saniyenur
Mon 23 May 2011, 04:38 pm GMT +0200
RASULULLAH'TAN MÜSTAKİL SÜNNETİN SADIR OLMASI
Daha önce geçen: "Rabbine yemin olsun ki; onlar, aralarında anlaşamadıkları meselelerde seni hakem yapıp verdiğin hükme hiçbir darlanma göstermeden teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar,"[785] âyet-i kerîmesi, Hz. Peygamber (s.a.v)'in Zübeyr (r.a) ile arazi komşusu hakkında verdiği kararın,[786] Kur'ân'da bulunmadığım göstermektedir.
Hz. Ebû Bekir'in (r.a), ninenin mirası sorulduğunda ne yaptığını, nasıl davrandığını bildikten sonra onun bu konudaki hükmüne dayanak yaptığı hadisin, Kur'ân'm içermediği bir hükmü ifade ettiği konusunda herhangi bir şüphenin bulunmadığını zannediyorum.
Nine yahut baba konusunda Hz. Ömer'den de benzeri pek çok haber nakledilmiştir. Kitabımızın ikinci bölümünde, selefin sünnete muhalefetten sakınmaları ve her halükarda ona tâbi olmaları işlenirken, bu konuda bazı örnekler zikredilmiştir. Malumdur ki Hz. Ömer, kendisine arzedilen meselelerde Kur'ân'da bir açıklama bulunmadığı zaman, insanlardan o konuda bildikleri sünneti kendisine haber vermeleri için Allah'ın adıyla yemin ederek bilgi isterdi.
Yine sen, Hz. Peygamber (s.a.v)'in: "Bana Kur'ân ve beraberinde hüküm için aynı değerde bir misli daha verildi,"[787] hadisini okuduktan ve Kur'ân'da bulunmayan hükmü kabul etmeyeni reddederek hemen yukarıdaki sözün peşinden ehl-i merkeb etinin haram olduğunu ve diğer hükümleri zikrettiğini gördükten sonra Rasûmllah (s.a.v)'m, bu hükümlerin Kur'ân'da geçmediğini bildiğini ve bir müç-tehidin bunlara dayanarak hüküm çıkarabileceğini yakînen anladığını zannediyorum. Yoksa Allah Rasûlü (s.a.v): "Bana Kur'ân'm bir misli verildi," demezdi.
Evet, bir defasında Hz. Peygamber (s.a.v)'e ehl-i merkebin zekâta tâbi olup olmadıkları sorulunca, bu konuda bana: "Kim zerre kadar hayır işlerse onu görür, kim de zerre kadar şer işlerse onu görür,"[788] mealindeki geniş manâlı ve konusunda tek olan âyetten başka bir şey nazil olmadı, buyurmuştur.[789]
Fakat burada, bu âyet, Peygamber'in dışında bir müçtehid için -velev ki bu müçtehid, içtihad derecesinin en üst seviyesinde de olsun- tafsilâtlı veya kapalı olarak eşeklerin hükmünü beyân ediyor, denemez. Allah Teâlâ'nın kendisine peygamberlik, hüküm ve tarafından özel bir ilim verdiği kimseden başka, bu âyetten bu hükmü kim anlayabilir? Sözümüz, Peygamber hakkında değildir. Biz, Kitab'm nassmdan lafızların delâlet şekline göre hüküm çıkaran ve insanlarca bilinebilen karinelerden neticeye varan müçtehidden bahsediyoruz. Herhangi bir müçtehid, yukarıdaki âyetten bu hükmü anlamaya güç yetirebilir mi? Ve bu hükmün âyette bulunabileceğini hesap edebilir mi? Hayır!
Aslında biz, bu kaideleri uygulamak istiyoruz. Biz, hadiste mevcut olan bir şeyi kendi aklımıza göre Kitab'da bulamadığımız ve hasmın dediği gibi: "Kur'ân'da bulunmayan şey hüccet değildir," anlayışıyla hareket ettiğimizde hadisi terk ediyoruz. Halbuki o hadis, gerçekte Rasûlullah'm anlayışına göre Kitab'da mevcuttur. Bak, hasmın anlayışı nasıl da aslında hüccet olan bir şeyi ihmale vek kendi zayıf akıllarınca hadisleri hiç ve gereksiz saymaya götürüyor? Yine bu anlayış, sahih hadislere nasıl yeni bir hücum kapısı açıyor ? Şimdi bunu irdeleyelim.
Hz. Peygamber (s.a.v), insanların bu hükümleri kendisinin anladığı gibi anlamalarının mümkün olmadığını bildiği için ilk hadiste, insanların akıl ve anlayışlarına göre Kitab'da bulunmayan bir hüküm kendi tarafından ifade buyurulduğunda kendilerine, bununla amelin vâcib olduğunu bildirmiştir. Hadisinin sonunda zikredilen hükümler de bu tür hükümlerdir.
Buna göre şunu diyebiliriz: Rasûlullah (s.a.v)'m, eşeklerin hükmünü çıkardığı âyet, Önceki hadiste geçen konuşmasından sonra nazil olmuş olabilir. Efendimiz (s.a.v), daha önce bu hükmü Ki-tab'dan değil, gayr-i metlûv vahiyle biliyordu.
Bu zikrettiklerimiz, hasmın: "Kitab'ın, hükmünü bildirmediği hiçbir sünnet yoktur," iddiasını iptal etmek için yeterlidir. Yine, üçüncü bölümde zikri geçen Hz. Ali'nin (r.a) sahifesi de söylediklerimizin sıhhati ve aksi görüşlerin sakat olduğunu anlamak için yeterlidir. Bu sonuca, hangi mezhebe ait olursa olsun, fıkıh kitaplarından da varman mümkündür. Çünkü araştınrsan, pek çok bölümün başında şu ibareleri bulursun: "Bunun meşrûiyyetinde esas, sünnet ve icmâdır," "Bu meselenin meşrûiyyetindeki kaynak, sünnettir." Veya bu mânâda bir ifade olur.
Meselâ, mestler üzerine mesh meselesi,[790] küsûf (güneş tutulması) ve hüsûf (ay tutulması) namazı, yağmur duasında kılman namaz, şuf a, karz, lukata ve içki cezası gibi konular sünnetle sabittir. Biraz fazla malumat istersen, ikinci bahsin üçüncü çeşidinde zikrettiklerimize ve az önce icmâyı açıklarken bahsettiklerimize müracaat et.
Eğer birisi: "Bu hadislerin bir kısmı, Kitab'ı tahsis, bir kısmı nesh, bir kısmı da takyid etmektedir. Bu durumda onlar müstakil değil, mübeyyin (açıklayıcı) dır," derse deriz ki: İkinci bahiste, el-Fikrü's-Sâmi kitabının sahibinin görüşlerini reddederken açıkladığımız gibi; her tahsis ve nesneden nass için iki yön vardır: Açıklama yönü, bir de müstakil hüküm bildirme yönü. Orada, bunların ikinci yönünün nasıl oluştuğunu açıklamıştık. İstersen, oraya müracaat et ve takyidde de aynı yöntemi uygula.
[785] Nisa, 65.
[786] Âyetin sebeb-i nüzul ve Hz. Peygamber'in hükmü için bkz. Buhârî, Tefsir, 4; Sulh, 12; Müslim, Fedâil, h. no: 129; Ebû Dâvud, Ekdiyye, 31; Tirmizî, Ahkam, 26, İbn Mâce, Mukaddime, 2.
[787] Ebû Dâvud, Sünnet, h. no: 4604; Tirmizî, İlim, 10; İbn Mâce, Mukaddime, 2.
[788] Zilzâl, 7-8.
[789] Buhârî, Tefsir, Zilzâl Sûresi; Müslim, Zekât, 6.
[790] Bkz. el-Muhallâ, II, 81; el-Muğnî, I, 283; Şerhu'r-Ravda, I, 94.