta lisanla içte de kalbimle sena ederim.
«Lutfetti..» Yâni Allah Teâlâ bana ihsân etti.
«Bu metni şerifin sahibinin kabri karşısında.» Onun kabri kendi memleketi olan Gazze´dedir.
«Umulur ki...» Yâni bu başlangıç ve bitiş...
«Onlardan kabul alameti ilh...» Yâni Allah Teâlâ risâlet sahibi (s.a.v.) ve bu metnin sahibinin
kabulünün alametidir. Kabul: Bir şeye razı olmak ve o şeyi yapan kimseye itiraz etmemektir.
Bazıları da «kabul; salih amele karşılık sevap vermektir» demişlerdir.
«Benîm îçin bîr şereftir.» Şeref; dinde veya dünyada yücelmektir. Kâmus.
«Herne kadar insanların hepsi ilh...» Yâni müellifin asrındaki insanlar... veya onlar ve onlardan
sonra gelenler...
«Hasedden dolayı reddetseler bite.» Yâni onların hasedinden, bu kitabı red doğsa bile, Allah Teâlâ
yine kabul etmiştir.
«Benden kabul et!.» Yâni bana sevap ver! Bu, dua manasınadır.
«Üstazlarımla.» Üstad bir şeyde mahir olan kişiye denilir. Burada üstazlardan maksat müellifin
hocalarıdır.
«Bizi toplu olarak haşret!» Yâni bizi Peygamber (s.a.v.) ile birlikte topluca haşret.
«Daima ilh...» Yâni daima kabul et veya bizi daima Resulullah (s.a.v.) ile haşret!
«Rüşdümüz için.» Yânı bizim hak üzere doğru olmamız için dua eden Ana-babamızı da...
Allah Teâlâ´dan bizi doğru yola iletmesini isteriz. Bizi daima hak üzere devam ettirsin, ve
Resûlullah´ın civarında vech-i kerimine bakmayı nasıp etsin! Âmin.