- Rasûlullah Devrinde Kurânın Yazılarak Cemi

Adsense kodları


Rasûlullah Devrinde Kurânın Yazılarak Cemi

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
saniyenur
Thu 23 August 2012, 12:34 pm GMT +0200
1- Rasûlullah Devrinde Kur'ân'ın Yazılarak Cem'i

Hz. Peygamber vahiy için kâtipler edindi. Dört halife ile birlikte Muaviye, Zeyd b. Sa­bit, Ubey b. Kâ'b, Hâlid b. Velid ve Sabit b. Kays bu kâtipler arasındadır. Peygamber Kur'ân'dan her ineni yazmalarını emrediyor­du. Kur'ân'ı yazma, onu göğüslerde ezberle­me ile başbaşa gidiyordu.

Hakim Müstedrekte Zeyd b. Sâbit'in şöyle dediğini nakleder: "Rasûlullah'in yanında Kur'ânı rika'dan telif ederdik (bir araya getirirdik)." (el-îîkan ve el-Burhari).

"Parça", "yama" mânalarına gelen rika' hadîste çoğul haliyle geçmekte olup deri yaprak veya kâğıttan da olabilir. Bu kelime Rasûlullah zamanında vahiy kâtiplerinin yazı malzemeleri hakkında bize bilgi vermek­tedir. Buna göre âyetler yassı ve ince taşlara düzgün hurma dallarına, kürek kemiklerine ve deri parçalarına yazılırdı.

Yukarıda geçen hadîste söz konusu edilen "ri­ka'dan Kur'ân'ın telifi", Peygamber'in işa­ret ve tevkifine göre sûre ve âyetlerin tertip edilmesi anlamındadır. "Her suredeki âyetle­rin ve sûre başlarına besmelenin konulması meselesine gelince hiç şüphesiz onların tertibi tevkifidir (vahye dayalıdır). Bunda ihtilâf da yoktur. Bu sebeple bu tertibin aksi caiz değil­dir." (el-Burhan). Buharînin İbnu'z-Zü-beyr'den yaptığı şu rivayetler de buna delâlet etmektedir. Bu rivayette İbnu'z-Zübeyr şöyle diyor: "Osman'a dedim ki, 'İçinizden ölenle­rin, geriye bıraktıkları eşleri, dört ay on gün (bekleyip) kendilerini gözetlerler...' (2: 234) âyetini diğer âyet neshettiği halde onu niye yazıp bırakıyorsun?" Dedİ ki: "Ey kardeşimin oğlu, hiçbir şeyi yerinden oynatamam."' Hz. Osman, mensuh bile olsa bir âyetin yerini de­ğiştirmeye cüret edemiyor. Çünkü biliyordu ki Cebrail aleyhisselâm Rasûlullah'a âyetin tertibini bildirdikten sonra, ne kendisi ve ne de başkası bu tertibe müdahale edemez. Ceb­rail bu tertibi Rasûlullah'a bildirmiş ve o da vahiy kâtiplerine bunu dikte ettirmiştir. Ahmed b. Hanbel, hasen bir İsnatla Osman b. Ebi'l-Âss'ın şöyle dediğini nakleder: "Rasû­lullah'ın yanında oturuyordum. Bir baktım gözleri bir tarafa kaydı, sonra da şöyle buyur­du: Bana Cebrail geldi ve bu âyeti şu surenin yerine koymamı emretti." (el-îtkan). Hadis kitaplarında, Rasûlullah'ın vahiy kâtiplerine Kur'ân'ı imlâ ettirmesini tasvir eden ve onlara âyetlerin tertibini gösteren pek çok hadis var­dır {Buharı, Müsned). Rasûlullah (2)'in na­mazda yahut bir sahabe topluluğu huzurunda hutbelerinde birçok sureyi, âyetleri tertibedilmiş halde okumuştur. Bu da, âyetlerin tertibi­nin vahye dayalı olduğunu ve sahabenin, Pey­gamber'in okuduğu tertibin hilâfına bir ter-tibe gitmediklerinin ve tevatür derecesine ulaştığının apaçık bir delilidir.

Sûrelerin tertibi de tevkifidir. Rasûlullah hayatında Kur'ân surelerinin tamamını bili­yordu. Bunun aksini iddia etmek İçin elimiz­de hiç bir delil yoktun Surelerin tertibinin sa­habe içtihadıyla olduğunu söyleyen, yahut bir kısmının içtihadı ve bir kısmının tevkifi oldu­ğunu ileri süren görüşlerin kabul edilmesi mümkün değildir.

O halde ez-Zerkeşî'nin; "Bazılarının tertibi Allah'ın emri olmayıp, onların ictîhad ve ka­bullerine ait bir durumdur. Onun için de her mushafın ayrı bir tertibi vardır." (el-Burhan) sözü kabul edilemez. İleri sürdüğü deliller de geçerli değildir. Çünkü sahabenin özel mushaflarını tertip etmeleri şahsî bir seçim idi. Onlar hiçbir zaman başkasını bu tertibe zorlamamış ve ona muhalefetin haram olduğunu iddia etmemişlerdir. Onlar bu mushafları baş­kaları için değil, kendi şahısları İçin yazmış­lardı. Nihayet ümmet Hz. Osman'ın tertibi üzerine ittifak edip onu alınca kendileri de şahsî mushaflannı terketmİşlerdir. Ayrıca bizzat ez-Zerkeşî, sûrelerin tertibinin tevkifi olduğunu söyleyenlerle ictihâdî olduğunu söyleyenler arasındaki "İhtilâfın lâfzı olduğu" görüşünde olup İmam Mâlik'in, "Kur'ân'ı, Peygamber'den duydukları şekilde düzen­lediler." sözünü delil olarak getirir ve surele­rin tertibinin onların bîr içtihadı olduğunu söyler. Böylece İhtilaf, bunun söze mi, yoksa sırf fiile mi dayandığı meselesinde düğümlenmektedir.

Tertibin bir kısmının tevkifi ve bir kısmının da ictihâdî olduğunu ileri süren görüşe gelin­ce, içtihadı olduğunu söyleyen kısım hiçbir sahih delile dayanmamaktadır. Bununla bera­ber bu kısım önemsenecek kadar çok değildir. Şayet Kadı Ebû Muhammed b. Atıyye: "Seb-i Tıvâl Hâ Mim'Ier ve mufassal sureler gibi su­relerin bir çoğunun tertibi Rasûlullah'in hayatında biliniyordu" diyorsa da, Ebu Ca'fer b. Zübeyr tevkifi kısmın bundan daha çok ve içtihadının da daha az olması gerektiğini be­lirterek, "Haberler İbnu Atıyye'nin söyledi­ğinden daha çoğuna şehadet etmektedir. İhtilâf konusu olabilecek kısım ise pek azdır." demektedir.

İhtilâf konusu olabilecek bu az kısım da ger­çekten zayıf, hatta aslı olmayan bir hadisten kaynaklanmaktadır. Bütün rivayetler dönüp dolaşıp İbni Abbas'tan hadisi rivayet eden Yezid el-Farisî'ye dayanmaktadır. Yezid el-Farisî'yi Buharı zayıflar arasında sayıyor. Yalnız kendisinden rivayet edilen bu gibi ha­disler kabul edilemez. Ayrıca bu hadis kıraat, sema' ve yazı olarak kat'î tevatür ile sabit Mushaftaki Kur'ân sureleri hakkında ve sure­lerin başında besmelenin sabitliği hususunda şüpheler sokmaktadır.

Sanki Hz. Osman kendi reyi ile isbat yahut nefyediyordu. Onun için bu "hadisin aslı yok­tur" dememizde hiç bir sakınca görmüyoruz. Bu bâtıl hadis hakkında daha fazla sözü uzat­mak ta yersizdir. Ancak bunun delilinin, Hz. Osman'ın İbni Abbas'a cevabı olduğunu söy­lemekle yetinelim ki, o da, besmelesiz olarak Berae sûresinin Enfâl sûresine bitiştirilmesidir: Enfâl sûresi, Medine'de ilk inenler ara­sında idi. Berae sûresi ise en son nazil olan­dır. Ayrıca bu iki sûrede anlatılanlar birbirine benziyordu. Ancak Rasûlullah, Berae'nin Enfâl sûresinden olduğunu belirtmeden vefat etti. Ben de onun bu sûreden olduğunu sandı­ğım için ikisini birleştirdim..." (Müsned-i Ahmed).

O halde tercih edilen görüşe göre sûrelerin bugün Mushaflarda gördüğümüz tertibi, ayet­lerin bu şekildeki tertibi gibi, vahye dayalıdır. Onda içtihadın yeri yoktur. Ayrıca bu vahye dayaklığa rağmen Rasûlullah, ne her sûrenin âyetlerini birkaç sahifeye ve ne de Kur'ân'ın hepsini bir mushafın iki kapağı ara­sında toplama ihtiyacını duymuştur. Çünkü Kur'ân okuyan ve ezberleyenler pek çoktu ve aleyhi'ssalât'ü ve'sselâm vahyin ardarda gelisini ve bazı hükümlerinin neshini gözlüyordu. Rasülullah zamanında Kur'ân'ın tamamı bir mushafta toplanmaksızın yazılmıştı. Rasûlullah'ın ve Allah'ın tevkîfî ile âyetlerin yerlerini gösterdiği şekliyle sahabenin onu ezberlemeleri bir mushafta toplanmasına ihti­yaç bırakmamıştı. ez-Zerkeşi şöyle demekte­dir: "Rasülullah zamanında Kur'ân'ın bir mushafta toplanmaması, her an için değişme­ye tâbi tutulmaması içindi. Onun için (bir ara­ya toplanarak) yazılması Rasülullah'in ve­fatıyla, nüzulünün son bulmasına kadar erte­lenmiştir." (el-Burhari).

Alimlerin çoğu Kur'ân'ın Rasülullah za­manında tesbit ve yazılışında, indiği yedi har­fi ihtiva eder şekilde olduğu görüşündedir. Bu meseleyi "Yedi Harf başlıklı kısımda ele alacağız.

Kur'ân'dan her nazil olan yazılıp Rasülullah'in evinde muhafaza ediliyordu. Vahiy kâtipleri de kendileri için bir nüsha yazıp gö­türüyorlardı. Kur'ân'ın muhafaza edilip ko­runmasında okuma-yazma bilen ve bilmeyen sahabenin ezberleriyle birlikte kâtiplerin bu nüshalarıyla Hz. Peygamber'in evinde topla­nan sahifeler yardımcı olmuştur. Allahu Teâlâ'nın şu sözünü doğrulayıcı olarak: "O zikri (Kur'ân'ı) biz indirdik biz; ve O'nun ko­ruyucusu da elbette biziz!" (15: 9).