rray
neslinur
Wed 27 January 2010, 12:36 pm GMT +0200
Reddü´l Muhtar / Diyetler
DİYETLER BAHSİ
BAŞI VE YÜZÜ YARALAMA FASLI
CENİN FASLI
YOLDA VE ÂMMEYE AİT DİĞER YERLERDE BİRŞEYLER İHDÂS ETMEK.
YIKILMAYA YÜZ TUTAN DUVAR FASLI
HAYVANIN CİNAYETİ VE HAYVANA KARŞI İŞLENEN CİNAYET.
KÖLENİN CİNAYETİ VE KÖLEYE KARŞI İŞLENEN CİNAYET.
MUTLAK KÖLENİN VE DİĞERLERİNİN GASPI FASLI
DİYETLER BAHSİ
M E T İ N
Diyet; ıstılahta: cana bedel olan malın adıdır. Mef´ûlün masdarla isimlendirilmesi değildir. Çünkü bu
ıstılah halini alan kelimelerdendir.
Erş de: Organlara karşı işlenen cinayetlerden dolayı îcab eden bedelin adıdır.
Amde benzeyen öldürmedeki diyet yüz devedir. Bunun dörtte biri iki yaşına, dörtte biri üç yaşına,
dörtte biri dört yaşına, dörtte biri de beş yaşına girmiş olan dişi develerden verilir. Amde benzeyen
öldürmede, başkası değil sadece diyeti muğallaza verilîr .
Diyet-i muğallaza sadece deve ile ödenebilir, (Mütercim)
Hatâen öldürme halindeki diyette yüz deve -beşte birer oranla yukarıdakilere ilâveten iki yaşına
giren erkek deve de vardır- veya bin dinar altın yahut ta on bin dirhem gümüştür. İmâm Şâfiî´ye göre
gümüşten olduğu takdirde) on iki bin dirhem ödenir.
Ebû Yûsuf ve Muhammed ise yukarıdakilerin yanı sıra ikî yüz sığır, yahut iki bin koyun ya da iki yüz
elbise verilebileceğini söylerler. Her bir elbise de bir izar ve bir ridâ (belden aşağı ve belden
yukarıyı örten ikî ayrı kumaştan ibârettir. Tercih edilen görüş budur.
İ Z A H
Müellif kısası diyetten önce işledi. Çünkü cinâyette asıl cezâ odur. Ayrıca, hayat ve canları
korumada kısas daha etkilidir. Diyet ise kısasın halefi gibidir. Bu yüzden diyet hatâ ve benzeri bazı
ârızî hallerde gerekli olur. Mi´râc.
«Diyet ıstılahta ilh...» Lügatta: «Kâtil, maktûlün velisine cana karşılık mal verdi» manâsına denildiği
zaman «mal verdi» sözcüğünün karşılığı olan kelimenin masdarıdır.
«Cana bedel olan ilh...» İtkâni bu cümleye «ve organa bedel..» ibâresini ilâve etmiştir.
«Mef´ulün masdarla isimlendirilmesi değil ilh...» Zeylâî ve diğer bâzı âlimleri reddederek İbn Kemâl
de şöyle demiştir.
Meselenin özü şudur: Bu, lügatta mecaz, ıstılâhta ise hakikattir. mıitekim, bir kelimenin ifâde ettiği
manada kullanılmasına da nahivciler böyle derler. Maksat ıstılahtaki hakikî manâyı ifade etmektir.
Hakikatlerde de asıl aranmaz. Onun, mef´ûlün masdar manâsıyla isimlendirilmesi olduğu şeklindeki
görüş, mecâzî olan lûgat manâsının beyânıdır.
«Erş: Organlara karşı işlenen cinâyetlerden dolayı îcâbeden bedelin adıdır.» Bu tabir bâzen can
bedeli ve bilirkişinin takdir edeceği ceza,karşılığında da kullanılır. Kuhistâni.
«Amde benzeyen öldürmede başkası değil, sadece diyeti muğallaza ilh...» Metinlerin bu konudaki
ibâreleri farklı manalar ifade etmektedir. Hidâye, İhtîyâr, Kenz ve Mültekâ´nın ibârelerinin zahirine
göre; amde benzeyen öldürmedeki diyet, ancak deveden olabilir. Musannıfın buradaki ibâresinin,
zâhiri de bunu ifâde etmektedir. Buna göre; kâtilin seçme hakkı olmadığı için, diyetteki tağlîz
ağırlaştırma açıktır.
Vikâye, Islâh, Ğurer ve diğer bâzı eserlerdeki ifadelerden ise amde benzeyen öldürmedeki diyetin
deveden başka mallarla da ödenebileceği anlaşılmaktadır.
Kudûrî metninde ise bu; şu ifâdelerle açıkça belirtilmektedir: «Tağlîz (diyeti ağırlaştırma) ancak
deve ile sabit olur. Şayet hakim deveden başka bir şeyle hükmederse bu, diyeti muğalaza olmaz.»
Bu ifâdeye göre diyetteki tağlîzin manâsı şudur: Eğer diyet deveden verilirse yukarı da
sayılanlardan dörtte birer oranda verilir. Hatâ ile öldürmede ise böyle değildir. O takdirde beşte
birer oranla ödenir.
Mecma´ da : «Amde benzeyen öldürmedeki diyet, devede ağırlaştırılır» denilmektedir.
Mecma´ Şârihi: «şayet deveden başka bir diyete hükmedilirse bu muğallaza olmaz» demiştir.
Dürerü´l-Bihâr´da, bunun şerhi olan Ğurerul´-Efkâr´da da böyledir. Ğâyetul´l-Beyân´ın Cinâyetler
Bahsinde şöyle denilmektedir: «Amde benzeyen öldürmede şayet diyetin deveden ödenmesine
hükmedilmişse, devede ağırlaştırılır. Âma deveden başka birşeyi hükmedilmişse diyet
ağırlaştırılmaz.»
Cevhere´de de: «(Eğer diyetin gümüşle ödenmesine hükmedilmişse on bin dirhemden, altınla
hükmedilmişse bin dinardan fazla verilmez.» denilir,
Dureru´l-Bihâr´da ise şu ifâdeler yer almaktadır: «Amde benzeyen ve hatâen olan öldürmedeki
diyetin bir dinar olduğundan İmâmlar müttefiktirler.»
Bu ibâreler, amde benzeyen öldürmedeki diyetin deveye mahsus olmadığını açıkça belirtmektedir.
Tahtâvî şöyle der: «Zeylaî konunun baş tarafında, amde benzeyen öldürmede diyetin ancak
deveden muğallaza (ağırlaştırılmış) suretiyle âkıle tarafından her sene yüz devenin üçte biri olmak
üzere üç senede ödeneceğini söylemiştir. Şurunbulâliyye´de de: Şayet gerekli olan diyet deveye
mahsus olmasaydı, tağliz için bir faide olmazdı. Çünkü katil daha hafif olanı seçer ve tağlizin
hikmeti ortadan kalkar sözleri ile bu görüşü tercih etmiştir.»
Ben derim ki: Tahtâvî´nin Zeylaî´den naklettiklerini ben kendi nüshamda göremedim. Ona baş
vurulsun. Bu ifâdelerin varlığı Farzedilirse; konu ile ilgili iki rivâyetin olduğu açıktır. Allah Teâla en
iyisini bilir.
«Beşte bîrer oranla yukarıdakilere ilâveten iki yaşına giren erkek deve ilh...» Yani geçen dört nevî
ile, iki yaşına giren deveden, her birinden yirmî tane olmak üzere yüz deve alınır.
«Ebû Yûsuf ve Muhammed yukarıdakilerin yanı sıra ilh...» Yani geçen üç çeşidin yanısıra -ki onlar
deve, altın, gümüş, sığır v.s. dir- Ebû Yûsuf ve Muhammed´e göre bu diyet altı çeşit, İmâm Ebû
Hanîfe´ye göre de üç çeşit maldan alınır.
Dürrül´l-Muntekâ´da şöyle denilmektedir: «Sığır sahiplerinden sığır; elbise ile uğraşanlardan elbîse,
koyunculuk yapanlardan koyun alınır. Her sığır ve elbîsenin kıymeti elli, her koyunun değeri de beş
dirhemdir. Burhân´dan naklen Şurunbulâllyye´de böyle denilmektedir. Burhan´da; koyunların iki
yaşında olması gerektiği eklenmiştir. «Kurban edilebileceklerden olmalıdır» da denilmiştir. İmâm
Ebû Hanîfe´den de Ebû Yûsuf iIe Muhammed´in dedikleri rivâyet edilmiştir.
İhtilâfın semeresi şu gibi durumlarda kendisîni gösterir: Şayet maktûlün velîsi kâtil ile iki yüz
sığırdan daha fazlasına sulh yapsa; Ebû Yûsuf ile Muhammed´e göre câiz olmaz; İmâm A´zam´a
göre câiz olur. Câiz oluş gerekçesi: Sulhun diyet cinsinden olmayan bîr şey üzerine yapılmış
olmasıdır. Nitekim daha önce geçti.
Sahîh olan İmâm Ebû Hanîfe´nin görüşüdür. Nitekim Muzmerût´ta da böyle denilmektedir. Muzmerât
sahibi, her çeşidin aslı olduğunu ifâde etmiştir. Âlimlerîmiz bu görüşle amel etmişlerdir. Ödenecek
diyetin cinsini tayin, rızâ veya hâkimin hükmüyledir. Hâkîmlerin ameli bu şekildedir. Kuhistânî´nin
zikrettiğine göre tâyin hakkının kâtile ait olduğu da söylenmiştir. Meselenin tamamı Minah´tadır.
M E T İ N
Amde benzeyen ve hatâen öldürmenin keffâreti mü´min bir köleyi âzâd etmektir. Eğer kâtilin buna
gücü yetmezse peşi peşine iki ay oruç tutar. Bunlarda fakir doyurma yoktur. Çünkü onunla ilgili
nass yoktur. Mikdarlar nakille bilinir.
Ana babasından birisi müslüman olan süt emen çocuğu azat etmek caizdir. Çünkü o, müslüman
olan ebeveynine tebean müslüman hükmündedir. Cenîn ise caiz olmaz.
Can ve organ diyetinde, kadının diyeti erkeğin diyetinin yarısıdır. Bu, Hz. Ali´den hem mevkûf hem
de merfû olarak rivâyet edilmiştir. Diyet konusunda Zımmî, müçte´men ve müslüman eşittir. Şâfiî
farklı görüştedir.
Cevhere´de; Müste´men için diyetin icabetmediği sahih görülmüştür. Şurunbulâliyye´de de bu kabûl
edilmiştir. İhtiyar´da ise müstemenin de öbürleri ile eşit olduğu kesin olarak belirtilmiştir. Zeylaî de
bunu sahih saymıştır.
İ Z A H
«Mü´min bir köle azâd etmektir ilh...» Yâni tam köle olan bir köle. Şaşı bir köle yeterlidir. Kör olan
ise kâfi değildir. Dürrü Müntekâ.
«Mü´min bir köle ilh...» Diğer keffâretler ise böyle değildir. Bu konuda nass vârid olduğu için
kölenin mü´min olması gerekir. Her ne kadar nass hataen öldürme hakkında ise de amde benzeyen
öldürme hata manâsında olduğu için, onun hakkında da hata hükmü sabit olmuştur. İtkânî.
«Eğer buna gücü yetmezse ilh...» Yani, vücub vaktinde değil, edâ vaktinde gücü yetmezse.
Kuhistânî.
«Bunlarda fakir doyurma yoktur.» Diğer keffâretlerde ise, fakir doyurma vardır.
«Süt emen çocuğu âzâd câizdir ilh...» Yani ondan sonra, organlarının selâmeti görününceye kadar
yaşarsa. Ama çocuk bundan önce ölürse onunla keffâret ödenmez. İtkâni.
«Cenin ise câiz olmaz.» Çünkü onun hayâtı ve selâmeti bilinmemektedir. Üstelik cenin bir uzuvdur,
mutlak olan nassın kapsamına girmez. Zeylaî.
«Kadının diyet ilh...» Kadının hatâen öldürülmesi durumunda beş bin, elinîn kesilmesinde de iki bin
beş yüz dirhem verilir. Bu, hakkında belirli bir diyet bulunan konulardadır. Ama hakkında
bilirkişinin tayin edeceği bîr cezâ gereken konularda ise; bir görüşe göre diyeti belli olan suçlardaki
gibi uygulanır, (kadına erkeğin yarısı); diğer bir görüşe göre ise erkekle kadın eşit tutulur.
Zâhîriyye´de de böyle denilmektedir.
Hakkında ğurre îcabeden cenîn konusu itiraz olarak öne sürülemez. Çünkü o ileride geleceği üzere
istisnâî bir meseledir. Dürrü Müntekâ.
Tatarhâniyye´de Tavâvîsî Şerhi´nden naklen şöyle denilmektedir: «Hakkında muayyen bir mikdar
belirtilmeyen konularda, âlimlerimize göre kadınla erkek eşittir.»
BİR UYARI:
Eşbah´ın, Hunsâ´nın hükümleri bahsinde şöyle denilmektedir: «Kasden bile olsa ve kesen kadında
olsa, hunsâ´nın elini kesene kısâs îcâbetmez. Hunsâ eğer başka birinin elini kasden keserse, eli
kesilmez. Elin diyeti hunsânın âkılesine düşer.»
Şâyet hunsâ, hatâen öldürülürse kadının diyeti ödenir. kalanında ise durumu açığa kavuşuncaya
kadar bekletilir. Organlarda da durum aynıdır. Hunsâ (köle ise) keffâret olarak azad edilmesi câizdir.
«Şâfiî farklı görüştedir.» Çünkü o: Yahudî ve hıristiyanın diyeti dört bin, mecûsînin diyeti de sekiz
yüz dirhemdir» demektedir. Hidâye.
«Cevhere´de sahih görülmüştür.» Cevhere sâbi, Nihâye´den naklen şöyle demektedir: «Müstemen
için diyet yoktur, bu sahihtir.» Bu söze; «Nihâye´deki, diyet konusundaki eşitliğin, kısas
konusundaki farklılığı açıklamaktır» denilerek itiraz edilmiştir.
Ben derim ki: Nihâye ve Gâyetü´l-Beyân´da böyle gördüm.
«Şurunbulâliyyede´de bu kabûl edilmiştir.» Bu isnâd kabul edilemez. Çünkü o, Cevhere´nin mezkûr
tashîhini nakletmiş; daha sonra da: «Zeylaî; rivâyet ettiğimiz hadisten dolayı, sahih olan,
müste´menin diyeti zimmî´nin diyeti gibidir, dedi» demektedir.
Şurunbulâlî bu sözü ile, Cevhere´nin tashihine karşı çıkmıştır.
Ben derim ki: Aemlî, Zeylai ve diğerlerinin sahih gördüklerini te´yîd etmiştir. Meselenin tashîhindeki
ihtilâf; Cevhere sahibinin Nihâye´den naklettiğinin sübûtundan sonradır. Allah (c.c.) en iyisini bilir.
M E T İ N
Can, burun yumuşağı ve yanı aynıdır. Sahih sayılan bir görüşe göre ise yan taraf için bilirkişinin
tâyin edeceği bedel verilir.
Erkeklik organı ve sünnet yerinin telefinden dolayı diyet icâbeder. (Bunların telef edilmesinden
dolayı tam diyet gerekir.)
Akıl, koklama, tatma, işitme ve görme duyularını kaybetmek de diyeti gerektirir. Eğer konuşmaya
engel olmuşsa dile işlenen cinâyetin karşılığı da diyettir. Lalın dilini kesmenin cezası bilirkişice
belirlenecek bir meblağdır. Cevhere. Bu hüküm, şarihin nüshalarında yer almamıştır. Dikkatli ol.
Dilin kesiği harflerin çoğunu çıkarmaya manî olursa yine diyet îcâbeder. Çoğunu çıkarmaya mâni
olmuyorsa, diyet; elif bâ nın harfleri olan yirmi sekize veya dil ile çıkartılan harflerin sayısı olan on
altıya bölünür. -Bu görüşün ikisi için de sahih denilmiştir- Çıkartılamayan harfler için diyetten hisse
verilir. Konunun tamamı Şerhu´l-Vehbâniyye ve başka bazı kitaplarda vardır.
İ Z A H
«Can, burun...... dan dolayı diyet îcâbeder.» Burada canın anılmasına gerek yoktu. Çünkü hükmü
daha önce geçmişti. Burun (ve diğerlerine) gelince: Bu konudaki temel prensip şudur: İnsanın bir
organı kesildiği takdirde; eğer o organın sağladığı menfaatin tümü yok olmuşsa veya o organdan
maksud olan güzelliğin tamamı ortadan kalkmışsa; tam bir diyet îcâbeder.Zira bu; bir yönden canın
telefi sayılır. Çünkü Hz. Peygamber (S.A.S.) burun ve dil de tam diyete hükmetmiştir. Biz de aynı
manada olanları ona kıyas ettik. İtkâni.
Şu da bilinmeli ki: İnsan vücudunda yerine kâim olacak ikincisi bulunmayan organlar veya
kendisinden maksûd olan menfaati sağlayacak başkası olmayan duyulardan dolayı tam diyet
îcâbeder. Vücuttaki organlar dört çeşittir:
a - Tek olanlar ki şu üçüdür: Burun, dil, erkeklik âleti; Bedendeki tek olan duyular: Akıl, nefes,
koklama, tatma.
b - Çift olan organlar: Gözler; dışta görünen kulaklar, kaşlar, dudaklar, eller, kadının memeleri,
erkeğin yumurtaları ve ayaklar. Bunların çifti için bir diyet, birisi için yarım diyet ödenir.
c - Dörder tane olanlar; Göz kapaklarıdır. Her bir kapak için diyetin dörtte biri verilir.
d - Onar tâne olanlar: Ellierin ve ayakların parmaklarıdır. Onun için onunda tam diyet birisi için de
onda bir diyet icabeder.
Bir de bunlardan daha fazla olan dişler vardır. Her bir diş için onda bir diyet verilir. Bunun izahı
gelecektir.
«Burun yumuşağı ve yan tarafı ilh...» Çünkü bunların kesilmesi tam olarak güzelliği yok eder.
Ayrıca bu organın sağlayacağı menfaatı da engeller. Çünkü burun yumuşağı, kokuları buruna
çekmek içindir; Bundan sonra da dimağa çıkar. Burnun yumuşak kısmının kesilmesi bu işlemi
engeller. Burun yumuşağı ile birlikte kemiği de kesilse yine sadece bir diyet gerekir. Başka bir şey
îcâbetmez. Çünkü bunlar tek organdır. Eğer burun kesilse ve koku alma duyusu yok olsa kesene iki
diyet îcâbeder. Çünkü koklama burundan başka birşeydir. Bunlardan birisinin diyetî öbürünün içine
girmez. Duyma ile kulak da böyledir. Mirâc.
«Sahih sayılan bir görüşe göre ise ilh...» Bunu Kuhistânî nakletmiş. Hidâye tek görüş olarak
vermiştir. Diğer müellifler ise birinci görüşü benimsemişlerdir.
«Erkeklik organı ve sünnet yeri ilh...» Çünkü erkeklik organının kesilmesi ile; cinsî temas, hamile
bırakma, idrarı tutma, idrarı atma, suyu (meniyi) fışkırtma ve hamile bırakma yolu olan idhal
menfaatleri yok edilmiş olur. İdhal ve meniyi fışkırtma menfaatlerinde esas olan sünnet mahallidir.
Erkeklik organı sanki ona tâbîdir. Hidâye.
Musannıf daha önce, sünnet mahallinin kasden kesilmesi durumunda kısas icâbettiğini söylemîşti.
Ancak erkeklik uzvu konusu ihtilâflıdır. Biz onu daha önce belirttik.
«Akıl ilh..» Çünkü dünya ve âhiretin menfaati onunla elde edilir.
Hayriyye´de şöyle denilmektedir: «Birisi bir adamı yere atıp vursa ve adam saraya tutulur hale gelse
ne îcâbeder? diye soruldu.» Cevap: «Eğer atmasıyla aklının gittiği sâbit olursa tam diyet îcâb eder.
Şayet aklının bir kısmı gitmişse ve bunu zaman veya başka bir yolla takdir mümkünse o oranda
diyet gerekir. Takdir mümkün değilse adaletli birinin belirleyeceği bir tazminat ödenir. Bu tazminatı
hakimin kendi ictihâdı ile takdir etmesi de caizdir. Ben bûnu âlimlerin sözlerine kıyasla söyledim.
Bazı âlimler, sarânın bir çeşit delilik olduğunu söylemişlerdir.»
«Koklama, tatma, işitme ve görme ilh...» Çünkü bunların her biri için maksud olan bir menfaat
vârdır.
Rivayet edildiğine göre, Hz. Ömer (r.a.) bir vuruştan dolayı dört ayrı diyete hükmetmiştir. Çünkü o
vuruş; aklı, konuşmayı, işitmeyi ve görmeyi yoketmişti. Hidâye. Bu duyuların teleflerî, cânînin
tasdîki veya yemin etmekten kaçınması veya kendisine dalgın halde iken hitâbetmek, yahut pis bir
şeyi yaklaştırmak ya da acı bir şeyi yedîrmekle bilinebilir. Kuhistânî.
«Lal´ın dilini kesmenin cezası bilirkişice belirlenecek bir meblağdır.» Yani eğer tat alma duyûsu yok
olmadığında. Çünkü dilden asıl gözetilen konuşmadır. Lâl ise, zâten konuşamıyordu. Bu; Çolağın
elini, hayası buruk olanın veya iktidârsızın âletini, topalın ayağını, kör olan gözü veya çürük dişi
telef etmek gibidir. Mirâc.
Yani bunların hepsinde bilirkişinin belirleyeceği miktarda para verilir. Çünkü bu cinâyet o organın
menfaatini yok etmemiştir. Tam olarak güzellikte yok edilmiş Sayılmaz. İnaye.
Eğer lâlın dili kesildiğinde tat alma duyusu da yok olmuşsa, hüküm bunun aksinedir.
«Diyet bölünür ilh...» Yâni dîli kesilen kişi harflerin çoğunu çıkarabildiği takdirde diyet
çıkarılamayan harfler oranında îcâbeder.
Kuhistânî ise; dili kesilen adamın harflerin çoğunu çıkarabilmesi durumunda adil birisînin tesbit
edeceği bedelin verileceğini söyler. Bir de, şöyle denilmiştir: Tam bir diyet tüm harflerin sayısına
bölünür, çıkarabildiği harflerin sayına döneri; diyetten düşülür. Çıkartılabilen harfler yarı mıdır,
dörtte bir midir; farketmez. Bu esah olan görüştür.
Diğer bir görüşe göre ise diyet dil ile çıkartılan harflerin sayısına bölünür. Kirmânî´de de ifâde
edildiği üzere bu görüş sahîhtir.
Bunlardan öğrenilmiş olduğu üzere, bu meselede üç görüş vardır.
Hidâye ve başka bazı kitaplarda bunlar sarahaten belirtilmiştir. Mültekâ, Dürer, Şerhu´l-Mecmac,
İhtiyâr, Ğureru´l-Efkâr, Islâh ve daha başka kitaplarda birinci görüş esas alınmıştır. Cevhere´de de,
Kuhistânî´de olduğu belirtilmiştir. Bildiğin gibi, birinci görüşte sahih sayılmıştır, Şarihin sözlerinin
zahirine göre; sonraki görüşler, birinci görüşte gerekli görülen bilirkişinin takdir edeceği bedelin
tefsiridir. Böyle olunca; ilkgörüş ile öbür iki görüş arasında bir çelişki sözkonusu olmaz. Bu güzel
bir îzah ama, âlimlerin sözlerinden anlaşılana ters. Düşün.
(Şarihin sözlerinin zahirine göre...) Biliyorsun ki, Kuhistâni, dilin menfaatinin azının yok olması
halinde gereken, bilirkişinin takdirini hikâye elti. Sonraki iki görüş ise mutlak manâda dilin
menfaatinin bir kısmının yok olması hâlindedir. O zaman, bu tefsir nasıl sahih olabilir ve çelişki
nasıl olmaz?!
Bizim üstâdımızın takririnden elde edilen bilginin özü şu: Harflerin bâzısı çıkartılamıyorsa: eğer
çıkartılamayan harfler yandan fazla ise tam diyet icâbeder. Musannıfın söylediği de bu. Eğer
çıkarılamayan daha azsa bilirkişinin takdir edeceği bedel icabeder. Bu da Kuhistânî´dekidir. Bir de
denildi ki; Harflerin bir kısmı çıkartılamıyorsa diyet neye göre taksim edilir? Dil yardımıyla çıkartılan
harflere mi, yoksa elifbânın harflerinin tümüne mi; bu konuda iki görüş vardır.
Bununla haşiyeyi yazanın söylediği bilinmiş oluyor.
«On altı îlh...» Bu harfler; tâ, sâ (peltek se), cîm, dâl, zâl, râ, zâ, sîn, şîn, sâd, dâd, tâ, zâ, mim, nun
ve yâ harfleridir. Zeylâî.
Cevhere´de bunlara, kâf, ve kef, harfleri de ilâve edilerek sayıları on sekiz olarak belirtilmiştir.
İbn Şıhne şöyle der: «Musannıf bunun, nahivcilerin ve kârîlerin sözü olduğunu ifade etmiştir. Hâsî
bunları on dört olarak saymış ama sınırlandırmamıştır. Çünkü harfleri sayarken «... gibi» demiştir.»
«Konunun tamamı Şerhu´l-Vehbâniyye´dedir.» Orada şöyle ifâdelen dirilmiştir: Harflerin on altı
olması durumunda her taraf için altı yüz yirmi beş dirhem gümüş veya altmış iki buçuk dinar altın
düşer. On sekiz kabûl edilmesi hâlinde ise 55 tam 5/9 dînar altın veya 555 tam 5/9 dirhem gümüş
isâbet eder.
BİR UYARI:
Mîrâc´da şöyle denilmektedir: «Eğer birisinin boğazına veya dudağına karşı işlenen cinâyet
sebebiyle boğaz veya dudaktan çıkan harflerden bir kısmı çıkartılamayacak olursa; çıkartılamayan
her taraf için tam diyetin yirmi sekizde biri verilmesi gerekir. Eğer cinâyet sebebiyle bir harfin
yerine başka bir harf çıkarsa meselâ; «dirhem» diyeceği yerde «dilhem» dese buna da bir harf
tazmînatı gerekir. Çünkü harf çıkartılamaz olmuştur. Yerine çıkan harf onun yerini tutamaz.
M E T İ N
Traş edilip de bir daha gelmeyen sakaldan dolayı tam diyet îcâbeder, Ancak bir sene vâde verilir.
Eğer bu müddet zarfında sakalı kesilen ölecek olursa, cânî cezâdan kurtulmuş olur.
Sakalın yarısı kesilmişse yarım diyet gerekir. Yarıdan az olursa bilirkişinin belirleyeceği bir ceza
ödenir. Sahih olan görüşe göre bıyığın ve kölenin sakalında da hüküm budur.
Çenesinde bir kaç kıl olan kösenin sakalını kesmekten dolayı cezâ îcâbetmez. Eğer yanakta birkaç
kıl olsa fakat bunlar bitişik olmasa kesene hükümeti adl (bilirkişinin tayin edeceği ücret) îcâbeder.
Kıllar sıkı ise tam diyet gerekir. Kafadaki saç da aynı hükümdedir. Yani eğer traş edilir de yerinden
gelmezse (tam diyet îcâbeder).
Hz. Ali (r.a.) den de böyle rivâyet edilmiştir.
İmâm Şâfiî´ye göre ise; hem sakal hem de saçta bilirkişinin takdir edeceği cezâ ödenir.
Şu bilinmelidir ki: Hiçbir kıldan dolayı kısas îcâbetmez.
Eğer saçı kesilen kişi bir sene içerisinde ölürse bir şey îcâbetmez. Göğüs, kol ve bacağın kılında da
böyledir.
İ Z A H
«Traş edilen sakal ilh...» Yolunduğunda da aynıdır. Kuhistânî. Çünkü o güzelliği tam olarak izâle
eder. Kadının sakalını kesmekten dolayı ise bir şey gerekmez. Çünkü, Cevhere´de de belirtildiği gibi
kadın da sakal kusurdur.
«Eğer bu müddet zarfında ölürse ilh...» Sakalı kesene bir şey îcâbetmez. Ebû Yûsuf ve
Muhammed´e göre ise hükûmeti adl (bilirkişinin tâyin edeceği meblağ) gerekir. Kifâye.
«Sakalın yarısı kesilmişse yarım diyet gerekir.» Bazı âlimlerimiz ise, sakalın bir kısmı traş edilince
de güzellik yok olacağı için, bu durumda da tam diyetin îcâbettiğini söylerler. Mi´râc.
Ğâyetu´l-Beyân´da şöyle denilir: «Sakalın bir kısmı traş edilir de, yerine tekrar gelmezse: bâzı
âlimlere göre hükümeti adl icâbeder. Kâfî Şerhi´nde ise; sahîh olana göre tam diyet verilmelidir.
Çünkü bu, onur kırıcılık yönümden hiç sakalın olmamasından daha beterdir.»
«Sahih olan görüşe göre ilh...» Çünkü bıyık, sakala tâbîdir. Dolayısıyla sakalın bir tarafıdır. Kölede
de maksat güzellik değil, kullanılmak suretiyla menfaattir. Hür ise bunun aksinedir. Hidâye.
Ben derim ki: Bundan anlaşılacağına göre; eğer sakalla birlikte bıyık ta traş edilirse o da sakalın
tazmini içine girer, çünkü ona tâbîdir. Saihânî´nin, Makdisî´den naklettiğine göre; bıyığın tazmîni
sakalın tazmîni içine girmez. Hazânetül´-müftîn´de ise girdiği belirtilmektedir.
«Kösenin sakalını kesmekten dolayı ceza gerekmez.» Çünkü bu, onu çirkinleştirmez, güzelleştirir.
«Hükûmeti adl... ilh...» Çünkü bunda bir mikdar güzellik vardır. Hidâye.
«Tam diyet gerekir ilh...» Çünkü yanağında kıl olan köle değildir. O bir çeşit güzelliktir. Hidâye.
«Kafadakİ saç da aynı hükümdedir.» Saç ister erkek, ister kadın, ister büyük, ister küçük saçı olsun
farketmez. Mî´râc.
«Yani traş edilir de yerinden gelmezse ilh...» Yani kafa kel olacak şeklide traş edilirse. Çünkü bu
büyük bir ayıp sayılır. Bu yüzden kel, diğer ayıplarını örtmek zorunda olduğu gibi başını da örtmek
zorunda kalır. İtkâni.
Bütün bunlar saç bitecek yerin bozulması (hasta olması) hâlindedir. Ama eğer kıl tekrar çıkar ve
eski haline gelirse bir şey îcâbetmez. Çünkü cînâyetin eseri kalmamıştır. Ancak cânî, helâl olmayan
bir iş yaptığı için cezâlandırılır. Hidâye.
Şâyet kesilen saçların yerine gelenler beyaz olursa; eğer zaman içerisinde gelmişse bir şey
îcâbetmez. Zamanında gelmemişse, sahîh olan görüşe göre bilirkişi tarafından tesbît edilen bir
ceza gerekir. Şayet saçı kesilen köle olursa, kölenin kıymetinde meydana getireceği noksanlığın
diyeti îcâbeder. Cevhere.
«Hiçbir kıldan dolayı kısas îcâbetmez.» Yani sakalı veya saçı kasden koparsa bile kısas îcâbetmez.
Kaşta da durum aynıdır. Mîrâc.
Çünkü kısas bir cezâdır. Kıyasla değil, nassla veya nassın delâleti ile sâbit olur. Nass da sâdece
can ve yaralar hakkında vârid olmuştur. Kılı kesmek ise onlara benzemez çünkü bunda acı
duyulmaz. Bunun ölüme sebebiyet vereceği de düşünülemez. Zeylai.
Öldürmede olduğu gibi bunun kasdî olanında da diyet cânînin kendi malından, hatâen olanında ise
âkilesinden alınır. Bunu İtkânî ifade etmiştir.
Mirâc´da: «Sonra denildi ki: Saçın traş edilmesindeki hata şöyle olur: Saçı kesen karşısındakini
kanı heder olanlardan zanneder, sonra da öyle olmadığı açığa çıkar.»
«Ona bir şey îcâbetmez ilh...» Yani Ebû Hanîfe´ye göre Ebû Yûsuf ve Muhammed´e göre ise bu
durumda hükümeti adl (bilirkişi takdiri îcâbeder. Mîrâc. Bunun benzeri sakal konusunda da
geçmişti.
neslinur
Wed 27 January 2010, 02:07 pm GMT +0200
M E T İ N
Gözlerin, dudakların, kaşların ayakların, hayaların; kadının memeleri ve meme uçlarının ve
kabaların her ikisi de dipten çıkarılır veya kesilirse; tam diyet îcâbeder.
Dipten kesilmemişse hükûmeti adl (bilirkişinin takdir edeceği miktar) gerekir. iki yönden kadının
fercinde de hüküm aynıdır. Erkeğin memesinde de hükümet-i adl vardır.
Bu çift organlardan Herbirinin tekinde yarım diyet îcâbeder. Sökülüp de tekrar bitmediği zaman, iki
gözün dört tane olan kirpik diplerinde tam diyet, bir tânesinde de dörtte bir diyet vardır. Eğer göz
kapakları kesilirse bir diyet gerekir. Çünkü onun ikisi tek şey gibidir. Üzerinde kirpik olmayan
kapakta ise hükûmeti adı îcâbeder. Mutemet olan ise; üzerinde ister kirpik, ister göz kapağı her biri
için tam bir diyet vardır.
İ Z A H
«Gözlerîn ilh...» Çünkü bunlardan her ikisinin yok edilmesi, ondan, elde edilecek menfaatin, veya
güzelliğin tümünün yok edilmesidir. Bundan dolayı tam diyet gerekir. Birinin yok edilmesinde ise
yarı menfaatleri ortadan kalkar. Bu durumda da yarım diyet îcâbeder. Hidâye.
«Hayaların ilh...» Çünkü bunlara yapılan cinayet meni çıkarma ve üreme menfaatini yok eder.
BİR UYARI:
Tatarhâniyye´de Tuhfe´den naklen şöyle denilmektedir: «Hayaları erkeklik organı ile birlikte kesene
iki diyet îcâbeder. Eğer önce aleti sonra hayaları keserse yine çift diyet gerekir. Çünkü âlet
kesildiğinde, hayaların menfaati -meniyi tutmak- devam etmektedir. Aksi olursa (önce hayalar
kesilirse) hayalar için diyet, âfet için de hükümet-i adl îcâbeder.»
Çünkü bu durum da âletin menfaati daha kesilmeden önce yok olmuştur. Yine Tatarhâniyye´de;
hayalardan ´birisinin kesilmesinden dolayı suyu çekildiği takdirde bir buçuk diyetin îcâbettiği ifâde
edilmektedir.
«Kadının memesi ve meme uçları ilh...» Çünkü bu emzirme menfaatini yok eder. Zeylâî.
Hüküm itibarıyla büyük ve küçük arasında fark yoktur.
Kasden kesildiği takdirde kısasın gerekip gerekmediği konusunda zâhir rivâyette bir kayıt yoktur.
Hayalar da aynıdır. Tatarhâniye.
«Kadının fercinde de hüküm aynıdır.» Hulâsa´da şöyle denilmektedir: «Birisi bir kadının fercini
kesse ve idrarını tutamayacak bir hale gelse tam diyet gerekir.»
Tatarhâniyye´de ise: «Eğer, kendisiyle temas mümkün olmayacak bir hâle gelirse; tam diyet
îcâbeder» denilmektedir.
«Erkeğin memesinde hükümet-i adl yardır.» Çünkü burada herhangi bir menfaati ve güzelliği, yok
etmek söz konusu değildir, Erkeğin memelerinin başında da, meme için olandan daha az olmak
üzere hükümet-i adl vardır. Hulâsa.
«Kirpik, diplerinin bîr tanesinde dörtte bir diyet vardır.» Çünkü bu güzellik, tam olarak buna tealluk
eder. Ayrıca göze gelecek zararları önleme de bunlarla ilgilidir. Bunların kaybedilmesi de görmeyi
azaltır. körlük doğurur. Dört tane olan kapakların yok edilmesi tam diyet gerektirdiğine göre,
birisinin kaybedilmesinde dörtte bir ikisinin kaybedilmesinde de dörtte üç diyet îcâbeder. Zeylâî.
Cinâyete uğrayan kadın olursa, erkeğin diyetinin yarısı gerekir. İtkani.
«Eğer göz kapakları kesilirse ilh...» Minah, ve Evzâh´ta: «Göz kapaklarını kirpik dipleri ile birlikte
keserse» denilmektedir.
Tebyîn´de ise: «Göz kapaklarını kirpikleri ile birlikte keserse tam bir diyet îcâbeder. Çünkü göz
kapakları kirpiklerle birlikte tek bir şey gibidir. Burun kemiği ile burun yumuşağı ve baş yarığı ile
saç da böyledir.» denilmektedir.
Gözün kapakları ile birlikte çıkarılması halinde iki diyet gerekir. Birisi göz, diğeri de kapaklar
içindir. Çünkü bunlar ayaklar ve eller gibi iki ayrı cinstir. Cevhere.
«Üzerinde kirpik olmayan kapakta ise hükümeti adl îcâbeder.» Tuhfe´den naklen Gâyetu´l-Beyân´da
da böyledir. Tahtâvî de bunu Hindiye´den nakletmiştir.
«Mûtemet olan ise ilh...» Ben bunu zikredeni görmedim. T. Anlaşılan bu, sadece ikinci mesele için
bir istidrâktir.
«Göz kapakları sökülürse ilh...» Sözüne gelince Hidâye, Febyîn ve diğer bazı şerhler de sadece bu
zikredilmiştir.
Şârihin sözünün özeti şudur: Üzerinde kirpik bulunmayan her bir göz kapağının veya sadece
kirpiklerin kesilmesi; durumunda tam bir diyet îcâbeder. İhtiyâr´daki şu ibare de buna uygun
düşmektedir: «Sadece kirpik diplerini kesse ve onlarda kirpik bulunmasa bundan dolayı diyet
îcâbeder. Sadece kirpiklerde de durum böyledir. İkisinin birden kesilmesi halinde de tek bir diyet
îcâbeder.»
M E T İ N
El ve ayak parmaklarının her biri için onda bîr diyet vardır. Üç mafsalı olan parmakların bir
mafsalında bir parmak diyetinin üçte biri, baş parmak gibi iki mafsalı oldan parmakta da yarım
parmak diyeti vardır.
Erkeğin her bir dişinin diyeti, beş deve, veya elli dinar altın ya da beş yüz dirhem gümüştür. Çünkü
Peygamber (s.a.v.): «Her dişte beş deve vardır» buyurmuştur. Yani tam diyetin yirmide biridir.
Kadının dişlerinin diyeti de erkeğinkinin yarısıdır. Kölenin dişinin diyeti de kıymetinin yirmide biridir.
Eğer: «Buna göre: bütün dişlerin diyeti vücudun diyetinden beşte üç oranında fazla olur» dersen
ben de şu cevâbı veririm: «Evet doğru, fakat bunda bir mahzur yok. Çünkü bu, Gâye ve başka
kitaplarda belirtildiği üzere, kıyasa aykırı olarak nass ile sâbit olmuştur.»
İnâye´de şöyle denilmektedir: «Vücutta, yok edilmesi sebebiyle gerekli olan diyeti, vücûdun
diyetinden fazla olan uzuv, sadece dişler vardır. Bazen azı dişi dört tane bulunur. Bu durumda
dişlerin sayısı otuz altı olur. Kuhistâni.»
Ben derim ki: Buna göre, Kevser (dişleri eksik oları) için 1 tam 2/5 diyet; başkası için de, ya bir
buçuk veya 1 tam 3/5 yahut ta 1 tam 4/5 diyet vardır. Bilindiği üzere kadının diyeti erkeğinkinin
yarısıdır.
Birisinin vurması ile, sağlayacağı menfaat yok olan her organda tam bir diyet îcabeder. Çolaklaşan
el, nuru kaçan göz, suyu kesilen bel, böyledir. İdrarını tutamaz hale getirmek ve kamburlaştırmak
da aynı şekildedir. Kamburluğun zâil olması durumunda bir şey îcâbetmez. Eğer vurmanın izi
kalırsa hükûmeti adl îcâbeder.
Vazifesini yapamaz hale gelmiş olan bir organın telef edilmesi durumunda, eğer bu, çolak el gibi
güzelliği olmayan birşey olursa; hükûmet-i adl îcâbeder. Kulak gibi güzelliği olan bir şeyse tam
olarak erş (diyet) gerekir. O sağırlıktır. Kulağı geri yapıştırması ve oraya tutması halinde gereken
şey bu bölümün sonlarında gelecektir.
İ Z A H
«Her dişte ilh...» Diş cins isimdir. Ağızdaki otuz iki dişin hepsi bu ismin kapsamına girer. Bunlardan
dördü (iki altta, iki üstte) ön diş; dört tane onların yanındakiler. dört tane köpek dişi; dört tane onun
yanındaki; on iki tanesi de öğütücü diş (sağda, solda, altta ve üstte üçer); Onlardan sonra da
erginlik dişi (yirmilik dişi) denilen iki diş vardır. Bunlar aklın olgunlaşma çağı olan bülüğdan sonra
çıktığı için bu ismi almıştır. İnâye.
«Beş deve ilh...» her bir devenin kıymeti yüz dirhemdir. İtkânî.
«Beşte uç oranında ilh...» Yâni ekseriyette dişlerin otuz iki olduğuna binâen. Çünkü bu durumda
dişlerde on altı bin dirhem gerekir. Bu da 1 tam 3/5 diyet eder.
«Bunda bir mahzur yoktur ilh...» Yâni kıyasa aykırı da olsa beis yoktur. Çünkü nass la birlikte kıyas
olmaz.
«Gaye de belirtildiği üzere ilh...» Yâni İmâm Kıvâmüddin Ğâyetu´l-Beyânı´nda. İtkâni.
«Kevsec (dişleri eksik olan) ilh...» Yâni dişlerinin hepsi söküldüğü zaman 1 tam 2/5 diyet gerekir.
Bu da on dört bin dirhemdir. Çünkü onun diş sayısı yirmi sekizdir. Anlatıldığına göre bir kadın
kocasına: «Ey kevsec!..» demiş, kocası da: «Eğer öyleyse sen boşsun!» karşılığını vermiş. Mes´ele
Ebû Hanîfe´ye intikal ettirilince O: «Dişleri sayılır, eğer yirmi sekizse o kevsectir!» demiştir. Mî´râc.
«Başkası îçin de ilh...» Yâni Kevsec´ten başkası için. Çünkü onun dışındakilerin ya otuz, ya otuz iki,
ya da otuz altı dişi vardır. Otuz dişi varsa; 1 tam 2/2 diyet gerekir ki, onbeş bin dirhemdir. Otuz iki
olursa 1 tam 3/5 diyet îcâbeder, o da onaltı bin dirhem eder. Diş sayısı otuz altı ise; 1 tam 4/5 diyet
gerekir. O da onsekiz bin dirhemdir.
BİR UYARI:
Hulâsa´da şöyle denilmektedir: «Birisi bir başkasının dişine vursa ve diş sallanıp düşse; eğer hatâ
ile vurmuşsa vuranın beş yüz dirhem diyet vermesi îcabeder. Kasden vurmuşsa kısas îcabeder.»
Şu bilinmelidir ki; 1 tam 3/5 diyet -ki oda on altı bin dirhemdir- otuz dişte îcâbeder.
Cevhere ve başka kitaplarda: ilk şene2/3 diyet gerekir. 1/3 tam diyetten, 1/3 de dîyetin, 3/5 indendir.
ikinci yılda 1/3 diyet ve 3/5 ten kalanı verilir. Üçüncü yılda da,tam diyetten geriye kalan 1/3 diyet
verilir. Bu taksim, diyetin üç senede ödenmesi gerektiğinden, dolayıdır ki; her sene 1/3 diyet ödenir.
Altı bin dirhem olan 3/5 ise iki sene de verilir. Birinci senede diyetin üçte biri, kalanı da ikinci
senede tamamlanır. İtkânî, Şerhu´t-Tahâvî´den.
Ben derim ki: Buna göre birinci senede 6666 tam 2/3 ikinci senede 6000, üçüncü senede de 333 tam
1/3 dirhem eder.
Müctebâ, Tatarhâniye ve başka kitaplar da ise Muhit´ten naklen; ikinci senede 333 tam 1/3; üçüncü
senede de 3000 dirhem verileceği belirtilmektedir. Bunun benzeri Mînah´ta da vardır. Görünen o ki;
bunlar iki ayrı rivâyettir. Düşün.
«Tam bir diyet îcâbeder.» Yani bu organın tam diyeti. Remlî.
Çünkü el ve göz de vücûd´un diyetî îcâbetmez. Çünkü vücûdun diyeti on şeyde vardır. Müctebâ´dan
naklen Minah´ta zikredildiğîne göre bunlar: Âkıl, saç, burun, dil, sakal, kırıldığı zaman bel, kesildiği
zaman bel suyu, idrarın tutulamaması, vurulup da dışkıyı tutamaması halinde dübür ve erkeklik
organıdır. Meselenin tamamı oradadır.
«Kamburlaştırmak ta aynı şeklidedir.» Çünkü bunda tam manâsıyla güzellik menfaatinin yok
edilmesi söz konusudur. Zîra insanın, güzelliği onun dik durmasındadır. Denildiğine göre: «Biz
İnsanı en güzel şekilde yarattık» âyetinden maksat budur. Zeylaî.
«Kamburluğun zâil olması halinde bir şey îcabetmez.» Ebû Yûsuf ye Muhammed´e göre vuranın
doktor ücretini vermesi îcâbeder. T. Hindiyye´den.
«Tam olarak erş îcâbeder» Aşağıda gelecek olan mîsalde erş; yarım diyettir.
«O sağırlıktır.» Ben bu ibâreyi başka hiçbir yerde görmedim ve nereden aldığını da bilmiyorum.
«Kulağı geri yapıştırması ilh,..» İlerde gelecek olan şudur: «Eğer kulağı yapıştırır ve tutarsa erş
organ diyeti) gerekir. Çünkü kulak eski halini almaz.»
«Bu bölümün sonlarında..» Yani ona başlamak istediği şey, Allah en iyisini bilir.
neslinur
Wed 27 January 2010, 02:45 pm GMT +0200
BAŞI VE YÜZÜ YARALAMA FASLI
M E T İ N
Sözlük olarak; baş ve yüzde açılan yaraya «Şecce»; başka taraflardakine ise «Cerâhat» denilir.
Cerahatten dolayı hükûmet-i adl gerekir Muctebâ, Miskin.
Baş ve yüzü yaralama on çeşittir:
1 - Hârisa : Derideki (kan çıkmayan) sıyrık, çizik,
2 - Dâmi´a : Gözyaşı kadar olup da akmayan kan çıkan yara,
3 - Dâmiye : Kendisinden kan akan yara,
4 - Bâzıa : Deriyi koparan yaralama,
5 - Mütelâhime : Etin koparıldığı yara,
6 - Simhâk : Et il» kafa kemiği arasındaki ince zara varmış olan yara,
7 - Mûzıha : (Kemiğin üzerindeki zarda yırtılıp) kemiği ortaya çıkaran yara,
8 - Hâşima : Kemiği kıran yara,
9 - Münakile: Kemiği kırıp yerinden oynatan yara,
10 - Âmme : Beyine kadar ulaşan yara: Amme beyin zarıdır; ondan sonra beyin gelir. Bu, beyini
dışarı çıkaran yaradır.
Genelde bunun sonu ölüm olduğu için İmâm Muhammed bunu zikretmemiştir. O zaman bu,
yaralama değil öldürme olur.
Eserlere göre araştırılarak yaraların ondan fazla olmadığı tesbît edilmiştir.
İ Z A H
Bu konu, organlardaki yaralamalardan bir çeşit olduğu ve mes´eleleri hayli fazla olduğu için,
müstakil bir bölüm halinde verilmiştir.
«Baş ve yüzde açılan yaraya Şecce ilh...»
Hidâye´de şöyle denilmektedir: «Hüküm, sözün hakikati üzerîne tertib edilir. Yani Şicâc´ın hükmü;
sözlükteki hakiki manaya göre yüz ve başta sâbit olur. Çünkü Şecce kelimesi sözlükte, sadece baş
ve yüzdeki yaradır. Başka yerlerdeki yaralardan dolayı, belirli bir cezâ yoktur. Hükûmet-i adl
îcâbeder. İtkânî.
Meselâ, mûzıha (kemiği ortaya çıkaran yara) el ve bacak gibi bir uzuvda olursa, belli bir erş (diyet)
îcâbetmez. Çünkü bu mûzıha değil, cerâhat´dır. Zahiriyye´de belirtildiğine göre karına kadar varan
derin yaraların dışındaki cerahatlarda muayyen bir erş (diyet) yoktur. Bize göre sakal yerleri de
yüzdendir. Dolaysıyla burada mûzıha, hâşime, ve münekkile gibi bir yara bulunsa; Hidâye´de
belirtildiğine göre muayyen bir diyet verilir.
Mûzıha, hâşime, münakkile ve âmmenin dışında kafadaki yaralardan dolayı muayyen bir diyet
yoktur. Nitekim açıklanacaktır.
«Cerâhattan dolayı hükûmet-i adl gerekir.» Çünkü takdîr, nassladır. O da sadece baş ve yüzdeki
yaralar hakkında vârid olmuştur. Hidâye.
Delalet veya kıyas yoluyla başka taraftaki yaralar, boş ve yüzdekilere ilhak edilemez. Çünkü aynı
manâda değildirler. Zira yüz ve baş genelde açık olurlar, dolayısıyla oradaki bir çirkinleştirme daha
büyüktür. Bunu Zeylâi ve başkaları ifade etmişlerdir.
«Deriyi koparan yaralama ilh...» Zeylaî ve daha başkaları da böyle tefsir etmişlerdir. Tûrî: Zeylaî´nin,
deriyi kesmenin on çeşit yaralamada da gerçekleştiğini beyân ettiğini söyleyerek buna îtiraz
etmiştir. Bunun tefsîrin de zahir olan; Muhît ve Bedâî´deki: «O eti koparandır» şeklindeki îzahtır.
Bunun benzeri lûgat kitaplarında da vardır. Buna göre, Mütelâhime´ye diğer bir kayıt daha ekleyip,
Bedâî ve diğer bazı kitaplarda olduğu gibi: «O, etten, bâzıadakinden daha fazla koparan
yaralamadır» denilmesi gerekir.
«Eti koparan yara ilh...» Muğrib´de şöyle denilmektedir: «O (mütelâhime), kemiği değil, eti yaran
yaralamadır. Bu yara daha sonra iyileşir ve et biribirine yapılır. Ezheri ise, uygun olan: Eti kesen
denilmesidir der. Ama bu isim ya sonuç itibariyle ya da hüsnü zan olarak verilir.»
«Âmme..» Buna Me´mûme de denilir.
«Beyni dışarı çıkaran yaradır» yani deriyi kesip, beyini ortaya çıkaran yaradır.
«İmâm Muhammed bunu zikretmemiştir.» Aynı şekilde «hârısa»yı da zikretmemiştir. Çünkü genelde
harısa´nın izi kalmaz. İzi olmayana da hüküm terettüp etmez. İtkânî.
Bundan dolayı Ğureru´l-efkâr sahibi: «Musannıfın bunu hiç (anmaması gerekirdi. Ama o kitapların
çoğunun izinden gitmiştir» der.
«Genelde bunun sonu ölüm olduğu için ilh...» Eğer yaşarsa üçte bir diyet îcâbeder. Ğureru´l-Efkâr
M E T İ N
Sac dökük değilse mûziha´da ylrmlde bir diyet îcâbeder. Saçı dökükse hükümet-i adl gerekir.
Çünkü başın derisi zînet îtibariyle saçlısından daha eksiktir. Zahîre´den naklen Kuhistânî.
Hâşime´de yüzde on, Münekkile´de yüzde onbeş, Âmme ve Câife´de de üçte bir diyet verilir.
Eğer Câife (içe kadar işleyen yara) bir taraftan öbür tarafa geçerse tam diyetin üçte ikisi gerekir.
Çünkü bu durumdaki yara iki câife sayılır. Herbirisinden dolayı üçte bir diyet vardır.
Hârisa, dâmia, dâmiye, bâzıa, mütelâhıme ve simhâk´ta hükümet-i adl gerekir. Çünkü bunlar
hakkında nakledilen (delile dayanan) muayyen bir diyet yoktur. Bu yaraları karşılıksız saymak da
mümkün olmadığına göre; bunlara hükûmet-i adl îcâbeder.
Hükûmet-i adl şudur: Yaranın, mûzıhaya nisbetle miktarı belirlenir ve bu orana göre 1/20 diyetten
bir meblağ takdir edilir.
Kerhî: «Bunu Şeyhu´l-îslâm sahih kabûl etmiştir» der.
Denildi ki -söyleyeni Tahâvî´dir-: «Yaralı köle farzedilir ve önce yara izi olmadan. sonra da yara ile
birlikte değerlendirilir. İki kıymet arasındaki fark, hürde diyetten, kölede de kıymetinden alınır. Eğer
hürrün kıymeti (köle farzedilerek) on da bir oranında eksilmişse diyetinin on da biri îcâbeder. Yarı
ve üçte bir oranındaki eksilmelerde de durum aynıdır. İşte bu fark hükûmet-i adl´dır.
«Fetvâ da buna göre verilir. Vikâye, Nûkâye, Mültekâ, Dürer ve daha başka kitaplarda böyle
denilmektedir. Mecma´da da bu kesin görüş olarak takdim edilmiştir.
Hulâsa´da şöyle denilmektedir: «Cinâyet yüz ye başta olduğu takdirde Kerhî´nin sözü doğru olur ve
o zaman onunla fetvâ verilir. Ama yara yüz ve baştan başka bir yerde olur veya müftiye Kerhî´nin
görüşüne göre cezâyı takdir) zor gelirse, mutlak olarak Tahâvî´nin görüşü ile fetvâ verilir. Çünkü o
daha kolaydır.»
Cevhere´de bu sözlerin benzeri, şu ilâve ile birlikte yer almıştır: «Ve hükûmet-i adl´in tefsirinde
şöyle denildi. O iyileşinceye kadar ki nafakası ilâç ve doktor ücretidir.»
İ Z A H
«Yirmide bir diyet îcâbeder ilh...» Yâni hata ile yaralandığı zaman. Fakat kasden yaralarsa ileride
geleceği üzere kısas îcâbeder.
Kâfî´de şöyle denilmektedir: «Bir kimse, bir adamda aralarına iyileşme girmeden yirmi tane mûzıha
cinsinden yara açsa, üç sene içersinde ödenmek üzere tam bir aiyet gerekir. Yaralar arasına
iyileşme girerse (önceki yara iyileştikten sonra başkası açılsa) bir sene içinde ödenmek üzere tam
diyet verilir.»
«Saç dökük değilse ilh...» Hindiye´de şöyle denilmektedir: «Bir kimsenin saçı yaşlılıktan dolayı
dökülmüş olsa ve bir adam onun başını kasden mûzıha olacak şekilde yaralarsa; İmâm
Muhammed´e göre kısas uygulanmaz; diyet îcâbeder. Eğer yaralayan: «Ben kısasa râzıyım» dese
bile kısas yapılmaz. Fakat eğer yaralayanın saçı da dökükse o zaman kısas yapılır.»
Serahsî´nin Muhît´inde de böyle denilmektedir.
Nâtıfi´nin Vâkıât´ında da şöyle denilir: «Saçı dökük olandaki mûzıha, başkalarınkinden daha
aşağıdır. Dolayısıyla onun diyeti de düşük olur. Hâşimede ise saçı dökük olanla olmayanın erşi
eşittir.»
Müntekâ´da da şu ifâdeler yer almaktadır: «Bir kimse, saçı dökük olan birisinin başında hatâen
mûzıha kabilinden bir yara açsa, kendi malından ödemek üzere, mûzıhanınkinden daha az bir erş
(yaralama diyeti) icâbeder. Hâşime denilen bir yora açması halinde ise, hâşimenin erşinden daha az
bir erş gerekir. Ama bu, yaralayanın âkılesi tarafından ödenir. Muhît´te de böyle denilmektedir.» T.
«Câife ilh...» Alimler: «Câife, karnın ve kafanın içine varan yaraya mahsustur» dediler. Hidâye.
Buna göre, Câifenin Şicâc (baştaki yara) ile birlikte anılmasının sebebi, onun bazen başta da
bulunmasıdır. Ancak İtkânî bunu Muhtasarul Kerhî´deki şu ifâdeler sebebiyle eleştirmiştir: «Câife,
boyun ve boğazda olmaz. O ancak göğüs, sırt, karın ve yanlardan içe kadar işleyen yaralardır.»
Yine İtkânî, Asl´daki şu sözleri de itirazına destek yapmıştır: «Câife çeneden yukarıda ve kasıktan
aşağıda olmaz.»
Aynî: «Câife (yukarıda sayılan) on çeşidin içine girmez. Çünkü ona şecce (baştaki yara) denmez. O,
hüküm yönünden eşit oldukları için, âmme ile birlikte zikredilmiştir.»
«Her birisinden dolayı onun üçte biri vardır.» Maksat diyetin üçte biridir.
BİR UYARI:
İtkâni şöyle der: «Bilmen gerekir ki; erkek ve kadında, erşi yirmide bir ile üçte bir diyet arası olan,
hatâen yaralanmalarda, diyet yaralayanın âkilesinedir ve bir yılda ödenir. Çünkü Hz. Ömer (r.a.)
âkileye ait olan diyetin üç senede ödenmesine hükmetmiştir. Kendisinden dolayı üçte bir diyet
gereken yaraların diyeti de bir yılda ödenir. Eğer diyet üçte birden çok olacak olursa fazlalık diğer
senede ödenir. Çünkü üçte bir üzerine ziyâde olan, ikinci senede âkilenin vermesi gereken şey
cümlesindendir. Tek başına olduğunda da durum aynıdır. Diyet üçte ikiden fazla olursa, üçte ikisi
iki yılda, artanı da üçüncü yılda verilir. Diyeti yirmide birden az olan, hata ile olan yaralamalarda ve
kasdî olan bütün yaralamalarda diyet cânînin borcudur.» İtkâni´den özetle, yâni Me´âkıl bölümünde
geleceği üzere, Akıle teammüden işlenen cinâyetlerin ve Mûzıhanın erşi dışındakilerin diyetini
yüklenmez.
«Hükûmet-i adl gerekir ilh...« Yani hatâen yaralamada ve -kısasa hükmedilmemişse- kasdi
yaralamada. Nitekim az sonra gelecektir.
«Mûzıhaya nisbetle ilh...» « Mûzıha; hakkında muayyen diyet bulunan dört yaradan diyeti en az
olanı olduğu için özellikle anılmıştır. Muhît´teki; «Hakkında muayyen erş bulunan baş yaralarının en
azından...» şeklindeki ibâreden maksat budur.
«Bu orana göre 1/20 diyetden bir meblağ takdir edilir.» 1/20 diyet mûzıha´nın diyetidir.
Bunun açıklaması şöyledir: Meselâ yara bâzıa (deriyi koparan yara) olsa; Mûzıha´ya nisbetle bunun
mikdarının ne kadar olduğuna bakılır; Mûzıhanın üçte biri kadar olursa, Mûzıhanın diyetinin (1/20
diyet) üçte biri (1/60 diyet), Mûzıhanın dörtte biri kadarsa; onun diyetinin 1/4´i (1/80 diyet) îcâbeder.
İnâye.
«Bunu Şeyhu´l-İslâm sahîh kabûl etmiştir.» Şeyhu´I-İsIâm, Hz. Ali´nin rivâyet ettiği hadîsden dolayı
böyle demiştir. Çünkü Hz. Ali, dilinin bir tarafını kesen hakkındaki hükûmet-i adl´de buna itibar
etmiştir. Köleye itibar etmemiştir. Üstelik hür olan küçük ve büyüğün mûzıhasında hüküm eşittir.
Kölede ise, küçükteki mûzıhanın diyeti, büyüktekinden daha azdır. Mîrâc.
«Kölede kıymetten ilh...» Yâni kölenin başındaki yaradaki fark mikdarı, kölenin kıymetinden alınır.
Çünkü onun kıymeti diyetidir.
«Onda bir oranında eksilmişse... ilh..» Misâli şudur: Kölenin kıymeti yaralanmadan önce bin dinar,
yara ile de 900 dinar olsa; yara, kölenin kıymetini onda bir nisbetinde eksiltmiş olur. Bu da onda bir
diyeti gerektirir. Çünkü kölenin kıymeti, diyetidir. İnâye.
«Fetvâ buna göre verilir ilh...» Hulvânî bu görüşü almıştır. Üç İmâm (İmâm Şâfiî, İmâm Mâlik, ve
Ahmed b. Hanbel)´in görüşleri de bu istikâmettedir. İbnûl-Münzir: «Bu, kendilerinden ilim
alınanların hepsinin görüşüdür» der. Mî´râc.
«Cinâyet yüz ve başta olduğu takdirde îlh...» Çünkü oralar mûzıhanın yeridir. Cevhera.
«Mutlak olarak ilh...» Yâni yara yüz, baş veya başka bir yerde olsa. Bu, mutlak olarak ifade, «veya
müftiye... zor gelirse» sözüne nisbetledir.
«Şöyle denildi:» Kuhistânî bundan sonra şöyle der: «Bütün bunlar, yaranın izi kaldığı takdirdedir.
Ama yaranın izi kalmamışsa Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf´a göre bir şey icabetmez. İmâm Muhammed´e
göre ise: iyileşinceye kadarki nafakasının canî tarafından verilmesi îcâbeder. Ebû Yûsuf´tan bir
rivâyete göre de, çektiği acıdan dolayı hükûmet-i adl gerekir.»
Bu meselenin tamamı bölümün sonunda gelecektir.
M E T İ N
Teammüden vurmaktan dolayı meydana gelen mûzıha´nın haricinde. baştaki yaralarda kısas yoktur;
Hakkında kısas olmayan cinâyetlerde; hata ile kasıt eşittir. Ama, mezhebin zâhirine göre mûzıhadan
daha aşağı olan yaralamalarda da kısas îcabeder. Bunu İmâm Muhammed Asl´da zikretmiştir.
Eşitliği sağlamak mümkün olduğu için sahih olan budur: Dürer, Müctebâ, İbn Kemal ve diğerleri.
Bu yaralarda eşitlik şöyle sağlanır: Yaranın derinliği misbâr (yaranın derinliğini ölçen âlet) ile
ölçülür. Sonra o kadar bir demir hazırlanır ve cânînin başından da kesilir.
Şurunbulâliyye´de Simhak bundan istisnâ edilmiştir.
Hâşime ve Münakkıle gibi, Simhak´ten sonrakilerde ittifakla kısas uygulanmadığı gibi, Simhakta da
kısas yoktur. Surunbûlâli bunu Cevhere´ye nisbet etmiştir.
Müctebâ´da şöyle denilmektedir: «Başın ve bedenin derisinde, yanak. karın ve sırtın etinde. tokatta,
yumrukta ve elle vurmakta kısas yoktur. Yüzün derîsinin yüzülmesi halinde tam diyet îcâbeder.»
İ Z A H
«Baştaki yaralar da kısas yoktur.» Yâni Mûzıhanın üstünde olanlarda icmâen, altında olanlarda
ihtilâflı olarak. T.
«Teammüden vurmaktan dolayı meydana gelen mûzıhanın hâricinde ilh...» Yani yara sebebiyle
başka bir organ telef olmamışsa. Ama, mesela, kasden mûzıha olacak şekilde yaralasa ve adamın
gözleri telef olsa; İmâm Azam´a göre kısas yoktur. Hem göz, hem de mûzıhanın diyeti verilir. Ebû
Yûsuf ile Muhammed´e göre ise mûzıhadan dolayı kısas, gözden dolayı da diyet îcâbeder. Kâfî´den
naklen Şerhu´l-Mecma:
«Sahih olan budur.» Kâfî´de şöyle denilmektedir: «Yaralarda kısas vardır» ayeti kerimesinin
zâhirinden dolayı, sahih olan görüş budur.» üstelik eşitliği sağlamak da mümkündür. Mirâc.
UIemânın çoğunluğu bu görüşü almıştır. Tatarhânîyye.
«Şurunbulâliyye´de Simhâk istisnâ edilmiştir.» Orada şöyle denilmiştir: «.. Simhâk hariç. Çünkü
onda denkliği sağlamak mümkün olmadığı için ittifakla kısas yoktur. Zira, kemiğin üzerindekî zora
varınca son bulacak şekilde bir yarık yarmak imkânsızdır.»
Ben derim ki: Şurunbulâliyye´deki bu ifâdeler, Hîdâye Şarihlerinin ve daha başkalarının
söylediklerine zıttır. Çünkü onlar muzıhadan öncekilerde -ki onlar hârisadan simhaka kadar olan
altı yaradır- kısasın tatbik edildiğini açıkça ifâde etmişlerdir.
«Hâşime ve mûnakkıle gibi ilh...» Çünkü bunlarda kemik kırılır, dolayısıyla eşitlik sağlanamaz.
Ekseriyetle ölümle sonuçlandığı için âmme de böyledir. Açıktır ki bu hüküm yaranın ölüme
götürmediği durumlardadır.
«Bunu Cevhere´yenisbet etmiştir.» Tahtâvî de El-Bahrûz Zâhir´e nisbet etmiştir.
«Başın derisinde kısas yoktur» Herhalde bu zahir rivâyetin dışındaki rivâyetlere göredir. Yanağın
etinde de böyle denilir. Yahut da başta Simhake hamledilir. Bedenin derisi, karın ve sırtın eti
konusunda ise Hindiye´de şöyle denilmektedir: «Yüz ve başın dışındaki yaralarda eğer kemik açığa
çıkmış ve kırılmış, izi de kalmışsa hükümeti adl îcâbeder. Böyle olmamışsa İmâm Ebû Hanîfe ve
Ebû Yûsuf´a göre bir şey gerekmez. İmâm Muhammed´e göre ise yara iyileşinceye kadarki
harcamalarının kıymeti icâbeder.
«Yüzün derisinin yüzülmesi halinde tam diyet icâbeder.» Çünkü bununla tam olarak, yüzün
güzelliği yok edilmiştir.
M E T İ N
Bir elin bütün parmaklarında, avuçla birlikte de olsa yarım diyet vardır. Çünkü avuç parmaklara
tabîdir. Kolun yarısı ile kesilirse avuç için yarım diyet, yarım kol için de hükûmet-i adl îcâbeder.
Baldır da kol gibidir. Bir parmağı olan avucun kesilmesi halinde onda bir, iki parmağı olan avucun
kesilmesi hâlinde de beşte bir diyet gerekir. Ebû Hanîfe´ye göre; üç parmağı olan elde olduğu gibi,
burada da elden dolayı bir şey lazım gelmez. Çünkü ittifakla avuçta bir şey icâbetmez. Zira keser
için bütünün hükmü vardır.
Cevahiru´l-Fetâvâ´da şöyle denilmektedir: «Birisi bir adamın eline vursa ve el iyileşse, fakat
kafasına ulaşamayacak durumda kalsa; tam diyetten, meydana gelen eksiklik kadarı alınır; eğer
üçte iki eksilmişse üçte iki diyet verilir. Musannıf da böyle kabul etmiştir. Eğer bir parmağın mafsalı
kesilir ve geri kalan kısım çolaklaşırsa veya parmaklar kesilip avuç çolaklaşırsa sadece kesilenin
diyeti îcâbeder, kısas gerekmez. Bunu anla! Her ne kadar Dürer muhâlif ise de hüküm budur. Bunu
Şurunbulâli zikretmiştir. İleride metin olarak gelecektir.
İ Z A H
«Bir parmağı olan avuç ilh...» Parmak mutlaktır, kayıt için değildir. Çünkü parmağın sadece bir
mafsalı kalsa Zahir rivayette İmâm Azama göre; bu mafsalın diyeti gerekir, avuç buna tabî kılınır.
Çünkü mafsalın diyeti muayyendir. Asıldan, az da olsa bir şey kalmamıştır. Tâbi için de hüküm
yoktur.
Şayet parmakları hiç olmayan bir avuç kesilirse; Ebû Yûsuf´a göre hükümet-i adl icâbeder. Ama bu
bir parmağın diyetinden fazla olamaz. Çünkü İmâm Hanîfe´nin görüşüne göre avuç birtek parmağa
tâbîdir. Tâbî olanın kıymeti de metbû olanın kıymetini aşamaz.
«Ebû Hanîfe´ye göre ilh...» Ebû Yûsuf ile Muhammed´e göre ise, avucun ve parmakların erş
(diyet)lerine bakılır. Hangisi daha fazla ise o îcâbeder. Az olan çok olanın içine girer. Hidâye.
«Çünkü ittifakla avuçta bir şey îcâbetmez.» Ama parmaklar için 3/10 diyet îcâbeder.
«Zirâ ekser için bütünün hükmü vardır.» Yâni avucun parmaklara tâbî olması bakımından. Nitekim
Beş parmak -ki o bütündür- üç parmağa tâbi olur ve bütün için sadece üç parmağın diyeti gerekir.
Onlara tabi olduğundan dolayı el için bir şey îcâbetmez. Bu gerekçe, gerçekte iki İmâmın
görüşlerine göredir. Ebû Hanîfe´ye göre ise, az önce geçtiği gibi aza da tâbî olur.
«Eksik kadarı alınır ilh...» Yani odam köle farzedilerek, bu kusur olmadan ki kıymeti ile, bu kusurla
birlikteki kıymeti arasındaki fark verilir. Bunu daha önce geçen kıyasa göre söylüyoruz. Düşün.
«Geri kalan kısım çolaklaşırsa ilh...» Yani bu parmağın kalan kısmı.
«Sadece kesilenin diyeti îcâbeder.» Yani, birinci mes´elede bir parmağın tam diyeti, ikinci
mes´elede bir parmağın tam diyeti, ikinci mes´elede de parmakların tam diyeti îcâbeder. Avuç için
bir şey gerekmez. Çünkü geçtiği üzere avuç tâbîdir Bu sadece Ebû Hanîfe´nin görüşünün
sonucudur. Allame EIvâni´nin Tahtâvi ve Camiussağir´den naklen. Burhânî ve Kâdîhan´ın
zikrettikleri: «Parmağın geri kalan kısmı çolaklaşırsa parmak diyeti, el çolaklaşırsa el diyeti
îcâbeder» sözlerinden dolayı, zannedildiği gibî birinci meselede kesilen şeyden maksat sadece
mafsal değildir.
Nihây´de şöyle denilmektedir: «Parmaktan, bir mafsal kesilse de parmağın veya elin kalan kısmı
çolaklaşsa kısas îcâbetmez. Fakat çolaklaşan kısmın diyeti gerekir: Eğer parmaksa parmak diyeti,
avuçsa avuç diyeti lâzımdır. Bunda icmâ vardır.»
Buna benzer ifadeler. Ğayetû´l-Beyân´da da vardır. Bu hüküm, kalan kısımdan yararlanılamaması
durumundadır. Ama yararlanılabilirse bundan dolayı hükûmet-i adl îcâbeder.
Zeylâi şöyle der: «Parmak en üst mafsaldan kesilse ve kalan kısım çolaklaşsa; eğer katan kısımla
faydalanılamıyorsa tek bir erş parmak diyeti) yeterlidir. Ama faydalanılabiliyorsa kesilen kısmın
diyeti îcâbeder. Geriye kalan kısım için de hükûmet-i adl gerekir. Bunda ittifak vardır. Dişin yarısı
kırılıp kalan kısmının siyahlaşması veya sararması ya da kızarması halinde de tam bir diş diyeti
îcâbeder.
Şurunbulalî; Zeylâî´nin : «Bir tek erşle iktifa edilir» sözünden maksadının bir parmağın erşi
olduğunu söyler ve buna: «Diş kırıldığı zaman ilh...» sözünü delil gösterir.
«Her ne kadar Dürer muhâlif ise de hüküm budur.» Dürer sahibi şöyle der: «Eğer kalan kısımla
faydalanılmıyorsa sadece mafsalın diyeti gerekir. Faydalanılabilirse kalan kısımda da hükümeti adl
îcâbeder.»
Doğrusu onun : «Parmağın diyeti» demesi idi. Her halde onu, Zeylâî´nin daha önce geçen ibâresi
yanıltmıştır. Bundan maksadın ne olduğu daha önce anlaşılmıştı.
M E T İ N
Fazladan olan parmakta, çocuğun gözünde, tenasül uzvunda ve dilinde; -eğer bunların sağlıklı
oldukları gözde bakmak, tenasül uzvunda hareket ve dilde söz ile bilinmezse- hükümeti adl
îcâbeder. Eğer bunların sıhhatli oldukları bilinirse ve bu, câninin ikrârı veya beyyine ile sâbit olursa;
hatada ve kasıtta bâliğ gibidir. Şayet cânî inkâr eder veya: «Onun sıhhatli olduğunu bilmiyorum»
derse hükümeti adl îcâbeder. Cevhere.
Aklı veya saçı gideren mûzıhanın erşi, diyetin içine girer. Çünkü; bir parmağın kesilip elin çolak
olmasında olduğu gibi, parça bütünün içine girmiş olur.
İşitme, görme ve konuşmasının yok olması hâlinde ise erş (bu duyulara ait organların) diyeti içine
girmez. Çünkü bunlar, aklın aksine muhtelif organlar gibidirler. Çünkü aklın bütün bunlara faydası
vardır.
İ Z A H
«Fazladan olan parmakta ilh...» Bunlardan ilkinde kendisine güzellik teallûk etmediği için,
kalanlarında da bunlardan gözetilen faydanın (kendileri değil) menfaatleri olduğu için diyet
îcâbetmez. Menfaatin varlığı bilinmeyince, şek ile tam diyet gerekmez.
Zeylâî: «Eğer kesenin de fazla bir parmağı varsa yine kısas îcâbetmez.» der. Tamamı oradadır.
«Dilde konuşmak ilh...» Doğunca ağlaması konuşma değil, mücerret bir sestir. Dilin Sıhhatte
oluşunun bilinmesi konuşmakladır. Hidâye ve başka kitaplar.
Kuhistânî de: «Eğer çocuk bağırırsa diyet îcâbeder» denilmektedir. Zahîre´de beyan edildiğine göre
İmâm Muhammed: «Bunda hükümeti adl îcâbeder» demiştir.
«Bâliğ gibidir ilh...» Burun, el ve ayak gibi, bu anılanların dışındakilerde de kasdî olanda kısas; hata
ile olanda da diyet bakımından hüküm bâliğ gibidir. Kuhistânî.
«Veya saçı giderse ilh...» Yâni saçın tamamı telef olursa. Ama bir kısmı veya az birşey dökülürse,
cânîye mûzıhanın diyeti îcâbeder. Saçın erşi (diyeti) de onun içine girer.
Bunun uygulaması şöyledir: Mûzıhanın erşine ve saçtaki hükümet-i adl´e bakılır. Eğer bunlar eşit
iseler, mûzıhanın erşi îcâbeder. Ama bunlardan birisi diğerinden daha fazla ise; az olan çok olanın
içine girer. Bu hüküm, dökülen saçın yerine yenisinin gelmemesi durumundadır. Ama saç gelir ve
eski halini alırsa birşey îcâbetmez. Cevhere.
«Parça bütünün içine girmiş olur ilh...» Çünkü aklın gitmesi ile, tüm organların menfaati bâtıl olur
ve başı yaralayıp da adamın ölmesi hali gibi olur. Saçdan bir bölümün yok olması ile mûzıhanın
diyeti îcâbeder. Öyle ki saç yeniden biterse erş düşer. Hidâye.
Mûzıha´nın erşi bu ikisinin dışında birşeyin içine girmez. Cevhere. «Parmağın kesilip elin çolak
olması gibi ilh...» Çünkü bu durumda, parmağın diyeti elin diyeti içine girer.
«İşitme, görme ve konuşmanın yok olması hâlinde ise erş bunların diyeti içine girmez.» Cânînin,
mûzıhanın diyeti ile birlikte erş de vermesi gerekir. Bu, cinâyetten dolayı adamın ölmemesi
hâlindedir. Ama o adam ölürse; erş düşer, üç sene içersinde ödenmek üzere diyet îcâbeder. Eğer
cinâyet kasden olmuşsa cânînin kendi malından; hatâen olmuşsa âkilesi tarafından ödenir.
Cevhere´de de böyle denilmektedir.
neslinur
Wed 27 January 2010, 02:48 pm GMT +0200
M E T İ N
Eğer (baştaki yara sebebiyle) yaralı iki gözünü de kaybetse kısas îcâbetmez ikisi için de diyet
gerekir. Ebû Yûsuf ile Muhammed ise farklı görüştedir.
Kesilen bir parmağın yanındaki parmak çolaklaşırsa bu parmak kısasen kesilmez. Bunda da iki
İmâm farklı görüştedirler. Üst mafsalı kesilip de diğer parmaklar çolak olursa, cânînin parmağı
kesilmez. Aksine mafsal için diyet, diğer parmaklar için de hükûmet-i adl îcâb eder.
Yarısı kırılıp, kalan kısmı siyahlaşan, sararan veya kızaran dişte kısas yoktur. Aksine, eğer çiğneme
özelliğini kaybetmişse diş diyeti îcâbeder. Çiğneme özelliğini kaybetmemişse; eğer konuşurken
görülen bir dişse yine diyet, görülmüyorsa hükûmet-i adl gerekir. Zeylâî.
Dürer´in sözü ise: «Aksi halde birşey îcâbetmez.» şeklindedir. Bu konu da asıl şudur: Eğer cinâyet
gerçekten ayrı ayrı iki yerde olursa, birinin erşi diğerindeki kısasa manî değildir. Ama tek yerde olur
ve iki şeyi telef ederse birisinin erşi (diyeti) kısasa manîdir.
İ Z A H
«Ebû Yûsuf ile Muhammed ise farklı görüştedir.» Onlara göre mûzıha da kısas, gözlerde ise diyet
vardır. Minah.
«Kesilen parmağın yanındaki parmak da çolaklaşırsa parmak kısasen kesilmez.» Aksine bu
parmaklardan herbiri için diyet îcâbeder. Minah.
«Bunda da iki İmâm farklı görüştedir.» Onlara göre birincisinde kısas, öbüründe de erş vardır.
Cevhere.
Şayet musannıf: «Gözleri giderse veya bir parmağı kesip yanındaki de çolaklaşırsa, iki İmâmın
hilâfına bunlardan dolayı kısas değil diyet icâbeder» deseydi daha açık olurdu.
«Aksine, mafsal için diyet, diğer parmaklar için de hükûmet-i adl îcâbeder.» Hidâye. Kâfi ve
Mültekâ´da da böyledir.
Zeylaî´den naklettiğimiz gibi bu, geriye kalanlarla faydalanıldığı zamanki hale hamledilir. Bu, daha
önce Hidâye şerhlerinden ve başka kitaplardan naklettiğimiz; «parmağın dîyeti gerekir» tarzındaki
ifadeye ters değildir. Azîme´de ise bu diğer bir görüşe hamledilmiş ve çolaklığın onunla
faydalanamamaktan ayrılamayacağı sebebiyle, kalan kısımla faydalanılabilme ve faydalanamama
arasını birleştirmek, uzak görülmüştür.
Dürerin ibâresi ise daha önce de söylediğimiz gibi bir yanılmadır.
Musannıf burada, önceki mes´elenin aksine, iki imâmın bu mes´elede kısası kabul etmediklerine
işaret olarak ihtilaf zikretmedi. Nitekim Tatarhâniyye´de: «Alimlerimiz, bir kısmı kesilip kalanı veya
kesilene tâbi olan uzvun çolak olması halînde, kısasın îcâbetmediğinde hem fikirdirler. Ama birisi
öbürüne tâbî olmayan iki uzuv konusunda ihtilâf etmişlerdir.» denilmektedir.
Bu son mes´ele kesilen parmakla yanındaki parmak gibi yerlerdedir. Burada iki îmâmın hilâfına
İmâm Ebû Hanîfe´ye göre kısas yoktur. Biri birine tâbî olmayan uzuvlardan maksat, biri birinden ayrı
olmayanlardır. Öyle olursa, Ebû Hanîfe´ye göre birisinin erşi ötekinden kısasa.engel teşkil etmez.
Nitekim yakında gelecektir.
«Sararan veya kızaran dişte ilh...» Dişe herhangi bir ayıp ârız olursa, demekdir. Mekkî, Kâfî´den
naklen.
Musannıfın sararma konusunda söylediği Dürer´de de olduğu gibi muhtâr olandır. Tebyîn´de de
önce bu kesin görüş olarak verilmiş; fakat sonra: «Vurma sebebiyle hükûmet-i adl gerekîr» denilen
sahifedekinin benzeri söylenmiştir.
Bumdaki hükmün tercih ediliş gerekçesi şudur: Sanlık, güzelliğin ve menfaatin yok olmasını
gerektirmez. Şu var ki güzelliğin kemali beyazdadır. Herhalde onlar, kırmakla sararmayı ve
vurmakla sararmayı farklı değerlendirmişlerdir.
«Çiğneme özelliğini kaybetmemişse; eğer konuşurken görülen bir dîşse ilh...» İmâm Muhammed´in
ibâresi mutlaktır. Kifâye ve başka kitaplarda: «Bu konudaki hükmün, mes´ele detaylandırılarak
verilmesi gerekir.» denilmektedir.
«Konuşurken görülen dişse yine diyet ilh...» Çünkü o görülen güzelliği tamamen yok eder. Kifâye.
«Gerçekten ayrı ayrı iki yerde olursa ilh...» el ve ayak gibi T.
«Ama tek yerde olur ve iki şeyi telef ederse ilh...» Vurulan kişinin aklını, işitmesini, görme veya
konuşmasını izâle eden mûzıha gibi.
Vurulan yer, ister tek uzuv; ister yanındaki parmak, çolak olan parmak, gibi bir birinden ayrı olan iki
uzuv olsun farketmez. Ayrı iki uzuvda daha önce de geçtiği gibi iki İmâmın ( yani Ebû Yûsuf ile
Muhammed´in) görüşü farklıdır.
M E T İ N
Üzerinden bir sene geçtikten sonra dişinin kısasını uygulayan (câninin dişini söken) kişinin dişi,
daha sonra yerinden gelse; hata o zaman meydana çıktığı için diyet îcâbeder. Şüpheden dolayı da
kısas uygulanmaz.
Multekâ da : «Dişin ve müzıhanın kısasında bir sene beklenir. Dişe vurulup da sallanması halinde
de hüküm aynıdır.» denilmektedir.
Hulâsa´da ise: «Yetişkin olan kişi, tekrar gelmesini ummadığı dişte kısası geciktirmez. Fetva
böyledir» denilir.
Ben derim ki: Bu, musannıf ve diğerlerinin Nihâye´den naklettikleri ile uyuşturulabilir. Sahîh olan:
Bâliğ olanın bir sene değil, iyi olması için kısası ertelemesidir. Çünkü dişin tekrar gelmesi nâdirdir.
Eğer birisi bir adamın dişini sökse ve sâhibi dişi alıp yerine soksa ve kenarlarında et bitse yine
diyet îcâbeder. Çünkü damarlar eski haline dönmüş değildir. Nihâye´de şöyle denilmektedir:
«Şeyhu´l-İslâm: Eğer menfaat ve güzellikte eski hâline dönerse; yeniden bittiğinde olduğu gibi
birşey îcâbetmez demiştir.»
Kesilen kulağın yerine yapıştırılarak tutması halinde de diyet gerekir. Çünkü bu kulak eski şeklini
almaz.
Eğer diş sökülür ve yerine başkası çıkarsa İmâm Ebû Hanîfe´ye göre çocuğun dişin de olduğu gibi
diyet düşer iki arkadaşı ise; farklı görüştedirler. Şayet diş eğri biterse hükûmet-i adl îcâbeder. Şayet
yarısına kadar biterse yarım diyet gerekir.
Geldikten sonra eski halini alan tırnakta hiçbir cezâ yoktur.
Baştaki yarık veya vurma sebebiyle meydana gelen yara iyileşir ve onun hiçbir izi kalmazsa bir şey
îcâbetmez. Ebû Yûsuf´a göre yaralayana erş-i elem -ki o hükûmet-i adl´dir- gerekîr. İmâm
Muhammed´e göre ise; yaralayanın, yara iyileşinceye kadar ki doktor ücreti ve tedâvî masrafından
olan nafakayı vermesi îcâbeder.
Tahâvî şerhinde, Ebû Yûsuf´un erş-i elem sözü, doktor ve tedâvî ücreti ile tefsîr edilmiştir. Bu îzaha
göre. Ebû Yûsuf´un görüşü ile Muhammed´in görüşü arasında ihtilâf kalmaz. Bunu Musannıf ve
başka âlimler söylemişlerdir.
Ben derim ki: Bunun benzerini Müctebâ´dan naklen daha önce zikretmiştik. Müctebâ sahibi bu
konuda, Ebû Yûsuf´tan iki rivayet zikretmiştir. Dikkatli ol.
İ Z A H
«Dişi daha sonra yeniden gelse ilh... Yani tamamı düzgün olarak çıksa.
«Bir sene geçtikten sonra ilh...» «Bundan -yani kısastan- sonra» sözünün açıkça belirttiği gibi, sene
geçmeden, kısas hakkının olmadığını ifade etti.
«Hata meydana çıktığı için ilh...» Yâni kısas konusundaki hata. Çünkü kısasa sebep, dişin biteceği
yerin bozulmasıdır. Yerinden başka bir diş çıktığına göre bozulmamış demektir. O zaman da cinâyet
yok sayılır. Hidâye.
«Şüpheden dolayı ilh...» Yani diş yeniden çıkmadan önce, kısasın gerekliliği şüphesi.
«Kısasın da bir sene beklenir ilh...» Bu durumda hakimin cânîden bir kefil alması gerekir. Nitekim
Kifâye´de de böyledir.
«Hulâsa´da ise ilh...» Hulâsa sahibi şöyle demiştir: «Erginlik çağına gelenin dişinin sökülmesi
durumunda bir sene beklenmez. Bekleme işi çocuğun dişindedir. Ama yetişkinde dişin yeri
iyileşinceye kadar beklenir. Yetişkinin dişine vurulup da dişin sallanması halinde ise bir yıl
beklenir. Serahsî´nin bir nüshasında; yetişkinin dişinin kırılması ve sökülmesi durumlarında,
yeniden çıkması umulmuyorsa bir yıl beklenir; denilmektedir. Fakat önceki görüşle fetvâ verilir.»
«Uyuşturulabilir ilh...» Yani Mültekâ´daki hüküm küçüğün, Hulâsa´daki de yetişkinin dişine
hamledilir. Zâten Hulâsa´nın ibâresi açıktır.
«Sahibi dişi alıp yerine soksa ilh...» Yâni kısas uygulanmadan önce. T.
«Çünkü damarlar eski haline dönmüş değildir» Bu, diyetin vâcip oluşunun gerekçesidir. T.
Burada diyet cânîye vaciptir.
«Eğer menfaat ve güzellikte eski haline dönerse ilh...» Yâni eski haline dönmesi tasavvur edilirse...
«Çünkü kulak eski şeklini almaz.» Zahir olan burada da Şeyhu´l-İslâm´ın söylediğinin cârî oluşudur.
«...Diyet düşer ilh...» Yâni mânen cinâyet bulunmadığı için cânîden diyet düşer.
«Çocuğun dişinde olduğu gibi ilh...» Çocuğun sökülen dişi yeniden gelirse, ittifakla diyet
îcâbetmez. Çünkü onun ne güzelliği ne de menfaati yok olmamıştır. Hidâye.
«Sahibeyn (Ebû Yûsuf ile Muhammed) ise farklı görüştedirler.» Onlar şöyle demişlerdir: «Cinâyet
gercekleştiği için tam bir diş diyeti îcâbeder. Sonradan gelen diş ise Allah´ın yeni bir nîmetidir.»
Hidâye.
«Diş eğri biterse hükûmet-i adl îcâbeder.» Yani Ebû Hanîfe´ve göre Zeylâi.
Şâyet gelen diş siyah olursa sanki hiç gelmemiş sayılır. Tatarhâniyye.
«Tırnakta hiçbir cezâ yoktur ilh...» Tırnak diş gibidir. İhtiyâr´da şöyle denilmektedir: «Tırnaklar
sökülür de yerine yenisi gelmezse, cânînin hükûmet-i adl ödemesi îcâbeder. Çünkü bunun
hakkında muayyen bir diyet nakledilmemiştir.» Eğer yeniden gelen tırnak ayıplı olursa, öncekinden
(hiç gelmemesi durumundakinden) daha az olmak üzere hükûmet-i adl gerekir. Zahîriyye.
«Onun hiçbir izi kalmazsa ilh...» Şayet yaranın izi kalırsa; eğer yarık, muayyen bir diyeti olan bir
yarıksa o diyeti değilse hükûmet-i adl icâbeder.
«Bîr şey îcâbetmez,» Yani İmâm A´zam´a göre, dişin geri gelmesinde olduğu gibi, iyileşip izi
kaybolan yarada da birşey îcâbetmez. Burcundî, Hâzâne´den muhtâr olanın Ebû Hanîfe´nin görüşü
olduğunu nakletmiştir. Dürrü Müntekâ.
Mahbûbî, Nesefî ve daha başkaları da buna îtimad etmişlerdir. Uyûn´da ise şöyle denilmektedir:
«Kıyasa göre cânîye birşey îcâbetmez. Fakat Ebû Yûsuf ile Muhammed, doktor ücreti gibi
hükûmet-i adl gerekmesi istihsândır. demişlerdir. İyileşen bütün yaralar böyledir.» Allâme Kasım´ın
Tashîh´inden özetle alınmıştır.
Sâihânî şöyle der: «Bana istihsanın üstün tutulması uygun gelmektedir. Çünkü insan oğlunun
hakkı münakaşa üzerine mebnîdir.»
Bezzâziye´de de şöyle denilmektedir: «Muhammed´e göre cânîye bir şey îcâbetmez. Bu, İmâm-ı
A´zam´ın da kıyasıdır. İstihsana göre ise hükûmet-i adl gerekir. O da Ebû Yûsuf´un görüşüdür.
Fakîh: «Fetvâ Muhammed´in görüşüne göre verilir ki; buna göre cânînin ilâç masrafından başka bir
şey vermesi îcâbetmez» der ki, Kâdî ise: «Biz ikisinin görüşünü terketmeyiz; eğer yaranın izi kalırsa
o yaranın diyeti verilir. Meselâ yara munakkile ise münakkilenin diyeti gerekir.» der.»
Remlî de şöyle der: «Âlimler arasındaki ihtilâfın takdiminde, Bezzâziye´deki ile buradaki arasında
farklılığı düşün. Buradaki; Zeylâî, Aynî ve şerhlerin çoğunda anılandır.»
«Daha önce zikretmiştik.» Yani, organlarda kısas konusunda Tahâvî´nin söylediklerinin benzerini
ifâde etmiştik.
«Müctebâ sahibi bu konuda Ebû Yûsuf´tan iki rivâyet zikretmiştir.» Şöyle demiştir: «Ebû Yûsuf´a
göre; câniye erş-i elem çektiği (acının diyeti) îcâbeder. İmâm Muhammed´e göre ise doktor ve ilâç
masrafı îcâbeder. Bu, Ebû Yûsuf´tan bir rivâyettir. Bu hüküm: Sefîhi suçtan saydırmak ve zararı
telâfî içindir. Ebû Yûsuf erş-i elemi gerekli görmüş ve bununla hükümet-i adli murâdetmiştir. Bu da;
bir kölenin önce sıhhatli sonrada bu elemle değerlendirilmesi ile olur.»
Müctebâ sahibi daha sonra şöyle der: «Ben derim ki: Hükûmet-i adl Ebû Yûsuf´a göre doktor ücreti
ile tefsir edilmiştir. Ben bir çok yerde Ebû Yûsuf´un hükûmet-i adl ile; doktor ve ilâç masrafını
kasdettiğini gördüm. Kudûri: Doktor ücreti, Muhammed´in görüşüdür, demiştir.»
«Dikkatli ol» Bununla, Tahâvî´nin yorumunun İmâm Ebû Yûsuf´tan gelen iki rivâyetten birisine göre
olduğuna dikkat çekmiştir. T.
M E T İ N
Bir yaranın kısası, ancak yara iyileştikten sonra uygulanır. İmâm Şâfiî ise farklı görüştedir.
Çocuğun, delinin ve bunağın kasdî cinâyetleri hatâ sayılır. Sarhoş ve baygının cinâyeti ise böyle
değildir. Çocuk ve delinin cinayetinin diyeti; eğer o yirmide bire veya daha çok olur ve cânî yabancı
olmazsa âkileye aittir. Aksi halde kendi malından ödenir. Dürer.
Çocuk ve deliye, (adam öldürmeleri hâlinde) keffâret îcâbetmez.. (öldürdükleri mûrisleri olursa)
mirastan da mahrûm bırakılmazlar. İmâm Şâfiî bu görüşte değildir.
Eğer birisi, bir adamı öldürdükten sonra delirirse kısasen öldürülür. «Öldürülmez» diyen de
olmuştur. Mes´elenin tamamı, Mültekâ´ya yazdığım ta´lîkte vardır.
Bir çocuk başka bir çocuğun dişine vursa ve dişini sökse; dişi sökülenin erginlik çağına gelmesi
beklenir. Eğer o zamana kadar diş gelmezse vuranın âkilesi dişin diyetini öder. Eğer vuran çocuk
yabancı ise, diyet kendi malından ödenir. Meseleyi Meâkıl bahsinde tahkîk edeceğiz.
Önemli bir mesele:
Sahîh olan görüşe göre âkile hükûmet-i adli asla yüklenmez. Tenvîru´l-Besâir´de Tatarhaniyye´ye
nisbetle böyle denilmiştir. Allah en iyi bilendir.
İ Z A H
«Bir yaranın kısası ancak yara iyileştikten sonra uygulanır.» Çünkü Hz. Peygamber (s.a.s.)´in; sahibi
iyileşmeden yaranın kısasının uygulanmasını nehyettiği rivâyet edilmiştir. Hadisi Ahmed ve
Dârakutnî rivâyet etmişlerdir. Bir de; yaraların ölüme sebebiyet verebileceği ihtimâlinden dolayı,
yaralarda sonucu îtibar edilir. Zirâ yaradan dolayı yaralı ölürse o zaman cânî öldürmüş olur. Cinâyet
eserinin yara oluşu ancak iyileştikten sonra bilinir. Zeylaî.
«Hatâ sayılır ilh...» Yani hatanın hükmünde ve malın gerekmesinde hatâ sayılır.
«Sarhoş ve baygının cinâyeti ise böyle değildir.» Kuhistânî´de de böyle denilmiştir. Zâhir olan
buradaki sarhoştan maksat, mübah olmayan bir şeyle sarhoş olandır. Kendisini içkiden caydırmak
için böyle yapılır. Teammüden olan cinayette kasıt şarttır. Mübah bir şeyle sarhoş olanın kasdı
yoktur. Dolayısıyla onu cezalandırmaya da gerek yoktur. Baygın hakkında da böyle denilebilir.
Çünkü uyuyanda olduğu gibi, baygında da kasıt yoktur. Çocukta ise genelde kasıt vardır. Buna
rağmen onun teammüden yaptığı, hatâ sayılmıştır. Öyleyse baygın ve sarhoş daha evlâdır.
Eşbâh´ta şöyle denilmektedir: «Haram bir şeyden dolayı sarhoş olar» kişi mükelleftir. Mübah bir
şeyden sarhoş olmuşsa mükellef değildir. O baygın gibidir.»
«Eğer yirmi de bir veya ilh...» O erkekte beş yüz, kadında iki yüz elli dirhemdir. Kuhistânî.
«Aksi halde kendi malından îlh...» Yani diyet, yirmide bire varmıyorsa. O zaman mallarda uygulanan
şey uygulanır. Zeylaî. Veyâ cânî yabancı olursa. Çünkü genelde onların âkilesi olmaz. Nitekim
ileride gelecektir.
«Keffâret îcâbetmez.» Çünkü onların günahları yoktur. Mirastan mahrûmiyet de cezâdır. Onlar ise
cezâya ehil değillerdir. Mürted olan çocuğun mîrastan mahrûmiyetine sebep ise; riddetin cezâsı
değil, din farklılığıdır.
«Mes´elenin tamamı Mültekâ´ya yazdığım tâ´lîkta vardır.» Orada şöyle demiştir. «Bunda,
öldürdükten sonra delirmesi hâlinde öldürüleceğîne işâret vardır. Bu, deliliğin sürekli olmaması
durumundadır. Ama sürekli olursa kısas düşer. Şeyhu´l-İslâm da böyle demiştir. Ebû Yûsuf ile
Muhammed´den eğer kısasa hükmedilmemişse delinin mutlak surette öldürülmeyeceği rivayet
edilmiştir.
«Müntekâ´da da şöyle denilmektedir: Eğer kâtıl, maktûlün velisine daha delirmeden teslim
edilmişse öldürülmez. Katilin, birisini öldürdükten sonra bunaması durumunda da hüküm aynıdır.
Kâtilin kendi malından diyet ödenir. Kuhistâni, Zâhîriyye´den.» mes´ele, kısası gerektiren şeyler
konusunda geçmişti.
«Dişi sökülenin erginlik çağına gelmesi beklenir» Daha önce yazdıklarımızdan anlaşıldığına göre;
eğer dişine vurulan kişi bâliğ ise, diş yeri iyileşinceye kadar; çocuk ise bir sene beklenir. Çocuğun
erginlik çağına gelmesine kadar beklenmesi başka bir görüştür ve vuranın çocuk olması hâline
mahsustur. Ancak onunla vuranın bâliğ olması arasındaki farka işârete ihtiyaç vardır. Düşün.
«Eğer o zamana kadar diş gelmezse ilh...» Ama gelirse, daha önce de geçtiği gibi birşey îcâbetmez.
«Mes´eleyi me´âkıl bahsinde tahkik edeceğiz» Yani yabancıda diyetin cânînîn kendisine ait
olduğunu söyleyecek.
Tenvîru´l-Besâir´de ilh...» İbâresi şu şekildedir: «Eğer hükümeti adl, mûzıha´nın diyetinden daha az
veya o kadarsa onu âkile yüklenmez. Eğer daha fazla ise, hükmü konusunda imamlarımızdan bir
rivâyet gelmiş değildir. Sonraki alîmler ise konuda ihtilâf etmişlerdir. Şeyhu´l-İslâm: Akile onu
yüklenmez der. Aynısı Tatarhânîyye´de de vardır.»
Allah (c.c.) en iyisini bilîr.
neslinur
Wed 27 January 2010, 07:02 pm GMT +0200
YOLDA VE ÂMMEYE AİT DİĞER YERLERDE BİRŞEYLER İHDÂS ETMEK
M E T İ N
Musannıf bilflil katlin hükümlerinî zikrettikten sonra bu babda da katle sebep olan hadiselere
başlamayarak sözlerine şöyle devam etti: Kişi âmmeye ait bir yol üzerinde bir tuvalet veya su
olduğu veya curusun ki bu da «burç, ileriye çıkartılan ağaç, üst katta bir damdan diğerine geçiş
yolu. su kemerinin üstüne yapılan havuz gibi şeyler»in adı (Aynî) olan «cursun», veya dükkan
yapmış olsa adı, geçen şeylerden herhangi biri eğer âmme-ye zarar vermiyorsa ve halk da ona mani
olmuyorsa caizdir.
Eğer bu yaptığı şey zarar verîrse, adı geçen şeylerden herhangi birini yapması helâl olmaz. Nitekîm
ileride tafsitâtı gelecektir.
Husumet ehlinden yani dava görme gücüne sahip olanlardan herhangi bir kişi, zımmî dahi olsa adı
geçenlerden herhangi birinîn yapılmasına mâni olabileceği gibi; yapıldıktan sonra da onun
bozulmasını veya kaldırılmasını talep edebilir. Bu yapılan şeyde de âmmeye îster zarar olsun
isterse olmasın.
Bazı âlimlere göre kendisi de âmme yolunda öyle bîrşey yapmamışsa, hakimin huzurunda dava
etmesiyle o yapılan şeyi bozdurabilir. Yoksa taannüt olur denilmiştir. Zeylaî.
Bu yapılan şeylerin hepsinde devlet başkanından izinsiz olarak kendi şahsı için yapmışsa hüküm
yukarıdaki gibidir.
Saffâr burada yıkılmasını veya kaldırılmasını talep eden kişinin de «onun durumunda olmaması»
ifadesini eklemiştir.
Eğer Müslümanlara cami ve benzeri şeyleri yaparsa ya da devlet başkanının izniyle yaparsa
bozdurulamaz. Eğer bu yaptığı şey, âmmeye zarar verirse onu ihdâs etmesî caiz değildir. Zira
Peygamber (a.s.): «İslâm´da zarar vermek de yoktur; zarara karşılık vermek de yoktur.»
buyurmuştur.
Yolda satış için veya bir mal almak için oturmak, eğer kimseye zarar vermiyorsa caizdir; yoksa caiz
değildir. Yani yolda alıç-veriş için oturmak da geçen tafsilat üzeredir. Bu hükümler çıkmaz olmayan
yol hakkındadır. Çıkmaz olan bir yola gelince o çıkmaz yolda o yol ehline ister zarar versin, isterse
vermesin; herhangi bir şeyi ihdas etmekle tasarrufta bulunması caiz değildir. Ancak o yol ehlinin
izniyle olursa o zaman caiz olur. Çünkü o çıkmaz yol, orada oturanların özel bir mülkleri gibidir.
Diğer taraftan bunda asıl kaide şudur: Hali bilinmeyen bir şey âmmenin yolunda yapılırsa o yeni
yapılmış kabul edilir. Eğer onlara has bir yolda ise; o zaman o yapılan şey kadim sayılır. Burcundi.
Eğer bu yaptığı şeyin üzerine düşmesiyle her hangi bir adam ölürse; ölen adamın diyetini ödemek
âkilesine düşer. Çünkü ölümüne sebebiyyet vermiştir. Nitekim adam yolda bir su kuyusu kazsa
veya taş veya toprak veya çamur (Mülteka) koysa onun o kazdığı kuyu veya adı geçenlerden
herhangi biriyle bir insan telef olursa; onun diyetini de âkilesi verir; çünkü o sebep olmuştur.
Eğer bu yapılan şeylerden birisi ile bir hayvan telef olursa ve bu yapılan şeylere İmam (İslâm Devlet
Başkanı) izin vermemişse onun bedelini kendi malından ödeyerek tazminat öder.
Eğer bu yapılan şeylerde imam îzin vermişse veya yoldaki bir kuyuya adam açlığından veya
susuzluğundan veya sıcaktan bunaldığından düşerek ölmüş olsa; o kuyuyu kazıyan adam üzerinde
bir tazminat yoktur. Bununla da fetva verilir. Yalnız İmam Muhammed buna muhâlefet etmiştir.
Hulasa.
Eğer su oluğu düşse ve adamın mülkünde olan kısmı bir adama isabet ederek onu öldürse asla
zâmin değildir, çünkü oluk mülkünde olduğundan müteaddi değildir. Eğer mülkünden dışarda olan
kısmı veya oluğun orta kısmı isabet ederse o zaman o adamın tazminatı o oluğu kim koymuşsa
teaddi ettiğinden dolayı onun üzerinedir. Bezzâziye.
İsterse o adam o evde kiracı veya iğreti duran veya gasp eden olsun.
Bu adam bu mülkü satmakla da onun tazminat ödeme gereği kalkmaz. Zira yaptığı iş bakidir ve
tazminatı gerektiren de odur. Ama meyleden duvarın hükmü bunun hilâfınadır. Nitekim bu meseleyi
Zeylaî tafsilatıyla zikretmiştir.
İ Z A H
«Ammeye bir üzerinde ilh...» Şehir ve köylerde önü açık olan yollardır; kırlarda ve sahralardaki
yollar değil. Çünkü kır ve sahralarda olan yollardan çoğunlukla sapmak mümkündür. Zâhidi´de
olduğu gibi...
Âmme yolu; üzerinden geçenlerin sayılamadığı yoldur. Veya kimsenin mülkü olmayan bir arazide
bir toptum tarafından yapılan binalar arasında geçiş için bırakılan yoldur ki: bu da âmmenin
mûlkiyeti üzerine bâkidir. Bu, Şeyhu´l-İslâm´ın tercih ettiği görüştür. Birincisi ise İmâdî´de olduğu
gibi İmam Hilvânî´nin tercihidir. Kuhistâni.
«Veya bir cursun ilh...» Bu kelime aslen Arapça bir kelime olmayıp Arapça´ya sonradan girmiş
yabancı bir kelimedir. Bunun anlamında da ihtilâf edilmiştir. Bazı âlimler tarafından buna «burç»
denilmiştir. Bazı âlimlere göre îse; damdaki suyun akıntı yoludur. İmâm Pezdevî´den de bunun mülk
sahîbi tarafından üzerinde yeni bir şey yapmak için duvardan ileriye çıkartılan ağaçlara denildiği
nakledilmiştir. Muğrib.
Aynî de; Cursun kelimesinin, raf şeklinde yüksekte yapılan geçiş yolu demek olduğunu söylemiştir.
Bazı alimler tarafından da iki damın duvarları üzerine damdan dama geçmek için konulan ağaca
denildiği söylenmiştir. Diğer bazı âlimler de; üzerine testi konulması için kemerin önüne yapılan
şeye denildiğini söylemişlerdir.
«Veya bir dükkan ilh...» Satış tezgâhı gibi yüksek olan yere denir. Aynî.
«Eğer bu yaptığı şey zarar verirse, helâl olmaz.» Musannıfın burada: «Eğer zarar verir veya mani
olunursa helal olmaz» demesi gerekirdi.
Kuhistanî´de de; Yukarda sayılanlarda, herhangi birini yaptığı takdirde «mani olunsa bile
menfaatlenmesi yapan kişiye helâldir» denilmiştir. Kirmânî´de de olduğu gibi...
Tahâvî yukarda adı geçenlerden herhangi birini yaptığında: «Mani olunursa, yapan kişiye onu ihdas
etmek mübah olmadığı gibi; onunla menfatlenmesi halinde ve olduğu gibi bırakması halinde de
günahkâr olur» demiştir. Zahire´de de böyledir.
«Husumet ehlinden ilh...» Husumet Ehli ise; hur, âkil ve bâliğ olandır. Hacredilen köle ve çocuklar
husumet ehli değildirler. Durru´l-Munteka´da: Eğer velileri tarafından izin verilirse çocuk ve
kölelerin de dava görme hakkına sahip oldukları ifade edilmiştir.
«Zımmi dahi olmuş olsa ilh...» Çünkü yolda zımmînin de geçiş hakkı vardır. Kifâye.
Tatarhâniye´nin ifadesi ise şöyledir: «Kâfir de husumet ehlîne dahildir. özellikle zımmî olduğu
takdirde...»
«İster zarar olsun isterse olmasın ilh...» İmam Ebû Hanîfe´den gelen sahih rivayet budur. İmam
Muhammed de: «Husumet ehli yukarda sayılan şeylerden birinin yapılmasına mani olabilir; ama
yapıldıktan sonra onu kaldırtamaz» demiştir. Ebû Yûsuf ise «Husumet ehli ne o şeye mani olabilir
ne de kaldırtabilir.» demiştir.
Bu o şeyin sonradan yapıldığı bilinirse böyledir, eğer sonradan yapıldığı bilinirse böyledir, eğer
sonradan yapıldığı bilinmiyorsa o şey yeni yapılmış gibi kabul edilerek İmam (devlet başkanı) onu
bozdurur.
Ebû Yûsuf´un: «İmam o şeyi ancak ammeye zarar veriyorsa bozdurabilir.» dediği de rivâyet
edilmiştir. Durru Muntekâ.
«Bazı âlimler tarafından ilh...» «Bazı âlimler»den maksat Zeylaî´de de olduğu gibi İsmail
Es-Saffâr´dır.
«Yoksa taannüt olur denilmiştir.» Çünkü halktan zararı gidermeyi isterse; önce kendisinden
başlaması gerekir. Kifâye.
«Devlet başkanındın izinsiz ilh...» Eğer devlet başkanı adı geçen bu şeylerden herhangi birinin
yapılmasına izin verirse; hiç kimse o yapılan şeyi bozdurma ve dava etme hakkına sahip değildir.
Şu kadar var ki; eğer, yolun darlığından dolayı o yapılan şey halka zarar veriyorsa; devlet
başkanının onun yapılmasına izin vermesi uygun değildir. Ama eğer devlet başkanı zararı olmasına
rağmen maslahat İcabı izin verse caizdir. Hamevi Miskin´den.
Şumni de: «Eğer o yapılan şey, halka zarar veriyorsa ister îmam izin versin isterse vermesin, onun
yapılması mezhep İmamları arasında ihtilâfsız olarak caiz olmaz.» demektedîr. T.
İmam´dan İzin alınarak yapılan şeyde hiç kimsenin münazaat hakkı olmasa bile «caiz olmaz»dan
maksat, «günahkâr olur» olabilir. Çünkü İmam´ın izniyle yapılan bir şeyde yapan kişiyi dava etmek,
İmâm´ı aşmaktır. O zaman Şumni´de olan bu ifade de Hamevi´nin Miskin´den naklettiğine muhalif
olmaz. Düşün.
«Saffâr burada... eklemiştir....» Bu söz, daha önce tafsilatıyla geçen rivâyettir, onu tekrar zikretmeye
lüzum yoktur. Fukaha´nın kelâmının zâhiri, onlardan rivâyetle anlatılan mutlak hükme itimat
etmektir. Bu söz, hükmün mutlak olarak naklinden sonra saffar´a nisbet edilmiştir. O zaman bu
sözün bütün İmâmların sözü olduğu anlaşılır, delil şudur ki: Herhangi bir münkeri yasaklayan kişi,
o münkerden uzak olmakla kayıtlanmaz. Nitekim Hazr bahsinde geçmişti. T.
Ben derim ki: Bu delil, ancak o yapılan şeyde zarar varsa zahir olur. Çünkü o zaman münker olur.
Düşün.
«Eğer müslümanlara ilh...» Yani müslümanlara da zarar vermiyorsa... Kifâye ve Kuhîstanî´de de
olduğu gibî...
«Veya devlet başkanının izniyle ilh...» Bunun zahirine göre; eğer adı geçen şeylerden herhangi
birini imam´ın izniyle yaparsa zarar verse dahi;
hiç kimse o kişiyi dava etme hakkına sahip değildir. Biz bunu yukarda Miskîn´den naklen açıkça
takdim ettik. Buna. gelecek olan: «İmamın iznîyle olursa tazminat yoktur» sözü de delâlet eder.
Kifâye ve diğer kitaplarda bildirildiğine göre Ebû Hanife demiştir ki: «Âmme yolu üzerine yapılan
herhangi bir şey. İmam´dan izinsiz yapıldığı takdirde, ister zarar versin, isterse vermesin halktan
herhangi bir kimsenin onun yapılmasına mâni olma ve yapıldıktan sonra kaldırtma hakkı vardır.
Çünkü âmme ait olan şeylerde fitnenin teskini için yönetim hakkı İmam´a aittir. O halde İmam´dan
izinsiz böyle bir îş yapan bir kişi, İmam´ın önüne geçmiş olur. O halde herkes onun bu fiiline karşı
çıkabilir.»
«Eğer zarar veriyorsa ilh...» Bu söz. metindeki «eğer zarar vermiyorsa caizdir» sözünün mukabilidir.
«Zarar vermek de yoktur; zarara karşılık vermek yoktur.» Yani kişinin, müslüman kardeşine ilk
zarar veren olmaması gerektiği gibi; ceza olarak ta zarar veremez.
«Karşılıklı olarak zarar vermek», sana zarar verene senin de zarar vermen demektir. Muğrib.
«Ceza olarak zarar vermek» ise; kısas ve diğer şeylerde ceza veren kişilerin, hakkını tecavüz
etmesidir. Kifâye.
«Oturmak ilh...» ağaç dikmek de aynıdır. Kuhistanî.
«Eğer kimseye zarar vermiyorsa caizdir ilh...» İfadede en uygun olanı bu cümleyi «geçen tafsilât
üzeredir» sözünden sonra koyması idi. T.
«Çıkmaz olan bir yola gelince ilh...» Burada «çıkmazdan» murat, mülk yoldur. Bu çıkmazlık da
mülkiyetin illeti değildir. Zira mülk olduğu halde bazen açık olan yol olabilir, bazen de ammenin
olduğu halde açık tarafı da kapatılabilir. Şu kadar var ki; onun kapalı oluşu çoğunlukla mülk
olmasına delâlet eder. Bu yüzden çıkmaz oluş. mülkün yerine ikame edilmiştir. Hatta bunun hilâfına
bir delil oluncaya kadar bununla amel etmek vacip olur. Fahru´l-İslam´ın Cami´us-Sağîrinden naklen
Kifâye.
«İhdas etmekle tasarrufatı caiz değildir.» Ben derim ki: Hâniye´de Ebu Hanîfe demiştir ki: «Eğer yol
çıkmaz ise, o yolun üzerinde oturanlar o yola odunlarını koyabilirler. hayvanlarını bağlayabilirler ve
orada abdest alabilirler. eğer bu işlerden biri sebebiyle birisi ölmüş olsa, bu işin sahibi zâmin
olmaz. Fakat çıkmaz olan yolda bir bina yapsa veya su kuyusu kazsa, bu sebeblede bir kişi ölse;
zâmin olur.»
Câmiu´l-Fusuleyn´de şöyle denilmiştir: «Birisi çıkmaz olan yolda çamur yapsa ve yolda da geçecek
kadar yer bırakmış olsa. bu çamuru aynı şekilde zaman zaman yapıyor ve hemen kaldırıyorsa; bunu
yapabilir. Çıkmaz olan yolda oturan herkes kapısının önünde hayvanını durdurabilir. Çünkü çıkmaz
olan yol müşterek olan bir binâ gibidîr: ortaklardan herhangi biri müşterek binanın bir kısmında
oturabilir. Ancak onun içinde yeniden bir yer yapamaz. Bizim memleketimizde de hayvanı kapının
önünde durdurmak da oturma´nın kapsamındadır.
Tatarhânlye´de şöyle denilmektedir: «Çıkmaz yolda oturma cinsinden birşey yapmış olsa, yolda
kendi hissesine düşen yerde olan şeyi tazmin etmez ;ama yaptığı iş ortakların hissesine taşarsa,
onu tazmin eder. Eğer yaptığı iş oturma cinsinden birşey ise, kıyasa göre yine yukarıdaki gibi
olmalıdır. Ama istihsâna göre yaptığı iş oturma cinsinden ise, zâmin değildir.» Bunun benzeri
Kifâye´de de vardır.
Ben derim ki: Bununla: «Geçen şeylerden oluk, dükkân v.b. herhangi birinin ihdası caiz değildir»
sözünden maksadın bâki kalacak olan bir şeyin ihdâsının caiz olmaması olduğu açıkça ortaya
çıkmış oldu. Nitekim Salhânî de bunu ifade etmiştir.
«Ancak o yol ehlinin izniyle ilh...» Yani hepsinin izniyle... Hatta, aralarındaki bir kişiye o çıkmazda
bir şey yapması için izin verdikten sonra o çıkmaz yolda oturmayan birisi, oturanlardan birisinden
bir ev almış olsa. onun da izni şarttır. Zira Hâniye´de şöyle bir ifade vardır: «Çıkmaz yol üzerinde bir
bina veya bir oda yapmış olsa o çıkmaz yolda oturanlar da onu yaptırana razı olsalar çıkmaz yolda
oturmayan birisi gelse ve o çıkmaz yol üzerinde bir ev satın almış olsa o satın alan kişi de o odayı
yapana onu söküp kaldırmasını emredebilir.» Saihanî.
«Çünkü o özel bir mülk ev gibidir.» Evlâ olan teşbih yapmadan «mülk ev» demesiydi. Nitekim
Hidâye´de de böyledir. Câmi´den naklen takdim ettiğimiz de buna delâlet eder.
«Sonra bunda asıl kaide ilh...» Bu asıl kaidenin faidesi şudur: Yeni yapılan bir şeyi İmam yıkabilir,
eskiden yapılmış bir şeyi ise hiç kimse yıktıramaz. Kuhistânî´de olduğu gibi...
Saihânî demiştir ki: «Her iki taraf da delil getirmiş olsalar, yapılan binada eski oluşunun beyyinesi
öne alınır. Kâfî´de de: «Yeni yapıldığının delili takdim edilir» denilmiştir. Bu, hâdis oluşun delilinin
takdim edilmesi. binanın dışındaki su yolu ve yol edinme gibi şeylerde olabilir. Şeyh Hay-reddin,
Suğrâ´dan naklen: «Kadîm´in tarifi, halkın hatırlayabileceği en eski vakit olarak yapılmıştır» Bu tarif
de son derece güzeldir.»
«Diyet o şeyleri yapan adamın âkilesi üzerinedir.» Yaraladığı zaman eğer o yaranın erşine (diyeti)
gemik görünen yaranın erşine ulaşırsa, o zaman erşi âkilesi verir; eğer ondan az ise o zaman erşi
malından verilir. Kifâye.
Bu ifade gösteriyor ki; keffâret vacip olmadığı gibi mirastan da mahrum olmaz. Zahîre´de olduğu
gibi... Kuhistânî.
«Mülteka» Şerh´inde şu eklenmiştir: «Amme yolunda her yapılan şeyin hükmü de kuyu ve diğerleri
gibidir.»
Yine Mülteka´da: Amme yoluna su döken adam, döktüğü su nedeniyle meydana galen herhangi bir
zararın tazminatını öder. Kezâ yola kayılacak kadar su serpse veya abdest alsa; suyu serpen veya
abdest alan kişi o yolda kayma nedeniyle meydana gelen zararın tazminatını öder. Ama çıkmaz yol
halkından birisi bunlardan birisini o çıkmaz yolda yapmış olsa; veya o yol üzerinde oturursa veya
eşyasını koymuş olsa, bunlarda bir zarara neden olsa zâmin olmaz. Yine normal kayılmayacak
kadar veya yolun bir kısmına su serpmiş olsa yoldan gecen adam da kasdi olarak o su serpilen
yerden geçerken başına herhangi bir zarar gelse, su serpen adam zamin olmaz. Odun koymak. yolu
kapatmak veya kapatma hususunda «geçiş» gibidir. Dükkân sahibinin izniyle su serpmiş olsa
tazminat ödeme istihsânen dükkân sahibinin üzerinedir.
«Onu tazminatını kendi malından öder.» Çünkü âkile malı değil, nefse geleni yüklenir. Hidâye.
«Eğer bu yapılan şeylere İmam (devlet başkanı) izin vermemişse ilh...» Yani İmam, o yol üzerindeki
tuvaletin, cursun´un ve dükkânın yapılmasına, taşın konulmasını ve yolda kuyunun kazılmasına izin
vermemişse adam zengin olur... Bunu Kuhistâni İfade etmiştir.
«İmam...» Maksat İslâm devletinin başkanıdır.
«İzin verîrse ilh...» O zaman tazminatını ödemez. Çünkü müteaddi değildir. Zira imam, âmme yerine
kaim olduğundan, yol hususunda umumi bir velâyete sahiptir. Öyleyse imâmın izniyle âmme
yolunda bir şey yapan kîşi, sanki kendi mülkünde yapmış gibi olur. Kuhistânî.
Ed-Durru´l-Müntekâ´da şöyle denilmiştir: «Şu kadar varki imâmın izni ancak yapılan şey ammeye
zarar vermezse caizdir.» Bu bahsin tamamı Ed-Durru´l-Muntekâ´dadır.
«Açlığından veya susuzluğundan ilh...» Çünkü açlığından veya susuzluğundan dolayı düşüp ölen
kişi, kendi nefsinde olan bir şeyden dolayı ölmüştür. Tazminat ise ancak bu türden bir sebeple
olmayan düşmedeki ölümlerde vaciptir. Zeylâî.
«Sıcaktan bunaldığından...» Yani sıcağın şiddeti dolayısıyla nefesin kesildiği bir bunalma. İnaye.
«İmam Muhammed buna muhalefet etmiştir.» Yani: «Yukarda geçenlerin hepsinde tazminat
vaciptir» demiştir. Ebû Yûsuf da Ebû Hanîfe´ye sıcaktan bunalmada değil açlıktan dolayı düşmede
muvafakat etmiştir. T.
«Veya oluğun orta kısmı ilh...» Burada oluğun ortasından murat, oluğu koyan adamın mülkünün
dışında olan kısımdır. Zira zâmin olmada illet yolun üstünü işgal etmek suretiyle teaddidir. Nitekim
Zeylaî´nin de zikrettiği gibi...
«Vasat» bu manada anlaşılırsa «hariç» bunu kapsar. O zaman «vasat» kelimesinin ayrıca
kullanılması gerekmez. «hâriç»ten oluğun öbür tarafını keşfetmişte olabilir. O zaman da «vasat´ın
zikri doğru olur.
Zâmin olma durumu bunda ve bundan evvelki meselede İmam veya mahalle halkı: izin vermedikleri
takdirdedir. Nitekim bu yukarda geçmiştir. Teaddiyi illet göstermek de buna delâlet eder.
«O oluğu kim koymuşsa ilh...» Yani âkilesi üzerinedir... Kezâ bundan sonraki meselede de aynı
şekilde denilir. Çünkü sebep olmuştur. T.
«Nitekim Zeylâî bu meseleyi tafsilatıyla zikretmiştir.» Zira Zeylaî şöyle demiştir: «Eğer âmmenin
yoluna evinden bir kanat açmış olsa veya yola bir odun uzatmış olsa sonra, evini topluca satsa
müşteri de olduğu gibi bıraksa, sonunda o şeyden dolayı bir kişi ölse; tazminat ödemek satanın
üzerinedir. Çünkü yapmış olduğu şey mülkünün elinden çıkmasıyla bozulmamıştır. Fakat eğilen
duvar. müşteri zâmin olmaz. Çünkü müşteriye kimse o duvarın yıkılacağını söylememiştir. Satan da
zamin değildir. Çünkü şahit tutmanın sıhhati için mülk şarttır. Mülk de satışla bâtıl olur. Çünkü
başkasının mülkünü bozmak mümkün değildir. Bizim meselemizde ise zaminiyet mülk itibarîyle
değil; yolun üstünü işgal etmek itibariyledir. Bu durumda da işgal bakidir. O zaman satan adam
zamin olur. Nitekim bu işleri yapan müstecir, âriyet alan ve gasp eden de olsa yîne zamin olurlar.
Duvarda ise, malikin dışındakiler zamin olmaz.» özetle.
neslinur
Wed 27 January 2010, 07:05 pm GMT +0200
M E T İ N
Oluktan her iki taraf da isabet etmiş olsa ve bu da bilinse oluğu koyan adam yarı tazminat öder.
Diğer yansı ise heder olur. Eğer hangi tarafın İsabet ettiği bilinmiyorsa istihsanen yarısının
tazminatını öder. Zeylai.
Başka birisinin koymuş olduğu taşı bir diğeri yerinden çevirse ve bu sebepten birisi zarar görse,
taşı çeviren zamin olur. çünkü taşı ilk koyanın bu kuyusu, çeviren tarafından bozulmuştur.
Bu durum şuna benzer: Birisi yolda başına veya sırtına bir şey koymuş olsa, bu da başka birinin
üzerine düşse veya bir hasır, kandil veya çakıl taşı ile mahallesinin mescidinden başka bir mescide
girse yani o mescide hasır serse veya yere çakıl koysa; veya o mescitte namaz için değil de başka
bir şey için otursa -oturması Kur´an okumak veya herhangi birşey öğretmek için de olsa- ve bu
işlerden herhangi biri sebebiyle mesela bir kör, helâk olsa zamin olur. İmameyn buna muhalefet
ederek. «zamin olmaz» demişlerdir.
Omzundan giydiği bir aba üstünden düşüp de başka birînin ölümüne sebep olsa veya yukarda
zikredilen şeylerden herhangi birisini kendi mahallesinin mescidinde yapsa, zamin olmaz. Çünkü
mescidi tedbir etmek, mescidin ehline ait olup başkasına ait değildir.
O zaman mescit ehlinden olmayan birinin o mescitte herhangi bir şey yapması mubahtır. Fakat
selâmetle kayıtlanır. Kendi mahallesinin mescidinde namaz için oturmasında da bu oturma
sebebiyle herhangi bir adamın zarar görmesinin tazminatını ödemez.
Bunun özeti şudur: Kendi mahallesinin mescidinde veya başka bir mescitte namaz İçin oturması
sebebiyle başka birine zarar verse bunu zamin olmaz. Namazın dışında başka bir sebeple oturması
halinde bunu mutlaka zamin olur. İmameyn burada Ebû Hanife´ye muhalefet etmişlerdir.
Şurunbulâlîye´de de Zeylaî ve diğer kitaplara nispetle İmameyn´in görüşü daha açık görülmüştür.
Ben de Mültekâ Şerhi´nde imameyn´ln görüşünü tahkik ettim.
Mültekâ´da şöyle bir ifade vardır: «Birisini bir bina yapmak için veya dükkânın veya evinin önündeki
sahada su kuyusu kazmak için ücretle tutsa ve bu îşler sebebi ile de işi bitirmeden bir şey telef
olmuşsa; tazminatı İşçinin üzerinedir. Eğer işi bitirdikten sonra telef olmuşsa tazminat mülk
sahibinin üzerinedir. Nitekim yapılan şey, evinin veya dükkânının önünde olmasa ve Eşçide bunu
bilmese bu durumda yine mülk sahibinin üzerinedir. Eğer işçi yaptığı İçin mülk sahibinin evinin
veya dükkanın önünde olmadığını bilse bu durumda yaptığı işten dolayı herhangi bir şeyin telefinde
tazminat işçi üzerinedir. Nitekim yolun ortasında bir binanın yapılmasını emretse bu emir fâsid
olduğundan dolayı, herhangi bir şeyin telefinde tazminat yine işçi üzerinedir. Eğer mülk sahibi
işçiye o yerin kendi evinin arsası olduğunu, fakat orda kuyu kazma hakkı olmadığını söylese
herhangi bir şeyin telefinde tazminat kıyasen ücretli İşçiye aittir. Çünkü aldatılmamıştır ve emrin
fâsid olduğunu bilmektedir. İstihsanen ise tazminat müstecir üzerinedir.»
Ben derim ki: Mülteka şarihi ve diğeri burada kıyası istihsâna takdim etmişlerdir. Bu takdimin zâhiri
kıyası istihsâna tercih etmektir. Bilhassa Mültekâ sahibi daha kuvvetliyi diğerine takdim etmek
itiyadındadır.
İ Z A H
«İstihsanen ilh...» Çünkü bir durumda hepsine zâmin olur. Bir halde de hiçbir şeye zâmin olmaz.
Çünkü oluğun mülkünde olan tarafı isabet edip ölümüne sebep olmuştur. Netice olarak yarısını
zâmin olur. Kıyasa göre ise şüphe olduğundan dolayı hiçbîr şeye zâmin değildir. Bu bahsin tamamı
Zeylaî´dedir.
«Bu da başka birinîn üzerine düşse ilh...» Düşse ve bir insanın kayarak ölmesine sebep olsa yine
zâmin olur Hidâye.
Çünkü yolda eşyayı başına veya sırtına yüklemek mübahtır. Şu kadar var ki hedefe veya ava atılan
ok veya kurşun gibi şeylerde selametle kayıtlı olması lâzımdır. Zeylai.
«Bir hasır, kandil veya çakıl taşı ile ilh...» Hasır kandil veya içinde çakıl taşı olan torba birinin
üzerine düşse ve ölümüne sebep olsa bunun tazminatını öder. Minah.
Ben derim ki: Hidâye´nin ibaresi ise: «Mescit bir aşiretîn olsa, o aşiretten birisi de o mescide bir
kandil asmış olsa veya oraya hasır şermiş olsa veya araya çakıl dökse...» şeklindedir.
Bundan zâhir olan burada «çakıl dökmek» filinin geçmiş zaman fiili olup «hasır sermek» fiiline
atfedildiğidir. İbn Kemâl´in açıklaması da buna delâlet eder.
Şurunbulâliye yukarıdaki meselede tazminat ödemekle ilgili imamlar arasındaki ihtilâfı. mescitte o
işi yapan adamın «mescidin cemaatinden izinsiz olarak yapması» ile kayıtlamıştır. eğer onların
izniyle yaparsa ittifak!a yapmış olduğu işten dolayı zarar görülmesi halinde zâmin olmaz.
denilmiştir. Nitekîm aynı mescit cemaatinden bir kişi, mescide aydınlatılması içîn bir kandil asmış
olsa, bu da birinin ölümüne neden olduğu zaman. zamin olmaz. Ama eğer o kandili muhafaza etmek
için asarsa ve o da birinin ölümüne sebep olursa. yine ittifakla zâmin olur, Şerhu´l-Mecmua´da
olduğu gibi... Bezzâziye´de Hakimin izninin mahalle halkının izni gibi olduğu belirtilmiştir.
«Mahallesinin mescidinden başka bir mescide girse ilh...» Bundan anlaşılan ileride gelecektir. Zâhir
olan şudur ki: Cemaat mescidinin hükmü, mahalle mescidinin hükmü gibidir. O halde cemaat
mescidinde yukarıda sayılanlardan herhangi birini yapması sebebiyle birisi bir zarara uğrasa zâmin
olmaz. T.
«Velev ki o mescitte oturuşu Kur´an okumak veya herhangi bir şey öğretmek için de olsa ilh...»
Çünkü mescit namaz için yapılmıştır. Namazın dışındaki şeyler ise namaza bağlı olarak yapılırlar.
Bunun delili şudur:
Mescit dar olursa namaz kılan adam zikir Kur´an okumak veya ders vermek için oturan kişiyi
rahatsız ederek kaldırır ve yerinde namaz kılar. Bunun aksi ise yapılamaz.
«Omzundan giydiği bir abâ üstünden düşerse zâmin olmaz ilh...» Yani giydiği abâ birisinin üzerine
düşerek ölümüne sebep olsa veya düşse ve birisi üzerine bastığında kayarak ölse zâmin olmaz.
Bu son hususa Hîdaye´de de işaret edildikten sonra denilmiştir ki: «Giyilen bir şey ile taşınan bir
şey arasındaki fark şudur; Bir şeyi taşıyan onun muhafazasını kasteder. O zaman onu selâmetle
takyid etmeye lüzum yoktur. Ama elbiseyi giyen kişi onu muhafazayı kastetmezse bu sebepten
selâmet kaydıyla kayıtlanır ve mutlaka mubahtır, denilir.
İmam Muhammed´den şu da rivayet edilmiştir ki: «Bir adam normal olarak giymediği bir şeyî giyse;
o şeyi taşımış gibi olur. Çünkü onu giymeye ihtiyacı yoktur.»
Kılıç ve omuza atılan şalın ve benzerlerinin hükmü de abâ gibidir. Gâye´de de böyledir.
«O zaman mescit ehlinden olmayan birinin o mescitte herhangi bir şey yapması mübahtır ilh...»
Bundan: Mescidin cemaatinin bir şey yapması vaciptir, anlaşılır. Fakat öyle değildir. Aksine
mescidin ehlinin de, ehli olmayanın da mescitte adı geçen işlerden herhangi bir şey yapmaları
mubahtır. Ancak mescid ehlinin mescitte adı geçen şeylerden herhangi birîn! yapmaları mutlaka
mubahtır ve selâmet kaydıyla kayıtlı değildir. Mescidin ehlinden olmayan bir kîmsenin adı geçen
işlerden herhangi birini yapması mubahtır ve selametle kayıtlıdır T.
«Bunun özeti şudur; namaz için oturması ilh...» Şemsü´l-Eimme demiştir ki: «Ebû Hanîfe´nin
mezhebinde en sahih olan, namazı beklemek için oturan kimsenin oturmasından dolayı herhangi
bir kimsenîn zararına sebep olduğu taktirde zemin olmamasıdır. Ancak İmamlar arasındaki ihtilâf
Kur´an okumak, fıkıh ve hadis dersi vermek gibi mescide has olmayan ibadetlerdedir.»
Zahîre´de de şöyle denilmiştir: «Mescitte hadis için olursa, mescitte uyusa, orada namaz dışında bir
şey için kalsa veya oradan sadece geçse ve bu durumlardan biriyle bir kişi zarar görse; Ebû
Hanîfe´ye göre zamîn olur. imameyne göre ise olmaz. Eğer namazı bekleme itikâf, Kur´ân okumak,
ders vermek ve zikir etmek gibi ibadetler için oturursa müteahhir fakihler bu hususta ikiye
ayrılarak; bir kısmı bu sayılan şeylerden biri sebebiyle birisi ölse zâmin olur; bir kısmı da zâmin
olmaz, demişlerdir.» Zeylaî´den özetle...
«Mutlaka olarak ilh...» Yani ister kendi mahallesinin mescidinde İster başka bir mescitte olsun fark
etmez...
«Zeylaî´ye nispetle ilh...» Zira Zeylaî, Hilvanî´den şunu nakletmiştir: «Meşayihin ekserisi yukarıdaki
meselede İmameyn´in kavlini tutmuşlardır ve fetvâ da imameynin kavil üzeredir.»
Zeylâî yine Sadra´l-İslâm´dan şunu nakletmiştir: «En açık olan imameynin hükmettiğidir. Çünkü
mescitte oturmak namazın zaruretindendir ve namaza ilhak olunur.»
Aynî´de de şöyle denilmektedir ki: «Diğer üç mezhebin imamları da İmameynin kavli ile
hükmetmişlerdir. Fetvâ da İmameynin kavli iledir T.
«Ben de Mülteka şerhinde İmameynin görüşünü tahkik ettim.» Bunun özeti benim yukarda takdim
ettiğimdir. Zeylâî şunu da zikretmiştir: «Mahzurlu olan bir şeyi konuşmak için mescitte oturursa ,o
oturuşundan dolayı herhangi bir zarar veya ölüm vakası olursa İmamların ittifakıyla oturan adam
zamindir. Fahru´l-İslâm´ın mutlak zikrettiği de buna göre yorumlanır.
«İçin kiralasa ilh...» Zeylai ve diğerleri özet olarak şunu zikretmişlerdir: «Bir kimse birini evinin
önünde bir kanat yapmak için ücretle tutsa, ve ona: «Bu evin önündeki saha benim mülküdür»
veya: «Eskiden beri benim o sahada kanat açma hakkım vardır» dese; işçi de bunun doğru olup
olmadığını bilmese; fakat durumun mülk sahibinin dediğinin aksi olarak ortaya çıksa yapmış
olduğu o kanat, bitirmeden evvel veya bitirdikten sonra bir kimsenin üzerîne düşse, bunun
sonucunda adam ölse ve yaralansa, tazminatı işçi öder. Kıyasen ve istihsanen kiralayana
başvurarak da ondan alır.
«Eğer işçiye; O sahada kanat açma hakkı olmadığını bildirse veya yapmaya başlayıncaya kadar hiç
bildirmese ve o yaptığı kanat da düşerek birisini telef etse; bu durum, bitirmeden evvel ise işçi
tazmin eder ve dönüp kendisini ücretle tutan adamdan da alamaz; Eğer bitirdikten sonra ise: -bir
âmme yolunda bina yapmayı emretmesinin fasit olması gibi- emir fasit olduğundan -kıyasa göre-
yine öyledir. İstihsanda ise; işveren tazminatı öder. Çünkü verdiği emir sahihtir. Zira evinin önü
selâmet şartı ile menfaatlenme bakımından onun mülküdür. Satışının caiz olmaması yönüyle de
onun mülkü değildir. öyleyse sıhhat yönüyle, bitirdikten sonra tazminat işveren üzerînedir. Emrinin
fasit olma yönüne gelince; eğer o işi bitirmezden evvel birisine zarar vermişse tazminat işçinin
üzerine olur.
«Eğer bir kişiyi evinin arsasının dışında bîr kuyu kazmak için ücretle tutsa ve o kuyuya birisi
düşerek ölse; işçî de onun arsası dışında olduğunu bilmese; o zaman işveren tazminat öder. Çünkü
işveren işçiyi aldatmıştır.
«Eğer arsası dışında olduğunu bilse o zaman işçinin kendisi tazminat öder. Zira aldatma yoktur; bu
yüzden de fiil işçiye izafe edilir.
«Eğer ona : «Burası evimin önüdür; ama benim orada kuyu kazmaya hakkım yoktur.» dese işçi
kuyuyu kazıp birisi zarar görse; kıyasen işçi tazminat öder. Çünkü aldatılmamıştır. İstihsana göre
ise işveren zâmindir.»
Bezzâziye´de de: «Eğer işi bitirdikten sonra bir zarar olmuşsa» sözü ilâve edilmiştir.
Bezzâziye´nin bu ilâvesi: «İşi bitirmeden evvel veya bitirdikten sonra» özü ile yapılan tafsilat yine
kuyu kazmada da câri olduğunu İfade ediyor. Nitekim sarih de bunu zikretmiştir.
Kuyu kazma ile kanat açma arasındaki fark; kanat açmada işçi bilmediği taktirde gelen zararı
tazmin eder ve rücu ederek işverenden alır. Kazmada ise işçi asla tazminat ödemez.
Bu farkın delili ise şudur: İşveren mütesebbibdir. Kanadı açan ise Bizzat kendisi yapmıştır; ama
kuyu kazanın durumu bunun aksinedir. Çünkü o da yine işveren gibi mütesebbibdir; mütesebbib de
müteaddi olduğu taktirde zamindir. Kuyu kazma meselesinde ise müteaddî olan yalnız işverendir
İtkanî özetle.
"Bu takdimin zâhiri ilh...» Bu takdimin zâhiri kıyası istihsâna tercih etmektir. Bu. tercih de
Mültekâ´nın ibaresinde her ne kadar açık İse de;
Mültekâ dışındaki kitapların ilâvesinde açık değildir. Özellikle Hidâye sahibinin ibaresinde... Zira
Hidâye ve diğerleri mutemet olanın dilini tehir ederler.
Hidâye sahibi de burada istihsânı delili ile beraber tehir etmiştir. Bunu da T. ifade etmiştir.
M E T İ N
Kim Sultan´ın emri ile yolda veya kendi mülkünde bir lağım çukuru kazmış olsa, yola bir ağaç
koysa, İmam´dan izinsiz bir köprü yapmış olsa ya da âmme yolunda herhangi bir şey yapmış olsa;
bir kişi de kasdi olarak adı geçen şeylerin biri üzerinden geçse ve helâk olsa; o şeyi yapan adam
tazminat ödemez. Çünkü burada meydana gelecek zararı, bilerek geçtiğinden dolayı, bilfiil zarara
uğrayana izafe etmek daha evlâdır.
Böylelikle açıkça şu anlaşılmış oldu: Kuyu kazmak ve yola taş koymak halinde kuyuya düşen veya
taşa çarparak zarar gören kimse, kasdî olarak oradan geçmemişse buna sebebiyet veren kimse
ancak bu halde zamin olur.
Müctebâ´da da böyledir. Müctebâ´da şöyle denilmektedir:
Ben derim ki: İşte bununla yani Mekke yolunda veya sahralarda kuyu kazma ifadesi ile bilindi ki;
kitaplardaki «yol»dan maksat. sahra ve çöllerdeki değil; şehirlerdeki yollardır. Çünkü şehirlerde yol
güzergahını değiştirmek genellikle mümkün değildir. Ama sahralar böyle değildir.
Bir adam dört kîşiyi kuyu kazmak için ücretle tutsa kuyu da kazmalarından dolayı üzerlerine çökse
ve onlardan birisi ölse; geriye kalan üç kişiden herbirinin diyetin dörtte birini vermeleri gerekîr.
Dördûncü dörtte bir de düşer. Çünkü kuyu kendi fiilleri ile üzerlerine çökmüştür. ölen kişi de hem
kendi hem de arkadaşlarının sebebiyyetiyle ölmüştür. O zaman ona kuyunun çökmesinde
kendisinin fiiline tekâbül eden miktarı ödemek düşer. Hâniye ve diğer kitaplar.
Cevhere´de de şu husus ilâve edilmiştir: «Kazılan kuyu yolda îse, yukardaki hüküm böyledir. Eğer
îşverenin mülkünde ise uygun olan diyetten vâcip olmamasıdır. Çünkü kuyu kazmak mübahtır. Öyle
ise herhangi bir şeyin olması halinde tazminat gerekmez.»
Ben derim ki: Bundan şu hâdisenin cevabı alınır: Bir kişinin bağı olsa ve elindeki toprak da bazen
mülk olup haracını veriyor. Beytu´l-mal arazisi gibi. Bazen de vakıf arazisi olup onun elinde uzun
zaman kalıyor ve haracını vererek o araziye ağaç dikme ve diğer şekillerde menfaatlenme hakkına
sahip oluyor. işte böyle bir adam üzüm bağı dikmek üzere kuyu kazmak için bir grup işçi kiralasa
ve kuyu çökerek aralarından biri ölse, ölen adamın varisleri ölenin diyetini talep edebilirler mi?
Musannıf der ki: «Burada ve buna benzer hadiselerde hüküm, işverene hiçbir şeyin vacip
olmamasıdır. Keza işçilere de... Nitekim Cevhere´nin sözü de bunu ifade etmektedir. O zaman
Fetâvâ´daki mutlak ifade, hüküm ve hadisenin bir olması nedeniyle kayıtlı ifadenin üzerine
hamledilir. Allah en iyisini bilendir...
FER´İ MESELELER:
Ev sahibi bir kanadın çıkarılması veya gölgeliğin yapılması için adam kiralamış olsa, o kanat veya
gölgelik de düşerek bir adamı öldürse bakılır; Eğer işlerini bitirmeden önce düşmüşse tazminat
ödemek, işçilerin üzerinedir. Çünkü henüz iş bitip mal sahibine teslim edilmemiştir. Eğer yola
kayacak kadar su serpse ve serptiği su yolu kaplasa, birisi kayarak düşse ve ölse; ya da ayağı veya
herhangi bir azası kırılsa. O zaman su serpen adam tazminat öder. Eğer dükkânın önünü dükkân
sahibinin izniyle sulasa ve bu sulama nedeniyle herhangi bir zarar meydana gelse tazminat
istihsanen dükkân sahibinin üzerinedir.´Bu bahsin tamamı mültekâ´dadır. Allah en iyisini bilendir.
İ Z A H
«Veya kendi mülkünde ilh...» Keza âmmeye olmayan, kendisinin tasarruf hakkı bulunan kapısının
önünde ve çıkmaz yolda oturanlar ile ortak olmayan yolda bir kuyu kazmış olsa ve bu kuyuya bir
kişi düşüp ölse, teaddi olmadığından dolayı yine zâmin değildir. Müttekâ.
«Keza amme yolunda ilh...» Yani tuvalet yapma, oluk uzatma, cursun ve dükkân yapma, balkon
yapma, kuyu kazma, gölgelik yapma, ağaç dikme, kar atma ve satış için oturma gibi şeyleri yapsa...
Eğer bu yaptığı şeyi emir verme hakkına sahip olan birinin emriyle yaparsa, herhangi bir vukuatın
meydana gelmesinde zâmln değildir. Yoksa zamin olur. İnâye´de de böyledir.
«Kasdi olarak ilh...» Bu söz «Ağaç koysa .» sözlerinin bir alt meselesidir. Remli demiştir ki: «Kasdi
olarak» sözünün buradan hazfedilmesi gerekirdi. Çünkü zikredilen «teammüd» ile zâminiyet
kaybolmaktadır, eğer imamın izniyle olursa zaminiyet zaten kalkar.»
Şu kadar var ki; eğer bir hazif yapılması gerekiyorsa «imamdan izinsiz» sözünün hazfedilmesi
gerekir. «Kasdi olarak» sözüne gelince bu hazfedilmiş olsa mana bozulur.
«Çünkü izafe etmek ilh...» Bu, son iki meselenin yani ağaç koyma ile köprü kurma meselelerinin
illetidir. Evvelki iki meselenin, yani sultanın emri ile yolda veya kendi mülkünde kuyu kazmada
zaman olmamanın illeti (gerekçesi) ise teaddî olmamasıdır.
«Zâmin olmaz.» Zira burada müteaddî değildir. Çünkü sahrada veya Mekke yolunda herkes
konaklama, hayvan bağlama, çadır kurma gibi şeylerde selâmet şartı olmaksızın bu hakka sahiptir.
Çünkü burada halkın geçiş hakkını iptal yoktur; öyleyse herkes yemek yapmak için veya temizlik
için kuyu kazma hakkına sahip olduğundan bunu yaptığı taktirde müteaddi olmaz.
«Ben derim ki ilh...» Bu Müctebâ´nın kelâmındandır.
Müctebâ bazı kitaplardan: «Çöllerde kuyu kazmanın da halkın sahradaki geçiş yolunun dışında
olmak ile kayıtlandığını» nakletmiştir. Arkasından bu kayıt olmadan nakil yapmıştır, daha sonra da:
«Ben derim ki: Bununla bilindi ki...» demiştir.
«Bununla» sözüyle de ikinci naklettiğine işaret etmiştir. Şârih de yalnızca bu ikincisi üzerinde
durmuştur.
Bunun özeti şudur: Müctebâ´nın birinci nakline göre, bir adam yolun halkın ve hayvanların
geçmediği sağ ve sol taraflarına değil de, halkın ve hayvanların geçtiği yerde bir kuyu kazarsa ve
bu kuyu herhangi bir insan veya hayvanın telef veya sakat olmasına sebep olursa, zâmin olur.
Muhît´ten naklen Bezzaziye´de olan da budur. Mücteba´nın ikinci nakline istinaden mutlaka zamin
olmaz. Çünkü geçen adam sahrada kuyunun kazıldığı yerin dışında, başka bir yerden geçme
imkânına sahiptir.
T. demiştir ki: «Bu hüküm hayvanların buradan gece karanlığında geçmeleri durumu ile ilgili
düşünülürse açıkça anlaşılmaz. O zaman buradaki mutlak ifade, kayıtlı ifadenin üzerine hamledilir.
Allah en iyisini bilendir...
«Kazmalarından dolayı ilh...» O işçiler ona yardımcı olsalar hüküm yine böyledir; oma eğer kazan
bir kişi olsa, kuyu da o kazarken üzerine çökse onun kanı heder olur. Hindiye, Mebsub´tan, T. de
Hindiye´den.
«Hâniye.» Haniye´nin ibaresi şöyledir: «Çünkü kuyu onların üzerine yaptıkları iş dolayısıyla
yıkılmıştır ve onlar bilfiil kuyuyu kazanlardır. ölen kişi de yine onlar gibi kuyuyu kazandır.
«Uygun olan diyetten vacip olmamasıdır.» Sen de burada katlin bizzat mübâşeretle olduğunu
bilmektesin. O zaman onda, mülk ile mülk olmama eşittir. Bu da nakledilene muhâlif bir bahistir.
«Ben derim ki ilh...» Bu musannıfın Mînah´daki sözüdür. «Bazen mülk olup ilh...» Bundan maksat
elindeki toprağın devamlı atarak aynı toprak olmayıp belki metinde sayılan topraklardan biri
olmasıdır. Yoksa bu işlerin aynı toprak üzerinde yapılması demek değildir T.
«Bu beytü´l-mal arazisi gibi ilh...» Burda eğer memlûkten kasıt, müslümanların hepsinin mülkü ise;
bu söz bir örnek olmuş olur. Yok eğer memlûkten maksat elindeki kendi mülkü ise ve onun da
haracı veriliyorsa, o zaman bu sözden maksat beytü´l-mal arazisinin benzeri olmaktır. Zaten bunun
ekserisi haracîdir.
«Onun elinde uzun zaman kalsa ilh...». Benim Minâh´ta gördüğüm ifade şudur: «Elindeki Arazı
bazen vakıfların olup elinde de uzun müddet kalır...»
Mînah´taki bu ifade musannıfın buradaki ifadesinden daha iyidir. Çünkü böyle uzun zaman elinde
kalan arazi ya beytü´l-malındır ya da vakıflarındır.
«Haracını vererek ilh...» Burada münasip olûn «ücretini» demesiydi Bu arazinin beytü´l-mal arazisi
olduğunu da söylesek bile bu böyledir. Zira Felhu´I-Kadir´de şöyle bir ifade vardır; «şu anda Mısır
arazisinden alınan haraç değil, ücrettir. Açıktır ki Mısır arazisi çiftçilerin mülkü değildir. Sanki mülk
sahipleri varissiz olarak peyderpey ölmüş ve arazi de beytü´l-mal´e kalmıştır.
«Nitekim Cevhere´nin sözü de bunu ifade etmektedir.» Yani şu sözü; «Burada yapılan iş mübahtır
ve mübahta doğan herhangi bir şey de tazmin edilemez.»
«Fetâvâ´daki mutlak ifadeler ilh...» Yani Hâniye ve diğer fetvâ kîtaplarındaki «zamin olur» şeklindeki
mutlak hüküm Cevhere´nin ibaresindeki: «Eğer kuyu yolda ise zamin olur» kaydı ile mukayyed alan
ifadeye hamledilir. Çünkü usûlcülerin mutlak hükmü, mukayyed hüküm üzerine hamletmelerindeki
«hüküm ve hadisenin bir olma» şartı da burada mevcuttur. Çünkü burada hüküm tazminattır.
Hadîse ise yalda kuyu kazmaktır. Bunun örneği de yemin keffâretinin orucudur. Bu âyet de mutlak
ifade edilmiştir. Yani ister aralıksız tutulsun, îsterse aralıklı tutulsun... Ama ibn Mes´ûd´un kıraatinde
ise «tetâbu´ile» yani aralıksız almakla kayıtlanmıştır. O zaman âyetteki mutlak ibn Mes´ûd´un
mukayyed kıraatine hamledilir. Çünkü hüküm oruçtur; andan sonra onun yerine geçecek alan
yemin keffaretidir. Her ikisini cem etmek ise mümkün değildir.
Ancak Musannıfın bu sözleri tartışılabilir. Çünkü yukardaki meselede nass yoktur. Cevhere´nin
zaminiyeti «yolda olmak» ile kayıtlaması da fukahânın, «cinayeti bizzat işleyen kimse velev ki
mülkte olsun zamin olur» sarih ifadelerine aykırıdır. Bundan dolayı da Remlî: «Zahir alan şudur ki,
Cevhere sahibi nakil yapmayarak bundan sadece bahsetmiştir. Cevhere´nin bu sözünün fasit
olduğu da açıktır. Çünkü fukahânın: «Kuyuyu kazan bizzat mübaşirdir, mütesebbib değildir»
şeklinde açık ifadeleri vardır. Mübaşeret´te ise fiilin mülkte olup almadığına bakılmaması evlâdır.
Şöyle ki: Birisi kendi mülkünde ok atmış olsa, bu da bir şahsa isabet etse, oku atan zâmin olur.
Böylece anlaşılmış oldu ki vukuu tekerrür eden hadisede mezkur keyfîyet üzere tazminat işçiler
üzerinedir. Özetle...
«Fer´î meseleler ilh...» Bazı nüshalarda yoktur. Zaten bunlarla ilgili önceden sözetmiş bulunuyoruz.
AIIah en iyisini bilendir.
neslinur
Wed 27 January 2010, 07:10 pm GMT +0200
YIKILMAYA YÜZ TUTAN DUVAR FASLI
M E T İ N
Amme yoluna yıkılmaya yüz tutan bir duvardan dolayı bir insan bir hayvan veya mal telef olsa.
duvar sahibinden yıkılması talep edilmişse duvar sahibi zamin olur. İster hakikaten sahibi olsun
isterse vâkıf ve kayyım gibi hükmen sahibi olsun... Velev ki o duvar mescidin duvarı olsun. O
zaman vâkıfın akilesi zâmin olur.
Velî, râhin, mükâteb ve ticaretle izinli köle de kayyım gibidir. Duvarın ortaklarından biri de
istihsanen böyledir. İsterse o ortak, vârislerden biri olsun...
Evet öyledir ve Zâhiriye´de de şu vardır: «Eğer yıkılmaya yüz tutan duvarın sahibi ölse ve vâris
olarak yalnız bir oğlunu ve bir de bütün malını kapsayacak kadar borç bırakmış olsa; oğlu, o duvarı
yıkılmaya yüz tutan evin mâliki olamasa bile, oğlun üzerine duvarın yıkılacağına dair şahit tutmak
sahîhtir. Burcundi ve diğerleri.
Yıkılmaya yüz tutan duvarın yıkılmasını, hür olan mükellef müslüman veya zimmî veya mükatep
köle talep etme hakkına sahiptirler.
Musannıfın burada mükelleften kastı, hâkimin huzurunda dâvâ açmaya ehil olan kimsedir. O zaman
çocuk ile kölede, velinin ve efendinin dava görmeye izin vermesi şarttır. Zeylai.
Eğer duvarın yıkılacağına dair şahit tutmasa, duvar yıkılmaya yüz tutmadan önce yıkılmasını talep
etmek, teaddi olmadığından dolayı zaten sahih değildir ve duvar sahibi de onu yıkmaya kadir
olduğu süre içerisinde yıkmasa, o zaman zamin olur. Zira âmmeye zarar veren bir şeyi def etmek
vaciptir.
Yıkılmaya yüz tutan duvar nedeniyle telef olan nefisle diyetleri, duvar sahibi âkilesi üzerinedir.
Malların tazminatı ise duvar sahibinin kendisi üzerinedir. Çünkü âkile malın tazminatını ödemez.
Tazminat da ancak üç şeyin üzerine şâhit tutmakla olur. Yani ya duvarı yıkmaya mâlik olan kîmseye
duvarı yıkması için yapılan talepte şâhit tutmak veya duvarın düşmesîyle helâk olan kimsenin duvar
nedeniyle helâk olduğuna dair şâhît tutmak ya da duvarın, şahit tutma vaktinden yıkılma vaktine
kadar onu mülkü olduğuna dair şahit tutmak gerekir. İşte bundan dolayı musannıf: «Eğer yıkılma
talebinde bulunan adam, evde îcar veya iâre ile oturan veya mürtehin veya emanetçi gibi yıkma
hakkına sahip olmayan kimselere yıktırma talebinde bulunsa, bu talebine itimad edilmez. Çünkü adı
geçenler o duvarda tasarruf hakkına sahip değildirler. O zaman adı geçenlerden herhangi birisine
duvarın yıkılması talebinde bulunduktan sonra duvar düşse ve bir şey telef etse ne evde oturanın
ne de mal sahibinin asla tazminat ödemeleri gerekmez.
Nitekim duvar satışla veya hibe gibi bir yolla mülkünden çıkması halinde de durum böyledir. Havî
Kudsi.
Yine adam ayrılmamak üzere delirse veya mürted olup dâru´l-harbe iltihak etse ve onun
daru´l-harbe iltihakıyla da hâkim hükmetse; sonra da irtidad eden kişi İslâm olarak memlekete
dönse veya deliren kişi akıllansa da böyledir. Hâniye. Ve bu duvarın mülkiyetinden çıkması da
yıkılmasını talep eden kişinin şahit tutmasından sonra olsa velev ki onu alan kişi duvarı yıkılmaya
yüz tutan binayı kabzetmeden evvel yıkılmış olsa; yine birinci mülk sahibi zâmin değildir. Çünkü
yıkılmaya yüz tutan duvar üzerindeki velâyeti satış ve benzeri ile ortadan kalkmıştır. Her ne kadar
mülkiyeti daha sonra kendisine dönse bile... Havî ve Hâniye. Ama kanat açma bunun hilâfınadır.
Çünkü yukarda geçtiği gibi fiili bâkıdır.
İ Z A H
«Yıkılmaya yüz tutan bir duvardan ilh...» Sallanan ve taşları gevşemiş duvar da buna dahildir.
Kuhistani. Yine iki katlı bir binada üst katın duvarları sallansa alt katta oturanlar üst katta
oturanlara karşı duvarın yıkılacağına dair şahit tutsalar ve yine duvarın üstü birinin, altı da başka
birisinin olup duvarın üstü sallanırsa ve duvarın alt kısmının sahibi üst kısmının sahibine karşı
duvarın yıkılacağına dair şahit tutmuş olsa; hüküm yine aynıdır. Nevâzil´den naklen Tatarhaniye´de
de bu hüküm açıkça ifade edilmiştir. Remlî.
«Amme yoluna ilh...» Hususî yol da yine böyledir. Musannıf burada yalnız umumî yolu zikrederek
iktifâ etmiştir. Kuhistanî. Şu kadar var ki, ileride de geleceği gibi bazı hükümlerde umumî yol ile
hususî yol arasında fark vardır.
«Veya mal ilh...» yani hayvanın dışında. Çünkü hayvan «nefs» kelimesini kapsamına girer. Eğer
musannıf «nefs» kelimesi ile insan nefsini de kapsayan kâmil olanı kastetseydi: kelimesi ile de
hayvanı da kapsayan bir kelime kullansaydı ilerideki: «Sonra yıkılmaya yüz tutan duvar nedeniyle
telef olan nefislerin diyetleri duvar sahibinin âkilesi üzerinedir.» sözüne uygun olurdu.
Çünkü yıkılmaya yüz tutan bir duvar nedeniyle telef olan hayvanın kıymetini âkile tazmin etmez;
Onun kıymetini duvar sahibi kendi malından verir. Rahmetî.
«Duvar sahibinden yıkılması talep edilirse ilh... Talep etme şu şekilde olur: Duvar sahibine: «Senin
şu duvarın korkutucudur, veya yıkılmaya yüz tutmuştur, onu düzelt! veya yık! ta ki düşüp de
herhangi bir şeyi telef etmesin!» denilir. Eğer duvar sahibine: «Senin şu duvarını yıkman
uygundur!» denilse bu yıkma talebi değil, istişâre olur. İnâye.
«Veye hükmen ilh...» Yani o. zararı kaldırmaya kudretli olmak.
«O zaman vâkıfın (vakfedenin) âkilesi zamin olur.» Yani her iki surette de. Çünkü kayyım vâkıfın
vekilidir. Bir vakfın kayyımına, vakıftaki yıkılmaya yüz tutan duvar için şahit tutması, vâkıfa şahit
tutması gibidir. Nitekim; Velî olan bir kimseye, velâyetinde olan küçük çocuğa veya deliye ait
yıkılmaya yüz tutan duvarı hususunda şahit tutmak çocuğa veya deliye şahit tutmak da böyledir.
Remlî diyor ki: «Vâkıfın âkilesi» sözünden, «eğer diyeti verecek âkilesi varsa» şeklinde
anlaşılmalıdır. Eğer âkilesi yok veya var fakat ödemiyorsa, o zaman vakfın kayyımından alınmadığı
gibi, rücû ederek vakıftan da alınmaz. Çünkü vakfın zimmeti yoktur.
«Veli de kayyım gibidir.» Yani baba, dede veya vasî gibi velâyeti olan kimseler, velîdirler. Hidaye´de
anne de bunlara eklendikten sonra, bunların yapmış oldukları işin bizzat velâyetlerinde bulunan
çocuğun yapmış olduğu iş gibi olduğu söylenmiştir.
Yani vasinin, babanın ve annenin yapmış olduğu bir iş, bizzat çocuğun yapmış olduğu bir iş gibidir.
Bu bakımdan duvarın yıkılması için bunlardan talepte bulunmak, bâliğ olduktan sonra çocuğa
yapılan talep gibidir. İnâye. Düşün...
Durru´l-Muntekâ´da : «Çocuğun velîsinden çocuğa ait olan yıkılmaya yüz tutan duvarın yıkılmasını
veya düzeltilmesini talep ettikten sonra, duvar yıkılsa; herhangi bir zarar durumunda tazminat
çocuğun malından alınır. Çocuk bu talepten sonra bâliğ olsa veya velîsi ölse; meydana gelen
zarardan dolayı tazmin ettirilmez. İmâdiye ve diğer kitaplarda da böyledir.»
«Râhin ilh...» Çünkü rehin edilen bir nesnenin mâliki mürtehin değil, râhindir. Râhin ise rehni
çözmekle, rehin verdiği duvar veya binayı yıkmaya kâdirdir.
Kiracıya kirada oturduğu binanın duvarının yıkılması veya düzeltilmesi talebinde bulunulmaz.
Çünkü icâre akdi icâr olunan nesnede meydana gelen özürlerden dolayı fesholunur. Duvarın
yıkılmaya yüz tutması da bir özürdür. T. Cevhere´den...
«Mukâtep ilh...» Mülkünü yıkabilir. Eğer mukâtebin yıkılmaya yüz tutan duvarından dolayı bir adam
helâk olsa, mükâtep, ölen kişinin diyetinden veya kendi kıymetinden hangisi daha az ise onu
çalışarak öder. Eğer duvardan dolayı helâk olan mal ise, kıymeti her ne olursa olsun. hakikî
cinayete kıyaslanarak ödemeye çalışır. Kirmanî´den naklen Kuhistânî´de de böyledir.
Bu ödeme hükmü, eğer kitâbet hali devam ediyor ise geçerlidir. Eğer mukâtebin azadından sonra
ise, o zaman ölen adamın diyeti kölenin efendisinin âkilesi üzerinedir. Eğer bu telef. kitâbet bedelini
ödemedeki aczinden sonra ise, hiç kimse üzerine bir şey vâcip değildir; o kan heder olur. Çünkü
mükâtep kâdir olmadığı gibi. efendisine karşı da mukâtebin duvarının yıkılmasına dair şahit
tutulmamıştır. Minah ve diğer kitaplarda da . böyledir.
Kadıhân´dan naklen Burcundî de mukâtebe ait duvarın yıkılması hususunda şahit tutulmuş olsa bu
şâhit tutma sahîhtir denilmiştir. Durru´l-Müntekâ.
«Ticaret yapmaya izinli köle» Zira ticaret yapmaya izinli köle, ister borçlu olsun, ister olmasın
kendine ait bir duvarı yıkabilir. Eğer yıkılmaya yüz tutan duvarı yıkılarak bir adam ölse. ölen adamın
diyeti kölenin efendisinin âkilesi üzerinedir. Eğer telef olan mal ise onun tazminatını ödemek,
köleye düşer. Hatta onu tazmin için köle sattırılır. Durru´l-Müntekâ.
«Duvarın ortaklarından biri için böyledîr...»de O zaman ortaklardan biri yalnız kendi hissesi kadar
duvarın vermiş olduğu zararın tazminatını öder.
«İstihsânen ilh...» Kadıya çıkarak ortaklarından duvarın yıkılmasını veya düzeltilmesini isteme
yoluyla buna imkânı olduğundan ve bunu da yapmadığından sorumluluğunu yerine getirmemiştir.
Bu yüzden de his-sesine düşen kadarın tazminatını öder. Kıyasa göre ise, tek başına duvar yıkma
imkânına sahip olmadığından dolayı tazminat ödemez. İtkânî.
«Evet öyledir ve Zahîriye´de de şu vardır ilh...» Bunun; «Duvar sahibînden yıkılması talep edilirse»
sözü üzerine istidrâk olduğu söylenmiş ve «hükmen» sözünün kapsamından girdiği belirtilerek
itiraz edilmiştir. Çünkü, ev ölünündür. Bundan dolayı bu evle borçları ödenir. Vâris ise onun yerine
geçendir.
Bu sebeple vârisin evini alıp borcu kendi malından ödeyebilir.
Bunun: «Ortaklarından biri» sözü üzerine istidrâk olduğu da söylenebilir. Zira musannıfın: «Yalnız
bir oğlunu» sözüyle kayıtlamasından; eğer varisler birkaç tane olursa yalnız birisine karşı şahit
tutmak, sahih olmaz; hükmü anlaşılır. Düşün. Bu kayıt, belki de ittifakî bir kayıttır.
«Şahit tutmak sahîhtir ilh...» ölen adamın diyeti oğulun değil, babanın âkilesi üzerinedir. Minah´ta
olduğu gibi...
«Hâkimin huzurunda dava açmaya ehil olan kimsedir.» Bu sözüyle, mükelleften muradın bâliğ olan
kimse değil; sabî de olsa dava açma hakkına sahip olan kimse olduğuna işaret etti. Fakat Zeylai´de
ticaretle izinli köle ve çocukların da baliğ olan hürlere dahil edildiği söylenmiştir.
«Eğer şahit tutmasa ilh...» Yani yıkılma talebi üzerine şahit tutmasa...
Zeylai demiştir ki: «(Şahit tutulması, ancak mülk sahibinin daha evvel yıkılma talebin isbat
edilebilmesi için olur. öyleyse şahit tutmak bir şart olarak değil, de ihtiyat içindir.»
«Onu yıkmaya kadir olduğu süre içerisinde ilh...» Bu yıkılma talebinden sonra mülk sahibi yıkacak
adamları bulmak için gitse ve bunları aramakta iken duvar yıkılsa, telef olan herhangi bir şeyin
tazminatını ödemez. Çünkü şeriatte îcar ile çalışacak kimseleri hazırlama zamanı istisnâ edilmiştir.
Kuhistâni.
«Zira ammeye zarar veren bir şeyi def etmek vaciptir ilh...» Sözü, musannıfın geçmiş olan; «mülk
sahibi zâmin olur» sözünün illetidir: Yani biz, eğer onun üzerine tazminatı vacip kılmasak o binayı
boşaltmaktan imtina ederdi. Çünkü çoğu kez âmmeye gelen zararı def etmek için hususî zararı
yüklenmek vaciptir.
«Nefislerin ilh...» Yani hür olan nefislerin.. Çünkü musannıfın: «Âkile malların tazminatını ödemez»
sözü buna karinedir. T.
Musannıfın burada «nefisler»den muradı, malın mukabili olandır. O zaman hayvan buna dahil
değildir. Nefis dışında kalan uzuvların sakatlanması halinde onların da tazminatını duvar sahibi
verir.
«Tazminat da ancak üç şeyin üzerine şahit tutmakta o!ur.» Yani tazminat âkile üzerine ancak üç şey
ile vardır. O zaman âkile üç şeyden birini inkâr etse, bina sahibi de onların inkâr ettiği şeyi ikrar
etse, o zaman onun tazminatını kendi malından vermesi gerekir. Turî, özetle...
«Duvarın, şahit tutma vaktinden yıkılma vaktine kadar onun mülkü olduğuna dair şahit tutmak
ilh...» Çünkü, evin onun zilyedliğinde olduğu açıktır. Zâhir olana göre de, evin onun elinde
olmasıyla başka birinden bir hak talep edilecek. Gâye.
«İşte bundan dolayı ilh...» Yani evin onun mülkü olması şartı dolayısıyla T.
«Ne de mal sahibine ilh...» Çünkü mal sahibinin nezdinde duvarın yıkılacağına dair şahit
tutulmamıştır
«Mülkünden ilh...» Yani velâyetinden çıkmasıdır ki; «eğer delirse» sözünü de içine alsın. Düşün.
«Hibe gibi ilh...» Zâhir şudur ki: Hibede hibe edilen şeyin teslim edilmesi lâzımdır; ki duvarın
yıkılmasına dair tutulan şehadet iptâl edilsin. Zira hibede hibe edilen şeyi, teslim etmezden evvel bir
hüküm yoktur. T.
«Delirse ilh...» Yani şahit tuttuktan sonra...
«Ayrılmasak üzere ilh...» Musannıfın burnu «ayrılmamak üzere» ile kayıtlaması oralıklı olarak gelin
delirmeyi bunun kapsamı dışına çıkarmak içindir. Zâhirinden anlaşılan şudur: Aralıklı olarak gelen
delilik. şahit tutmayı iptâl etmez. Eğer şahit tutulup aralıklı olarak delirdikten sonra evinin duvarı bir
şeyi telef etse, telef olan şeyi tazmin eder.T.
«Dönseilh...» Yani müslüman olarak... Ve evi de ona geri verilse. Hâniye.
Veya ayrılmamak üzere deliren kimse akıllansa, ancak yeniden şahit tutmakla zâmin olurlar.
«Kabzetmeden evvel de olsa ilh...» Yani müşteri satılan binayı kabzetmeden evvel de olsa. O zaman
satışta kabz şart değildir. Nitekim kitapların çoğunda da böyledir.
Hidâye´de: «Kabz» ile kayıtlanması ittifâkî bir kayıttır. Bunu Kuhistâni ifâde etmiştir.
«Çünkü velâyeti ortadan kalkmıştır.» Yani yıkma velâyeti elinden çıkmıştır. Musannıfın: «Mülkiyetin
elinden çıkması» sözünden anlaşılan «Tazmin edilemez» hükmünün illetidir.
«Ve benzeri» Yani hibe, delirme ve irtidât gibi...
«Her ne kadar mülkiyeti dönse bile ilh...» Yani mürted olan kimsenin müslüman olarak
darü´l-harp´ten dönmesi ile veya delinin akıllanması ile mülkiyeti üzerindeki velâyeti ona dönse
bile...
Satışta da hüküm böyledir. Kuhistâni demiştir ki: Satışın burada mutlak zikredilmesi, satılan bina
hâkimin hükmü veya başka bir şeyle veya müşteriye ait olan hıyâr-ı şart veya hıyâr-ı rü´yet ile
satana geri verilse ve bu esnada da satılan mülkün duvarının yıkılması ile bir zarar meydana gelse,
satan adamın zamin olmadığına delâlet eder. Ancak satılan şey, satan adama geri verildikten sonra
onun duvarının yıkılması için talepte bulunulsa, o zaman zâmin olur. Muhayyerlik satana ait olursa
bakılır: Eğer o da satışı bozsa sonra da duvar yıkılıp bir şeyi telef etmiş olsa bunu satan tazmin
eder. Çünkü satanın muhayyerliği duvarı ıslah etme velâyetini iptal etmediği gibi. şahit tutmayı da
iptal etmez. Bayi eğer muhayyerliğini düşürse şâhit tutma bâtıl olur. Çünkü o duvarı kendi
mülkünden izâle etmiştir. Minah.
«Ama kanat açma bunun hilâfınadır.» Kanat açmada tazminat kanat açtığı mülkün elinden çıkması
ile zail olmaz. Çünkü kanat açmada cinayet. kanadı açması iledir; kanat da yerinde durmaktadır.
Duvarda ise cinayet onu yıkmaması iledir. Duvarın mülkiyeti elinden çıktıktan sonra duvarı yıkmaya
kudreti yoktur. O zaman cinayet onun hesabına ortadan kalkmaktadır.
M E T İ N
Eğer duyar bir kimsenin mülkiyeti olarak veya kiracı olarak veya herhangi başka bir sebeple
oturduğu evin üzerine meyletse, duvarın yıkılmasını veya düzeltilmesini duvar sahibinden talep
etmek, adı geçenlerden evde oturana aittir: çünkü hak onundur. O evde oturan kimsenin duvarın
yıkılmasını tecil etmesi ve duvar sahibini cinayetten ibrâ etmesi sahihtir. Ama eğer duvar yola
meyletmiş ise hakim veya duvarın yıkılıp ıslah edilmesini talep eden kimse, bunu tecil ederse, tecil
nedeniyle bir cinayete neden olursa, duvar sahibi tecilden dolayı cinayetten berî olmaz. Çünkü
burada ibrâ ammenin hakkıdır. Hakimin âmme hakkındaki tasarrufu ise âmmeye zarar veren işlerde
değil: ammeye menfaatı olan işlerde geçerlidir. Zahîre. Ama binada oturan kimsenin tecil ettirmesi
bunun hilâfınadır.
Eğer duvarın bir kısmı yola, bir kısmı da bir kişinin evine meyletse, bu durumda zarar
göreceklerden kim duvar sahibinden duvarın yıkılmasını talep etse sahîhtir. Çünkü zarar
göreceklerden bazısının duvarın yıkılacağına dair şâhit tutmaları sahih olduğuna göre bu durumda
hepsi şahit tutmuş gibi sahîh olur. Burcundî.
Eğer duvar başlangıçta eğri yapılmış olsa bu duvarın yıkılmasını veya düzeltlimesini talep
etmeksizin meydana gelecek zararı da duvar sahibi zâmin olur. Kanat açması ve dama su oluğu
koyması gibi... Çünkü burada teaddî vardır.
Beş kişinin ortak olduğu bir duvar yıkılmaya yüz tutsa, bu beş kişiden bir tanesine yıkılma talebinde
bulunursa ve şâhit de tutulsa. bu duvar birisinin üzerine çökmüş olsa, bu ortağın âkilesi diyetin
beşte birini öder. Yani telef olan mal veya nefisten beşte birinin tazminatını öder. Çünkü o ortak,
öteki ortaklarını hakime çıkartarak o duvarı düzelttirme imkânına sahipti.
Üç kişinin ortak olduğu bir binada ortaklardan birisi bir kuyu kazsa veya bir duvar yapsa ve o kuyu
veya duvar sebebiyle de birisi helâk olsa, duvarı yapan veya kuyuyu kazan kimse. diyetin üçte
ikisinin tazminatını öder. Çünkü binanın kendine ait olmayan üçte ikisine teaddî etmiştir. Telef de
burada bir tek illetle olmuştur. O zaman bu telef hisselere göre taksim edilir. Kendi hisselere
düşenden zâmin değildir. Çünkü kendi mülkünde tasarruf etmiştir. Ama ortakların hisselerinden
dolayı gelecek zararı zâmindir. İmameyn de bu diyetin İkiye taksim edileceğine hükmetmişlerdir.
Çünkü bu meselede telef İkiye ayrılmıştır; birisi muteberdir diğeri de heder olmuştur.
Duvarın yıkılacağına dair şahit tutmak. duvarın yıkılması gerektiğine dair şahit tutmaktır. O zaman
duvarın yıkılacağına da[r şahit tuttuktan sonra duvar yolun üzerine yıkılsa ve bu yıkılma sebebiyle
bir adamın ayağı kayıp ölse, duvar sahibi zâmindir. Çünkü yıkılan onun mülküdür ve yolu
temizlemek de onun görevidir.
Eğer duvarın yıkılması ile ölen bir adama başka bir kişi çarparak kaysa ve o da ölse; duvar sahibi
ölen ikinci adamın diyetini ödemez. Çünkü ölen adamı oradan kaldırmak duvar sahibinin değil,
ölenin velilerinin hakkıdır. Ama kanat açma bunun hilâfınadır. Çünkü kanadın sahibi ölen ikinci
adamın da diyetini öder. Zira cinayete sebep olan kanat. bakidir. O zaman yolda ölen birinci adamın
cesedini kaldırmak, yine kanat açanın hakkıdır.
Şu mesele de bunu teyid eder: Eğer yıkılmaya yüz tutan duvarı veya onun enkazını satsa o duvar
kaldırılmadan birinin ölümüne veya malının helâkine sebep olsa satan kişi tazminattan berî olur,
yani tazmîn etmez. Ama kanadı satmış olsa sattıktan sonra kanat düşüp birinin ölümüne veya
malının helâkine sebep olsa, kanadı açan, berî olmaz, yani tazmîn eder. Zeylai.
Duvar gevşemeden evvel duvarın yıkılacağına dair şahit tutmak sahih değildir. Çünkü ne
başlangıçta ne de sonuçta teaddî yoktur.
Yıkılmaya yüz tutan duvar hakkında şahit tutmakta bir erkekle iki kadını şahit tutmak kabul edilir.
Çünkü yıkılma talebi üzerine şahadettir, katil üzerine şehâdet değildir.
FER´Î MESELELER
Bir duvarın, bir kısmi sağlam olsa, bir kısmı da yıkılmaya yüz tutmuş olsa, bu duvarın yıkılacağına
dair oradan geçenler veya komşuları şahit tutsalar ve duvarın tamamı yıkılıp bir kişiyi öldürse duvar
sahibi onun diyetini öder. Ancak duvar uzun olsa o zaman yıkılan duvardan yıkılmaya yüz tutan
tarafı isabet etmişse yalnız o kadarını tazmin eder. Çünkü o zaman duvar, iki duvar gibidir.
Duvarın yıkılacağına dair şahit tutmak, yıkılmaya yüz tutan kısmında sahihtir, sağlam kısmında
sahih değildir. Birisi sağlam, diğeri de yıkılmaya yüz tutmuş iki duvardan yıkılmaya yüz tutan için
şahit tutulsa ve sağlam olan duvar yıkılarak bir şeyi telef etse, o şey heder olur, yani tazminatı
verilmez. Hâniye.
Mescidin duvarı yıkılmaya yüz tutsa o zaman şâhit, mescidi yaptıran kişiye karşı tutulur. Ve duvarın
yıkılması ile ölen adamın diyeti de camiyi yaptıran adamın âkilesi üzerinedir.
Fakirlere vakfedilen bir mülkün duvarının yıkılmasından dolayı ölen kişinin diyeti vâkıfın âkilesi
üzerinedir.
Ticaretle izinli kölenin duvarının yıkılması ile ölen kişinin diyeti de -köle, fiyatını kapsayacak kadar
borçlu olsa dahi- istihsânen kölenin efendisinin âkilesi üzerinedir.
Ölen kişinin velisinin: «Yarın, kısası affederim» demesi sahih değildir. Çünkü bu temliktir. Asıl´daki
mesele de affın temlik olduğuna delâlet eder. Asıl´daki mesele şudur: Bir cariye kasten bir adam
öldürse, ölen kişinin velisi de kısastan önce onunla zinâ etmiş olsa, o kişiye had vurulmaz. Çünkü
o cariye onun memlûku olmuştur. Velvâliciyye. Allah en iyisini bilendir.
İ Z A H
«Duvarın yıkılmasını veya düzeltilmesini duvar sahibinden talep etmek ilh...» Ev sahibinin veya o
evde oturanın hakkıdır. Eğer yıkılmaya yüz tutan duvar çıkmaz bir yolun üzerine meyletse; o
çıkmazda oturanlardan herhangi birisi duvar sahibinin hasmı olur. Yani yıktırma veya düzelttirme
talebinde bulunabilir. İtkânî
«Ama eğer duvar yola meyletse ilh...» Gelecek illetin zâhiri şudur:
Yoldan murat, âmme yoludur. Açık olan da şudur ki: Hususî olan bir yol, âmme yolu gibidir. O
zaman ya hepsinin erteletmesi veya yine hepsinin ibrâ etmesi lâzımdır.
«Eğer duvarın bir kısmı meyletse ilh...» Hâniye´de der ki: «Kişinin duvarının bazısı yola bazısı da bir
ailenin evine meyletse, evde oturanlar yıkılma talebinde bulunduklarında şâhit de tutsalar ve
duvarın eve meyleden kısmı yıkılsa, duvar sahibi duvarın yıkılmasından doğan zararı tazmin eder.
Çünkü duvar birdir.
«Evde oturanların kendilerine doğru meyleden kısmında da yola meyleden kısımda da şahit
tutmaları sahîhtir. Çünkü evde oturanlar aynı zamanda âmme cümlesindendirler. Eğer bu şahit
tutan evde oturanlar değil de başkası olsa, onun şehâdeti de yola eğilen kısımda sahîhtir. Bir
kısmında şahit tutmak sahih olursa hepsinde sahih olur.» Özetle...
«Yani telef olan mal veya nefisten beşte birini ilh...» Bu söz metni genelleştirmek içindir. şu kadar
var ki; o zaman Şârihin yukarıdaki «âkıle» sözünü düşürmesi gerekirdi. H. Zira telef olan malların
tazminatı teleflerine sebep olan duvar sahibinin malından ödetilir. Nitekim yukarda da böyle geçti. T.
«Hâkime çıkartarak ilh...» Yani duvarın yıkılması veya ıslahı için şahit tutan kişi, diğer ortaklarını da
hâkime götürme imkânına sahiptir.
Bu zikredilen istihsâna göredir. Kıyasa göre ise yukarda takdim ettiğimiz gibi hiç kimse tazmin
etmez.
«Ortaklardan birisi bir kuyu kazsa ilh...» Diğer ortakların izni olmadan kazarsa demektir.
«Diyetin üçte ikisini öder» Yani diyetin üçte ikisi kuyuyu kazan veya duvarı yapanın âkilesi
üzerinedir. Yukarda da geçtiği gibi kuyuya düşmekle veya duvarın yıkılması ile telef olan malın üçte
ikisi kuyuyu kazan veya duvarı yapan adamın malından ödetilir.
«Bir tek illetle ilh...» İllet, duvarda takdir olunan ağırlıktır. Kuyuda ise takdir olunan derinliktir.
Çünkü az bir ağırlıkla az bir derinlik öldürücü değildir ki. Her bir parçası illet sayılsın. O zaman
illetler bir arada kabul edilir. Durum böyle olunca da telef, bir illete izâfe edilir. Sonra da herkesin
mülkü kadar mülk sahiplerine taksim edilir. Bu bahsin tamamı İnâye dedir.
«İmameynde bu diyetin ikiye taksim edileceğine hükmetmişlerdir» Yani bu meselede ve bundan
evvelki meselede...
Çünkü telef, hakkında şahit tutulan kişinin hissesinde muteberdir. Diğerinin hissesinde ise heder
olmuştur. Kuyuyu kazmak ve duvarı yapmak halinde kendi mülkü itibariyle müteaddî değildir. Ama
ortağının mülkü itibariyle müteaddîdir. O zaman bu iki kısım olur ve taksim de bu iki kısım üzerine
yarı yarıya yapılır. ibn Kemâl.
«Duvarın yıkılması gerektiğine dair şahit tutmaktır.» Çünkü burada şahit tutmaktan kasıt
meşguliyeti kaldırmaktır. Minah.
«Çünkü cinayeti bakidir.» Çünkü kanat açmak hadd-i zatında bir cinayetidir. Bu da kanat açanın
fiilidir. O zaman açılan kanat nedeniyle ölen adamın cesedini sanki kanat açan kişi kendi eliyle
sokağa atmış gibi olur. O zaman yolda bir kişinin kanadın açılmasıyla ölmesi ve onun cesedinin
yolda kalması sebebiyle, ikinci bir adamın ölmesi; sanki kanadın onun üzerine de düşüp ölmesine
sebep olması gibidir.
Yola birşey atan kimsenin yola attığı şeyle birisi helâk olsa, her ne kadar yolu ondan temizlemeye
mâlik olmasa da onu tazmin eder.
Ama duvar meselesi bunun hilâfınadır. Çünkü duvar yapmak, cinayet değildir. Bundan sonra da
adamın cânî olacağı gibi fiil de yoktur. Şu kadar var ki enkazı yolda terketmekle fail gibi olmuştur.
Bununla beraber yolu temizlemeye de kudreti vardı. Yolu temizleme kudreti olmakla birlikte
temizlememesi, enkaz hakkında söz konusudur ama ölen adam hakkında değil. işte bundan dolayı
da enkazın yerde kalması ile ölen kişinin ölümü hususunda; enkaz sahibi fail olur. Ama enkaz
sebebiyle ölen kişinin cesedinin ikinci bir adamın ölümüne sebep olmasından duvar sahibi bunun
kâtili kabul edilemez. Çünkü ilk ölen kişiyi kaldırmak onun hakkı değil; onun velilerinin hakkıdır.
«Şu mesele de bunu teyîd eder:» Yani cinayetin kanatta baki kalması, duvarda ise kalmaması...
«Sağlam kısmında ilh...» Yani duvarın sağlam kısmında yıkılacağına dair şahit tutmak, sahih
değildir. Çünkü sağlam duvarın yıkılması ile birisine isabet edip öldürmesi ile zamin olmaz. Nitekim
biri sağlam, diğeri yıkılmaya yüz tutan hakikaten iki duvar olsa, sağlam duvar birinin ölümüne
sebep olursa, sağlam duvarın sahibi zamin olmaz.
«O zaman şahit, mescidi yapan kişiye karşı tutulur.» Eğer hayatta îse... Yukarıda da şu geçmişti:
Kayyım. vâkıf gibidir. O zaman vâkıf olmadığı yerde vakfın duvarının yıkılması veya ıslah edilmesi
hususunda kayyıma söylenilir ve ona şahit tutulur.
«Diyeti de camiyi yapan adamın âkilesi üzerinedir» Duvarın yıkılması nedeniyle telef olan mallara
gelince, onların tazminatı âkilesi üzerine değildir. Açık olan şudur ki: O zaman o malların tazminâtı,
mescidi yapan veya vakfedenin malından alınır. Araştırılsın... T.
Biz Ramlî´den naklen: Vakfın duvarının yıkılması nedeniyle telef olan malın vakfın zimmeti
olmadığından vakıf malından alınmayacağını daha önce belirtmiştik.
«Ölen kişinin diyeti vâkıfın akilesi üzerinedir.» Yani vakfın neden olduğu bir cinayette diyet, vâkıfın
âkilesi üzerine vâcip olur.
«Kölenin efendisinin âkilesi üzerinedir.» Mala gelince; izinli kölenin duvarının yıkılması ile telef olan
mala tazminatı. köleye düşe Bunu Mükâteb ile ilgili hükümleri açıklarken belirtmiştik.
«Ölen kişinin velayetinin ilh...» Bu meselenin tamamı Minah´tadır.
«Çünkü bu temliktir.» Temlîkin ise, diğer bir zamana izafesi sahih değildir. Bu hüküm musannıfın
Nefsin Dışında Kalan Azaların Kısası babından hemen öncesinde takdim ettiği «kısasta temlik carî
olmaz...» hükmüne muhaliftir. Düşün...
«Delalet eder ilh...» Yani affın kısası temlik olduğuna delâlet eder.
Bunun nasıl delalet edeceğini şimdiye kadar anlamış değilim. Çünkü onun ifade ettiği şundan
İbarettir: Cariye onun mülkü olur. Bu ise; kısastan affın temlik olduğuna delâlet etmiyor ki; ´izafesi
de sahih olmasın. Ayrıca cariyenin katilin velisinin mülkü olmasına da delâlet etmez, işte bu da
müşkildir.
Hâşiye yazanlardan kimisi demiştir ki: Velvâliciye´nin ibaresi şöyledir:
«Cariye kasten birisini öldürse; öldürülen kişinin velisi de kasten onunla zina etse şüpheyi iddia
etmese bile veliye hadd vurulmaz. Çünkü alimlerden bazısı demiştir ki: «Öldürülen kişinin velisi
eğer dilerse cariyenin efendisinin rızası olmadan da cariyeyi mülk edinebilir. Dilerse de onu
öldürebilir» İşte veliye verilen bu muhayyerlik, haddin def´i için bir şüphe oluyor; o zaman haddin
def´ine illet; velinin bazı alimlerin sözüne göre, cariyeyi kendine mülk edinme velâyetine sahip
olmasıdır. Yoksa cariyenin ona mülk oluşu değildir. O zaman her iki İbare arasında fark vardır.»
Özette...
«Kısastan önce» Sözü de bilinen bir şeyi açık olarak ´ifade etmektir. T.
Allah en iyisini bilendir.
neslinur
Wed 27 January 2010, 07:15 pm GMT +0200
HAYVANIN CİNAYETİ VE HAYVANA KARŞI İŞLENEN CİNAYET
METİN
Asıl olan Müslümanların yolundan geçişin kaçınılabilmesi mümkün o!an şeylerden salim olmak
şartı ile mübah olmasıdır.
Amme yolundan ata binerek geçen kimse, atının ayağı ile çiğnediği, ön veya arka ayağı veya başı
ile isabet ettiği veya ısırdığı veya ön ayağı i!e vurduğu ve bunlardan dolayı telef ettiği insan veya
hayvanın tazminatını öder.
Öyle ise bu saydıklarımızdan herhangi birisi, kişi atı üzerinde kendi mülkünde seyrettiği zaman
meydana gelirse zâmin olmaz. Ancak atın üzerinde iken atın basması ile telef ettiğinden zâmindlr.
Çünkü o ağırlığı ile onun ölümüne bizzat mübaşirdir. O zaman öldürdüğü bu kişi yakını ise, onun
mirasından mahrum olur.
Eğer bu saydıklarımız başka birisinin mülkünde mülk sahibinin izniyle seyrederken meydana
gelmişse. burası da yine kendi mülkü gibi olur ve zâmin olmaz. Nitekim o hayvanın sahibi, hayvanla
beraber olmadığında hayvanın İşlediği cinayetten dolayı tazminat ödemez. Kuhistânî.
Eğer başka birisinin mülkünden mülk sahibinin izni olmadan geçerken yukarda sayılanlardan
herhangi bir şekilde bir şeylerin telefine sebep olursa, telef olan şeyin mutlak olarak tazminatını
öder. Çünkü teaddi etmiştir.
Ata binen kimse at yürürken tırnağının keskin tarafı ile veya kuyruğu ile telef ettiği şeyin tazminatını
ödemez. Şafiî buna muhalefet etmiştir.
Yolda giderken terslerken veya terslemek için durduğu zaman terslemesi veya idrar. etmesi ile bir
adam telef olursa zâmin olmaz. Çünkü bazı hayvanlar ancak durarak terslerini yaparlar.
Eğer bineğini tersini yapmak için değil de başka bir şey için durdursa bindiği at da durduğu zaman
idrarını yapsa ve bu yüzden bir şey telef olsa zâmin olur. Çünkü atı durdurmakla teaddî etmiştir.
Ancak İmâmın (İslâm Devlet Başkanı´nın), hayvanların durması için izin verdiği yerde durdurmuşsa
o zaman zâmin olmaz. Hayvanları sürmek hükmü de bunun gibidir.
Mescitlerin kapıları da âmme yolu gibidir. Ancak İmâm mescidin kapısında hayvanlar için bir yer
hazırlamış ise o zaman zâmin olmaz.
Eğer bindiği at, ön veya arka ayağı ile küçük bir çakıl taşı veya çekirdek sıçratsa veya toz kaldırsa
veya kum gibi İnce taş parçalarını sıçratsa ve bunlardan herhangi biri ile birinin gözü çıksa veya bir
elbise bozulmuş olsa, zamin olmaz. Çünkü bunlardan kaçınmak mümkün değildir. Ama eğer
sıçrattığı taş büyük olursa ve bu taş da bir şeyi telef ederse zâmin olur. Çünkü ondan kaçınmak
mümkündür.
Ata binen kimsenin zamin olduğu şeylerden dolayı atı arkadan süren veya atı çeken adam da
zâmindir. Dürer´de bu bahis tashih edilerek: «Muttarid ve mün´akis olur» denilmiştir.
Yukarda da geçtiği gibi atın ayağının basması ile telef olan şey eğer insan ise binicinin kefaret
vermesi lâzımdır. Ama süren ile çeken üzerinde kefâret yoktur. Ama. eğer birisi atı çekse, birisi de
ata binmiş olsa ve bir şeyin telefine sebep olsalar, sahih kavil üzerine süren kimse zâmin değildir.
Bu görüş de Kuhistani ve diğerlerinin kesin olarak belirttiklerine aykırıdır. Çünkü işlenen cinayeti,
mübâşire izâfe etmek, mütesebbib olan aşağıdan sürene izafe etmekten evlâdır. Nitekim yukarda da
böyle geçti. Yani bu meselede de olduğu gibi sebep olan tek başına İşlemiyorsa... Ama eğer sebep
olan tek başına işliyorsa, o zaman ata binen ile atı çeken cinâyette ortaktırlar. Nitekim atı binicisinin
izniyle, dürten kimsenin meselesinde gelecektir. Hıfzedilsin...
İ Z A H
Musannıf bu babı İnsanın işlediği cinayet babının akabinde zikretmiştir. İnsana karşı işlenen
cinayet ise, açıklamayı gerektirmeyen hususlardandır. Şu kadar var ki akılsızlık hasebiyle hayvan
da cem adâta ilhâk edilmiş olduğundan, Musannıf da hayvanın işlediği cinayet babını, kişinin
Amme yolunda bir şeyler İhdâs Etmesi babından sonra ve kölenin işlemiş olduğu cinayetten önce
zikretmiştir.
«Asıl olan ilh...» Yani bu bâbın meselelerinde asıl olan... Yine asıl şudur ki mütesebbib teaddî
yaptığı takdirde telef olan şeyi tazmin eder. Yoksa etmez. Mübâşir ise mutlaka tazmin eder. Yani
ister müteaddi olsun. İster olmasın... Nitekim Fer´î Meselelerde böylece açıklanacaktır. Rahmetî.
«Sâlim olmak şartı ile ilh...» Çünkü âmme yolundan geçmek. bir yönden kendi hakkında tasarruf
olduğu gibi bir yönden de başkasının hakkında tasarruf gibidir. Çünkü âmme yolu bütün halk
arasında müşterektir. Biz de selâmet kaydı ile âmme yolundan geçmenin mübah olduğuna
hükmettik ki, kaçınılması mümkün olan taraftan da mümkün olmayan taraftan da meseleyi ele
almak normal olsun. Çünkü yalnız kaçınılması mümkün olmayan taraf ele alınırsa o zaman kişinin
âmme yolundan istifade etmesinin men´i yoluna gidilmiş olur. Zeylai, Özetle...
«Atının ayağı ile çiğnediği ilh...» Yani çiğnediği insan nefsi veya mal... Durru Müntekâ.
O zaman çiğnediği insanın diyeti, onun ve âkilesinin üzerinedir.:
Eğer çiğnenen köle ise, bunun kıymetini ödemek yine âkile üzerine vaciptir. Çünkü kölenin diyeti
kıymetidir. Eğer çiğnenen mal ise, onun kıymetini malından verir. Eğer çiğnediği İnsan olmakla
beraber sebep olunan zarar nefisten aşağı bir yaralama İse ve o yaralamanın erşi insan diyetinin
onda birinin yarısından aşağı olursa, yine kendi malından verir. Eğer erşi diyetin onda birinin yarısı
kadar veya daha fazla ise, o zaman erş kişinin âkilesi üzerinedir. Cevhere´den özetle.
«Ön veya arka ayağı ile isabet ettiği ilh...» Yani yere basma hâlinde değil de ayağını yerden
kaldırırken veya ayağını yere koymadan evvel isabet etmiş olsa... T.
«Kendi mülkünde ilh...» Yani ister kendi özel mülkü olsun, isterse başkalarıyla ortak mülkü olsun....
Çünkü ortaklardan her biri ortak mülkte seyretmek ve atını durdurmak hakkına sahiptir. Zeylaî.
«Zâmin olmaz ilh...» Çünkü mübâşir değil, mütesebbibdir. Hayvanı kendi mülkünde sürmekle de
müteaddi olmaz.
«Bizzat mübaşirdir.» O zaman müteaddî olmasa bile zâmin olur.
«Onun mirasından mahrum olur» Çünkü hakikaten katildir ve kefâret vermesi de vaciptir. Nitekim
musannıf da bunu ilerde açıkça belirtecektir.
«Zâmin olmaz.» Ancak atın üzerinde iken atın çiğneyerek öldürdüğünden zâmindir.
«Nitekim o hayvanın sahibi, hayvanla beraber olmadığında hayvanın işlediği cinayetten dolayı,
tazminat ödemez,» At, ister kendi başına girsin isterse binicisi mülk sahibinin izniyle kendisi
soksun...
«Tazmîn eder ilh...» Yani binen kişi, atın telefine sebep olduğu şeyi mutlaka tazmin eder; ister at
çiğneyerek öldürsün, ister ön ayağıyla vurarak, İsterse de dururken veya yürürken çarparak telef
etsin.
Metinde de geleceği gibi atı çeken ve süren hakkında da hüküm böyledir. Açıkça anlaşıldı ki,
burada bineğin kendi başına germesi hali ile ilgilidir.
Inâye´de şöyle denilmektedir: «Bineğin başkasının mülkünde işlemiş olduğu cinayette; bineği oraya
ya başkası sokmuştur ya da kendiliğinden girmiştir. Eğer kendiliğinden girmiş ise, her hâlükârda
tazminat sahibine ait değildir. Çünkü o, ne cinayete mübaşeret etmiş ne de mütesebbip olmuştur.
Eğer sahibi sokmuş ise her hâlükârda sahibi tazminat ödemelidir. Bineği çeken, süren ve binen kişi
ister binekle beraber olsun, isterse olmasın... Çünkü bineğin sahibi ya mübaşirdir veya mütesebbib
ve muteaddidir. Zira sahibi bineği başkasının mülkünde ne durdurma ne de yürütme hakkına
sahiptir.»
«Ata binen kimse zâmin değildir.» Yani âmmenin yolunda ve diğer yollarda...
«At yürürken ilh...» Bu kavl, atın tırnağının keskin tarafı ile telef ettiği şeyde tazminat olmamasını
kayıtlar. Çünkü atın yürümesinde atın tırnağının keskin tarafı ile bir şeye vurmasından kaçınmak
mümkün değildir. Çünkü atın tırnağının keskin tarafını yere vurması, atın yürümesi için zarurettir.
O halde adam âmme yolunda atı durdurmuş olsa ve bu sırada at tırnağının keskin tarafı ile bir
cinayet işlese; yine atın sahibi tazminat öder. Çünkü atın durmasını engellemek mümkündür. Her
ne kadar tırnağının keskin tarafı ile vurmasına engel olmak mümkün değilse de... O zaman bineği
durdurmak ya teaddî olur veya selâmet şartı ile kaydedilerek mubâh olur.
«Durarak» ister durdursun ister kendisi dursun. Bezzâziye.
«Çünkü bazı hayvanlar ilh...» Musannıfın bu kavli, tazminat olmadığının illetidir.
Fahru´l-İslâm der ki: «Binek hayvanının terslemesinden ve idrar yapmasından kaçınmak mümkün
değildir. O zaman o hali affedilir. Terslemek için durmak ise onun zaruretindendir. Zira genellikle
binek, terslemeyi ve idrârı ancak durduktan sonra yapar. O zaman o durması da aynı şeklide af
sayılır.» İtkânî.
«Çünkü atı durdurmakla teaddi etmiştir ilh...» O zaman, atını durdurmakla mütesebbib ve müteaddi
olmuştur. Zira İnâye´de de olduğu gibi, bineğini Müslümanların yolunda durdurmakla yolu meşgul
etme hakkı yoktur.
Rahmeti de der ki: «Atını kalabalıktan dolayı veya başka bir zaruretten dolayı yolda durdursa,
uygun olan şudur ki: Eğer geri dönmek veya o kalabalıktan kurtulmak mümkün olduğu halde
dönmese ve atını durdurması herhangi bir cinayete sebep olsa, zamin olur. Eğer mümkün değilse
zamin değildir.»
«Ancak İmâmın (devlet başkanı´nın) hayvanların durması için izin verdiği yerde durdurmuşsa ilh...»
Aynı şekilde çölde yolun dışında durdurursa; İmâmın izni olmadan da durdurmuş olsa yine zamin
olmaz. Çünkü atı orda durdurması halka zarar vermez. Ama İhtîyâr´da da olduğu gibi yolda
durdurması bunun hilâfınadır. Kuhîstâni.
«Ancak İmâm mescidin kapısında hayvanlar için bir yer hazırlamış ise ilh...» Yani hayvanlar için
veya onların durması İçin mescidin kapısında bir yer hazırlamış ise, o zaman hayvanın orada
durması ile meydana gelen herhangi bir telefi sahibi tazmin etmez. T.
Burada «durma» ile kayıtlanmasının sebebi şudur: İmâmın izin verdiği yerlerde yürürse veya atını
çekerse veya arkadan sürerse bu işlerinden meydana gelen telefi tazmin eder. Bu tazminatı İmâmın
izni de düşürmez. İmâmın izni ancak bineğin imâmın hazırladığı yerde, İster sahibi üzerinde olsun,
ister olmasın, durmasından dolayı meydana gelen telefin tazminatını düşürür. Yoksa o yerde,
bineğin yürümesi veya arkadan sürülmesi veya çekilmesi ile meydana gelen telefi düşürmez. İtkânî.
«Zâmin olmaz ilh...» Zâmin olmamanın yeri birisi kasdî olarak o bineği arkadan döverek
koşturmadığı veya ürkütmediği zamandır. Ama eğer o hayvanı birisi arkadan döverek veya
ürküterek koştursa, o da koştuğunda toz kaldırsa veya çakıl taşı sıçratsa ve bunlardan dolayı bir
şey telef olsa, telef olan şeyin tazminatını sahibi öder. Bunu Mekki ifade etmiştir. T.
Kuhistânî´nin ibaresi ise şöyledir: Bazı alimler tarafından bu suretlerin hepsinde eğer bineğe
şiddetle muamele etmişse .bundan dolayı bineğin yol açtığı zararın tazminatını öder. Zahire´de de
böyledir.
«Çünkü ondan kaçınmak mümkündür.» O zaman meydana getirdiği zarar da ondan alınır. İtkânî.
«Ata binen kişinin zâmin olduğu şeylerden dolayı ilh...» Yani bunlar tazminatta eşittirler. Hatta atın
terkisine binen de tazminatta eşittir. İtkânî.
O zaman bunlar âmme yolunda meydana gelmiş olan teleften dolayı zamindirler. Ancak âmme
yolunda da olsa atın tırnağının keskin tarafı ile meydana gelen teleften dolayı zâmîn olmazlar.
Ayrıca bunlar, kendi mülklerinde meydana gelenden veya başkasının mülkünde izin verdiği halde
meydana gelenden dolayı da tazminat ödemezler. Ancak basarak çiğnemesî hâlinde telef ettiği
şeyin tazminatını öderler.
«Muttarid ve mün´akis olur.» Yani bineğe binen kimsenin bineğin üstünde iken tazmin edeceği
herhangi bir şeyi, çeken ve arkadan süren de tazmin eder. Onun tazmin etmediğini onlar da tazmin
etmezler.
Kudurî, atı arkadan süren hususunda muhalefet ederek demiştir ki: «O, sürdüğü bineğin tırnağının
keskin yeri ile meydana getirdiği telefi tazmin eder. Çünkü bineğin gözünün göreceği yerdedir.
Ondan kaçınmak da mümkündür. Âlimlerden kimisi de bu görüşü benimsemiştir. Ama ekserisî
arkadan süren kişinin de zamin olmayacağı görüşünü kabul ederler. Çünkü süren kişî bineğin
tırnağının keskin yeri ile vurmasına mani olamaz; o zaman bundan kaçınmak mümkün değildir.
Ama bineğin ısırması bunun hilâfınadır. Çünkü gemini çekmekle ısırmasına mani olması
mümkündür. Mecmâ Şerhi´nde de böyledir.
Gurer´de sahih kabul edilen görüş, fukahânın ekserisinin görüşüdür. Hidaye, Mültekâ ve diğer
kitaplarda da bu görüş sahih kabul edilmiştir.
«Atın ayağının basması ile telef olan şey eğer insan ise binicinin keffâret vermesi lâzımdır.» Yani iki
kişi atın üzerinde iken birini çiğnemiş olsa her ikisi de ağırlıkları nedeniyle katle mübâşir
olduklarından her ikisinin de keffâret vermeleri lazımdır ve her ikisi de, ölen kimsenin yakınları ise
mirasından mahrum olurlar. Nitekim uyuyan bir kimse de bir adamın üzerine düşüp ölümüne sebep
olsa; kefâret vermesi gerekir. Bu kişi yakını ise mirastan mahrum olur. İtkânî.
«Ama süren ile çeken üzerinde keffaret yoktur.» Çünkü onlar mütesebbibdirler. Şu manada ki;
sürmek veya çekmek olmasa idi. çiğnenme de olmazdı. Keffâret ise mübaşeretin cezadır. İtkânî.
«Sahih görüşe göre süren kimse zâmin değildir.» Bilmiş ol ki; Zeylaî şöyle demiştir: Bazı âlimler
tarafından bineğin çiğneyerek öldürdüğü adamı veya telef ettiği malı bineği arkadan süren kişinin
zamin olmadığı söylenmiştir. Çünkü binen kimse mübaşirdir. Süren ise mütesebbibdir. Cinayeti
mübaşire izafe etmek mütesebbibe îzafe etmekten daha evlâdır.
Bazı âlimler tarafından da her ikisinin de zâmin olduğu söylenmiştir. Çünkü her ikisi de tazminatın
sebebidirler. Görülüyor mu ki İmâm Muhammed Asıl´da şunu zikretmiştir: «Binici birisine kendi
bindiği ata arkadan vurmasını emretse, o da şiddetle vursa ve binek de birisini çiğnese her ikisinin
de tazminat ödemesî gerekir. Tazminatta her ikisi ortak olurlar. Arkadan vuran yerden sürendir,
emreden ise binendir.»
İşte bununla açıklandı ki; har ikisi de tazminatta eşittirler. Ama zikrettiğimiz nedenden dolayı sabit
olan birinci görüştür.
Asıl´da zikredilene cevap´ta şudur: Eğer sebep telef etmede tek başına bir şey yapmamışsa
Mütesebbib mübâşir ile beraber zâmin olmaz. Kuyu kazmak ile atmak halinde olduğu gibî. Çünkü
kuyu kazmak atmak olmazsa münferiden bir şey yapmaz.
Ama eğer sebep münferiden ölüme sebep olursa, o zaman ölüme mütesebbib olan ile ölüme
mübâşir olan tazminatta ortak olurlar. İşlediğimiz mevzu da bu türdendir. Çünkü hayvanı sürme,
bineğin üstünde kimse olmasa bile yine telef edicidir. Ama kuyu kazmak bunun hilafınadır. Çünkü o
atmak olmadan telef edici değildir. Ama kuyuya atılınca da telefiyyet her ikisi ile yani hem kuyu
kazmak hem de atmakla olur. O zaman telef sonuncusu olan atmaya izafe edilir. Bunu musannıf
Minah´ta da zikretmiştir. Hâmis´te de kendi yazısı İle yazmıştır, ve bu konu bir parça daha
araştırılmalıdır.
Sa´diye´de şöyle denilmektedir: «Zeylaî´nin cevap olarak zikrettiği cevap almaktan uzaktır. Asıl´da
olana da cevap olamaz. Zeylaî´nin zikrettiği tahkikten ve Asıl´da olanın açıklamasından ibarettir.
Bundan anlaşılan sürücüye tazminatın vacip olmasıdır. Halbuki, o sürücüye tazminatın vacip
olmaması görüşünü doğru kabul etmiştir. Bu da Zeylaî gibi kimselerden garip kaçıyor.»
Remli, Halebîden, Halebî de Kâriu´l-Hidâye´den aynen ifadeyi zikretmiştir: «Uygun olan: «Bu ikinci
görüş sahihtir» denilip «Birinci görüşe de cevaptır» denilmesiydi.»
O zaman, ikinci görüşün doğruluğu kabul edilir. Bu görüş İse; «Sürücünün de zamin olması»
şeklindedir. Birinci görüşe de cevap olmaktadır.
Nihâye´nin: «Birinci görüşün cevabına gelince» sözü de bunu teyid etmektedir. Yine Velvâliciye´nin:
«Bineğe binen, yerden süren, çeken ve binenin terkisine binen, infirâd ve ictimâ´ hallerinde zamin
olmakta eşittirler» sözüdür. Doğrusu da budur.
Her ne kadar binen kimse bizzat mübaşir de olsa durum böyledir. Çünkü bu meselede sebep kabul
edilen hayvanı yerden sürmek de telef de etki edebilir. Öyle ise hükümsüz kabul edilemez. O zaman
telef binene de, aşağıdan sürene de izafe edilir. Ama kuyu kazmak bunun hilâfınadır. Özetle...
Remlî´nin naklen bu zikrettiği ile bilindi ki; sahih olan görüş Kukistânî´nin kesin belirttiği görüştür.
Hidâye´de de bunu âdeti üzere tehir ederek bunun tercih edileceğini bildirmiştir.
Mevâhib ve Mültekâ´da da bu görüş öne alınarak bunun karşısında olan görüş de «kîl» ile tabir
edilmiştir. Uyanık ol!..
«Yukarda da geçtiği gibi» Yani kişinin Amme Yolunda İhdâs Ettiği Şeyler babında...
«Bu meselede de olduğu gibi ilh...» Yani atı aşağıdan süren de..Bildin ki atı aşağıdan süren kimse,
sopa ile döverek süren kimse gibidir; o da tek başına telef edebilir. Kendi başına telef etmeyene
gelince; o da kuyu kazmak gibidir.
«Atın üzerindeki kimsenin izniyle ilh...» Eğer binen kimsenin izni olmadan, üstünde binici olduğu
halde, döverek atı süren kimse o binek bir telef yaptığı zaman yalnız kendisi tazminatını öder.
M E T İ N
Her binen kişi veya yaya birbirlerine çarparak ölür ve sırtüstü düşer iseler, her ikisi de hür ve
acemden olmayıp atlarını da kasten birbirlerine çarptırmamış ve yüzüstü de düşmemiş iseler; her
birinin diyeti diğerinin âkılesi üzerinedir. Eğer birbirlerine çarpanlar köle olurlar veya yüzüstü
düşerlerse hem kasıt halinde hem de hata halinde kanları heder olur. İbn Kemal ve Şurunbulâliye.
Eğer bunlar acemden olurlarsa o zaman yukarda birkaç defa geçtiği gibi, diyetleri kendi
mallarından verilir.
Eğer kasten çarpışırlarsa her biri yarım diyet vermesi gerekir.
Eğer bu çarpanlardan birisi yüzüstü düşmüş olsa, yalnız onun kanı heder olur.
Eğer bunlardan biri hür, diğeri köle olursa hata ile çarpmaları halinde hürün âkilesinin kölenin
kıymetini vermesi gerekir. Eğer bu çarpışma kasdî ise o zaman kölenin kıymetinin yarısını âkile
verir.
Nitekim, iki kişinin her biri ipin bir ucundan tutarak çekseler ve ip kopsa, her ikisi de sırtüstü
düşerek ölseler, her ikisinin de kanı heder olur. Çünkü her ikisi de kendi kuvvetiyle ölmüştür.
Eğer ip koptuktan sonra her ikisi de yüzüstü düşmüş olsalar, her birinin diyetini diğerinin
âkilesi´nin ödemesi gerekir.
Eğer, biri yüzüstü, diğeri de sırt üstü düşmüş olsa, yüzüstü düşen kimsenin diyetini diğerinin
âkilesi öder. Çünkü arkadaşının kuvveti ile ölmüştür. Sırtüstü düşen kimsenin diyeti ise, kendi
kuvveti ile öldüğünden. heder olur.
Eğer bir kişi bunların tutmuş oldukları ipi kesse ve her ikisi de sırtüstü düşerek ölseler, o zaman
diyetlerini ipi kesenin âkilesinin ödemesi gerekir. Çünkü ipi kesmekle her ikisinin de ölümüne
sebep olmuştur.
Bir hayvanı yerden süren kimsenin sürdüğü hayvanın üstündeki eğer veya benzeri bir şey
başkasının üzerine düşse ve o da ölse hayvanı sürenin onun diyetini vermesi vâciptir.
Deve katarını çeken kimsenin katarından bir deve bir kişiyi çiğneyerek öldürse diyetj katarı çeken
üzerinedir. Eğer onunla beraber bir de sürücü varsa her ikisi de zamindir. Çünkü sebebiyyette her
ikisi de eşittir. Şu kadar var ki; eğer bu telef edilen insan ise tazminatı âkile üzerinedir, eğer mal ise
tazminatı kendi malından verilir. Eğer sürücü deve katarının yanısıra gidiyorsa, eşittirler. Ama eğer
sürücü katarın orta yerinde gidiyorsa ve bir devenin yularını da tutmuşsa o zaman yularından
tuttuğu devenin arkasındaki develerin çiğnediğinin tazminatını öder. Her ikisi de yani sürücü de,
katarı çeken de sürücünün önünde giden develerin çiğnediğinin tazminatını öderler. Katarın
ortasında birisi bir deveye binse, arkasındaki devenin yularını tutmamış ise, yalnız bindiği devenin
telef ettiğinin tazminatını öder.
İ Z A H
«Veya yaya ilh...» Şârih bu kavli ile, musannıfın «binen kişi» sözü ile kayıtlamasının ittifakî bir kayıt
olduğuna işaret etmektedir. Musannıf «yaya» kelimesini zikretmemiştir. Çünkü o bu babdan
değildir. Zira yaya kimsenin hayvanla bir ilgisi yoktur. Bunu Sa´dî ifade etmiştir.
«Birbirine çarparak ilh...» Yani vücutları ile vuruşsalar... Durru Muntekâ.
Birbirlerine çarpmaları da mutlak değildir; Karşılaşarak çarpmaları şeklinde yorumlanır. Zira
İhtiyâr´da şöyle bir ifade vardır: «Biri bineğin üstünde yola devam etse arkasından da bir atlı gelip
ona çarpsa ve arkadan gelip çarpan kişi helâk olsa; önde giden üzerinde hiçbir tazminât yoktur.
Eğer arkadan gelen atlının çarpması ile önde giden kişi ölürse; o zaman onun diyeti arkadan gelen
kişi üzerinedir. İki gemide de hüküm böyledir.» T. Ebussuud´dan...
«Kanları heder olur.» Çünkü her iki kölenin cinayeti de tazminatı vermekte ve kendisini fidye olarak
vermekte kendilerine düşer. O da artık imkânsız olmuştur. Çünkü ölmüş bulunuyorlar ve efendiyi,
köleyi fidye olarak vermekte serbest bırakılacak bir durum kalmamıştır. Minah.
Ama eğer iki hür birbirlerine çarparak yüzüstü düşerek ölseler gene onların diyeti kimseden
alınmaz. Çünkü her ikisi de kendi kuvvetleri ile ölmüştür.
«Eğer kasten çarpışırlarsa ilh...» Hidâye´den de bilindiği gibi; iki hür veya iki köle kasdî olarak
birbirlerine çarpsalar... Bu da Şârih´in Şurunbulâliye´den naklen takdim ettiğine aykırıdır.
«Her birinin yarım diyet vermesi gerekir.» Zeylaî´de olan şudur: «Her birinîn âkilesi üzerine diyetin
yarısını vermek vaciptir.»
Şilbî Haşiyesi´nde şöyle demiştir; «Çünkü burada kasıt hata menzilesindedir. Zira Şibh-ı amddır.
Çünkü ölüm değil, çarpışma kasdedilmiştir. İşte bundan dolayı da bunun diyeti âkilesi üzerine
vaciptir.» T.
Kasdî çarpışmada diyetin yarıya indirilmesinin sebebi şudur ki: Hata ile çarpışmakta her birinin fiili
mübahtır. Bu fiil de yolda yürümektir. Bu da kendi nefsine nispetle yolda kuyuya düşen adam gibi
itibar edilmez. Zira eğer yolda yürümeseydi kuyuya düşmezdi. Ama başkasına nispetle yolda
yürümesi selâmet şartı ile kaydedildiğinden muteberdir. Ama kasdi çarpışmaya gelince o mubah
değildir. O zaman çarpması kendi nefsine izafe edilir. O halde hem kendi fiili ile hem de başkasının
fiili ile helâk oluyor. Kendi fiili ile olan kısım heder olur. Bir kısım da diyetin yarısıdır. Başkasının
fiili ile olan kısmada diyet vacip olur. Bu da diyetin öbür yarısıdır. Bu bahsin tamamı
Velvâliciye´dedir.
«Hata ile çarpmaları halinde hürün âkilesînin kölenin kıymetini vermesî gerekîr. Eğer kasden
çarpışırlarsa o zaman kıymetinin yarısını âkile verir.» Yani o diyeti ölen hür kimsenin vârisleri
alırlar. Çünkü bunlardan her biri diğerinin kâtili olmuştur. O zaman hürün âkilesi üzerine kölenin yo
kıymetini veya yarısını vermek vacip olur. Sonra, câni köle telef olduğundan geriye bu bedeli
bırakmıştır. O zaman ölen hürün varisleri onu hürün katili olma cihetiyle değil, maktul olma
cihetiyle alırlar. Kıymetinden artan kısmındaki hakları da bâtıl olur. Çünkü kölenin geriye bir şeyi
kalmamıştır.
O zaman şu itiraz yapılamaz: Bir kadın erkeğin elini kesse ve o erkek de elin erşini mehir kabul
ederek onunla evlense, o zaman o kadının âkilesi üzerinden tazminat düşer. Çünkü onlar o erşi
onun yerine yüklenmişlerdi. Eli kesilen kişi onunla evlenince eğer âkileden tazminat düşmeseydi
onların üzerine kadın namına tazminat ödemek vacip olurdu. Evlendiğinde, âkilenin kadın namına
zamin olarak o erşi yüklenmeleri artık sahih olmaz.
Bizim meselemize gelince; Bu meselede âkile. hürün kâtil olması itibariyle diyetini yüklenirler.
Diğer taraftan maktul olma cihetiyle de onu alırlar. Kifâye ve diğerleri.
Vânî bu meseleye şu şekilde itiraz etmiştir: Âkile Hadiste de olduğu gibi kasdî öldürme ile kölenin
öldürülmesinde diyet ödemez.
Ben derim ki: Bu çarpışmadaki amd´in, hatâ menzilesinde olduğunu öğrenmiş bulunuyorsun.
Çünkü buradaki amd, Şibh-i amd´dır; ileride de şu gelecektir: Hadis .kölenin işlemiş olduğu
cinayete yorumlanır. Yoksa köleye karşı işlenen cinayete değir:.
«İki kişi, bir ipin birer ucundan tutarak çekseler ilh...» Bu söz musannıfın: «İkisinin de kanı heder
olur» sözünden anlaşılan «heder»e teşbîhtir. Hüküm itibariyle bu mesele çarpışma meselesinin
aksidir. T.
«Her ikisi de yüz üstü düşmüş olsalar ilh... İmam Muhammed´e: «İp koptuğunda ipi çeken kimseler
yüzüstü düşseler ne tâzım gelir?» diye sorulmuş. O da: «Bu yüz üstü düşmek ipin kesilmesinden
meydana gelmez» demiştir. İtkânî.
Ben derim ki: Muhtemeldir ki; İmâm Muhammed´in bu sözünden murat ya böyle b!r şeyin tasavvur
edilemeyeceği ya da tazminat olmadığıdır.
«O zaman diyetleri ipi kesenin âkilesi üzerinedir.» Mülteka, İhtiyâr ve Hâniye´de de böyledir. Yine
Hâniye´nin başka bir yerinde de ipi kesen adama ne diyet. ne de kısas düşmeyeceği geçer. «Bu,
başka bir rivayettir» de denilebilir veya: «diyet onun malından verilmez» de denilebilir.
«Hayvanı sürenin onun diyetini vermesi vaciptir ilh...» Sürücünün üzerîne bu diyetin vacip olması
ancak onun ölüme sebep olmada müteaddî olmasındandır. Çünkü o, bineğin üzerine eğeri veya
benzerini sıkıca ve sağlam bir şekilde bağlasaydı düşmezdi. Bu şekilde bağlayamadığından dolayı
sanki eli ile yere atmış gibi olur. Dürer´de de böyledir. T.
Buna göre eğerin bineğin üzerinden düşmesi, kişinin omzuna aldığı bir şeyin düşmesi gibidir. Ama
giyilen bir abâ -eğer âdeten giyilen bir şey ise- düşerse bunun hilâfınadır. Çünkü âdeten giyilen bir
şeyin giyilmesi tâzım olduğu gibi. onun düşmesine engel olmak da mümkün değildir. Bu bahis
«kişinin amme yolunda ihdas ettiği şeyler babında>> da geçti. İtkânî.
«Deve katarını çeken kimsenin ilh...» Çektiği develerin yaptığı telefin tazminatını öder. Çünkü katar
onun yürütmesi ile yürür ve onun durdurması ile de durur. O zaman telefe o sebep olduğundan,
katarın yürüyüşü esnasındaki telef de ona izâfe edilir; hüküm itibariyle katarı çeken kişi sanki o
ölen adamı hata ile öldürmüş gibi olur ve diyeti de akilesi üzerine vacip olur.
Fakîh Ebu´l-Leys Cami Şerhi´nde demiştir ki: «Birisi bir köre rehber olsa ve o kör de birini
çiğneyerek öldürse uygun olan, rehberin zâmin olmamasıdır. Çünkü kör adam da tazminat
ehlindendîr ve yapmış olduğu fiil de kendisine nispet edilir. Hayvanların fiili ise zorakidir, ona itibar
edilmez ve bu yüzden çeken kimseye nispet edilir.» İtkânî´den özetle.
«Diyet ilh...» Eğer telef olunan mal değilse ve katarın sebep olduğu cinayetin icap ettirdiği de
açılmış yoranın ve daha fazlasının erşi kadar ise, diyet vaciptir. Nitekim bu birkaç defa geçti. Mekkî.
T.
«Eğer sürücü deve katarının yanısıra gidiyorsa eşittirler ilh...» Yani katarın boyu itibariyle orta
yerinde ve yanısıra yürüyor, devamlı aynı yerini muhafaza ediyor ve herhangi bir devenin yularını da
tutmuyorsa... Mî´râc.
İtkâni demiştir ki: Tazminatın hem deve katarını çekene hem de sürene birlikte vacip olması;
sürücünün, katarı herhangi bir devenin yularını tutmadan sürmesi halindedir. Ama eğer sürücü bir
yular tutmuşsa, yularını tuttuğu devenin ve ondan sonra gelen develerin meydana getirdikleri
telefin tazminatını ödemesi gerekir. Önde gitmekte olan katar çekicisi üzerine değildir. Sürücünün
yuları tutması ile deve katardan kopmuş olur ve katarın önündeki çekici, sürücünün arkasındaki
develerin çekicisi olmaz. Ama sürücünün önünde giden bir devenin yapmış olduğu telefin
tazminatını hem sürücü hem de çekici beraberce öderler. Çünkü her ikisi de tazminatın vacip
olmasında sebeptirler. Bunlardan biri çekmesi dolayısı ile diğeri de sürmesi dolayısı ile zâmin olur.
«Katarın ortasında birisi bir deveye binse yalnız bindiği devenin telef ettiğinden dolayı tazminat
öder.» Yani bir kişi katarın orta yerindeki bir deveye binmiş olsa ve katardan herhangi bir devenin
sürücülüğünü yapmasa, o zaman bindiği devenin basarak yaptığı telefin tazminatını kendisi öder.
Çünkü onda bilfiil mübâşirdir. Ama bindiği devenin ayağını yere basmasıyla değil de başka bir
yeriyle telef etse, telef ettiği şeyin tazminatı onun ve çekenin üzerinedir. Bunu Zeylaî ifade etmiştir.
Ben derim ki! Zeylaî´nin burada ifade ettiği yukarda tashih ettiği şeye binaendir. Sen de o tashihteki
hatayı bildin... Nihâye ve Kifâye´de tafsilâtsız olarak tazminâtın hem devenin üzerindeki kişiye hem
de katarı çeken kişiye olduğu söylenilmiştir. Bu Nihaye ve Kifâye´de olan da bizim yukarda takdim
ettiğimiz tashih üzeredir.
«Yalnız ilh...» Yani, yalnız bindiğinin tazminatını öder... Önünde giden develerin yapmış olduğu
telefin tazminatını ödemez. Çünkü onun sürücüsü değildir. Onun arkasından gelen develerin
yapmış oldukları teleften de zâmin değildir. Çünkü onları çeken değildir. Ancak hemen arkasındaki
devenin yularını tutmuşsa onun yapmış olduğu teleften dolayı da tazminat öder.. Zeylai. Bu hüküm
de bazı müteahhirin ulemânın görüşüdür. Ama Zeylai´den başkaları ise Nihâye ve diğer kitaplarda
da tafsilatlı olarak anlatıldığı gibi, bindiği devenin hemen arkasındakinin yularının bindiği deveye
bağlı olmasıyla yetinilmiştir.
neslinur
Wed 27 January 2010, 07:19 pm GMT +0200
M E T İ N
Yürüyen bir deve katarını çekenin bilgisi olmadan katara bağlanan bir deve birisini öldürse. ölen
kişinin diyetini çekenin âkilesi tazmin eder. Sonra da deveyi kendisinden habersiz bağlayan kişinin
akilesinden geri alır. Çünkü bu diyettir, bunda zarar olmaz. Durum, Sadru´ş-Şeria´nın ölenin
diyetinin deveyi bağlayanın malından alınacağını vehmetmesi gibi değildir.
Katar dururken ona bir deve bağlasa. bağlanan deve de bir şeyin helâkına sebep olsa; helâk olan
insan ise onun diyetini, çekenin âkilesi öder ve bağlayanın âkilesinden geri alamaz. Çünkü katarı
çeken o deveyi izinsiz olarak çekmiştir.
Bir hayvanı salsa ve onu arkasından sürse, o hayvan hızlıca koşarken bir şeye çarpsa ve telef etse,
onu salan kişi telef edilenin tazminatını öder. Çünkü hayvanın cinayetine kendisi sebep olmuştur.
Köpek hakkında da hüküm böyledir. Mülteka.
Eğer saldıktan sonra arkasından yürümese bile saldığı hayvan göstermiş olduğu istikamette gittiği
sürece hükmen onun sürücüsüdür. Hayvanı salan hayvanın çok gerisinde kalsa bu sürme kesintiye
uğrar ve tazminat ödemez.O zaman burada «sürmek»den maksat arkasından yürümektir;
«dâbbe»´den kasıt da köpektir. Zeylai.
Bir kuş salsa, ister kuşu kovalasın ister kovalamasın, veya bir dâbbe veya bir köpek salsa fakat
sürmese veya bir hayvan kendi başına boşalsa ve bütün bunlar bir mala veya bir kişiye gündüz
veya gece isabet ederek helak etse bunların hiçbirinde sahibi tazminat ödemez. Zira Peygamber
(s.a.ş.): «(Başıboş) hayvanların yapmış oldukları şeyler hederdir buyurmuştur.»
Nitekim dâbbe, binicisi üzerinde iken, ve binicisi sarhoş bile olsa, kontrolünden çıkıp yoluna devam
etse; binicinin de onu o yoldan çevirmeye kudreti olmasa ve bu haldeyken bir şey telef etse
-başlamış hayvan olduğu gibi- bunun da sahibi tazminat;ödemez. Çünkü bu halde üzerindeki kişi
ona süren değildir. Hayvanın seyri de sahibine izafe edilemez. Hatta bir insan telef etse bile kanı
heder olur. İmâdiye.
Birisi üzerinde binicisi olan bir hayvana vursa veya binicisinin izni olmadan onu bir sopa ile dürtse
ve o hayvan da tırnağının keskin tarafı ile veya ön ayağı ile bir diğer kişiye vursa ya da birisi,
üzerinde binicisi olan o hayvanı ürkütse; hayvan da ürkerek birisîne çarpıp öldürse, ölenin diyetini
hayvanın üzerindeki kişi değil, ürküten veya dürten öder.
Ebu Yusuf: «Her birisi yarımşar diyet tazminat öder» demiştir.
Nitekim âmme yolunda hayvanını durdurmak halinde de hüküm böyledir. Çünkü o atını âmme
yolunda durdurmakla teaddi etmiştir. Nasıl ki binicinin izniyle ata dürtse ve at da hemen bîrisini
çiğnese, çiğnenen kişinin tazminatı her ikisine düşer.
Eğer hayvan tırnağının keskin tarafı ile vurup dürten kişiyi öldürse, onun kanı heder olur.
Eğer dürtülen hayvan binicisini atarak öldürse, onun diyeti, dürten adamın âkilesi üzerinedir.
Dürten kişinin dürtmesinin hemen akabinde çiğneyerek öldürmüşse zâmindir... Yok eğer daha
sonra çiğnemişse o diyeti ödemek binicinin üzerinedir. Çünkü dürtmenin etkisi kesilmiştir. Dürer
ve Bezzâziye.
İ Z A H
«Çekenin bilgisi olmadan ilh...» Yani çekenin bilgisi olmadan bağlanırsa... Musannıfın bununla
kayıtlamasının sebebi, katarı çekenin âkilesinin diyeti ödedikten sonra rücû´ ederek bağlayanın
âkilesinden almalarına binâendir. Çünkü, eğer katar çeken kişi, katarın yürüyüş halinde devenin
bağlandığını bilmiş olsa ve bağlanan o deve de birinin ölümüne sebep olsa, onun diyetini çekenin
âkilesi öder ve rücû´ ederek bağlayanın âkilesinden de alamaz. Kifâye.
«Ölen kişinin diyetini çekenin âkilesi tazmin eder.» Çünkü çeken kişi katarını başka bir devenin
bağlanmasına mani olmadığından müteâebbib ve müteaddidir. Âkile de rücû ederek bağlayanın
âkilesinden alırlar. Çünkü bağlayan kimse onları diyet ödemeye mecbur etmiştir.
«Durum Sadru´ş-şerianın vehmetmesi gibi değildir.» Çünkü Sadru´ş-Şeria demiştir ki: «Uygun olan
bu tazminatın deveyi bağlayanın malından verilmesidir, çünkü onları mâlî zarara bağlayan
sokmuştur. Mâlî zararı da âkile yüklenmez» H.
«Katar dururken ilh...» Bu söz musannıfın «yürürken» sözünden kaçınmak içindir.
«Çünkü katarı çeken o deveyi izinsiz olarak çekmiştir.» Yani bağlayanın izni olmadan...
Birinci meseleye gelince, orada katar yürürken bağladığından, bağlayan kimseden izin var kabul
edilir. Zira bağlanan devenin çekilmesi buna delâlet ediyor. İşte bundan dolayı da çekenin âkilesi
rücû eder ve deveyi bağlayanın âkilesinden ödemiş oldukları diyeti geri alırlar. Çünkü bağlayan kişi
sebep olmuştur. Kifâye.
«Bir hayvan salsa ilh...» Bilinmiş olsun ki; köpeği salmakla başka bir hayvanı salma arasında fark
vardır. Fark da şudur: Köpeği salsa ona sürücü olamaz. o zaman köpeğin koşarak gitmesi
sırasında yapmış olduğu teleften dolayı tazminat ödemez. Her ne kadar köpek hemen isabet etse
de... Çünkü onu salan müteaddi değildir. Zira köpeğe uyarak koşmak mümkün olmaz. Mütesebbib
de ancak teaddî ettiği zaman zemin olur. Eğer başka bir hayvan salsa ve o da hemen bir şeye isabet
etse, ister o hayvanı sürsün isterse sürmesin onun tazminatını öder. Çünkü onu yola salmakla
müteaddi olur. Diğer taraftan o hayvana uyarak yürümesi de mümkündür. Bu Nihâye´de
belirtilmiştir. Şu kadar ki Kuhistanî´de Ebû Yûsuf´tan rivâyet edilene göre her halükârda o hayvanı
salon .saldığı ister köpek, ister başka bir hayvan olsun, zâmindir.
Meşayıhın umumu da bunu kabul etmişlerdir, fetva da buna göre verilir.
Ebû Yûsuf´un görüşüne göre dabbe ise köpek arasında bir fark yoktur. Birinci görüşe göre ise.
köpeğin hemen bir şeye isabet edip telef etmesinde onu salan adam o telefin tazimatını ödemez.
Ancak onu sürerse öder. Ama dâbbenin hemen isabet ederek telef ettiği şeyi onu salan kişi mutlaka
tazminat öder.
İşte bununla, musannıfın da birinci görüşte olduğu açıktanmış oldu. Çünkü o tazminatta sürmeyi
şart koşmuştur. Tazminatta sürmenin şart olması da ancak köpek hakkındadır. İşte bundan dolayı
da Zeylâi ve diğer âlimler de metindeki «behime»´yi köpekle tefsir etmişlerdir. Şârih de sonunda
onlara uymuştur. Şu kadar var ki şârihin yukarda geçen «veya köpek» sözü münasip değildir;
bilhassa gelecek olan «dabbeden murat köpektir» sözüyle birlikte, hiç uygun değildir.
«Hükmen sürücüsüdür» Çünkü onun seyri, üzerine saldığı yolda devam ettiği müddetçe ona izafe
edilir. Eğer salınan hayvan yolda seyrederken sağa veya sola saparsa, salıvermenin hükmü kesilir.
Ancak sağ veya soldan başka sapılacak yol yoksa o zaman bu durum salıvermeyi kesmez. Yine,
kendi başına dursa ve sonra da yürüse salıvermenin hükmü kesilir. Bu bahsin tamamı Hidâye´dedir.
Eğer salınan hayvanı birisi çevirse ve o zaman hayvan bir şeye isabet ederek helâk etse, bunu
hayvanı çeviren tazmin eder. Çünkü o, o anda onun sürücüsü olmuştur ve tazminatı ödedikten
sonra rücû ederek hayvanı ilk salan kişiden alamaz. Ancak bu işi onun emri ile yapmışsa o zaman
rücû ederek ondan alır.
«O zaman burada sürmeden murat ilh...» Şarihin bu sözü musannıfın: «onu arkasından sürse»
sözü tefri´ edilir. Fukahânın ibarelerindeki: «arkasından sürer» sözünden akla ilk gelen mana; «her
ne kadar kovalamasa bile arkasından yürür» şeklindedir.
Mekki, Molla Ali´nin: «Arkasından sürer» sözünü «kovalamak»la kayıtladığını nakletmiştir. Özetle...
Ben derim ki: İstîcâbî´den naklen Gâyetü´l-Beyan´da şöyle denilmektedir: Yani Molla Ali
«arkasından kovalar» sözüyle şunu kast etmiştir: O adamın o hayvanın sürücüsü olması için onu
saldığı zaman ona vurması veya onu korkutması gerekir.
«Burada dabbeden kasıt ilh...» Evla olan burada «behime» yani hayvan demesiydi. Çünkü metinde
ve Zeylaî´de zikredilen «behîme»dir. Sen de yukarda bunu açıklama şeklini ve ilgili teferruatı
görmüş bulunuyorsun.
«İster kuşu sürsün ister sürmesin ilh...»Çünkü kuşun bedeni sevk olunmaya müsait değildir. O
zaman daonunsürülmesine itibar edilmez. Hayvan İse bunun hilâfınadır.
«Veya bir dâbbe veya bir köpek salsa ama onu sürmese ilh...» Musannıf burada bunu mutlak olarak
zikretmiştir. O zaman köpeğin bu salıverilişinde hemen isabet ederek helâk ettiği bir şeyden dolayı
onu salan zamin olmaz. Ama «dâbbe» bunun hilâfınadır. Nihâye. Biz «dabbe» ile köpek arasındaki
farkı yukarda belirtmiş ve fetvâ verilecek kavlin de herhalukârda tazmîn edilmek olduğunu da
söylemiştir. Buna göre doğru olan, Şârihin: «veya dabbe» sözünü zikretmemesi uygun olurdu.
«Veya bir hayvan kendi başına boşalsa ilh... Boşalması âmmenin yolunda veya başka birinin
mülkünde de olsa... İtkânî.
«Veya gece» Şâfiî demiştir ki: Boşalan bir hayvan eğer gece gider ve bir şeyin helâkine sebep
olursa, helâk olan nesneyi sahibi tazmin eder. Çünkü adet hayvanı gece korumaktır. O zaman
bunun sahibi kusurlu davranmıştır. Bu bahsin tamamı Mirâc´tadır.
«Hayvanların yapmış oldukları şeyler hederdir.» Yani boşaldıkları zaman... Buhârî ve Müslim´in,
İmâm Mâlik´in, Ahmed bin Hanbel´in ve Sünen´lerin rivâyetlerinde ise hadis şöyledir: «Hayvanların
yaralamaları heder olur.» T.
«Yâni başıboş hayvanların ilh...» Bu tefsir değil, açıkça görüldüğü gibi bir kayıttır. H.
Zeylaî bunu Muhammed´den naklettikten sonra şöyle demektedir: «Bu hüküm sahihtir ve açıktır.
Çünkü yolda veya başkasının mülkünde sürülen, binilen ve çekilen bir hayvan ile âmme yoluna
salıverilen bir hayvanın yapmış olduğu telef bizim de sebebini beyan ettiğimiz üzere muteberdir ve
telef olunan şeyin tazminatını sahibi öder.
«İmâdiye.» İmâdiye´de musannıfın «Hatta bir insan telef etse ilh.» sözü zikredilmemiştir. Musannıf
onu ancak Anadolu Müftüsü Mevlâ Ebu´l-Suud El-İmâdî bu şekilde fetvâ verdiği için zikretmiştir. Şu
kadar var ki; bu söz, Fusûlu´l-İmâdiye´nin kelâmından anlaşıldığı için musannıfın da onu İmâdiye´ye
isnâd etmiştir.
Remlî de şunu zikretmiştir: Telef olan nesnenin sahibi ile kontrolden çıkan atın binicisi, atı
çevirmeye kudreti olup olmadığında ihtilaf etseler, makbul olan söz hasmındır; beyyine de aczini
iddia eden kimse üzerinedir. Çünkü davanın zımnında sebebi tahakkuk ettikten sonra tazminatı
inkâr etmesi bir şey ifade etmez. Düşün! Özetle.
«Ön ayağı ile bir diğer kişiye vursa ilh...» Yani nasıl isabet ederse etsin binici tazminat ödemez.
Hülâsa.
O zaman ayağı ile çiğnemesi de bunun kapsamına girer.
Hidâye´de denilmiştir ki: Adamın dürtmesi ile at birinin üzerine sıçrasa veya bassa ve onu öldürse,
onun diyeti dürtenin üzerinedir, atın üzendeki kişinin üzerine değil... Mülkünde duranlar, mülkünde
yürüyen adam arasında fark yoktur.»
Yani yolda duran bunun hilâfınadır. Çünkü o yolda durduğu için teaddi etmiştir. Kifâye. Bu bahis
ileride gelecektir.
«Birisine çarpsa ilh...» Yani bir diğer adama çarpsa ve öldürse...
Tatarhâniye´de şöyle denilmiştir: «Dürten adamın zâmin olması atın tırnağının keskin tarafı ile, ön
ayağı ile vurması veya sıçraması dürtmenin hemen akabinde olduğu zamandır; yoksa daha sonra
olması hâlinde dürten adam üzerine tazminat yoktur.»
«Hayvanın üzerindeki kişi değil» Çünkü o müetaddi değildir, o zaman tazminatta teaddi ettiğinden
dürten kişi tarafı tercih edilir. Bu bahsin tamamı Hidâye´dedir.
«Ebû Yûsuf demiştir ki» Kuhistanî ve diğer kitaplarda olduğu gibi bu söz Ebû Yûsuf´tan bir
rivâyettir.
«Amme yolunda hayvanını durdurduğunda ilh...» Yani birisi onun atını dürtse ve at da bir diğer
kişiyi öldürse, o zaman onun diyetini dürten kişi ve atın üzerindeki kişi yarı yarıya tazminat öderler.
Çünkü atın üzerindeki de âmme yolunda durdurduğundan müteaddidlr. Mineh ve değerleri.
Remli der ki: «Ben derim ki: Bunun zâhîri şudur: Eğer dürtme, üzerindeki adamın izni ile olmasa
hüküm böyledir... Çünkü üzerinde konuşulan metindeki meselenin mevzuu da budur. Hulâsa ve
Bezzaziye´de tasrih edilen hüküm bunun hilâfınadır.
«Hulâsa´da şöyle denilmiştir: Eğer dürtme atın üzerindekinin izniyle olursa, o zaman tazminat
dürtenin ve atın üzerindeki kişinin üzerinedir. Ancak at arka ayağının keskin yeri ile veya kuyruğu
İle vurursa o heder olmuştur. Yalnız şu var ki; atın üzerindeki kimse kendi mülkü dışında bir yerde
dursa ve birine atına dürtmesini emretse ve o da dürtse ve bundan dolayı at ayağının keskin tarafı
ile birine vurup yaralasa veya öldürse; o zaman onun diyeti her İkisinin üzerinedir. Eğer atın
üzerindekinin İzniyle değil de izinsiz olarak dürterse o zaman tazminatın tamamı dürten adam
üzerinedir.»
T. Müntekâ´dan naklen şöyle demektedir: «Bir kişi âmme yolunda at üzerinde iken dursa ve birisine
atını dürtmesini emredip o da dürtse ve at bir kişiyi ve üzerindekini öldürse; bu durumda ölen
yabancının diyeti, atı dürten ile emredenin üzerinedir. Emir verenin diyeti İse heder olmuştur.
Dürten kişinin dürtmesi ile at durduğu yerden gitse ve o dürtmenin etkisiyle hemen bir kişiye
tırnağının keskin tarafı ile vurup öldürse o zaman tazminat yalnız dürten adamın üzerinedir. Eğer
dürtmesi ile hemen hareket etmeyip yerinde kalsa ve tırnağının keskin tarafı ile dürtene ve başka
birisine vursa, bu durumda yabancının diyetini dürten kişi ve binen kişi öder. Dürten kişinin
diyetinin yansı da binen kişinin üzerinedir.» Özetle...
Bununla bilinmiş oldu ki: Dürten ile binen kişinin ölenin diyetini tazmin etmeleri «hayvanın dürtme
ile yerinden ayrılmaması» ile kayıtlıdır. Yoksa eğer yerinden ayılmışsa biniciden izinsiz dürttüğü
haldeki gibi bu meselede de yalnız dürten tazminat öder.
«Çünkü yine o da atını âmme yolunda durdurmakta teaddi etmiştir.» At durduğu yerden geri geri
giderek dursa ve at sahibi veya başkası yürümesi İçin onu dürtse; o da bir şeyin .telefine sebep
olsa. her ikisi üzerine de tazminat yoktur. Bunu T. nakletmiştir.
«Yine ilh...» Yanı dürtenin dürtmekle teaddi etmesi gibi... T.
«Çiğnese ilh...» Yani yürürken çiğnese. Hidâye.
Bu kayıt tazminat hükmünden tırnağının keskin tarafı ile vurmayı dışardan bırakmak içindir. O
zaman yukarda da geçtiği gibi: eğer binenin izni ile dürterse, dürten kişi hiçbir şeyin tazminatını
ödemez.
Hanîye´de binen kimsenin atın tırnağı veya kuyruğu ile vurup öldürdüğü kimseden dolayısıyla
tazminat ödemesi gerekmedîği gibi bu mesele-de de dürten kişinin dürtmesi dolayısıyla zâmin
olmayacağı söylenmiştir.
«Çiğnenen kişinin tazminatı her ikisinin üzerinedir» Çünkü o zaman atın yürümesi her ikisîne de
izâfe edilir. Sonra, dürten kişi binenin atının çiğnemesi ile telef ettiği şeyin tazmînatını ödedikten
sonra rücû ederek bunu binenden alır mı? Bazı âlimler tarafından onun emri ile dürttüğü için
alacağı söylenmiştir. Bazı alimler tarafından da alınamayacağı söylenmiştir. Bu sonuncu görüş,
Hîdâye´de sahîh kabul edilmiştir.
«Onun diyeti dürten adamın âkilesi üzerinedir.» Yani eğer atın sahibinden izinsiz olarak dörtmüş
ise... Eğer onun İzniyle dürtmüşse tazminat ödemez. Hulasa.
«Dürten kişinin dürtmesinin hemen akabinde çiğneyerek öldürmüşse ilh...» Daha önce belirttiğimiz
gibi tırnağıyla vurmak, vurmak ve sıçrayarak vurmak da aynı şekildedir.
BİR EK:
Musannıf burada sadece dürten ile bineni zikretmiştir. Multeka metnînde de şöyle denilmiştir:
«Kişinin hayvanı dürtmesinde binen değil de çeken veya süren olması halinde de hüküm yine
aynıdır. Eğer yolda dikili duran bir şey dolayısıyla at dürtülmüş gibi olsa, at da bundan dolayı bir
şeyi telef etse; onun tazminatı o şeyi diken kimse üzerinedir.
«Burada dürten kişinin çocuk ya da bâliğ olması fark etmez. Eğer dürten köle ise o zaman telef
olunan şeyin tazminatını ödemek ona düşer. Bu fasılda ve bundan evvelki fasılda da eğer telef olan
insan ise; diyetini âkile öder. Eğer hayvan ise .o zaman tazminat caninin malından alınır.»
Hidâye´nin : «Dürten eğer çocuk ise tazminat onun malından alınır» sözüne gelînce; büyük âlim
Nesefi, Kâfi´de şöyle demektedir: «Hidâye´nin bu sözünden maksadı; telef olanın mal olması veya
açık yaranın erşlnden az olması olabilir.»
Ben derim ki: «Çocuktan muradın acemden olan. yani araz olmayan çocuk olabilir. Çünkü Arapların
dışındaki kavimlerin âkilesi yoktur.» Kifâye.
Ed-Durru´l-Muntekâ´da şöyle denilmektedir: «Özellikle «dürtme» kelimesi zikredîlmiştir. Çünkü
adam tırnağının keskin tarafı ile vurma âdeti olan bir atın sırtına elinî koysa, o da tırnağının keskin
tarafı Her birine vursa ve telef etse, elini atın sırtına koyan adam tazmînat ödemez. Ama dürtmek
bunun aksinedir. Çünkü dürtmede ızdırap vardır. Ama el koymada yoktur. Kinye´den naklen
Burcundi´de olduğu gibi...»
Tatarhaniye´de de şöyle denilmektedir: «Yola bir şey koymuş olsa; bir binek de bundan ürkse ve bir
adam öldürse, onu koyan odam üzerine o şeye İsabet etmediği taktirde hiçbir şey yoktur.»
Şu kadar var ki, Serahsî´nin Muhît´inden naklen T. de şu vardır: «Eğer binek yola konulan bir taştan
ürkerek bir şeyi telef etse; o taşı koyan odam bineği dürten kişi durumunda olur; yani onun
tazminatını öder.»
M E T İ N
Kasap veya başka bir kişi bir tavuğun veya koyunun gözünü çıkar-maları halinde bunun sebep
olduğu noksanlığın tazminatını öderler. Çünkü bunlar et için kesilirler. Çıkan göz hususunda
hayvan sahibi muhayyerdir: Dilerse o gözü çıkartan kişiye bırakır ve kıymetini tazmin ettirir dilerse
de onu kendisi alır ve çıkartan adam noksanlığını tazmin ettirir. Zeylai.
Sığırın ve et İçin beslenmiş devenin gözünün çıkarılması halinde çıkaran kişi bunların kıymetlerinle
dörtte birini öder. Bu izafenin faydası «kıymetlerinin dörtte birini öder...» hükmünde et için
beslenmiş olmasına itibar edilmediğini belirtmek içindir. İbn Kemâl.
Eşeğin, katırın ve atın gözünün çıkartılmasında da çıkartan kişi kıymetînin dörtte biri kadar
tazminat öder. Çünkü adı geçen hayvanlardan herhangi birisini çalıştırmak, ancak dört gözle
mümkündür; ikisi hayvanın kendi gözü, ikisi de onu çalıştıranın gözüdür. Böylece hayvanın dört
gözü varmış gibi kabul edîliyor.
Şâfii (r.a.) de demiştir ki: «Gözü çıkartılan hayvan koyun gibidir.»
Aradaki fark, bizim daha önce belli ettiğimiz gibidir. Şu kadar var ki bu farka karşı şu itiraz da
yapılabilir: Eğer bir eşeğin iki gözünü çıkarmış olsa, kıymetinin yarısı kadar tazminat ödemesi
gerekir. Halbuki durum böyle değildir. Nitekim daha önce geçtiği gibi...
Evlâ olan rivâyeti kabul etmektir. Şöyle ki Peygamber (s.a.v.) «Dabbenin gözünün çıkarılmasında
kıymetinin dörtte biri» ile hükmetmiştir.
Musannıfın burada «göz» ile kayıtlanması şunun içindir: Eğer kulağı veya kuyruğu kesilmiş olsa,
kıymetinin dörtte birini değil de onun sebep olduğu noksanlığın tazminatını öder.
Öküzün ve eşeğin dilinin kesilmesi halinde de hüküm aynıdır. Yani kıymetin dörtte birini öder.
Bazı âlimler de: «Kıymetin hepsini öder» demişlerdir. Nitekim ayaklarından biri kesilse yine
kıymetinin hepsinin tazminatı ödettirilir. Fetvâ da bu görüş üzerinedir.
Kıymetinin hepsinin verilmesi, dili veya ayaklarından biri kesilen hayvanın eti yenilmeyen bir
hayvan olması halindedir. Eğer eti yenilen bir hayvan ise o zaman sahibi gözler meselesinde
geçtiği gibi muhayyer olur. Şu kadar var ki, birisi bir hayvanın gözlerini çıkarsa ve hayvanın sahibi
de onun yanında tutarsa, Ebû Hanîfe´ye göre hiçbir şeyin tazminatını ödettiremez. Fetvâ da bu
görüşe göredir.
Hayvanın ayağını sakatlamak da ayağını kesmek gibidir.
FER´İ MESELELER :
Musannıf Dürer´den şunları nakletmiştir : «Bir kişinin bağ üzümü yiyen bir köpeği olsa; bağ sahibi
de köpeğin, üzümleri yediğine dair şahit tutsa, adam da köpeği kovmayıp köpek de üzümleri yese
bu durumda köpek sahibi tazminat ödemez. Ancak tazminat yıkılmaya yüz tutan duvarda olduğu
gibi; bir insanın telefinden korkulduğu şeyde şahit tutulursa söz konusudur.»
«Öküzün boynuzlaması ve ısırıcı köpeğin ısırması halinde; sahibi onu bağlamamış ise tazminat
öder.»
Musannıf demiştir ki: «Zeylaî´nin: «Eğer köpek telef ederse ve eğer köpeğin sahibine köpek telef
etmeden önce onun birisine zarar verebîleceği hususunda haber verilmişse o zaman yıkılmaya yüz
tutan duvar meselesinde olduğu gibi tazminat köpeğin sahibi üzerinedir. Haber verilmemişse
değildir.» sözünde telef olunan şeyin bir insan olarak yorumlanması mümkündür.»
O zaman uyum sağlanmış olur.
Ben diyorum ki: Şöyle bir fetvâ sorulmuştur: Birisinin bal arıları olsa ve bunları kendi bahçesine
koysa, onlar da bu bahçeden çıkarak halkın üzümünden ve meyvelerinden yeseler, onların sahibi
onların üzüme ve benzeri şeylere verdiği zararın tazminatını öder mi? Sahibine arıların yerini
değiştirmesi emredilir mi?
Bu soruya şöyle cevap verilmiştir: Arıların sahibi mutlak olarak hiçbir şeyin tazminatını ödemez.
İster ona daha evvel arıların üzüme zarar vermelerine dair şahit tutulsun, ister tutulmasın...
Bu hüküm yukarıdaki köpek meselesinden alınmıştır. Hatta bu hüküm bu meselede daha evlâdır.
Musânnıf da bunu Muin adlı eserinde aynı şekilde zikretmiştir.
Şu kadar var ki ben musannıfın fetvasında, arı meselesinde sahibinin zamin olacağı şeklinde fetva
verdiğini gördüm. Fetvâ vereceğin zaman buna da başvur
Arıların yerlerinin değiştirilmesine gelince; mezhebin zâhirine göre arıların sahibinden böyle birşey
istenemez.
Ama bu hususta âlimlerin cevabı da şöyledir: Eğer arıların zararı açık ise; uygun olan arıların
sahibine arıların yerlerini değiştirmesini emretmektir. Fetvâ da buna göredir.
Sayrafiyye isimli eserde şu hükümler vardır: «Eşek birisinin buğdayını yese, sahibi de mani
olmayıp eşek yemeye devam etse; sahih olan görüşe göre eşek sahibi tazminatını öder. Koyun,
öküz, at veya eşeği ekili bir tarlaya veya bir bağa soksa, sokan kişi eğer adı geçen hayvanların
sürücüsü ise bunların telef ettiğinin tazminatını öder. Eğer sürücüsü değilse ödemez. Bazı âlimler
tarafından da sürücüsü olmasa bile tazmin edeceği söylenmiştir. Bu bahsin tamamı
Bezzâziye´dedir.»
İ Z A H
«Bir tavuğun gözünün çıkartılmasında ilh...» Güvercin ve diğer kuşlar da bu konuda tavuk gibidir.
Zahire´de olduğu gibi köpek ve kedinin gözlerinin çıkmasında da durum aynıdır. Kuhistânî.
«Veya diğer bir kişi ilh...» Bundan dolayı İbn Kemal «kasab»a izafeyi terkederek bu izafeden ihtisas
anlaşılacağını ve özellikle ileride zikredilecek olan illet düşünüldüğünde bu ihtisasın daha çok
anlaşılacağını söylemiştir.
«Bunun getirmiş olduğu noksanlığı ilh...» O zaman sağlam göz ile sakatlanan gözlerin kıymetleri
takdir edilerek aradaki fazlalık tazmin ettirilir. Kuhistâni.
Buradaki «noksanlık» kelimesi zayıflık nedeni ile çıkan göze de şâmildir. T. Vânî´den...
«Çünkü bunlar et için kesilirler ilh...» O zaman onlarda ancak noksanlığa itibar edilir. İbn Kemâl.
Ben derim ki: Gözün ete getirmiş olduğu noksanlık, kediyi ve köpeği kapsamaz, şu kadar var ki
bunlardaki noksanlığın tazmînatını ödemek, telef olan şeylerin tazminatındaki asıl üzerine câridir.
Ama kıymetin dörtte birini tazmin etmeye gelince; o ileride gelecektir; ki burada kıyasa muhalefet
edîlerek nas ile amel edilmiştir.
«Çıkan göz hususunda ilh...» Zeylaî bunu sığır ve benzerleri bahsinde zikrederek burada nass ile
amel edildiğini de ta´lil etmiştir. Nas da bir tek göz hususunda vârid olmuştur. O zaman onun
hükmüne bağlı kalınır.
«Bu izafenin faydası ilh...» Zira zannedilmesin ki deve ile sığır da et için beslendiklerinden dolayı
onlardaki hüküm de koyundaki hüküm gibidir... Aksine deve ile sığır, ister et için ister ziraat için,
isterse binek için hazırlansınlar gözlerinin çıkarılması halinde eti yenilmeyen hayvanda olduğu gibi
kıymetlerinin dörtte birinin tazminatı ödenilir. Minah.
«Eşeğin ilh...» Muntekâ´dan naklen Hulâsa´da denilmiştir ki: «Sıpa ve deve yavrusu gibi
küçüklüğünden dolayı üzerine yük yüklenmeyen hayvanların da gözü çıkarıldığı takdirde kıymetinin
dörtte biri tazmin ettirilir.»
Ben derim ki: Kuhistûnî´nin Munteka´dan naklettiği ifade de ise deve yavrusunda noksanlığın
tazmin ettirileceği söylenmiştir. Sonra ben bunu Hulâsa´da olduğu gibi Münteka´dan naklen
Câmîu´l-Fusuleyn´de de gördüm.
«Aradaki fark bizim takdim ettiğimiz gibîdir.» Musannıfın; Çünkü adı geçen hayvanlardan herhangi
birisini çalıştırmak...» sözündekini kastediyor.
Hidâye´de denilmiştir ki: Biz Hanefîler için delil rivâyet edilen şu hadistir: «Peygamber (s.a.v.),
dâbbenin gözünün sakatlanmasında dâbbenin kıymetinin dörtte birinin tazmin ettîrileceğine»
hükmetmiştir.
Ömer (r.a.) da böyle hükmetmiştir; çünkü bu hayvanların kullanılmasında etten ayrı binme, zînet,
yükleme ve çalıştırmak gibi maksatlar da gözetilir. Bu yönleriyle bunlar insana benzerler ki; insanın
gözünün sakat olmasında diyetin dörtte biri verilir.
Bazen bu hayvanlar et için de beslenirler. Bu yönüyle de eti yenîlen hayvanlara benzerler. İşte biz
burada her îki benzerlikle de amel ederek kıymetin dörtte birinin ödenmesinde insana benzemesi
ile amel ettik. Diğer benzeme ile de tazminatı yarıdan dörtte bire düşürdük. Diğer taraftan bunları
çalıştırmak ancak dört gözle mümkündür.
«Şu kadar var ki bu furkan şöyle bir itiraz da varîd olur ilh...» Yani zikredilen farka dair.
Fahru´l-İslâm diyor ki: Bu hususta en mutemed, gerekçe birinci ta´lîl´dir. Yani az önce Hidâye´den
naklettiğîmizdir. Çünkü iki gözü de çıkarılırsa o hayvanın kıymetinin yarısı tazmin ettîrilmez. İtkâni.
Ama şu ta´lile yani: «Sanki onun dört gözü varmış gibi olur» ta´lîline gelince; bu ta´lîlden yola
çıkılırsa iki gözü çıkarıldığı zaman kıymetinin yarısının tazmîn ettirilmesi gerekir.
«Halbuki durum böyle değildir» Yani yarısı tazmin ettirilmez. Nitekim Hidâye´yi şerhedenler de bunu
açıkça söylemişlerdir. Şu kadar var ki Kuhistânî Fahru´l-Kuzât´dan kıymetinin yarısının tazmin
ettirileceğinî nakletmiştir.
«Nitekim daha önce geçtiği gibi...» Yani Zeylaî´den naklen... Biz de Zeylaî´den daha önce şunu
naklettik: «Zeylaî kıymetinin dörtte birinin tazmin ettirilmesi hususunda nass ile amel edilir diyerek
talil etmiştir. Nass da bir göz hakkında varid olmuştur, öyleyse o kadarıyla yetinilir.»
Özeti şudur: Adı geçen hayvanlardan herhangi birinin gözünün sakatlanması halinde tazmînâtın
hayvanın kıymetinin dörtte biriyle yapılması kıyasa muhaliftir. öyleyse onun üzerine kıyas yapılmaz;
aksine nass ile yetinilir; ileriye gidilmez. Bu yüzden de sârih: «Evlâ olan rivayet edileni kabul
etmektir.» demiştir.
«Musannıfın burada göz ile kayıtlaması ilh...» Yani musannıfın : «sığırın gözünün çıkarılmasında...»
sözü ile kayıtlaması.
«Bazı âlimler de kıymettin hepsini tazmin eder demişlerdir.» Çünkü dili kesilen hayvanın ot yemesi
imkânsız olur.
Tuhfetu´l-Akran ve Kinye´de bu hüküm açıkça beyan edilmiştir. Diğer görüş de «kîl» ile naki
edilmiştir. Saihânî.
«Eti yenilmeyen bir hayvan olması halindedir ilh...» Çünkü eğer kıymetinin tamamını almazsa. eti de
yenilmediğinden; dilinin kesilmesi her yönüyle adamın malını telef etmiş oluyor. Hidâye.
«Eğer eti yenilen bir hayvan ise muhayyer olur ilh...» Yani dili kesilen hayvanın sahibi dilerse onu
kesene bırakır ve kıymetîni ona ödetir. Dilerse de hayvanı kendisi alır ve dilinin kesilmesinden
doğan noksanlığın tazminatını ödetir.
Hidâye´nin gasp bahsinde müellifi demiştir ki: «Yukarda zikredilen muhayyerlik hükmü, Ebû
Hanîfe´den rivâyet edilen rivâyetîn zahiridir. Ebû Hanîfe´den şu da rivâyet edilmiştir: Dili kesilen
hayvanın sahibî dilerse onu alır ve başka bir şey de alamaz. Birinci rivayet daha sahihtir.»
Metîn ve şerhlerde hep birinci rivayet esas alınmıştır. Biz de bu önceden Gasp bahsinde birinci
rîvâyette ilgili açıklama yapmış bulunuyoruz.
«Şu kadar var ki birisi bir hayvanın gözlerini çıkarsa ve hayvanın sahibi de onu yanında tutarsa
hiçbir şey tazmin ettiremez.» Yani mal sahibi gözü çıkarılan eti yenilen hayvanı yanında tutup
gözünün çıkarılmasından doğan noksanlığı tazmin ettiremez Binaenaleyh o zaman eti yenilen ile
yenilmeyen arasında bir fark kalmaz.
«Yanında tuttuğu takdirde tazmin ettiremez» hükmünün Ebû Hanîfe´den rivayet edilmiş bir hüküm
olduğunu daha önce öğrenmiştin. Halbuki zâhir rivayette; gözü çıkarılan veya dili kesilen hayvan.
eti yenilen bir hayvansa sahibi muhayyerdir; dilerse hayvanı gözünü çıkarana bırakır ve kıymetini
tazmin ettirir; dilerse de kendi yanında tutar ve gözün çıkarılmasından doğan noksanlığı tazmin
ettirir. En sahih olan da yukarda da geçtiği gibi bu zâhiri rivâyettir; fetvâ da ancak bununla verilir.
Nitekîm Camiu´l-Fusuleyn´de de böyledir.
Zira Camiu´l-Fusuleyn müellifi şöyle demiştir: «Ebû Ca´fer´den şu rivayet yapılmıştır: Gözü
çıkartılan hayvanı sahibi alırsa başka bir şey alamaz. Zâhir-i rivayetle de fetvâ verilir.»
Şu kadar var ki bunu naklettikten sonra şunu da nakletmiştir: «Zahir-i rivâyette eti yenilen ile eti
yenîlmeyen birdir. O halde gözü çıkarılan hayvanı sahibi yanında tutarsa hiçbir şey tazmin
ettiremez.»
Bunu da naklettikten sonra demiştir ki: «Nakledilen ikinci rivayet de Ebû Câfer´den nakledileni teyit
etmektedir.»
Ben derim ki: Zâhir-i rivâyetle fetvâ vermek konusunda nakiller muhtelif olursa, o zaman metin ve
şerhlerde olan ile amel edilir. Bu görüş Hidâye´de de sahih kabul edilmiştir.
«Hayvanın ayağını sakatlamak da ayağını kesmek gibidir.» Câmiu´l-Fusuleyn´de şöyle denilmiştir:
«Birisi bir dâbbeye vursa, o da bunun sonucu olarak topallamaya başlasa; ayağını kesmiş gibi
olur.»
«O zaman uyum sağlanmış olur.» Dürer sahibinin sözlerinden şunu anlamış gibidir. «İnsanın
dışında köpeğin vermiş olduğu zararda tazminat yoktur. Halbuki bu, Dürer sahibinin kelâmının
maksadı olamaz. Dürer sahibinin sözünden ancak şu anlaşılır: Eğer onun insanı telef etmesinden
korkulursa o zaman onun bir insan telef edeceğine dair şahit tutmak, eğer o şahit tutmanın
akabinde bir telefiyet meydana gelmişse tazminatı gerektirir. Bu telef olan ister insan olsun ister
mal olsun fark etmez. Eğer onun bir insanı telef etmesinden korkulmayıp da bağdaki üzümler gibi
yalnız malı telef etmesinden korkulursa, o zaman şahit tutmak bir şey ifâde etmez. Buna da
Zeylaî´nin yıkılmaya yüz tutan duyara benzetmesi delâlet eder. Zira onda şahit tutmak hem malın
hem de nefsin tazminatını gerektirir. Remlî.
Bu, muhalefeti kökünden defeden güzel bir kelâmdır. O zaman Zeylaî´nin kelamı da mutlak itilâf
üzerine hamledilir. Çünkü onun kelâmında geçen köpekten murat, ısırıcı olan köpektir. Nitekim
bunu açıkça ifade etmiştir. O zaman ısırıcı köpek de. boynuzlayan öküz ile yıkılmaya yüz tutan
duvar gibi insan telef etmesinden korkulun şeylerden olur. Bağ köpeği ise bunun hilâfınadır.
Ben derim ki: Bunların hepsi şarihin nefis Dışında Kalan Kısas Babının sonunda Kadı Bedî´den
naklen takdim ettiğine muhaliftir. Çünkü Kadı Bedî´den naklettiğine göre: «Şahit tutmak, ancak
duvarda olur, hayvanda değil.»
Hayriye´de, ısırmayı adet edinen atın ve boynuzlamayı âdet edinen öküzün insan telef edeceklerine
dair şahit tutulduktan sonra telef ettiklerinin tazminatı ile fetvâ verilmiştir.
Demiştir ki: Minye´den naklen Bezzâziye´de şu vardır: «Öküzün boynuzlaması meselesinde
boynuzlayacağına dair şahit tutulduktan sonra boynuzlayarak telef ettiği nefis ve malın tazminatı
ödetilir.»
Bu meselede ihtilâf vardır. Ama fukahânın ekserisi, yıkılmaya meyleden duvar gibi, tazmin
ettirileceği görüşündedirler.
Hamidiye´de de tazmin ettirileceğine dair fetvâ verilmiştir.
«Ben derim ki ilh...» Bu da yine musannıfın Minah´taki sözlerindendir.
«Bu hüküm yukardaki köpek meselesinden alınmıştır.» Yani üzümü yiyen köpek meselesinden...
Zira üzüm yiyen köpeğin insan telef edeceğinden korkulmaz.
«Hatta bu hüküm bu meselede daha evlâdır.» Çünkü bal arısı da kuşlar gibi uçucudur. Yukarda da
geçtiği gibi bir kuş salsa, kuşu ister sürsün ister sürmesin; kuş da gittiği yerde bir şey telef etse
sahibi ondan dolayı tazminat ödemez. Ama dâbbe ile köpek bunun hilâfınadır. Balarısı meselesinde
ise sahibi onu ne salmıştır; ne de sürmüştür. Öyleyse onun yapmış olduğu telefiyatdan dolayı
zâmin olmaması öncelikle söz konusudur; ve hem de arı şu âyetle Allah Teala tarafından meyveleri
yemeğe izinlidir: «Sonra her çeşit meyvelerden ye...»
«Musannıf de buna Mu´în adlı eserinde ilh...» Yani Muînu´l-Müftî isimli kitabında...
«Fetvâ vereceğin zaman buna müracaat et...» Bildin ki, sârih olarak ve delâleten nakledilene uygun
olan birinci görüştür. Ve ancak bu görüşe itimad edilir.
«Mezhebin zâhirine göre ilh...» Bu da musannıfın Kısmet Bahsinin sonunda daha önce belirttiğidir
ki: Kişi kendi mülkünde komşusuna zarar verse bile yine tasarrufta bulunabilir.
«Ama bu hususta meşayihin (âlimlerin) cevabı da şöyledir ilh... Zarar açık olursa o zaman arıların
sahibine yerlerini değiştirmesi emredilir.
«Eşek birisinin buğdayını yese ilh...» Bunun zahiri şudur: Eşek, buğdayı yerken kendisini gören
adama ait olmazsa...
Bu da musannıfın Lukata Bahsinden anlaşılmaktadır. Kınye ve diğer kitaplardaki ifadeye gelince;
onlarda bu ifade şöyledir: «Kendi eşeğini görse...» Yani görene râci olacak zamire izafet iledir.
Düşün...
Sonra ben Remlî´nin Câmiu´l-Fusuleyn´e yazmış olduğu hâşiyenin Ahkâmus´s-Sukût bahsinde
aynen şunu gördüm: «Ben derim kî: «Adam başka birisinin eşeğini, başka birinin buğdayını yerken
görse ve manî olmasa...»
Bu mesele fetvâ konusu olmuştur. Bana sorulduğunda, şöyle cevap verdim: Gören adam hiçbir
tazminat ödemez. Aradaki fark açıktır: Bu da kendi eşeğinin fiili kendisine nispet edilir ve menfaati
de ona rücû eder ve onu def etme imkânına da sahiptir. O zaman eşek. gören adamın olursa
tazminat illeti güç kazandığından gören adam onun tazminatını öder.
«Bazı alimler tarafından da tazmin edeceği söylenmiştir.» Yani onun kendisi sürmese bile... Tazmin
etmesi şu meseleye kıyasendir: Birisinin devesi evinde olsa. bir diğeri de devesi ister yularından
boşalmış olsun ister olmasın, devesini getirip onunkinin yanına koysa ve onun devesini öldürse
bakılır; eğer sahibinden izinsiz olarak getirip sokmuşsa tazminat öder. Bezzâziye´de de olduğu
gibi...
Ben derim ki: Bu sözün daha tercihe değer olması açıktır. Çünkü bu babın başında geçen
«Dâbbenin yapmış olduğu şeyi, sahibi eğer hayvanı başkasının mülküne izinsiz olarak sokmuş ise
teaddî ettiğinden, zamin olur» sözüne de uygundur. Ama eğer kendisi sokmamışsa bunun cevabı
Hîdâye´de şöyle verilmiştir: Eğer bir hayvan salsa o hayvan da hemen ekilen bir yeri bozmuş olsa,
onu salıveren kişi zararın tazminatını öder Ama eğer saldığı hayvan düz gideceği yerde sağa veya
sola dönse geçen illetten dolayı zamin olmaz.
«Bu bahsin tamamı Bezzâziye´dedîr.» Biraz önce belirttiğimiz de bu türdendir. Şu sözü de aynı
şekildedir: «Odun taşıyan eşeğîn sürücüsü «uzaklaş!» demediği zaman, ancak eşek elbise sahibi
yanında yürüdüğü taktirde tazminat öder. Aksi halde olmaz, çünkü elbise sahibi onu görmektedir
ve kaçma imkânı olduğu halde ondan uzaklaşmamıştır.»
Ekili tarlasında bir dâbbe görse; onu tarladan çıkarsa ve hayvan helâk olsa tercih edilen görüş.
eğer hayvanı tarladan çıkardıktan sonra sürerse tazminat ödeyeceği şeklindedir. Aksi halde
ödemez.
Ev de ekili tarla gibidir çünkü ona zarar verir. Hayvan bağlanacak yer ise bunun hilâfınadır. Çünkü
bağlandığı yer onun mahallidir.
Eşeğini bir direğe bağlasa, başka biri de gelip eşeğini oraya bağlasa ve birinci eşeği ısırsa bakılır:
Eğer her ikisinin de oraya bağlama yetkisi varsa zamin olmaz, aksi halde olur. Özetle... Allah Teâlâ
en iyisini bilendir.
neslinur
Wed 27 January 2010, 07:23 pm GMT +0200
KÖLENİN CİNAYETİ VE KÖLEYE KARŞI İŞLENEN CİNAYET
M E T İ N
Bilinmelidir ki; kölenin cinayetlerinde eğer köle verilecek kölelerden ise o zaman bir defa verilmesi
icap eder. Yoksa bir tek kıymeti verilir. Eğer kölenin cinayetinin fidyesi verilmiş olsa sonra bir
cinâyet işlese yine birinci hal gibidir. Ama müdebber, ummu´l-veled ve mükâteb mutlak kölenin
hilâfınadırlar ki, onlarda ancak bir tek kıymette verilir. Bu ileride izah edilecektir.
Bir köle hataen bir cinayet İşlemiş olsa efendisi dilerse köleyi cinayetin karşılığında verir. Burada
«hata» ile kaydedilmesindeki sebep nefiste olduğunu ifade etmek içindir. Zira onu kasten öldürse
kısas edilir. Kölenin nefisten aşağı işlemiş olduğu cinayette İse faydası yoktur. Çünkü kölenin
nefisten aşağı olan cinayetlerinde hata ile amel eşittirler. Sonra kölenin cinayeti hataen işlediği de
ya beyyine ile ya efendisinin ikrarı ile veya hakimin bilgisi ite sabît olur. Kendi ikrârı ile asla olmaz.
Bedaî´.
Ben derim ki: Şu kadar var ki; Bedai´nin «Hakimin bilgisi ile...» sözü fetvâya esas olmayan görüşe
göredir. Çünkü zamanımızda hakimlerin bilgisi ile amel edilmez. Şurunbulâliye Eşbâh´tan. Bu zaten
geçmişti.
Kölenin hataen işlemiş olduğu bu cinayette, efendisi dilerse köleyi cinayetin karşılığında verir ve
öldürülenin velisi de ona mâlik olur veya dilerse kölenin fidyesini erşi ile birlikte peşinen verir. Şu
kadar var ki aslında vacip olan, sahîh kavle göre, kölenin cinayet karşılığında bizzat kendisinin
verilmesidir. Bundan ötürü de cinayet işleyen kölenin ölümü ile vacip olan düşer.
Musannıf ve diğer âlimlerin zikrettikleri gibi cinâyet işleyen hür kişinin ölümü bunun gibi değildir.
Şu kadar var ki Şurunbulâliye´de, Surûc ve Cevhere´den naklen, onlar da Pezdevi´den naklen, şu
vardır: «Sahih olan kavle göre kölenin hataen işlemiş olduğu cinayette kölenin bedelinin fidye
olarak verilmesi gerekir. Hattâ efendisi eğer fidyesini vermeyi tercih ettiği halde vermeye kudreti
olmasa, bulduğu zaman verir. O zaman kölenin helâki ile fidye vermekten beri olmaz. Zeylaî ve
diğerleri bu hükmî şununla ta´lil etmişlerdir: Yani kölenin efendisi, öldürülenin velilerinin haklarını
tercih etmiştir. Ebû Hanife´ye göre kölenîn efendisinin bu hakkı tercih etmesinden sonra
öldürülenin velilerinin köle üzerinde hakları kalmaz.»
Zeylaî´nin ta´lilî şunu ifade ediyor: İmama göre kölenin cinayetinde asıl olan kölenin kendisini değil,
fidye olarak bedelini vermektir.
Mecma Şârihi de şunu ifade eder: İmâmın ta´lilinde, kölenin cinayetinde vacip olan, İkisinden
birisidir. Kölenin efendisi bunlardan hangisini tercih ederse o taayyün eder. Şu kadar var ki,
yukarda takdim edildiği gibi asıl olan kölenin kendisinin verilmesidir. Ama kitabın lafzında buna
delâlet edecek bir şey yoktur.
Eğer efendisi kölenin cinayetinin bedelini verse ve ondan sonra köle yine cinayet işlese bu cinayeti
hükmen birinci cinayeti gibidir.
Eğer köle iki cinayet işlemiş olsa kölenin efendisi köleyi her iki cinayetin velilerine teslim eder.
Veya erşleri ile birlikte onun fidyesini verir. Eğer efendisi köleyi birisine hibe etse, âzad etse veya
müdebber kılsa, onu kendisine ummu´l-veled yapmış olsa veya onu satsa ve bunlardan herhangi
birini yaptığı zaman da cinayetten haberi olmasa; o zaman cinayetin velisine kölenin kıymeti ile
erşinden hangisi daha az ise onun tazminatını öder.
Eğer cinayetten haberi olursa icmâen yalnız erşi öder. Cinayetten haberi olduğu halde köleyi
satması, kölesinin azadını Zeyd´i öldürmek veya ona bir şey satmak veya başını yaralamak gibi
şeylere bağlayıp kölenin de bunu yapması, «Eğer hastalanırsam üç talak ile boşsun» sözüyle
karısına miras vermekten kaçmasında olduğu gibî...
İ Z A H
Musannıf hür olan malikin cinayetinden söz etmeyi bitirdikten sonra kölenin cinayetine başladı.
Hayvanın cinayeti de ona binen, onu süren ve onu çeken kimselerle kaim olduğundan ve bunlar da
malık oldukları İçin hayvanın cinayeti babını da bu babdan önce ele aldı.
«Ve o zaman bir defa verilmesi icap eder ilh...» Yani her ne kadar cinayetler müteaddit şâhıslarda
çok da olsa bir kez verilmesi icap eder.
«Eğer köle, verilecek kölelerden ise ilh...» Yani köle. her yönüyle mutlaka köle olmalıdır ki cinayet
karşılığında verilmeye uygun olsun. Yani onunla tedbir, istilâd, kitâbet akdi gibi hürriyet
sebeplerinden bir şey ile akip yapılmamış olması gerekir Zeylaî.
Yoksa bir........sgsgsdfgdfsg........ köle işlemiş olduğu cinayet karşılığında verilmeye uygun
olmazsa... Çünkü onunla zikrettiğimiz hürriyet sebeplerinden biri ile akit yapılmış olması halinde; O
zaman işlemiş olduğu cinayet karşılığında bir kez kıymeti verilir. Cinâyet birden fazla da olsa,
bundan fazlası verilmez. Zeylai».
«Birincisi gibidir ilh...» Yani köleyi vermekle onun fidyesini vermek arasında muhayyerdir.
«İfade etmek içindir» Yani efendisinin İnsan öldürmede muhayyerliğini İfade eder. Tatarhâniye´de
şöyle bir ifade vardır: «Kölenin insan üzerindeki cinayeti ile mal üzerindeki cinayeti arasında fark
vardır. Birincisinde efendisi, onu cinayet karşılığında vermekle onun fidyesini vermek arasında
muhayyerdir; ikincisinde ise kölenin telef ettiği mal karşılığında köleyi vermek ve köleyi satıp malın
kıymetini vermek arasında muhayyerdir.»:
Kinye´de Hâherzâde´den naklen şöyle denilmektedir: «Ticaretten hacredilmiş bir köle cinayet
İşleyerek bir malı telef etse. bu cinayetini bildikten sonra efendisi onu satsa, o malın tazminatını
ödemek köleye düşer ve o köle o cinayetten dolayı onu alan adamın hesabına olmak üzere satılır.
Ama, adam öldürme cinayeti bunun hilâfınadır.»
Kitabu´l-Hacr´ın başında bu konu hakkında söyleneceklerin tümünü anlatmış bulunuyoruz.
«Kölenin nefisten aşağı işlemiş olduğu cinayette ilh...» Çünkü her iki durumda da, yani, hem hataen
hem de amden cinayet işleme durumunda da, karşılığında mal verilir. Zira köleler orasında ve
hürlerle köleler arasında cinayet, nefisten aşağı olursa kısas cereyan etmez. İnâye.
«Kendi ikrârı ile asla olmaz ilh...» O ikrarı azaddan sonra da olsa böyledir. Bedai´den naklen
Şurunbulâliye´de şöyle denilmiştir: «Kölenin cinayeti hataen işlediği hususundaki ikrarı sahih
olmayınca; ne şimdi ne de azaddan sonra yapmış olduğu ikrârı ile muvâhaze edilmez. Ve yine âzâd
edildikten sonra köle iken cinayet işlediğini ikrâr etmiş olsa, ona hiç birşey düşmez.»
Buradaki «köle» kelimesi «mahcur»u da «mezun»u da kapsamına alır. Velvâliciye´de de kölenin
ikrârı ile amel edilemeyeceği geçmiştir. Şarihin nefisten Aşağı Cinayetlerde Kısas babında
Cevhere´den naklen takdim ettiğine gelince: Ona göre köle bir cînayet işlediğini ikrar ederse köle
olduğu müddetçe bir şey yapılmaz. ancak azad edildikten sonra muahaze edilir.
Ben derim ki: «Cevhere´nin Hacr bahsinde şu vardır: Köle hataen adam öldürdüğünü ikrâr etse
efendisine bir şey lâzım gelmez. Fakat o öldürme kölenin zimmetinde kalır ve Köle hürriyete
kavuştuktan sonra ondan sorumlu tutulur Hocendî´de de böyledir.
Kerhi´de ise o ikrârının batıl olduğu söylenmiş ve şöyle devam edilmiştir. «Eğer bu İkrârından sonra
azad edilirse cinayetten dolayı sorumlu olmaz. Ama mahcûr bir köleye gelince, bunun ikrârı mal ile
ikrâr olduğundan dolayı sahihtir; onun ikrarının hükmü de değişmez. Borçlu olduğunu ikrâr etmesi
gibi...
Mezun´a gelince; bunun ikrârı ticaret sebebi ile ödemesi gereken borçlara dair olursa caizdir.
Çünkü o köle ticaretin her Şekli ile izinlidir. Ama cinayet bunun hilâfınadır. Cinayette mezun,
mahcûr köle gibidir.»
«Ve bu geçti ilh...» Yani Kaza bahsinin müteferrik meselelerinden hemen önce geçti.
«Efendisi dilerse köleyi cinayetin karşılığında verir ilh...» Yani onun yükünü hafifletmek için
muhayyerdir. Çünkü kölenin ondan başka âkilesi yoktur. Gureru´I-Efkâr.
«Peşinen ilh...» Yani ister köleyi versin, isterse fidye olarak karşılığını versin peşin vermesi gerekir.
Zira mallarda tecil bâtıldır. Fedâ da onun bedelidir. öyleyse malın hükmü onda da caridir. Bu, şunu
ifade ediyor: Burada muhayyerlik müflis de olsa kölenin efendîsi içindir. Öyle ise iflâs eden bir
kölenîn efendisi kölenin cinayeti karşılığında kölenin fidyesini vermeği tercih ederse onu bulduğu
zaman verir. Ebû Hanîfe´ye köle köleyi vermesi için cebredilmez. Ebû Yûsuf ve Muhammed buna
muhalefet ederek «cebredilîr» demişlerdir. Mecma´da olduğu gibi... Durru´l-Münteka.
«Şu kadar var ki asıl vacip olan ilh...». Musannıfın bu sözü şu sualin cevabıdır: Eğer cinayet
efendinin zimmetinde, muhayyerlik vacip olana kadar, kalsaydı kölenin ölümü ile düşmezdi. Hür
cânînin ölümü ile diyetin âkilesinden düşmemesi» gibi, kölenin ölümü ile de muhayyerlik düşmez.
Bu cevabın izah şekli şudur: Aslında vacîp olan köleyi vermektir. Her ne kadar efendinin -zekât
malında olduğu gibi- köleyi vermeyi bırakıp kölenin karşılığı olan fedâya intikâl etmek hakkı ise de...
Zira zekât malında da asıl vacip olan nisabdan bir parçasını vermektir. Ama nisaba mâlik olan kişi
için bu nisabdan bîr cüzü vermek yerîne, onun kıymetini vermek yolu da seçilebilir. İnâye.
«Sahih kavle göre ilh...» Hidaye ve Zeylaî´de de böyledir. Zeylai´den başka diğer şarihler de bunu
kabul etmişlerdir,
«Bundan ötürü de cinayet işleyen kölenin ölümü ile vacip olan düşer.» Yani kölenin efendisi
kölenin yerine onun bedelini tercih etmezden önce. Ama bu tercihten sonra, kölenin ölümü ile fidye
düşmez. Çünkü efendisinin zimmetine întikal eder. Gurreru´l-Efkâr.
Musannıf burada ölümü mutlak olarak zikretmiştir. O zaman bu ölüm semavî bir âfetle olan ölümü
kapsadığı gibi; efendisinin onun bîr İhtiyacı İçin bir yere göndermesi sebebiyle veya istihdam ettiği
zaman bunun ölümüne sebep olmasını da kapsar. Çünkü efendisi cânî olan kölesini cinayetin
karşılığında, mağdurun velilerine vermedikçe onu istihdam etmek hakkına sahiptir. O zaman bu
istihdam sebebi ile ölmesi halinde efendisi müteaddî olmuş olmaz. Minah ve Mebsut´tan.
Ama eğer canî köleyi efendisi öldürse o zaman efendisi cânî kölenin cinayeti karşılığında kölenin
bedelini vermeyi tercîh etmiş olur. Eğer bu köleyi yabancı bir kimse öldürse bakılır; eğer kasten
öldürmüşse kölenîn işlemiş olduğu cinayet bâtıl olur ve efendisi kısas ettirme hakkına sahip olur.
Eğer hataen öldürürse efendisi ölen cânî kölesinin kıymetini kâtilinden alır ve öldürülen kölenin
işlemiş olduğu cinayetin velisine verir. Burada muhayyer de olmaz. Hatta almış olduğu bu kıymette
bir tasarrufta bulunmuş olsa, onun bedelini tercih etmiş sayılmaz. Cevhere.
«Şu kadar var ki Şurunbulaliye´de ilh...» Şurunbulâye´de olan bu rivayet meşhûr değildir. İnâye ve
diğer kitaplarda Esrâr´dan naklen, birçok yerde rivâyet bunun hilâfınadır. Hatta Muhammed bin
Hasan kesin olarak cânî kölenin cinayetinde cinayet karşılığı verilmesi vacip olan şeyin ancak köle
olduğunu söylemiştir.
«Zeylaî bu hükmü şununla talil etmişlerdir ilh...» Yani hükmü ta´lil etmiştir ki bu hüküm de:
Efendisinin bu tercihi yapmasının sahih olmasıdır. Her ne kadar o anda onu vermeğe kadir olmasa
bile... Nitekim Zaylaî´nin ibaresinden de bu anlaşılmaktadır.
«Zeylaî´nin ta´lili şunu ifade ediyor ki ilh...» Yani zikredildiği şekilde Zeylaî´nin ifade ettiği ta´Iinin
şudur: Ebû Hânife´ye göre asıl olan kölenin bedelini vermektir. O zaman bu İfâde edelîn ikinci
tashihin üzerine bina edilir. şu kadar var ki Zeylaî, Hidâye ve diğer kitaplarda olduğu gibi, evvelâ
birinci tashihi açıkça zikretmiştir. Zaten bilindiği gibi Muhammed´den açıkça rivâyet edilen de
budur.
«İfade eder ilh...» Bu üçüncü bir görüştür. Bedai´den naklen Şurunbulaliye´de şöyle denilmektedir:
Aslında vacip olan kölenle efendisinin muhayyerliği olsa idi, o zaman köle öldüğü taktirde bedelini
cinayetin velilerine verilmesi taayyûn ederdi. Kendisine cinayet İşlenen kimsenin hakkı da bâtıl
olmazdı. Çünkü iki şey arasında muhayyerlikte asıl kaide: «Biri helâk olduğunda diğeri taayyün
eder» şeklindedir. O zaman bu, üçüncü görüş sağlam olamaz.
«Kitabın lafızından ilh...» kitaptan murat Mecma´ın metnidir. Şarihî de bu ifadesi ile musannıfının
«metinde bunu ifade eden birşey var» iddiasını reddetmektedir. T. özetle...
«Eğer efendîsi kölenîn cinayetinin bedelini verse ilh...» Musannıfın bununla kayıtlamasının sebebi
şudur: Eğer onun bedelinî vermese ve Köle de başka bir cinayet işlese o zaman bu ikinci
meselenin aynısı olur ki bu da: «Eğer iki cinayet işlese ilh.» sözüdür. Kifâye.
«Bîrinci cinayetî gibidir» Çünkü birinci cinayetin bedeli verildiğine ondan temizlendiğinden hiç
cinayet işlememiş gîbi oldu. Bu ikinci cinayette de yeni baştan işlemiş gibi oluyor. Hidâye.
«Efendisi köleyi her iki cinayetîn velilerine teslim eder, ilh...» O zaman her iki cinayetin velileri
cinayetlerinin erşi miktarınca köleyi aralarında taksim ederler. Eğer onlar bir cemaat îseler köleyi
kendi hisseleri üzerine pay ederler. Eğer efendisi köleyi değil de bedelini vermiş olsa. o cemaatin
tümünün erşleri kadarını verir. Köle bir kîşiyi öldürüp diğerinin de gözünü çıkarsa köle ikisi
arasında üçe, taksim edilir. Zira gözün erşi can erşinin yarısıdır. Binaenaleyh baş yarmanın hükmü
de böyledir. Efendisi dilerse velilerîn bazısına bedelini verir, bazısına da köleden hakkı kadar olanı
verir. Bu bahsin tamamı.» Hidaye´dedir.
«Eğer efendisi köleyi birisine hibe etse ilh...» Asıl şudur: Efendisi kölenin cinayetini bildiği halde
kölede bir tasarrufta bulunduğu zaman köleyi vermekten aciz olur ve bedelini vermeyi tercih eder.
Yoksa yani tasarrufta bulunmazsa aciz olmaz. Birinci kaidenin misali musannıfın zikrettiğidir.
İkincisinin misali ise şudur: Dul bir cariyeyle cinsi münasebette bulunması gebe bırakmamasıdır.
Bu durum ise onun değerini eksiltmez. Evlendirmesi, İstihdam etmesi de kuvvetli görüşe göre icara
vermesi veya rehin etmesi de aynıdır. Çünkü icara özürlerle bozulur, cinayet velisinin hakkının
onda kaim olmaz da özürdür. Rahinin borcu ödemesi de mümkündür o zaman kölenin kendisini
vermekten âciz olmaz.
Ticaretle izin vermek de efendiyi köleyi vermekten acze düşürmez. Her ne kadar köle borçlansa
bile... Çünkü izin, köleyi cinayet karşılığında vermesini ne imkânsız kılar, ne de kölenin köleliğinde
bir noksanlığa sebep olur. Ancak cinayetin velisi ticaretle izinli köleyi cinayetin yerine almaktan
imtina edebilir. Çünkü borç efendisi tarafından onun hakkıdır. O zaman efendinin bu kölenin
kıymetini vermesi lâzımdır. Hidâye ve İnâye´den...
«Veya onu satsa ilh...» Yani sahih bir bey´ ile... Velev ki o bey´ müşteriye muhayyerlikle de olmuş
olsa... Ama bey-i fasitle satsa böyle olmaz. Ancak onu teslim ederse o zaman o bey-i fasitle satılan
da bey-i sahîh gibi olur. Çünkü mebi´deki mülkiyet ancak teslim ile zâil olur. Muhayyerlik böyle alt
olmak üzere satsa, hüküm böyle olmaz. Bunu Zeylaî ve diğerleri ifade etmişlerdir.
«Hangisi daha az ise onun tazminatını öder.» Çünkü onun hakkı fevt olmuştur. Onun tazminatını;
hakkı da hangisi daha az ise ondadır, Bununla da kölenin bedelini tercih etmiş sayılmaz. Çünkü
bilgisiz tercih olmaz. Hidaye.
Hakkının ikisinden azında olmasının delili de şudur: Daha fazlasını isteyemez. Kifâye.
«Köleyi satması gibi ilh...» Bu kelimeyi ıskat etmek gerekirdi. Çünkü bu birşeyi kendine teşbih
etmektir. H.
Ben derim ki: Mümkündür ki burada cinayet işleyen kölenin satışından maksat, köleyi mecnî aleyhe
satmaktır. O zaman, bir nevi, makabiline aykırı olmuş olur.
İhtiyar´da diyor ki: Eğer onu cinayetin velisine satmış olsa o zaman efendisi bedelini vermeyi tercih
etmiş sayılır. Ama hibe etse böyle olmaz. Çünkü onu istihkak edecek kimse onu karşılıksız olarak
da alabilir. Bu da beyde değil hibede bulunur.
«Ve kölesinin azadını talik etmesi gibi ilh...» Çünkü öldürdüğü zaman âzâd olunacağını bilmesiyle
birlikte onun azadını adam öldürmeye bağlı kılması, adam öldürmeyi ihtiyâr etmesinin delilidir. O
zaman efendisinin, kölenin îşlemiş olduğu cinayetin diyetini vermesi gerekir. Minah.
«Zeyd´i öldürmek ilh...» Yani onu diyeti icap ettirecek bir cinayet İşlemek şartına bağlı kılsa... Ama
eğer cinayetin dışında başka bir şarta bağlı kılsa; mesela; «Eğer eve girersen hürsün» dese ve
arkasından köle delirdikten sonra girse veya kısası icap ettirecek bir şeyle talik etse; meselâ; «Ona
kılıçla vurursan hürsün» dese ulemanın ittifakıyla bu hususta efendi üzerine hiçbir şey gerekmez.
Zira efendisi onun hürriyetini cinayetin dışında bir şarta bağladığından cinayet işleyeceğini
bilmiyordu. Hem de kısası icap ettirecek bir cinayet işlemiş olsa o kısas, köleyedir. Bu da kölelikle
veya hürriyetle değişmez. O zaman efendisi kölesinin azadını bir şeye bağlı kılmakla cinayet velisi
üzerindeki hakkı ortadan kaldırmış olmaz. İnâye´den özetle...
«Kaçması gibi ilh...» Zira adam kansını hastalıktan sonra boşamış oluyor...
M E T İ N
Eğer bir köle bir hürün elini kastî olarak kesse ve o köle ona cinayetin yerine verilse, o da köleyi
âzâd etmiş olsa eli kesilen odam yorası iyileşmeyerek ölse o zaman köle cinayete karşılık sulh
bedeli olur. Çünkü onun azad edilmesi sulhun tashih edilmesinin delilidir.
Eğer köleyi yarası yayıldığı halde azal etmese o zaman köle ya efendisine reddolunur ya öldürülür
veya affedilir. Çünkü sulh batıl olmuştur.
Eğer borçlu ve ticaretle izinli bir köle hata en cinayet işlese efendisi de o cinayeti bilmeden onu
âzâd etse o zaman efendisî, borç sahibine, kıymeti ile borçtan hangisi daha az ise onu öder ve
cinayetin velisine de kıymet ile erşten hangisi daha az ise onu öder.
Cinayet işleyen köleyi yabancı birisi öldürse, efendisine yalnız bir kıymet verilir.
Eğer ticaretle izinli ve borçlu bir cariye bir çocuk doğursa, eğer doğumu borçlandıktan sonra ise...
o cariye çocuğuyla birlikte borcundan dolayı satılır ve borcu ödenir.
Eğer bu cariye doğum yapsa, sonra borçlansa alacaklıların hakkı çocuğa taalluk etmez. Ama
cariyenin kazançları bunun hilâfınadır; ki olacaklıların hakkı buna taalluk eder.
Eğer cariye cinayet işlese ve ondan sonra doğum yapsa onun çocuğu cinayetin velisine verilmez.
Çünkü cinayet kadının değil, efendinin zimmetine taalluk eder. Borç ise bunun hilâfınadır.
Birisi, bir kişinin kölesinin efendisi tarafından azad edildiğini zannetse ve azad edilen köle de, onun
azatlı olduğunu zanneden kimsenin velisini hata en öldürse; hür adem için köle üzerinde hiçbir hak
yoktur. Çünkü o, kölenin azadlı olduğunu zannetmekle köleyi hak etmediğini diyeti hak ettiğini ikrar
etmiştir. Ancak şu kadar var ki, diyet de akile üzerine ancak hüccetle gerekli olur.
Herkes tarafından köleliği bilinen azadlı bir köle birisine: «Ben Azâd edilmeden önce hataen
kardeşini öldürdüm» dese ve bu sözü ile de kendisini azad eden efendisini muhatap alsa, bu
sözüne karşılık eski efendisi olan kardeşi de: «Hayır! Azaddan önce değil, azad edildikten sonra
öldürdün!» dese o zaman burada birincinin sözü yani azadlı kölenin sözü tasdik edilir. Çünkü
tazminatı inkâr etmektedir.
Eğer cariyeye: «Benim cariyem olduğun halde elini kestim.» dese, cariye de: «Hayır, beni azad
edildikteki sonra elimi kestin» dese cariyenin sözü kabul edilir. Çünkü adam evvelâ tazminat
sebebini ikrâr ediyor, sonra da kendisini tazminâttan ibrâ edecek bir iddiada bulunmuştur. O zaman
onun sözü kabul edilmez.
Efendisinin cariyeden aldığı malî her şeyde makbul olan söz, zikrettiğimizden dolayı istihsanen
câriyenindir. Ancak cima ile gullede söz efendinindir: Çünkü efendi cimayı tazminata münafi ve
belirti olan bir hale isnad etmektedir,
Mahcur bir köle veya bir çocuk. diğer bir çocuğa bir adamı öldürmesi içîn emir verseler ve o da
öldürse, onun diyeti katîlin âkilesi üzerinedir. Çünkü çocuğun kasdî adam öldürmesi hatâdır. Akile
de rücû ederek kölenin âzâdından sonra köleden alırlar. Bazı alimler de rucû edemezler ve ebedî
olarak emreden çocuktan da olamazlar. Çünkü onun ehliyeti nâkıstır, denilmiştir.
İ Z A H
«Çünkü onun âzâd edilmesi sulhun tashih edilmesinin delilidir.» Zira âkile, kölenin tasarrufunun
sahih olmasını kasteder. Onun tasarrufunun sıhhati de ancak cinayet ve cinayetten doğacak
şeylerden sulh ile sahih olur. Zeylai.
«Çünkü sulh bâtıl olmuştur ilh...» Zira sulh elin diyeti karşılığında mal üzerine yapılmıştır ki, o da
kölenin kendisidir. Zira kısas azalarda hür ile köle arasında cereyan etmez. Elinin kesilmesi ile
vücuduna yayılan hastalıkla anlaşılmış oldu ki; elin diyeti vâcip değildir; vâcip olan ancak kısastır.
O zaman sulh bâtıl olur, Çünkü sulha bir musallahun anh (yani üzerinde anlaşma yapılan şey)
lâzımdır. Burada musallahun anh maldır ve o da mevcut değildir. Zeylaî.
T. diyor ki : Bu illetin zahiri şunu göstermektedir: «Bâtıl akdi kaldırmak için köleyi cinayetin velisine
geri vermek vâciptir.»
İnâye´de şöyle denilmiştîr: «Bu akde sulh demek mesayıktan bazısının ihtiyâr ettikleri, kölenin
cinâyetinde asıl vacip olan kölenin değil bedelinin verilmesidir» hükmüne binaendir.
«Efendisi de onu azad etse itti...» Ama eğer azad etmese o zaman muhayyerdir.
İnâye´de şöyle denilmiştir: «Asıl kaide şudur: Köle, borçlu olduğu halde bir cinayet işlese efendisi
onu veya bedelini vermek arasında muhayyerdir. O zaman, eğer köle verilirse alacaklıların borçlan
için satılır. Eğer bu satışta alacaklıların alacaklarından fazla birşey kaldıysa o da cinayet
sahiplerinindir. Çünkü onların mülkü olarak satılmıştır. Eğer kölenin fiyatı borçlarını karşılamazsa
birinci efendisinin mülkü üzerine satıldığında ödeyemediği borçlarının hürriyet vaktine ertelenmesi
gibi burada da kalan borcu onun hürriyete kavuşacağı vakte ertelenir.» Özetle.
«O cinayeti bilmeden ilh...» Musannıfın bununla kayıtlaması şunun içindir: Efendisi eğer cinayetini
bilerek onu azad ederse, o zaman cinayete karşılık kölenin bedelini tercih etmiş olur. O zaman
cinayetin velisine cinayetin diyetini vermesi vacip olduğu gibi, köleden alacağı olana da kölenin
kıymetini vermesi vacip olur.
«Hangisi daha az ise ilh...» Ama Hidâye ve diğer kitapların sözüne gelince: Onun üzerine iki kıymet
lâzımdır: Birisi borç sahipleri için, diğeri de cinayetin velisi için. Bu sözünden maksat: «kölenin
kıymeti eğer erşten az olursa»dır. Nitekîm İnâye´de de böyle tasrîh edilmiştir.
«Cinayet işleyen köleyi ilh...» Yani zikri geçen mezun köleyi... H.
«Efendisine yalnız bir kıymet verilir.» Yani onu alacaklılara verir. Çünkü alacak o kölenîn üzerindeki
mali bir haktır. Alacaklı da bu konuda cinayetin velisine takdîm edilir. Bunun tamamı Zeylai´dedir.
Efendi değil de yabancının bir kıymet vermesinin nedeni şudur: Çünkü o köle ne cinayet
karşılığında ne de borç karşılığında alınmıştır. O zaman ecnebinin üzerine telef ettiğinden fazla
birşey vacip değildir. Efendisinden ise telef ettiği şeyden fazlası istenilmektedîr ki bu da borçtur
İtkânî.
«Ama cariyenin kazançları bunun hilâfınadır.» Çünkü onun kazançlarına borçtan evvel de sonra da
alacaklıların hakkı taalluk eder. Çünkü onun kazanma hususunda selahiyeti vardır. Minah.
«Onun çocuğu cinayetin velisine verilmez ilh...» İnâye´de denilmiştir ki: «Cariyenin borçlandıktan
sonraki doğumu ile cinayetten sonraki doğumu arasındaki fark; birincisinde çocuğun annesi ile
birlikte satılması, ikincisinde ise satılmamasıdır Çünkü borç cariyede hükmî bîr vasıftır ki; onun
zîmmetînde vacip olarak durur ve ödemek bizzat ona düşer. Hatta efendisinin onun rakabeside,
satış, hibe veya başka şeylerle tasarrufta bulunması da memnudur. O zaman cariyenin borçlanması
sabit olan şer´î vasıflardandır ve kitâbet, tedbir ve rehin gibi çocuğuna sîrâyet eder. Cinayetin
mucibi ise ya köleyi veya onun bedelini vermektir. Bu da cariyenin değil, efendinin zimmetindedir.
Hatta efendisi onun rakabesindeki satış, hibe ve istihdam gibi tasarruflardan men edilemez. Ona
ancak hakiki, hissî fiilin eseri mûlakî olur ki; bu da onu vermektir. Bu, evlâda sirayet etmez. Çünkü
karar tutmayan bir vasıftır ve verme anında hasıl olmuştur. Sirayet ise hakikî vasıflarda değiI, şer´î
vasıflarda olur.»
«Birisi zannetse...» Yani ikrar etse.
«Öldürse» Burada hürriyetle ikrarı cinayetten önce zikretti. Mebsût´ta
ise cinayetten sonra zikredilmiştir. Aralarında bir fark yoktur. İnâye
«Azâd edilen ilh...» Yani onun azadlı olduğunu zanneden kişinin zanında azatlı olan...
«Hür adam için köle üzerinde hiçbir hak yoktur.» Yani zanneden kişi için...
«Köle üzerinde ilh...» Evlâ olan bunu hazfetmek idi. Çünkü burada âkile üzerine bir şey vacip
değildir. T.
«Çünkü o, kölenin azadlı olduğunu zannetmekle ilh...» Hidâye´nin ibaresi şöyledir: «Zira o adam
efendisinin kendisimi azad ettiğini ileri sürmekle âkile üzerine diyeti iddia etmiş, köleyi ve
efendisini de ibrâ etmiş oldu. Bu iddiası da hüccetsiz olarak akile hakkında kabul edilmez.»
Ancak bununla efendiyi ibrâ etmiş olur. Çünkü efendinin üzerine cinayetten sonra söz konusu olan
bir âzâd iddia etmedi ki, efendisi o iddia ile köleyi değil bedelini vermek konusunda tercihi ve
cinayet ehlinin hakkını da kölesini azad etmekle yok etmesi söz konusu olsun. Kifâye.
«Köleyi istihkak etmediğin ilh...» Yani ya köleyi veya bedelini verir.
«Belki diyet ilh...» Çünkü o, hürlerin cinayetinin mucibidir...
«Akile üzerine ilh...» Bunlar âzâd olunanın efendisinin kabilesidir. İleride geleceği gibi... Anla.
«Efendisini muhatap alsa ilh...» Şârih burada musannıfa tabi olmuştur ve bu da gerekli değildir.
Mültekâ ve Dürer´in îbareleri şöyledir: Azatlı köle demiştir ki: «Ben Zeyd´in kardeşini öldürdüm.»
Bunun benzeri Hidâye ve diğerlerinde de vardır. Buradaki ifade daha anlaşılır şekildedir. Çünkü
metinde ifadenin efendi hakkında mı, yabancı hakkında mı yapıldığını gösterecek bir fark yoktur.
Çünkü efendi: «Hayır! azaddan sonra öldürdün» sözüyle diyeti sadece kendi üzerine değil de kâtilin
âkilesi üzerine yüklemek istemektedir ve bunlar da efendinin kabilesidir. Çünkü onlar azad edilenin
âkilesidir. Anla.
«Çünkü tazminatı inkâr etmektedir:» Zira o, fiili belirli ve tazminâta aykırı olan bir hale isnad
etmiştir. Çünkü burada kelâm köle olduğu bilinen belirli olan bir zaman hakkındadır.
O taktirde bu söz, âkil-bâliğ olan bir kimsenin: «Ben sabî iken karımı boşadım» demesi veya
delirdiği bilinen bir kimsenin: «Ben karımı deli iken boşadım» demesi gibi olur. Bu durumda
makbul olan söz onun sözüdür. Hidâye.
«O zaman onun sözü kabul edilir ilh...» Bunun nedeni efendinin fiili, tazminata aykırı bir zamana
isnat etmemesidir. Çünkü cariye borçlu olduğu halde de elini kesse tazminatını verir. Hidâye.
«Mali ilh...» Yani ona hibe edilen veya onu vasiyet edilen mal gibi gulle olmayan bir mal... T.
«Ancak cima ile gullede söz efendinindir.» Cariyesine: «Seni azad etmeden önce seninle cima
ettim» veya: «Seni azad etmeden önce kazancını aldım» dese ve her ikisinde de câriye aksini iddia
etse, cariyenin değil efendinin sözü kabul edilir. Çünkü efendinin, borçlu cariyesiyle cinsel ilişkide
bulunması ukru icap ettirmez. Ve yine onun kazancını alması da, her ne kadar borçlu olsa da zamin
olmasını icap ettirmez. O zaman fiil tazminata münafi belli bir hale izafe edilmiştir. İbn Kemâl.
Şurunbulâliye´de Mevâhib ve Zeylai´den naklen İkrar edenin elinde aynı ile kaîm olan şey istisna
edilmiştir. Çünkü o şeyi ondan aldığını ikrâr ettiği zaman onun elinde olduğunu ikrâr etmektedir.
Sonra da cariye onu ikrâr ettiği halde cariyeni o mal üzerinde mülkiyetini iddia etmektedir. zaman
makbul olan söz, inkâr edenindir. Bundan dolayı da geri vermesi emredilir.
«Mahcur bir köle ilh...» Musannıfın köle ile kayıtlaması şunun içindir:
Çünkü eğer emreden kişi hür ve bâliğ olsa, o zaman çocuğun âk ilesi diyeti verdikten sonra rücû
ederek emredenin âkilesinden alır. Musannıfın mahcûr ile kayıtlaması da şunun içindir: Eğer
emreden bâliğ ve mükatep bir köle olsa, o zaman çocuğun âkilesi ona kıymeti ile diyetinden hangisi
daha az ise rücû ederek bu kıymeti ondan alırlar. Ticaretle izinli katli emreden bir köle bunun
hilâfınadır ki, çocuğun âkilesi ancak o azad edildikten sonra ona rücû edebilirler. Kifâye.
«Akile de rücû ederek kölenin azadından sonra köleden alırlar.» Çünkü onun sözüne itibar
edilmemesi ehliyetinin noksanlığından değil, efendisinin hakkı dolayısıyladır. Efendisinin hakkı ise
azad ile ortadan kalkmıştır. Zeylai. Sadra´ş-Şehit ile Kadıhan´ın şerhlerinde zikrettikleri budur. Bu
ise tartışılabilir bir görüştür. Zira Ziyâdât´taki rivâyete muhaliftir. İtkâni.
«Bazı âlimler tarafından da rücû edemezler denilmiştir.... İşte bu Ziyâdât´ın rivâyetidir. Zeylai
demiştir ki: «Zira bu cinayet tazminatıdır ki bu da kölenin değil, efendinin üzerinedir. Halbuki bunun
efendi üzerine vacip olması, köle mahcur olduğundan imkansızdır. Ziyâdât´ın bu rivayeti de,
Zeylai´nin dediğine göre, fıkıh kaidelerine daha uygundur.»
Bu meselenin tamamı Zeylai´dedir.
«Ebedî olarak ilh...» Yani baliğ de olsa...
M E T İ N
Eğer emreden kölenin emrettiği kendi gibi bir köle ise, o zaman katil köleni efendisi hata olan
cinayette ya kölesini verir veya onun karşılığın da bedelinin verir ve hemen rücû ederek
emredenden alamaz.
Emreden köle azad edildikten sonra katil kölenin efendisi vermiş olduğu bedelden veya
kıymetinden hangisi daha az ise rücû ederek onu alır. Çünkü fazla .vermede mecbur değil,
serbesttir.
Eğer katil köle çocuk ise, hüküm yine böyledir. Çünkü küçüğün kasdı hatadır. Eğer büyük ise
ondan kısas yapılır.
Bir köle bir kuyu kazsa sonra da efendisi onu azad etse, daha sonra da o kuyuya bir veya daha
fazla insan düşerek helâk olsa kölenin üzerine hiçbir şey yoktur. Çünkü kölenin cînayeti onun
üzerine hiçbir şey icap ettirmez. Efendisinin üzerine ise, bin kişi de düşse, bir kıymet vermek vacip
olur. Zeylai.
Eğer köle kasten İki hür adamı öldürse ve her ikisinin de ikişer velisi olsa, her birinin birer velisi,
katil köleyi affetseler; o zaman efendisî kölenin yarısını affetmeyen diğer iki hürle verir veya kâmil
bir diyette onun bedelîni verir. Çünkü bu afla kısas düşmüştür ve kalan kısmı do mala inkılâp
etmiştir ve bu mal da iki diyettir. Affeden iki kişinin diyet olan payları düşmüştür, affetmeyenlerin
diyetleri ise kalmıştır. Ancak köleni yarısını onlara verirse o zaman diyet vermez.
Eğer köle adamlardan birini amden, diğeri ise hataen öldürse ve kasden öldürdüğü adamın
velilerinden biri affetmiş olsa, hata en öldürdüğü kişînin velisine diyetini verir, diyeti yarısını da
kasten öldürdüğü kişinîn velilerinden affetmeyene verir veya köleyi her ikisine verir veya -Ebû
Hanîfe´ye göre- avl yoluyla ilçe taksim eder. Ebû Yusuf ev Muhammed´e göre ise mûnazaaten dörde
taksim eder.
İki kişinin ortaklı kölesi, her iki ortağın yakınlarını öldürse, eğer onlardan biri onu affederse hepsi
bâtıl olur.
Ebû Yûsuf ile Muhammed demişlerdir ki: Burada affeden kimse kendi payının yarısını diğerine verir
veya diyetin dörtte biri ile onun bedeli verir. Bazı âlimler, İmâm Muhammed´in de Ebû Hanîfe iIe aynı
görüştedir, demiştir. Ebû Hanîfe´nin görüşünün delîli şudur: Velilerin birinin affı ile kısas mala
çevrilir, efendi de kölesi üzerîne borç icap ettiremez. Öyle ise vârisler de o borçta ona halef
olamazlar. Allah en iyisî bilendir.
İ Z A H
«Kendisi gibi bir kötü ise ilh...» Musannıf burada yine mahcûr olması ile kayıtlamadı. Çünkü odam
öldürmeyi emreden kölenin hacr altında oluşu ile yetindi. O zaman mahcûr olan bîr köle, ticaretle
izinli olan köleye adam öldürmesini emretse hüküm yine öyledir. Ama eğer emreden mezun bir
köle, emrolunan da mahcur veya o da mezun (ticarete izinli) bir köle olursa, o zaman katil kölenin
efendisi köleyi» veya bedelini verdikten sonra derhal kendi kölesinin kıymeti ile emreden kölenin
rakabesine rücû eder. Çünkü emreden emretmekle emredilen köleyî gasp etmiş olur. Bu meselenin
tamamı Kifâye´dedir. Eğer adam öldürmesi emredilen kişi âkil, baliğ ve hür olsa o zaman öldürdüğü
adamın diyeti onun âkilesi üzerinedir. Akile de dönüp emreden kişiden alamaz. Çünkü onun emri
sahih değildir. Zeylai.
«Emreden köle âzâd edildikten sonra kâtil kölenin efendisi rücû ederek onu olur ilh...» Geçen «kîl»
kavline kıyasla bir şey vacip değildir. Bunu Zeylaî ifade etmiştir.
«Kıymetinden ilh...» Yani katil kölenin kıymetinden...
«Çünkü serbesttir ilh...» Yani cinayetin bedelini verdiği zaman... Ve o da kölenin kıymetinden fazla
olursa, rücû ettîğinde ancak kölenin kıymeti ile rücû edebilir, çünkü mecbur değildir. Zira eğer köle
verilmiş olsaydı, o zaman cinayetîn velisine köleyi kabul etmesi için cebredilirdi.
«Sonra da efendisi onu azad etse ilh...» Musannıfın burada «azadı» ile kayıtlamasının sebebi, azad
edilmenin bir zan mahalli atmasıdır. Çünkü azad etmese de hüküm aynıdır.
Hindiye´de şöyle denilmektedir: Fukahâ´nın şu hüküm üzerinde icmâları vardır. Kuyuyu kazan eğer
mutlak bir köle olursa efendisi de o köleyi kuyuya düşerek öleni velisine teslîm etse; sonra ikinci
bir adam kuyuya düşerek ölse İkinci maktûlün velileri kölenin efendisinden hiçbir şey alamazlar.
Efendi köleyi birinci ölenin velisine İster hâkîmin hükmüyle teslim etsin, ister hükmü olmadan
teslim etsin... Bu bahsîn tamamı Hindiye´dedir.» T.
«Sonra da o kuyuya bir insan düşerek helâk olsa ilh...» Eğer kuyuya düşme, kuyuyu kazan kölenin
azadından evvel ise, o zaman diyet vâcip olur. Başka biri de o kuyuya düşerse onun velisi de düşen
birinci adamın velisine ortak olur. şu kadar var ki, birincisi diyet miktarı kadar ikincisi İse kıymet
miktarı kadar çarpılır. Makdisi.
Çünkü kölenin azadı ile bedelini tercih etmesi birinci cinayette vakî oldu; ve böylelikle bunda da
diyet gerekti. ikincisinde ise. böyle bir tercih olmadığından ancak kıymet gerekti.
Bu hüküm azadın bîlgiden sonra olması hâlinde böyledir. Aksi takdirde sadece kıymet vermesi
gerekir. O kıymette de az önce belirttiği gibi ikinci cinayetin velisi, birinci cinayetin velisine ortak
olur. Salhânî.
«Efendisinin üzerine ise bir kıymet vermek vacip olur ilh...» Cinayet halinin başlangıcına itibar
edilerek... Çünkü o onun kölesiydi. T.
«Ebu Hanife´ye göre avl yoluyla ilh... Avl´in açıklaması şöyledir. Onlardan herbirisini hisselerînin
tamamı ile çarpılır. Bunlardan birisin hissesini malın yarısı ile diğerininkini de malın hepsi ile...
Kifâye.
O zaman malın üçte ikisi hata en öldürdüğü adamın iki velisine verilir. Çünkü onların her ikisi de
diyetin hepsini iddia etmektedirler. Üçte biri de kasten öldürdüğü, adamın velisine verilîr. Çünkü o
da malın yarısını iddia etmektedir. Bu ikisinin hisseleri diyetîn tamamı İle çarpılır. Öbürü de yarısı
ile çarpılır.
«Ebû Yûsuf ile Muhammed´e göre ise münazaaten dörde taksim edilir.» Yani üç çeyreği hata en
öldürülenin velisine bir çeyreği de amden öldürülenin velisine münazaa yoluyla verilir. Şöyle ki,
yarısı hata en öldürdüğü kişinin velisine münazaasız verilir ve her iki grup da geriye kalan yarı da
münazaa ederler. O zaman bu yarı da ikiye bölünür. Bundan dolayı da dört çeyrek olarak pay edilir.
Minah.
Bunu şöyle açıklayabiliriz; Üzerinde ittifak edilen asıl kaide şudur. Ferikeden alacağı olan iki kişi
veya bunun benzerinin varlığı halinde olduğu gibi zimmetteki borç nedeniyle bir nesnenin taksimi
icap etse; taksım avl yoluyla ve hisselerin çarpımı ile olur. Çünkü zimmette tedâyuk
(karşılayamama hali) yoktur. O zaman her birinin hakkı tamamen sabit olur ki, o da hakkının hepsi
ile çarpılır.
Eğer nesnenin taksimi zimmetteki bir borç nedeniyle değil de, başka bir nedenle gerekse fuzûlînin
satışına benzer. Şöyle ki; fuzûlî satıcılardan biri bir adamın kölesini tamamen satsa; bir diğeri de
aynı kölenin yarısını başka bir adama satsa ve kölenin mâliki de her iki satışa da «olur» derse; o
zaman köle iki müşteri arasında münazaa yoluyla dört çeyreğe taksim edilir. Çünkü bir nesne tam
olarak iki hakkı karşılayamaz. Bu da sabit olunca Ebû Yûsuf ile Muhammed bizim bu meselemizde
derler ki Hatâen öldürülen kişinin velisine kölenin üç çeyreği verilir. bir çeyreği de kasten öldürülen
kimsenin affetmeyen velisine verilir. Çünkü kasten öldürdüğü kimsenin velisinin hakkı rakabenin
tamamında idi. Bu velilerden biri affettiği zaman hakkı batıl oldu. O zaman bu yarı boş kalır ki;
hataen öldürdüğü kimsenin velisinin hakkı da münazaasız bu yarıya taalluk eder. Geriye kalan diğer
yarıda ise hataen öldürdüğü kimsenin velisi ile amden öldürdüğü kimsenin velilerinden affetmeyen
bu yarıda münazaa ederler. İşte bu yarı da her iki kesim arasında yarı yarıya taksim edilir.
Ebû Hanîfe´nin dayandığı delil ise şudur: Aslında her iki tarafın da hakları kölenin kendisinde
değildir. Belki telef olunanın bedeli olan erştedir. öyleyse taksim nesnenin dışındakinde avl
yoluyladır. Çünkü hatâen öldürdüğünü kimsenin velisinin hakkı, onbin dirhemdir. Onu affeden
kimsenin hakkı ise beşbindedir. İşte o zaman bunlardan herbiri bir hisse ile çarpılır. Bunun örneği
şudur: İkibin dirhem bir adama, biri dirhem de diğer bir adama borçlu olarak ve bin lira bırakarak
ölse, o zaman bu bin her iki alacaklı arasında üçe bölünerek taksim edilir. Ama yukarda zikredilen
fuzûlinin satışı bunun hilâfınadır. Çünkü mülkiyet müşteri için başlangıçta sabit olur. İnâye; özetle...
«Ebû Yûsuf ile Muhammed demişlerdir ki; ilh...» Çünkü affetmeyenin hissesi, arkadaşının
affetmesiyle mala çevrildiğinden yarısı onun mülkiyetine; diğer yarısı da ortağının mülkiyetine
intikal etti. O zaman ortağının hissesine isabet eden sakıt olmaz. Söz konusu hisse ise bir çeyrektir.
Âma kendi hissesine isabet eden sakıt olur (düşer). Kifâye.
«Ebû Hanîfe´nin görüşünün delili şudur ilh...» Kifâye´de denilmiştir ki: «Ebû Hanîfe şunu iddia
etmektedir: Kısas herbir ortak için kölenin yarısında, belirtilmeden vaciptir. Bunlardan birinin
affetmesi ile o kısas mala çevrildiği zaman yine her yönden kısasın vacip oluşu muhtemeldir. Şöyle
ki; diğer ortağının hissesi nazar-ı itibara alınarak vacip olması ihtimali vardır. Nitekim affeden
kimsenin hissesi nazar-ı itibara alındığı takdirde ise; her yönden kısasın düşmesi muhtemeldir.
Her ikisinin de hissesi şâyî olarak nazar-ı itibara alındığında geri kalan hissenin ikiye bölünmesi
muhtemeldir. O zaman bu da şektir, şek ile de mal vacip olmaz.
«Öyle ise varisler de o borçta ona halef olamazlar ilh...» Bu söze gerek yoktu. Çünkü öldürülen kişi
katilin efendisi! değildir. Evet; Bu söze gerek yoktu ama, bu hüküm başka bir meselede ortaya
çıkar: Hidâye´nin hükmü de aynen bu meselenin hükmü gibidir. O mesele de şudur: «Köle iki oğlu
olan efendisini öldürse ve bu oğullardan biri köleyi affetse( o kısasın tamamı bâtıl olur. Ebû Yûsuf
buna muhalefet etmiştir. Çünkü ona göre diyet. öldürülen kimsenin hakkıdır. Sonra onun vârisleri
yerine geçerek onu alırlar, efendi ise kölesinin üzerine bir borç; icap ettiremediğinden varisler
bunda ona halef olamazlar.» Şarihi yanıltan ise Dürer müellifidir. Yüce Allah en doğrusunu bilendir.
KÖLEYE KARŞI İŞLENEN CİNAYET FASLI
M E T i N
Kölenin diyeti kıymetidir. Eğer onun kıymeti hür bir insanın diyetine, cariyenin kıymeti de hür
kadının diyetine ulaşırsa, o zaman kölenin ve cariyenin diyetlerinden -kölelik rütbesinin hürriyet
rütbesinden aşağı olduğunu belirtmek için- on dirhem azaltılır. Bu on dirhem de ibn Mesûd´un
riyâyetiyle tayin edilmiştîr. Ebû Hanîfe´den cariyenin diyetinden beş dirhem azaltılacağını da rivayet
edilmiştir. O zaman kölenin diyeti üç senede ödemek şartıyla katilin akilesine vacip olur. Ebû Yûsuf
buna muhalefet etmiştir.
Köleyi gasbetme halînde kölenin kıymeti neye ulaşırsa ulaşsın icma ile onu öder.
Hürün diyetinde takdîr olunan kölenin kıymetinde de takdir edilir. O zaman kölenin elinin
kesilmesinde diyet, kölenin kıymeti neye ulaşırsa ulaşsın sahih kavle göre kıymetinin yarısıdır.
Dürer. Bazı âlimler tarafından da kölenin elinin kesilmesinde beşbin dirhemden ancak beş dirhem
fazla verileceği söylenmiştir. Mülteka´da bu söz katî olarak ifade edilmiştir.
Kölenin sakalının kesilmesînde sahih kavle göre bilirkişinin tayin edeceği diyeti vermek vacîptir.
Bazı âlimler tarafından da kıymetinin hepsinin verilmesinin vacip olduğu söylenmiştir.
Kölenin elini kesse ve sonra efendîsi ite kesilen o köleyi azad etse ve yara vücuduna yayılarak ölse;
kölenîn efendisinden ayrı varisleri olduğu taktirde kısas edilmez. Çünkü hakkın kime alt olduğu
belli değildir. Eğer efendiden başka vârisi yoksa ondan kısas alınır. İmâm Muhammed buna
muhalefet etmiştir.
Bir kişi iki kölesine; «Sizden biriniz hürsünüz» dese ve o kölelerin her ikisinîn de başları yarılsa,
efendi de başları yanıldıktan sonra hangisinin azade dildiğin açıklasa, başlarının yarılmasının erşi
efendilerine verilir. Çünkü bir şeyi beyan etmek o şeyi ibtidaen yapmak gibidir.
Eğer bu iki köle öldürülse, her ikisinin kâtili de aynı kişi ise ve aynı zamanda kölelerin kıymetleri de
eşitse; o zaman bir hür diyeti ile bir de köle kıymeti vacip olur.
Eğer bunların ikisini de bir adam beraberce veya peş peşe öldürse ve hangisinin önce öldürüldüğü
de bîlinmese o zaman iki kölenin kıymeti verilir. Zeylai.
Bir kişi bir kölenin iki gözünü de çıkarsa efendisi muhayyerdir; dilerse gözü çıkartılan kölesini,
gözlerinî çıkartan kişiye verir ve ondan kölenin kıymetini tamamıyla alır; dilerse de onu yanında
tatar ve noksanlığa karşı da hiç bîrşey almaz. Ebû Yûsuf ile Muhammed demişlerdir ki: Efendisi
kölenin noksanlığının karşılığını alır. Şâfiî ise: «Efendisi kölesinîn kıymetini o adama ödetir ve kör
cüsseyi de yanında tutar.» demiştir.
İ Z A H
«İbn Mesûd´un rivayetiyle ilh...» Rivâyet şudur: «Kölenin kıymeti hürün diyetine ulaşmaz ve hürün
diyetinden on dirhem az olur.»
Bu rîvayet de Peygamber (s.a.v.) den rivâyet edilen gibidir. Çünkü ölçüler kıyasla bilinmez. Onların
bilinme yolu ancak vahy sahibinden işitmektir. Kifâye.
«Ebû Hanife´den ilh...» Ebû Hanîfe´den rivayet edilen Hasan´ın ondan rivâyet ettiğidir. Kıyas da buna
göredir. Birinci görüş ise zâhir rivâyettir. İtkâni.
«Cariyenin diyetinden ilh. .» Yani zannedildiği gibi mutlak diyetten değil, cariyenin diyetinden beş
dirhem noksan olur. Çünkü öyle zannedilmesi hatadır. Durru Muntekâ.
«O zaman kölenin diyeti katilin akilesine vacip olur ilh...» Yani kölenin ve câriyenin diyetlerini
ödemek... Zira âkile kölenin uzuvlarının erşini yüklenmez. Nitekîm Me´akıl Bahsi´nin sonunda da
gelecektir:T.
«Ebû Yûsuf buna muhalefet etmiştir.» Zira Ebû Yusuf´tan gelen bir rivâyete göre şöyle demiştir:
«Onun kıymeti neye ulaşırsa ulaşsın, o kıymetin öldürenin malından alınması gerekir.» Diğer bir
rivayete göre ise bu kıymet, kâtilin âkîlesînden alınmalıdır.
Cevhere´de şöyle denilmektedir: «Ebu Yusuf demiştir ki: «Kölenin diyeti kâtilin malından alınır.»
Zira Hz. Ömer «Akile, amden olan katilde ve kölenin katilinde diyeti ödemez.» demiştir. Biz deriz ki:
Hz. Ömer´in bu sözü. «Kölenin öldürülmesindeki diyet olarak değil, kölenin, bir kişiyi öldürmesinde
ki diyet» olarak anlaşılmalıdır. Çünkü kölenin işlemiş olduğu cinayetin diyetini âkile yüklenmez.
Zira efendi âkileye köleden daha yakındır.»
«Hürün diyetinde takdir olunan ilh...» Yani azalarının cinayetle telef olunması halinde erş nasıl
takdir edilirse kölenin nefsi veya uzuvlarının kıymeti de öyle takdir edilir. O zaman kölenin elinin
kesilmesi halinde kölenin kıymetinin yarısı alınır. Çünkü hürün elinin kesilmesinde alınması vacip
olan miktar diyetinin yarısı ile takdir edilir. Öyleyse kölenin elinin kesilmesinde de kölenin
kıymetinin yarısı takdir edilir. Aynı şekilde acık yaralamada (mudahada) da kıymetinin onda birinin
yarısının alınması vaciptir. Zira hürün açık yaralanması halinde diyetinin onda birinin yarısı alınır.
Nitekim İnâye´de de aynı şekilde zikredilmiştir.
Ben derim ki: Sakalının kesilmesi ve benzerleri bundan istisnâ edilmiştir. Bu durumda bilirkişinin
tayin edeceği diyet alınır. Nitekim ileride gelecektir.
İki gözün çıkarılması da aynı şekildedir. Çünkü onun efendisi yine geleceği gibi muhayyerdir.
Hâniye´de de aynı şekildedir: «Eğer eli kesik bir kölenin ayağını kesmiş olsa şayet kesilen ayak,
kesik el tarafında ise, o zaman kesen adam onun ayağını kesmekle, eli kesik haldeki kıymetinden
ne kadar noksanlaştırmışsa onu öder. Çünkü onu telef etmiştir ve ayağa takdir edilen erşin
alınması da vacip değildir. Eğer kesilen ayak kesik olan el tarafında değilse, kölenin eli kesik
haliyle kıymetinîn yarısı ne ise onu verir.» Bu bahsin tamamı Hâniye´dedir.
Cevhere´de denilmiştir ki: «Köleye karşı işlenen cinayet eğer nefisin dışında kalan türden ise; onu
âkile yüklenmez. Çünkü bu, mal tazminatı gibi değerlendirilir.»
Yanı o zaman gasp ve istihlak tazminatları, gibi caninin malından peşin olarak alınır.
Mînyetu´l-Muftî´de de böyledir.
«Sahîh kavle göre ilh...» Bu da zahir rivâyettir. Şu kadar var ki, İmâm Muhammed´den gelen bazı
rivayetlere göre şöyle demiştir: «Bununla hüküm vermek, bir uzvunun kesilmesînde ödenmesi
vacip olan miktarın, kendisini katletmekte ödenecek kıymetten fazla olmasına yol açar. Meselâ
otuzbin lira kıymetindeki bir kölenin elini kesmiş olsa onbeşbin dirhem tazmin etmesi gerekir.»
Nihâye ve diğer şerhlerde de böyledir.
«Mülteka´an bu söz, kat´î olarak ifade edilmiştir. Hidâye, Hulâsa, Mecmau´l-Bahreyn ve bunun
şerhleri ile ihtiyar Fetâvâ´l-Velvaliciyye ve Münteka gibi bütün kitaplarda olan da budur.
Muhit´ten naklen Müctebâ´da denilmiştir ki: «Kölenin elinin kesilmesinde ödenecek erşin hür bir
kişinin elinin kesilmesinde ödenecek erşten beş dirhem noksan olması rivâyetlerin ittifakıyladır.
Ama cariyenin diyetinin ayrı olması bunun hilâfınadır. Şilbi» T.
Zahîriye´de ve Câmiu´l-Mahbubî´de olan da buna uygun düşmektedir. Oradaki ifade şudur: «Kölenin
açık yarası (mudihası) hürün açık yarası gibidir ki, onda da beş yüz dirhem verilmesi gerekir. Yalnız
köle olduğu için yarım dirhemi düşürülür.
«Kıymeti onbin dîrhem veya daha fazla olan bir kölenin parmağını kasden veya hatâ en kesmiş olsa
kesen kişinin, kölenin diyetinin onda birini vermesi gerekir. Ancak bundan bir dirhem düşürür.»
Mi´râc.
«Kölenin sakalının kesilmesinde bilirkişinin tayin edeceği diyeti vermek vaciptir.» Eğer
çıkmamışsa, demektir.
Bezzâziye´de şöyle denilmektedir: «Uyûn´da İmâmdan naklen: «Kölenin kulağının veya burnunun
veya tekrar çıkmazsa sakalının kesilmesi halinde bu köle kesen adama verilirse onun kıymetini tam
olarak ödemesi gerekir.»
«Kuduri´de denilmiştir ki: «Saçının ve sakalının kesilmesinde bilirkişinin takdir edeceği diyet
verilir.»
«Kudıri´der ki: «Kulağın, burnun ve tekrar çıkmadığı takdirde sakalın kesilmesindeki fetvâ Ebû
Yûsuf ile Muhammed´in dediği gibi. bu kesilmelerin getirmiş olduğu noksanlığın kıymetini
ödemektîr.»
«Özetle : Köleye karşı işlenen cinayet eğer onu helâk etmişse -ki hürde olsaydı tam diyet icap
ettirirdi- o zaman kölenin kıymetinin tamamı verilir. Eğer helâk etmemişse -ki hürde olsaydı diyetin
yarısını icap ettirirdi- o zaman kıymetinin yarısının ödenmesi gerekir.
Bunların birincisi her iki elin ve emsalinin kesilmesi ve bir elin ve bir ayağın aynı taraftan kesilmesi
gibidir. İkincisi ise etin veya ayağın kesilmesi ya da bir elin ve bir ayağın ikisi de aynı taraftan
olmayarak kesilmesi gibidir. İki kulağın kesilmesi veya tekrar çıkmadığı takdirde iki taşın kesilmesi
bir rivayete göre birinci kısımdandır bir rivayete göre de ikinci kısımdandır.» Düşün.
«Sahih kavle göre ilh...» Çünkü köleden maksat güzelliği değil, hizmetidir. Minah.
«Çünkü hakkın kime ait olduğu belli değildir.» Çünkü kısasın ölüm vaki olduğu zaman, yaralama
vaktine istinaden yapılması gerekir. O zaman yaralanma zamanı nazar-ı itibara alınırsa kısas
efendinin hakkı olur. Ölüm zaman nazar-ı itibara alınırsa kısas hakkı, varislerin olur. O zaman da
şüphe tahakkuk eder. Minah.
«İmâm Muhammed buna muhalefet etmîştir.» Ona göre bu durumda kısas yoktur. Eli kesen adamın
da elin erşini de efendisi azad edene kadar elin kesilmesinin kendisinde meydana getirmiş olduğu
noksanlığı ödemesi gerekir. Çünkü velâyet sebebi muhteliftir; Yaralama halinde mülk idi. Diğer hal,
nazar-ı itibara alındığında ise; mevlâsı olması verâset yoluyladır. O zaman bu kölenin durumu onu
hak edecek kimselerin değişlik olması gibi olur.
Ebû Yusuf ile Muhammed´in delili ise şudur: Biz efendisinin velâyetinin sabit olduğunu kesinlikle
bildik. Sebebin muhtelif olmasına ise itibar etmiyoruz. Bu bahsin tamamı Hidâye´dedir.
«Çünkü birşeyi beyan etmek, o şeyi ibtidaen yapmak gibidir.» Yani bir yönüyle ibtidaen azad
etmektir ki. onda ibtidâen azad edilmeye uygun olması da şarttır. O zaman onlardan birisi ölmüş
olsa. efendisi de azat edilenin ölen köle olduğunu beyan etse, bu beyanı sahih değildir. Diğer bir
yönüyle de izhardır ki, bu yönüyle de cebredilir. Eğer her yönüyle izhar olsa, o zaman cebredilmez,
Çünkü kişi kölesini ibtidaen azad etmesi için zorlanmaz. Köle de başı yarıldıktan sonra beyana
konu olur. O zaman bu beyân ibtidaen yapmak olarak değerlendirildi. İnâye.
«O zaman bir hür diyeti ile bir de köle kıymeti vacip olur.» Çünkü köle ölümden sonra hiçbir şeye
konu olmaz. Onun için o beyânı sırf izhâr olarak kabul ettik. Bunlardan birisi yak înen hürdür, o
zaman da zikredilen vacip olur ve bu da efendi ile varis arasında yarı yarıya taksim edilir. Çünkü biri
diğerinden üstün değildir; Zeylaî.
«Eğer her kisinin kâtili de aynı kişi ise ilh...» Yani ikisini de beraberce öldürmüşse... İki kîşi olduğu
taktirde hükmü ileride gelecektir. Eğer bir kişi ise ve onları peş peşe öldürmüşse, katilin birinci
öldürdüğü kölenin kıymetini efendisine vermesi gerekir. Diğeri de diyetini vârislerine vermek
gerekir. Çünkü bîrini öldürmesi ile diğerinin azadı kesinlik kazanmış olur. O zaman da onu hür
olarak öldürdüğü ortaya çıkar. Kifâye.
«Kıymetleri de eşitse ilh...» Kıymetleri farklı olursa; o zaman hiç bir kölenin kıymetinin yansını ve
bir de hür bir insanın diyetini vermesi gerekir. Bu da yine birincisi gibi pay edilir. Zeylai.
«Hangisinin önce öldürüldüğü de bilinmese ilh...» Eğer bilinirse o zaman ilk öldürülenin kıymetini
efendisine verir. ikincisinin diyetini de varislerine verir. Çünkü biricisi öldükten sonra ikincisinin
azad edildiği ortaya çıkmış olur. Zeylaî.
«O zaman iki kölenin kıymeti verilir ilh...» Zira biz iki katilden hangisinin hürü öldürdüğünü kesin
olarak bilmiyoruz ve her ikisi de bunu inkâr etmektedirler. Diğer taraftan kıyas da belirli olmayan
azadın gerçekleşmesine engeldir. O zaman her ikilsinde de kıymet alınması vacip olur ve kıymetin
yarısını mevtâ, yarısını da vârisler alır. Çünkü azadın icap ettirdiği şey, kölelerden birinde efendi
hakkında sabittir; o zaman bedelini istihkak edemez. Bunu Zeylaî ifade etmiştir.
«Bir kişi bir kölenin iki gözünü de çıkarsa ilh...» İki elini ve iki ayağını da kesse aynı şekildedir.
«Şafii ise demiştir ki ilh...» Şâfiî tazminatı kölenin eksilen uzvunun karşılığı olarak kabul eder.
Nitekim iki gözünden birini çıkarsa. almış olduğu tazminat çıkan gözün karşılığıdır.
Ebû Yûsuf ile Muhammed´in delilî de şudur: Mâliyet uzuvları hakkında muteberdir. Ancak zat
hakkında düşer. Malların hükmü ise zikredilendir. Fâhiş yırtıkta olduğu gibi...
İmâm Şafî´nin delili ise şudur: Mâliyet her ne kadar muteber ise de âdemiyyet de heder edilemez. O
zaman her iki benzerlikle de amel etmek, zikredileni gerektirir. İbn Kemâl.
neslinur
Wed 27 January 2010, 07:25 pm GMT +0200
M E T İ N
Müdebber veya ummu´l-veled cinayet işleseler efendisi onun kıymetinden ve erşinden hangisi daha
az ise onun tazminatını öder. Çünkü onların kıymetleri onların yerlerine kaimdir.
Eğer hakimin hükmüyle kıymeti belirlenmiş olsa ve müdebber veya ummu´l-veled îkinci bir cinayet
işlese, ikîncî cinayeti velisi birinci cinayetin velisîne ortak olur. Çünkü kölenin cinayetlerinin
tamamında ancak bir kıymet verilir. ikinci cinayetten dolayı efendinin ödeyeceği herhangî birşey
yoktur. Çünkü birinci kez, vermeye mecburdu ve onu da vermiştir.
Eğer kıymetî birinci cinayetin velîsine hakimin hükmü olmadan verse, o zaman ikinci cinayetin
velisi kölenin kıymetinden kendisine düşen hisseyi efendiden alır ve efendi de bu hisse ile birinci
cinayetin velisine rücû ederek hîsseyi ondan alır. Çünkü o, haksız olarak kabzetmiştir. Efendinin de
bir kıymet vermesi gerekir. Veya ikinci cinayetin velîsi birinci cinayetin velisinden alır. Ebû Yûsuf ile
Muhammed de: «Efendiye hiçbir şey düşmez» demîşlerdir.
Müdebberi efendisi birkaç cinayet işlediği halde azad etse, efendisine kıymetini ancak bir kez
vermek lâzımdır. Efendisi cinayetlerin azaddan evvel olduğunu ister bilsin, isterse bilmesin. Çünkü
cinayet velilerinin hakları köleye taalluk etmez. Dolayısıyla efendisi onu azad etmekle hiçbir hakkı
ortadan kaldırmış değildir.
Ummu´l-veled de bu geçen hükümlerde müdebber gibidir. Müdebber veya ummu´l-veled malı
gerektirecek bir cinayet işlediklerini ikrâr etmiş olsalar, bu ikrârları caiz değildir. Çünkü bu,
efendinin aleyhine bir ikrardır. Ama bunun hilâfına olarak kasden bir adam Öldürdüğünü ikrâr etse,
o zaman kendi aleyhinde ikrâr sahih olur ve o ikrâr sebebiyle katledilir.
Eğer müdebber hataen bir cinayet işlese ve sonra ölse, efendisi onun kıymetini ödemekten
kurtulmaz.
Eğer müdebber efendisîni hataen öldürse, o zaman kıymeti kadar çalışır ve efendinin varislerine
kıymeti verîr.
Eğer kasden öldürürse, vârisi onu katleder veya onu kıymeti kadar çalıştırır ve sonra da onu
öldürür. Dürer. Allah en iyisini bilendir...
İ Z A H
«Müdebber veya ummu´l-veled cînayet işlese ilh...» Yani hatâ en adam öldürse veya hatâen nefisten
aşağı bir cinayet işlese. Cevhere.
Eğer mala karşı cinayet İşlese, o malın kıymeti ne kadar olursa olsun. sahibi için çalışması gerekîr.
Efendi üzerîne de hiçbir şey düşmez. T. Mekkî´den...
Mükâtebin cinayetinde ise onun cezasını efendi veya âkile değil kendisi öder. Çünkü mükâtebin
kazancı kendisi içindîr. O zaman mükâtebin kıymetinden ve cinayetin erşinden hangisi daha az ise
onu ödemesine hükmedilir. Bu bahsin diğer yan meselelerinin tamamı Gâyetu´l-Beyân´dadır.
«Efendisi tazminatını öder ilh...» Yani akilesi değil kendisi peşinen tazminat öder. Cevhere.
Zira o cinayetin karşılığında müdebberin, cinayetin velisine teslim edilmesine mani olduğundan ve
bedelini vermekte de tercih imkânı olmadığından, kendisi tazminatını öder. Çünkü tedbir yaptığı
zaman (yani azad oluşunu ölümüne bağlı kıldığında) ileride ne olacağını bilmiyordu. O zaman
efendi cînayetten sonra cinayeti bilmediği halde kölesini müdebber yapmış gibi olur. Zeylai.
«Kıymetinden ve erş´inden hangisi daha az ise ilh...» Yani Ümmü´l-veledlik ve müdebberlik vasfıyla
birlikte cinayet günündeki kıymetlerinden ve erşten hangisi daha az ise . Bu bahsin tamamı
Kifaye´dedir. Durru-Müntekâ.
Yani cinayet velisinin diyeti talep ettiği gündeki kıymeti olmadığı gibi, müdebber yapıldığı gündeki
kıymeti de muteber değildir. Ümmü´l-veledin kıymeti müdebberin kıymetinin üçte biridir.
Müdebberin kıymeti Ümmü´l-veledin kıymetinin üçte ikisidir. Cevhere.
«Çünkü onların kıymetleri onların yerlerine kaimdir.» Zeylaî´nin ibaresi şöyledir. Zira cinayetin
velisine erşten daha fazla bir hak yoktur. Efendi de nesneden daha fazla bir şeye mani olamaz.
Öyleyse nesnenin kıymeti nesne yerine kaim olur.
«İkinci cinayetin velisi birinci cinayetin velisine ortak olur ilh...» Kıymette ortak olur, demektir.
Kıymette de haidlerin farklılığı dikkate alınır. O zaman eğer müdebber veya Ümmü´l-veled hatâen bir
adam öldürse ve öldürdüğü gündeki kıymeti bin dirhem olsa, sonra başka birini öldürse ve o
zaman da kıymeti iki bin dirhem olsa, sonra tekrar bir adam öldürse ve o zaman da kıymeti beş yüz
dirhem olsa, o zaman efendi ortalamaya itibar iki bin dirhem tazminat öder. ikinci cinayetin velisi
bin dirhem alır. çünkü birinci cinayetin velisinin bu bir dirhemde de hakkı yoktur. Zira köle onun
adamını öldürdüğü zaman kıymeti bin dirhemdi. Biz de o cinayeti yerinde o şeklide bıraktık. Sonucu
cinayetin velisinin de beş yüz dirhemden fazlasında hakkı yoktur. O zaman kalan bin dirhemin
yarısı birinci cinayetin velisi ile ikinci cinayetin velisi arasındadır. Kalan bin dirhem de birinci
cinayetin diyeti olan on bin dirhem ile çarpılır. İkincî cinayetin diyeti de geriye kalanla çarpılır; ki bu
da dokuz bin dirhemdir. Sonra kalan beş yüz dirhem de üçünün arasındadır. O zaman üçüncü
cinayetin diyeti. diyetin hepsiyle çarpılır Geriye kalanların her biri de aldıklarının gayrıyla çarpılır.
Zeylaî´den ve diğerlerinden özetle...
«Ancak bir kıymet verilir ilh...» Çünkü efendi ancak bir rakabeye mani olmuştur. Zeylaî.
«Çünkü birinci kez, vermeğe mecburdu ilh...» Yani bu sebepten onun aleyhine kıymeti vermekle
hükmedilmiştir.
«Efendiden alır ilh...» Çünkü efendi hakkını ona izinsiz olarak vermiştir.
«Rücû ederek alır ilh...» Yani efendisi, ikinci cinayetin velisine ödediği meblağı rücû ederek, birinci
cinayetin velisinden alır. Çünkü hakkından fazlasını aldığı ortaya çıkmıştır. İnâye.
«Veya ikinci cinayetin velisi birinci cinayetin velisinden alır.» Çünkü onun hakkını zulmen
kabzetmiştir. İkinci cinayetin velisinin tazmindeki bu muhayyerliği ancak şunun içindîr: Çünkü
ikincisi bir yönden birincisiyle beraberdir ki böylece ona ortak oluyor. Diğer bir yönden de
müteahhirdir. Ki cinayet hakkında ikinci cinayet günündeki kıymeti dikkate alınır. O zaman tazminat
hususunda yine mukavenete yani beraber olmağa itibar edilir, Bu Kifâye´de belirtilmiştir.
«Ebû Yûsuf ile Muhammed de : «Efendinîn üzerinde hiçbir şey yoktur» demişlerdir.» Zira o hakimin
yapacağının aynısını yapmıştır.
«Köleye taalluk etmez.» Bunun yerine kölenin kıymetine taalluk eder. Çünkü köleyi vermek
mümkün değildîr. Kıymet ise yukarda da geçtiği gibi nesnenin yerine kaim olur.
«Geçen hükümlerde ilh...» Yani «müdebberi azad etme» meselesindeki hüküm ne ise bunun hükmü
de aynıdır. Ondan evvelki bahse gelince musannıf orada ummul-veled ile müdebberî sarahaten
zikretti. T.
«Malı gerektirecek bir cinayet ilh...» Bu cinayetten murat hatâen işlenen cinayettir. İtkanî, Kerhi´den.
«Bu ikrarları caiz değildir.» Peşinen de; azaddan sonra da efendisinin bir şey ödemesi gerekmez.
Multekâ.
«Çünkü bu efendinin aleyhine bir ikrardır.» Yani cinayetin gerektirdiği ceza kendi nefsi üzerine
değil, efendisi üzerinedir. Zeylaî.
«Eğer müdebber hatâen bir cinayet işlerse ilh...» Ummu´l-veled de onun gibidir.
«Efendisinden onun kıymetini ödemekten kurtulmaz.» Zira o kıymeti efendisinin tedbîr dolayısıyla
ödemesi söz konusudur. Ve bu, ölümle dahi düşmez. Dürer.
«Kıymeti kadar çalışır ilh...» Çünkü tedbîr, onun rakabesini vasîyettir. Rakabe de ona teslim
edilmiştir. Çünkü efendisinin ölümüyle azad edilmîştir. Kâtile de bir şey vasiyet edilmez. O zaman
köleye rakabesini reddetmek vacip olur. Halbuki rakabesini reddetmekten de caizdir. O zaman
rakabenin bedeli olan kıymetini geri vermek lâzımdır.
Sâihâni şunu zikretmiştir: «Hataen cinayette köle iki kıymet ödemek için çalışır. Çünkü Makdisi´nin
Şerhi´nde şöyle bir ifade vardır: ölüm hastalığında kölesini azad etse sonra köle onu hataen
öldürse İmâm Azam´a göre iki kıymet için çalışır. Bunların birisi vasiyetin bozulması içindir. Çünkü
ölüm hastalığında azad etme vasiyettir. Kâtile vasiyet ise bâtıldır. Şu kadar var ki, azad vaki
olduktan sonra bozulmaz. O zaman onun kıymetini vermesi vacip olur. Sonra efendisini öldürmek
sebebiyle bir kıymet daha ödemesi gerekir. Çünkü çalışması talep edilen köle imâm Azam´a göre
mükâtep gibidir. Mükatebin ise efendisini öldürdüğü zaman diyet ve kıymetinden hangisi daha az
ise onu ödemesi gerekir. Bu meselede de kıymeti diyetten daha azdır. Ebû Yûsuf ile Muhammed ise
«Vasiyetin geri vermesi için bir kıymet karşılığında çalışması gerekir ve âkılesi de diyeti öder çünkü
borçlu olan, bir hürdür» demişlerdir.»
«Vârisi onu katleder veya onu kıymeti kadar çalıştırır. Birincisi açıktır ki kasden öldürdüğü içîn
kısas edilir. İkincisine gelince yukarda zikredildiği gibi tedbir vasiyettir, Kâtile vasîyet de bâtıldır ilh.
Dürer. Allah en iyisini bilendir.
MUTLAK KÖLENİN VE DİĞERLERİNİN GASPI FASLI
M E T İ N
Kölesinin elini kesse sonra da bir kişi o köleyi gasbetse, elinin yarası iyileşmeyerek ölümüne sebep
olsa, o zaman gâsıp eli kesik haldeki kıymetîni tazminat olarak öder.
Eğer kölesinin elini, gâsıbın yanındayken kesmiş olsa, köle de bu yaradan dolayı ölse, gâsıp
bundan sorumlu olmaz. Çünkü onu sahibi telef etmiştir. Sahibi onun elini kesmek suretiyle onu geri
almış gibi olur.
Hacredilmîş bir köle, kendisî gibi bir köleyi gaspetse ve gaspettiği köle onun elinde ölse, gaspeden
köle onun tazminatını öder. Çünkü mahcûr olan köle, fiillerinden dolayı muâhaze edilir. Sözleri
sebebiyle muaheze edilmesi ise, ancak azadından sonradır.
Müdebber bir köle. kendisini gasp edenin yanında cinayet işlese. cinayetten sonra da gâsıp onu
efendisine geri verse, sonra da efendisinin yanında başka bir cinayet işlese; efendisi her iki
cinayetin velisine de müdebbirin kıymetini yarı yarıya tazminat olarak öder. Efendisi tazminat olarak
ödediği yarı kıymeti dönüp gâsıbtan alır ve yarım kıymeti birinci cinayetin velisine verir. Çünkü
birinci cinayetin sahibinin hakkı, ancak müzahiminin (miktarı onunla bölüşenin) var olması haline
bağlı olarak gerekmektedir. Sonra da efendi, o yarım kıymeti gâsıba rücû ederek alır. Çünkü ondan
gâsıbın yanında iken işlemiş olduğu cinayet sebebiyle (bu miktar) alınmıştır.
Bunun aksine, köle evvela efendisinin yanında sonra da gâsıbın yanında cinayet, işlese, o zaman
efendi ikinci kez tazminat ödemiş olduğu kıymetin yarısını gâsıptan alamaz. Çünkü bîrinci cinayeti
efendisinin eli altındayken işlemişti.
Mutlak köle bu iki meselede de müdebbir gibidir. Aradaki fark şudur: Efendi mutlak kölede kölenin
nefsini cinayetin velisine verebilir, müdebberde ise yukarıda da geçtiği gibi yalnız kıymetini verir.
Müdebber köle kendisine gaspeden kîşinin yanında cinayet işlese, sonra gâsıp onu efendisine geri
verse, arkasından o köleyi ikinci kez gasbetse ve köle onun yanında yine cinayet İşlese, efendisi
müdebberin kıymetini her iki cinayetin velilerine tazminat olarak öder ve dönüp gâsıptan alır.
Çünkü her iki cinayet de onun yanında işlenmiştir.
Efendi aldığı yarım kıymeti birinci cinayetin velisine ikinci kez verir, ve bu yarım kıymeti de dönüp
gâsıbtan alır.
Ummu´l-veled de bu meselelerin hepsinde müdebber gibidir.
Bir kişi, kendisini tanıtamayan hür bir çocuğu gasbetse, çocuk da o kişinin elinde aniden veya
sıtma. ile ölse o kişi tazminat ödemez. Buradan gâsıptan maksat velisinin izni olmadan çocukla bir
yere gitmektir.
Ama yıldırım düşmesiyle veya yılan sokmasıyla ölse o zaman istihsanen gâsıbın âkil esinin diyetini
ödemesi istihsanen vacip olur. Çünkü onu yıldırım düşen veya yılanların bulunduğu yere
götürmekle ölümüne sebep olmuştur. Hatta çocuğu sıtmalı veya hastalıklı bir yere götürmüş olsa
ve çocuk da ölse yine onun karşılığında tazminat öder. Yani âkilesi üzerine diyet vermek vacip olur.
Çünkü onun katline sebep olmuştur. Hidâye ve diğerleri..
Ben derim ki: Şu husus zikredilmemiştir Eğer hür bir büyüyü bu zikredilen yerlere zorla götürmüş
olsa bakılır; eğer bağlı olarak götürdüyse ve ondan kurtulması da mümkün olmazsa; götüren odam
tazminat öder. Eğer kendisini götüren adama kendini korumak için engel olmadıysa o zaman
götüren kişi tazminat ödemez. Çünkü kendi kusuru ile ölmüştür. Bu meselede çocuğun hükmü de
bağlı olan büyük gibidir. İnâye.
İ Z A H
Burada «diğerleri»nden murat müdebber ve sabîdir. Burada kastedilen onların gasp etme ve edilme
hallerindeki cinayetlerinin hükmüdür.
İtkâni demiştir ki: Musannıf, kölenin ve müdebberin cinayetini zikrettiği için onların gasp edildikleri
haldeki cinayetlerinin hükmünü de zikretti. Sonra da sözünü uzatarak çocuğun gaspının beyanına
getirdi.
«Kölesinin elini kesse ilh...» Eğer elini kesen yabancı ise, dilerse onu kısas ettirir, dilerse de gasıba
eli kesik haldeki kıymetinin tazminatını ödetir.
Eğer elini hatâ en kesmişse, sahibi dilerse elini kesenin âkilesinden onun sağlam haldeki kıymetini
alır ve âkile de eli kesik haldeki kıymetini dönüp gâsıptan alırlar veya dilerse eli kesik haldeki
kıymetinin tazminatını gâsıba ödetir; diğer kısmını da kesin âkilesinden alır. Makdisi´deki Fer´i
Meseleler´den bu şekilde anlaşılmıştır. Saihânî.
«O zaman gâsıp eli kesik haldeki kıymetinin tazminatını öder.» Zira efendisi kendi yanındayken elini
kesmekle kıymetini noksanlaştırmıştır. Zeylai.
«Onu geri almış gibi olur.» Çünkü elini kesmesi onun üzerindeki hâkimiyetini göstermektedir.
Gâsıp da onun tazminâtından beri olur. Çünkü onun mülkiyeti efendisinin eline geçmiştir. Zeylaî.
«Zira mahcup olan köle, fiillerinden dolayı muâheze edilir.» Yani kölelik halindeki... İnaye.
Hatta gasbettiği beyyine ile sabit olursa elinde ölen kölenin kıymetini ödemek için satılır. Dürer.
«Sözleri sebebiyle muaheze edilmesi ise ilh...» Yani söylediği bir sözden dolayı bir mal vermesi
gerekirse kölelik halinde bununla muâhâze edilmez. Ancak hürriyetine kovuştuktan sonra muâhaze
edilir. Ama hadd ve kısası gerektiren bir şey söylerse, fiillerde olduğu gibi; o anda muâhaze edilir.
Bu İnâye´de ifade edilmiştir. Ama ticaretle izinli bir köle bize göre sözleriyle de muâhaze edilir.
Mi´râc.
«Efendisi her iki cinayetin velisine de müdebberin kıymetinin tazminatını öder. ilh...» Çünkü
müdebberin cinayetinin gerektirdiği, -cinayetleri çok da olsa birtek kıymettir. O kıymeti vermek de
efendiye vaciptir. Zira efendi geçmişte yapmış olduğu tedbîr ile, kölenin nefsini cinayet karşılığında
vermeğe manî olduğu gibi; onun bedelini vermeyi de tercih etmek imkânına sahip değildir. Zeylai.
Uygun olan, kölenin kıymetinin verilmesinin vacip oluşu, kıymeti erşinden az olduğu zaman
olmasıdır. Zira müdebberin cinayetinin hükmü, müdebberin kıymeti ile cinayet erşinden hangisi
daha az ise efendinin onu vermesidir. İtkânî.
«Efendisi tazminat olarak ödediği yarım kıymeti dönüp gâsıbdan alır.»
Zira, kıymeti iki cinayetten dolayı ödemiştir. Bu kıymetin yarısı, müdebberin, gâsıbın yanında
olması sebebiyledir. Diğer yarısı da kendi yanında bulunması sebebiyledir. O zaman efendi, gâsıb
cihetinden kendisine düşen tazminat dolayısıyla gâsıbdan ödediği fazlalığı ister. Böylelikle sanki
kölenin yarısı hiç geri almamış gibi olur. Zeylai.
«Ve yarım kıymeti birinci cinayetin velisine verir.» Yani gâsıptan alınan yarımı... Bu İkinci veriş
konusunda, İmâm Muhammed muhalefet etmiştir.
«Zira birinci cinayetin sahibinin hakkı ancak ilh...» Burada uygun olan İfade «ikincisinin değil,
çünkü ikinci cinayetin sahibinin hakkı ilh...» demesiydi. Nitekim ibn Kemâl de böyle ifade etmiştir;
yani «İkinci cinayetin velinin hakkı» demiştir.
İnaye´de denilmiştir ki: İmameyn´in delili şudur: Birinci cinayetin velisinin hakkı kıymetin hepsinde
idi. Çünkü o cinayeti işlerken hiç kimse ona müzâhim değildi. (Yani onunla birlikte kimse ayrıca bir
hak iddia etmiyordu.) Onun hakkı ancak ikinci cinayetin araya girmesiyle noksanlaşmıştır. O zaman
mâlikin elinde müdebber kölenin bedelinden bir şey fâriğ olursa (hak sahibi bulunmaksızın artarsa)
onu birinci cinayetin sahibi, hakkını tamamlamak için alır.
İnâye´deki bu hükmün geçen: «müdebberin işlemiş olduğu cinayet, ancak bir kıymet gerektirir»
hükmüne aykırı olduğu söylenmiştir. Burada ise bir kıymet ve yarım kıymet icap ettiriyor. Bu itiraza
şöyle cevap verilmiştir: Müdebberin cinayetinin ancak bir kıymet icap ettirmesi, müdebbberin
cinayetlerinin bir şahsın yanında birden fazla olduğu zamanda söz konusudur. Buradaki ise
bundan farklıdır. Düşün.
«Sonra da efendi o yarım kıymeti dönüp gâsıbdan alır.» Onu kimseye veremez. Çünkü her iki
cinayetin velilerine hakları tamamen ulaşmıştır İtkâni.
«Çünkü birinci cînayeti efendisinin elindeyken işlemişti» Malikin ikinci kez vermesi ancak onun
yanında işlenen cinayet nedeniyledir. O zaman hiç kimseye rücû edemez. Ama birinci mesele
bunun hilâfınadır. Çünkü onu gâsıbın yanında işlemiş olduğu cinayet nedeniyle vermektedir Bunun
için de ona rücû eder. Bunu Zeylaî söylemîştir.
«Mutlak köle bu iki meselede de ilh... Yani yukarda geçen müdebber örneği mutlak köleden
kaçınmak için değildir. Ummu´I-veIedin müdebber köle gibi olduğu ise ileride gelecektir.
«Köle nefsini verebilir ilh...» Çünkü mutlak kölenin bir mülkiyetten değerine nakit mümkündür.
Müdebber ise bunun hilâfınadır. Zâhîr olan şudur: Bu ifadenin muradı efendinin iki cinayetin
velilerine kölenin bedelini vermekle köleyi vermek arasında muhayyer olmasıdır. Düşün... Sonra,
eğer köleyi verirse o zaman onun kıymetinin yarısını dönüp gâsıptan alır.
«Sonra o köleyi ikinci kez gâspetse ilh...» Yani onu birinci gâsıp, ikinci kere gâspetse.
«Efendisi müdebberin kıymetini her iki cinayetîn velilerine tazminat olarak öder.» Yani her iki
cinayetin velilerine... Çünkü tedbîr etmekte onun şahsının verilmesine mani olmuştur. Nitekim
yukarda geçti.
«Çünkü her iki cinayet de ilh...» Yani her iki cinayet de gâsıbın yanında iken işlenmiştir. Ama geçen
bunun hilâfınadır. Zira, geçen meselede cinayetlerin birîni işlerken efendilerinin yanındaydı.
Bundan dolayı da efendisi kıymetin yarısını dönüp gâsıbdan alır.
«Ve bu yarım kıymeti dönüp alır ilh...» Yani birinci cinayetin velisine ikinci kez ödediği kıymetin
yarısını dönüp gâsıptan alır.
«Ummu´l-veled bu meselelerin hepsînde ilh...»Yani zikredilen hükümlerin hepsinde müdebber
gibidir. Çünkü efendi tarafından cinayet karşılığında verilmeye mani oluşta her ikisi de
müşterektirler. Durer.
«Kendisini tanıtamayan ilh...» Çünkü eğer kendini tanıtabilse; meramını anlatabilse,, o zaman dili
ile karşılık verebilir. O taktirde de hükmen gâsıbın hâkimiyeti sâbit olmaz. Burhân´dan naklen
Şurunbulâliye´de de böyledir. Bunun benzeri Kifaye, Kuhistânî ve bunlardan başka kitaplarda vardır.
Mîrâc´da şöyle denilmektedir: «Şu kadar var ki mükâteple sâbi arasındaki gelecek fark, burada
sabîden muradın mutlak sabî olduğuna işâret eder. Zira velisinin evlendireceği sabî bununla
kayıtlanamaz. Bu bahis Kâfi´de zikredilmiştir.» Özetle.
«Burada gasptan murat, ilh...» O zaman burada gasp müşâkelet (benzerlik) yoluyla zikredilmiştir.
Müşâkelet ise: Bir şeyin kendi lafzından başka bir lafızla zikredilmesidir. Çünkü o şey. o başka
lafızla vâki olmuştur. İnâye.
«Yıldırım düşmesiyle ilh...» Yani gökten düşen bir ateş veya Kâmûs´ta da olduğu gibi/helâk edici
her azap... O zaman bu kelime, şiddetli sıcağı, şiddetli soğuğu ve suda boğulmayı; Hâniye´de ve
diğer kitaplarda olduğu gibi, yüksek bir yerden düşmeyi de kapsar. Kuhistânî.
«Tazminat ödemez.» Zira o yerlerin değişmesi ile değişmez. Hidâye.
«İstihsanen ilh...» Kıyasa göre mutlak olarak tazminat söz konusu değîldir. Çünkü hürün gasbı
tahakkuk etmez. Görülmüyor mu ki; eğer küçük bir mükâtep olsa zâmin olmaz; halbuki kazanç
sahibi olması bakımından hür olmakla birlikte; ödememesi daha evlâdır.
Bunun cevabı şudur: Tazminat gasp ile değil, telef olmaya sebep olma yoluyladır. Gâsıp velinin
korumasını ortadan kaldırdığı için itlâf ona izâfe edilir. Mükâtebe gelince, onun herşeyi -küçük de
olsa- kendi elindedir. Bundan dolayı da mükâtebi kimse evlendiremez. O zaman mükâtep büyük bir
hür gibi olur. Çocuğa gelince, o velinin elindedir. Bundan dolayı da velisi onu evlendirebilir. Hidâye
ve Kifâye´den.
«Sıtmalı veya hastalıklı bir yere ilh...» Yani o yer onlara mahsus bir yer olsa... O zaman bulaşma
sebebiyle tazminat gerekmez. Çünkü bunu söylemek bâtıldır. Zira hava Allah´ın yaratması ile
insanlarda ve diğerlerinde gıda gibi müessirdir. Bezzâziye.
«Bu zikredilen yerlere ilh...» Yani ölümün çok olduğu yerler...
«Zâmin olur ilh...» Çünkü gasp olunan kendisine karşı yapılan işlerden kendini korumaktan âcizdir.
İnâye.
Eğer gâsıp bu işi mükâtebe karşı yaparsa yine zâmin olur. Zeylâî´nin zikrettiği gibi...
«Bu meselede çocuğun hükmü de bağlı olan büyük gibidir.» ifadede daha uygun olan: «Eli bağlı bir
büyüğün hükmü çocuğun ki gibidir» denilmesiydi. Zira çocuk meselesi metinlerde nass olarak
zikredilmiştir. Büyüğün meselesini ise şârihler İmâm Mahbûbî´den naklen zikretmişlerdir.
Ebu´s-Suud Hâşiyesi´nde şöyle denilmîştir: Eli bağlı büyüğün hükmünü Allâme Makdisî fukahânın
şu sözünden dolayı anlaşılmaz görmüştür: «Birisi bir şahsı yakalayıp bağlasa, dışarı atsa ve yırtıcı
bir hayvan da onu yese, onu yakalayıp bağlayan kişi üzerinde ne diyet ne de kısas vardır. Şu kadar
var ki tazir edilir ve ölünceye kadar hapsedilir.»
İmâm Azam´dan onun diyet vermesi gerektiği rivâyet edilmiştir.
Birisi bir çocuğun elini ayağını sararak bağlasa ve onu ölünceye kadar güneşe veya soğuğa terk
etse, âkilesinin diyet ödemesi gerekir. Hâfıziye´de de böyledir. Düşünülsün...
Bağlı hür büyükte tazminatın gerekmesi bu rivâyet hakkında olabilir.
Bunun benzeri Remli Hâşiyesinde de mevcuttur. Yukarıdaki anlaşılmaz olarak görülme, Mirâc
sahibinin ifadesidir. Zira o şöyle demiştir:
«Bu rivayet üzerine şu mesele anlaşılamaz olur: Birisi bir kişiyi hapsetse, o da hapiste açlıktan
ölse, onu hapseden adam tazminat ödemez. Halbuki ölen kişi, hapseden adamın eyleminden
kendini korumaktan âcizdi.»
Ben derim ki: Çocuk meselesi istihsâna göredir. Fukaha da büyüğü çocuğa ilhak etmişlerdir. O
zaman o da istihsânın hükmüne girer. Bunun üzerine îrad edilen meseledeki anlaşılamazlık da
kıyasa göre fer´î bir mesele olarak ele alınır. İstihsân da kıyasa tercih edilir. Bu rivayet de istihsâna
uygundur. Hatta istihsana uygunluğu nedeniyle kıyasa tercih edileceği de iddia edilir.
Ama bir kişi birisini hapsetse, hapsedilen kişi de açlıktan ölse, hapseden kişinin zâmin olmaması
İmâmın görüşüdür. Cinayetler bahsinin başında fetvânın İmâmın bu sözü üzerine olduğunu
önceden belirtmiştik.
O zaman aradaki fark şudur: Açlık ve susuzluk insanın devamlı ihtiyaçlarındandır. O taktirde bunlar
câniye izafe edilmezler. Ama bu fiiller böyle değildir. Öyleyse bunlar, bizim meselemizde anlaşılmaz
mesele olmazlar. Metin ve şerhlerde olanla amel edildiğini de biliyorsun. Bu araştırmayı kendine
ganimet bil.
M E T İ N
Eğer bir çocuğu gaspetse ve gaspettiği çocuk da kaybolsa, gaspeden adam çocuk gelinceye veya
ölümü öğrenilinceye kadar hapsedilir. Haniye.
Nitekim birisi, bir adamın karısını aldatıp kocasından ayrı yere götürse: karı-kocayı da
birbirlerinden böylece ayırsa; o zaman kadını aldatan kişi, kişi tekrar kocasına dönene veya
ölünceye kadar hapsedilir.
Birisi bir sünnetçiye bir çocuğun sünnet edilmesini emretse, sünnetçi de sünnet ederken
haşafesini kesse ve çocuk bunun yarasından dolayı ölse sünnetçinin âkilesi diyetin yarısını öder.
Eğer çocuk ölmezse sünnetçinin akilesi çocuğun diyetinin tamamını verir.
Bu mesele ücretinin tazminatı bahsinde geçti. Muâyatu´l-Vehbaniye´de nazım olarak da şöyle
geçmektedir:
Kendisine karşı cinayet işlediği adam, öldüğünde yarım diyet veren kişi, ölmediği zaman ne verir?
Bu cânî kimdir?
Birisi bir çocuğu bir hayvana bindirse ve: «Bunu benim yerime tut!» dese, çocuk hayvanı sürmediği
halde düşse ve ölse, çocuğun diyeti onu bindirenin âkilesi üzerinedir. İster bu çocuk. emsal o
hayvana binebilenlerden olsun, isterse olmasın... Bu bahsin tamamı Hâniye´dedir.
Bir köle bir çocuğa emânet edilse ve çocuk emanet edilen köleyi öldürse çocuğun âkilesi onun
kıymetini öder.
Eğer ticaretle izinli olmadığı halde ve velisinin de izni olmadan yiyecek emanet edilse; çocuk da o
yiyeceği yese zâmin olmaz. Çünkü çocuğu yiyeceğe kendisi musallat etmiştir.
Ebû Yûsuf ve Şâfiî ise zâmin olacağını söylemişlerdir.
Yine mahcur bir köleye bir mal emanet edilse ve o da onu helâk etse azad edildikten sonra onun
tazminatını öder. Ebû Yûsuf ye İmâm Şafiî´ye göre ise onun tazminatını hemen öder.
Eğer bu mal âriyet veya borç verilmiş de olsa hüküm yine ihtilâflıdır. Yani Imâm-ı Azam ile İmâm
Muhammed´e göre azadından sonra, İmâm Şafıî´ye göre ise hemen tazminat öder.
Eğer o yiyecek velisinin izniyle veya ticaretle izinli olduğu halde emanet edilse fukahanın icmasıyla
tazminat öder. Nitekim çocuk başka birinin malını emanet edilmediği halde helâk etse hemen
tazminatını öder.
Ben derim ki: Bu hükümler çocuk âkil olduğu zaman böyledir. Aksi halde fukahânın icmaı ile zamin
olmaz. Bu bahsin tamamı İnâye, Şilbî´den naklen Şurunbulâliye ve Miskin´dedir. Mültekâ, Hidaye ve
Zeylaî´de olan hüküm ise bunun hilâfınadır. Hıfzedilsin...
İ Z A H
«Karı-kocayı da böylece birbirlerinden ayırsa ilh...» Yani vücutlarıyla ayrılsalar... Rahmetî. Kocası
yerini bilemeyecek şeklide ayrılsalar... Ve zâhire göre akrabaları da kendisi gibi kadının nerede
olduğunu bilmese. T.
«Veya ölünceye kadar ilh...» Yani geçen meselede olduğu gibi ölümünü öğreninceye kadar.
«Sünnetçinin âkilesi diyetin yarısını öder ilh.» Yani eğer hür ise. Eğer köle ise o zaman âkile
kıymetin yarısını veya tamamını öder. Çünkü ölüm iki fiil ile meydana gelmiştir: bunlardan biri izin
verilerek yapılmıştır ki bu kabuğun kesilmesidir. Diğeri ise izin verilmeden yapılmıştır ki, bu da
haşefenin kesilmesidir. O zaman tazminatın yarısını vermesi gerekir. Ama çocuk iyileşirse derinin
kesilmesi -ki buna izin verilmiştir- sanki hiç kesilmemiş gibi kabul edilir. Haşefenin kesilmesinin İse
-ki buna izin verilmemiştir- tam olarak tazminatını vermesi gerekir. Bu da diyettir. Minah.
Minah bu meseleyi Hâniye ve Sirâciye´ye atfetmiştir, Ayrıca büyük âlim Tarsûsî´nin sorulu cevaplı
nazmını da zikretmiştir.
«Ölmediği zaman ne verir? ilh...» Beytin manası şudur: Ölmediği zaman vermesi vacip olan şeyin
yarısını, öldüğü zaman verir.
«Çocuk hayvanı sürmediği halde ilh...» Ama eğer sürerse, hatta bu sürmesiyle hayvanı sağa-sola
çevirirse, o zaman bindiren adamın sebebiyeti bu yeni fiille yani çocuğun sürüşüyle ortadan
kalkmış oldu. Câmiu´l-Fusûleyn.
«Bu bahsin tamamı Hâniyede´dir.» Hâniye´nin ibaresi Minah´ta zikredilmiştir.
«Çocuk emanet edilen köleyi öldürse ilh...» Ama eğer çocuk köleye karşı nefisten aşağı bir cinayet
işlerse, erşi fukahânın icmâı ile çocuğun malından verilir. İtkâni.
«Çocuğun âkilesi onun kıymetin! tazmin eder.» Bu, meselenin başındaki teşbihli ifadenîn tasrîhidir.
Şu kadar var ki, yukarda teşbih edilen meselede tazmîn olunacak şey diyettir. Bu meselede ise
kıymettir. Hidâye´de bu bahiste diyet ifadesi kullanılmıştır; çünkü daha önce geçen «kölenin diyeti
kıymetidîr» görüşünü kabul etmiştir.
«Yiyecek emanet edilse ilh...» Yani örnek olarak... Durru Münetkâ.
«Velisinin îzni olmadan ilh...» Musannıf bunun zıddını ileride zikredecektir.
«Çünkü çocuğu yiyeceğe kendisi musallat etmiştir.» Yani sahibinin başkasını yiyeceğini helâk
etmekten koruması mümkündü. Çünkü onu korumak sahibinin hakkıdır. Ama memlûk (köle) olan
insan, bunun hilâfınadır. Çünkü kendisini koruması efendisi için değil, kendisi içindir. Bundan
dolayı köle kan hakkı hususunda asıl hürriyeti üzerine kalır. Efendisi onu helâk etme velâyetine
sahip değildir. O zaman başka bir şeyi de ondan korumaya malik değildir. Bu Şurunbulâliye´de
ifade edilmiştir.
«Zamin olacağını ilh...» Yani hemen...
«Ve yine mahcûr bîr köleye bir mal emanet edilse ilh...» O da efendisinin izni olmadan kabul etse...
Ama ticareti izinli olsa veya mahcûr olduğu halde o emaneti efendisinin izniyle kabul etmiş olsa ve
helâk etse, hemen tazminat ödemez; imameyne göre eğer akil ve bâliğ İse azaddan sonra tazmin
eder. Ebû Yûsuf´a göre ise hemen tazminat öder.
Eğer köleye emanet edilen şey, bir köle ise ve emanet edildiği köleyi öldürse veya ona karşı
nefisten aşağı bir cinayet işlese, icmâen efendisine cinayetin karşılığında o köleyi veya bedelini
vermesi emredilir. İtkâni.
«Hüküm yine hilafınadır ilh...» Fahru´l-İslâm demiştir ki: «İhtilâf, emanet verme, iâre, karz, satış ve
tek bir teslim yolu olan şeydedir.» İtkânî.
«Eğer velisinin izniyle ilh...» Yani eğer o yiyecek ona velisinin izniyle emanet edilirse veya o
ticaretle izinli ise hemen tazminat öder. Bu geçen: «Velisinin izni olmadan ilh...» sözünün dışında
kalır.
«Emanet edilmediği halde ilh...» Yani emanete benzer bîr şey ile de teslim edilmediğî halde...
«Hemen tazmin eder» Çünkü köle fiilleri dolayısıyla sorumlu tutulur. Dürer.
«Multekâ´da olan hüküm ise bunun hilâfınadır ilh...» Yani Multekâ, Hidâye ve Zeylaî´de olan hüküm
şudur: «Akil olmayan çocuk, icmâ île tazminat öder.»
İnâye ve diğer kitaplarda zikredildiğine göre bu Fahru´l-islâm´ın görüşüdür. Bu da Cami´in şerhi´nde
zikredilmiştir. Cami´in Fahru´l-İslâm dışındaki şârihleri, icmâen zâmin olmadığını zikretmişlerdir. T.
demiştir ki: «O zaman mezhep ehli için iki yol ortaya çıkar.»
BİR EK:
Bir çocuk damdan düşse veya suya düşse ve ölse bakılır: Eğer o çocuk kendisini
koruyabilenlerden ise, anne ve babası üzerine hiçbir şey yoktur. Aksi halde ebeveynin himayesinde
bulunuyorsa; keffâret vermeleri gerekir. Eğer bunlardan birinin himayesinde ise keffâret onun
üzerinedir. Nusayr´dan bu şekilde rivayet edilmiştir. Ebû Kasım´dan rivâyet edilene göre ise;
ebeveyne tevbe ve istiğfârdan başka bir şey yoktur.
Ebu´l-Leys´in tercihi de şudur: Ebeveynin herhangi birisi üzerinde keffâret yoktur. Keffâret ancak
bunlardan birisinin elinden düştüğü zaman vardır. Fetvâ da bu görüşe göredir. Zahiriye. Allah teâlâ
en iyisini bilendir.