hafız_32
Mon 4 October 2010, 10:22 am GMT +0200
Beşinci Bölüm
RASÛLULLAH’IN DEVRİNDE KAZA, İFTA VE NOTERLİK
A-Kaza
Rasûlullah (s.a.v.) hayatı boyunca, diğer vazifeleri yanında kaza vazifesini de yürütmüş, kendisine intikal eden davalan kimi zaman açık vahiy ile, kimi zaman da içtihadı ile hükme bağlamış, adaleti en güzel bir şekilde tevzi eylemiştir. Hükme varırken O'nun, objektif delillere dayandığını göstermesi bakımından şu açıklamaları önem arzetmektedir: «Ben ancak bir beşerim (insanım), siz de bana davalarınızı getiriyorsunuz, olur ki taraflardan biri delilini daha ikna edici bir şekilde sunar, ben de bu sebeple onun lehine hükmederim; imdi kime, kardeşine (diğer bir müslü-mana ait, karşı tarafa ait) hakkı hükmeder, verirsem sakın onu almasın, ona bir parça ateş vermiş olurum.»[248] Hz. Peygamber fiilen hakimlik etmekle beraber muhakeme usûlü ve adabı ile ilgili kaideler koymak ve açıklamalar yapmak suretiyle de islâm kaza müessesesinin temelini atmıştır.
îbn Ömer'in verdiği bilgiden anlaşıldığına göre Hz. Ömer'in hilafetine kadar kaza vazifesi bütünüyle hakimlere devredilmemiş, devlet başkanları (Rasûlullah ve ilk halife) bu görevi bizzat yürütmüşlerdir. Ancak bu genel durum, bazı konularda ve yerlerde, bazı kişilere hakimlik (kaza) görevinin verilmediğini ifade etmemektedir. Nitekim Rasûlullah (s.a.v.) hayatlarının sonralarına doğru bir sahabî'ye «Kazada, bazı işlerde (küçük davalarda) benim yerimi al, benim yerime sen muhakeme ve hükmeyle» buyurmuştur»[249] Medine'de bazı davalar için Medine dışında ise genel olarak Rasûlullah'ın ashabına kaza görevi verdiğini gösteren vak'alar ve rivayetler vardır:
Ma'kıl b. Yesâr anlatıyor: Rasûlullah (s.a.v.) bana «filan kimseler arasındaki filan davaya bak.» buyurdu, ben «muhakeme etmeyi beceremem ya Rasûlallah!» dedim, şu cevabı verdiler: «Kasten haksızlık etmedikçe Allah, hakimin yanındadır, yardı-mındadır.»[250]
Rasûl-i Ekrem, Hz. Ali'yi ve Muâz'ı, hakim olarak Yemen'e göndermiş ve ikincisine «ne ile hükmedeceğini» sormuştu, Mu'az'ın sıra ile «Kur'ân-ı Kerim, Sünnet ve îctihad ile hükmederim» demesi üzerine de tasviplerim ifade buyurmuşlardı.[251]
iki kişi, birbirinden davacı olarak Rasûlullah (s.a.v.)'e gelmişlerdi, Ukbe b. Âmir'e dönerek: «Kalk, davaya bak ve hükmünü ver!» buyurdu, Ukbe «Ya Rasûlallah, bu işe siz benden daha lâyıksınız» deyince «böyle olsa da sen hükmet» diye ısrar ettiler, Ukbe «hangi esasa göre» diye sordu, Allah Rasûlü şu cevabı verdi: «îctihad et, eğer isabet eder, doğruyu tutturursan on sevap alırsın, ictihad eder de hataya düşersen bir sevap alırsın.»[252]
iki kardeşe ait bir ev vardı, ortasına hayvan bağlamak için bir yer yapmışlardı, kardeşler ölünce, geride bıraktıkları vârislerden her biri hayvan ağılının kendilerine ait olduğunu iddia ederek Rasûlullah'a başvurdular, Rasûlullah (s.a.v.) Huzeyfe b.el-Yemân'ı görevlendirdi, (gidip mahallinde keşif yapmasını ve davayı hükme bağlamasını istedi), Huzeyfe gitti, yeri gördü, hayvanları ve çiti bağlama yerleri (ip veya halkalar) hangi tarafta ise bu yerin de onlara ait olduğuna hükmetti. Sonra Rasûlullah (s.a.v.)'a dönerek yaptığını anlatınca «isabet etmişsin» cevabım aldı.[253]
Bu dönemde dava, şifahî olarak açılır, genellikle mescitte görülür, Kitab ve Sünnet'te mevcut hüküm ve usûl kaideleri ile içtihada dayanılarak yürütülürdü.
Rasûlullah'm ömrü boyunca verdiği hükümleri toplayan kitap bölümleri ve müstakil eserler vardır.[254]
B- İfta
Ifta, fetva vermek, genellikle bir soru üzerine dinin hükmünü bildirmek manasına gelmektedir. Bunu yapanlara sonradan «müfti» denilmiştir. Ancak Rasûlullah devrinde bu terim yerine «alim, fakih, zu'r-ra'y» gibi terimler kullanılmaktadır. Hz. Peygamberin asıl vazifeleri içinde «iftâ» da vardır; O'nun yaşadığı dönemde dinin hükmünü bildirecek başka bir kaynak yoktur; ashab, ya O'ndan duyduklarım naklederek fetva vermişler, bunu Rasûlullah'a arz?derek doğru olup olmadığını sormuşlar ve buna göre amel etmişlerdir.
Kaynaklar, Rasûlullah (s.a.v.) zamanında şu ashabın, gerektiğinde fetva verdiklerini nakletmektedir: Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali, Ubey b. Ka'b, Mu'az b. Cebel, Zeyd b. Sabit, Abdurrah-man b.Avf, Ammar b. Yasir, Huzeyfe b. el-Yeman, Ebu'd-Derdâ, Ebu Musa el-Eş'arî, ibn Mes'ud, Ubade b. es-Samit (r.a.).[255]
Şüphesiz bu devirde ashabın ictihad etmesi ve fetva vermesi, ya Rasûlullah (s.a.v.)'ın bulunmadığı yerlerde gerektiği için olmakta, yahut da onların eğitilip yetiştirilmeleri maksadına dayalı bulunmaktadır. Bu manada adı ictihad ve fetvaya karışmış daha başka sahabe de vardır. [256]
C- Noterlik Ve Resmi Yazışmalar
Kur'ân-ı Kerim'de, borç ilişkilerinin yazıya geçirilmesi, hakların zayi olmaması ve gerektiğinde isbat edilebilmesi için gerekli tedbirlerin alınması emrolunmuştur: «Ey iman edenler, belli bir vadeye kadar karşılıklı borçlandığınız zaman onu yazın. Bir katip, onu aranızda adaletle yazsın... iki de şahit bulundurun...»[257]
Bu emri ilk yerine getiren Rasûlullah ile O'nun ashabı olmuş, karşılıklı borç-hak ilişkilerinin yazılması, vesikaya bağlanması hususi hukuk yanında amme hukukuna da teşmil edilmiş, anlaşma ve andlaşmalar yazıya geçirilmiş, bu gelişmeler sonunda uzun zaman dilimizde, Kur'ân ifadesine uygun olarak «kâtib-i adil» olarak anılan noterlik müessesesi de doğmuştur.
Hz. Peygamber devrinde, borçlanma ve benzeri hukuki tasarrufların yazıya geçirilmesi ve vesikaya bağlanması ile ilgili örneklerden zamanımıza kadar gelenleri vardır. Bunlardan birini bize Buharı nakletmektedir: Rasûlullah (s.a.v.) el-Adda b. Halid'den bir köle satın almış ve bir satış senedi tanzim ettirerek şunları yazdırmıştır: «Bu, Rasûlullah Muhammed'in el-Adda'dan aldığıdır, müslümanm, müslümana satışıdır; almanda (kölede) hiçbir hastalık, kötülük ve kaçaklık sabıkası yoktur.»[258]
Bu satım akdinin konusu köledir; Rasûlullah (s.a.v.) kendisine hediye edilen köleyi bile azad ettiğine göre bunu da azad etmek üzere almış olacaktır. Köle., önemli bir akit konusu olduğu, akit ve teslim sonrasında da tarafları ilgilendiren gelişmeler, hak iddiaları vb. olabileceği için, akit yazı ile tesbit edilmiş ve satım konusunun özellikleri kaydedilmiştir. Böylece günümüzde taşınmazların, taşıma araçlarının vb. satımında kanuni şart haline gelmiş bulunan yazım ve tescile kapı açılmış olmaktadır.
Hz. Ömer'e Hayber ganimetlerinden bir hurmalığın isabet ettiğini, Rasûlullah ile istişareden sonra bu toprağı vakıf haline getirdiğini daha önce zikretmiştik.[259] Bu vakfin vesikaya bağlandığını ve gerektikçe vakıf senedinin yeniden yazıldığını şu nakilden anlıyoruz: Yahya b. Sa'id, Hz. Ömer'in torunu Abdulhamid b. Abdullah'ın kendisine şunları yazdırdığını rivayet etmektedir: «Bismillahirrahmanirrahim, bu, Allah'ın kulu Ömer'in, Semğ adlı hurmalığı hakkında yazdırdığı seneddir. (Senedde dercedilen şart şudur:) Toprağın aslı satılmayacak, bağışlanmayacak, varislere intikal etmiyecektir; (bundan istifade hakkı) fakirlere, akrabaya, kölelere, Allah yolunda olanlara, yolda kalmışlara aittir. Vakfı idare edenlerin (mütevellinin) normal ölçüler içinde buradan kendine mal biriktirmesi caiz değildir. Ürününden artan yoksula ve mahruma verilecektir. Semğ'in yöneticisi isterse, ürününü satarak burada çalıştırmak üzere köle satın alabilir.» Bunu Muaykib yazmış ve Abdullah b. el-Erkam da şahitlik etmiştir. Abdullah'ın vefatı yaklaşınca, Hz. Ömer'in şu mealdeki vasiyetini de senede ekletmiştir: Yaşadığı müddetçe Semğ'i Hafsa yönetecek , ondan sonra da yine onun ailesinden aklı başında olanlar vakfı yöneteceklerdir.»[260]
BİBLİYOGRAFYA
Atar, F., îslâm Adliye Teşkilatı, Ankara ty.
el-Cessas, Ebu Bekr er-Razî, Ahkâmu'l-Kur'ân, istanbul 1338; Mısır, 1335.
Karaman, Hayreddin, îslâm Hukuku Tarihi, istanbul, 1981 Karaman, Hayreddin, Mukayeseli İslâm Hukuku, istanbul 1975 Ibn Hacer Askalânî, Fethu'l-Bârî, Kahire 1959. Îbnu'l-Kayyim, Zadu'1-Meâd, Beyrut 1987. Ibnu'l-Kayyim, el-Cevziyye, Vlamu'l-Muvakkıîn, I-IV, Mısır, ts., Mısır 1955.
Ibn Sa'd, Tabakat, Beyrut 1960. M. Hamidullah, Kur'ân-ı Kerim Tarihi, Çev. S. Mutlu, istanbul
1965. Muhammed Yusuf Musa, Prof.Dr. M. Y. Musa, el-Emvâl ve Nazariyyetu'l-Akd, Kahire, 1952 Schacht J., îslâm Hukukuna Giriş, trc. A. Şener, M. Dağ, Ankara
1977. eş-Şevkanî, Muhammed b. Ali, Neylü'l-Evtar, I-VIIÎ, Mısır (el-Halebî), 1343. Taberî, Tefsir, Mısır 1321.[261]
[248] Buhârî, Ahkâm, 20; Müslim, Akdıye, 4.
[249] el-Heysemî, Mecma'u'z-zevâid, Beyrut, 1967, C.IV, s. 196.
[250] Heysemî, a.g.e., C, IV, s. 193.
[251] Ebû Dâvûd, Akdıye, 11; İbn Hanbel, Müsned, C. V, s.230, 236, 242.
[252] Dârakutnî, C.IV, s. 203; İbn Hanbel C.IV, s.205.
[253] Dârakutnî, C.IV, s. 229.
[254] Bölüme örnek: Heysemî, a.g.e., C.IV, s. 203 vd.; kitaba örnek: İbnu't-tallâ, Muh. b. Ferac (V. 497/1104), Akdıyetu'r-Rasûl. Rasûlullah devrinde kaza ve kadılar için bak. Doç. Dr. F. Atar, islâm Adliye Teşkilâtı, s. 39-53.
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/97-98.
[255] Hacevî, el-Fikru's-sâmî, C.I, s. 169-173.
[256] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/99.
[257] Bakara, 2/282.
[258] Buharî, Buyu', 19.
[259] Buharı, Şurût, 19; Vasâyâ, 22, 28.
[260] Ebû Dâvûd, Vasâyâ, 13; Hacevî, a.g.e., C.I, s. 211 vd.
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/99-100.
[261] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/101.