- "40"IN "39"U KİME KALIR?

Adsense kodları


"40"IN "39"U KİME KALIR?

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
ayten
Wed 1 July 2009, 11:38 pm GMT +0200
[/img]

Babam, “Zekât, sahip olduklarının kırkta birini yoksula vermen demektir. Diyelim ki kırkta birini yoksul birine verdin. Geriye ne kalır?” Hemen cevap verdim: “Otuz dokuz!” “Peki, şimdi düşün bakalım geri kalan otuz dokuzu sana mı kalır?” “Elbette!” dedim “Bana kalır!”

 

"Hazine sandığına benzeyen kutu var ya!” diyordu küçük kardeşim. Bakkaldan dönerken avucunun içinde sıkı sıkıya sakladığı bozukluğun nereye gideceğini anlatıyordu arkadaşına. Şamil şaşkındı. Az önce Mustafa Ahmed’in bakkaldan para üstünü alır almaz paranın bir kısmını sağ cebine koyup bir kısmını da sol elinde tutmasına anlam verememişti. Aklına masallardan çıkmış hazine sandıkları geldi. Şaşkınlığına bir de heyecan eklendi. “Nerde ki o kutu?”

Mustafa Ahmed evin dış kapısının önünde ayakkabılığın üzerinde durup bize her vakit tebessüm eden kutudan söz ediyordu. Bakmayın hazine sandığı dediğine şimdiye kadar içinden ne bir pırlanta çıktı ne bir elmas ne de para. Bize bir şey vermiyordu hazine sandığı. Aksine bizden alıyordu; harçlıklarımızı eksiltiyordu. Düşünsenize kırk tane çiklet alabilecek paramız varsa en az bir çikletlik miktarını “hazine sandığı”na koyuyorduk.

Ne zaman harçlığımız kırka bölünebilir miktara ulaşmışsa kırkta birini bazen bir tane demir yüz binliği ya da kâğıt bir milyonu usulca ve mutlu bir şekilde koyuyorduk o kutuya. Hele de bozuk paraları koyarken çıkardığı o şıkırtılı ses nedense ikimizi de mutlu ediyordu. Paramız eksiliyordu ama içimizde tarif edemediğimiz bir şeyler de artıyordu. Sanki verdikçe zenginleşiyor gibiydik. Harçlığımız eksildikçe çoğalıyor gibiydi.

Neden mi? Babam ve annem bu kutunun altında bir kapı olduğuna ve bu kapının bazı evlere açıldığına inandırmıştı bizi. Kutunun altında paraların akıp uçuştuğu yerde kitaplarını alamamış bir çocuk, elbisesi eskimiş bir adam, çikolata bekleyen bir kardeşimiz bekliyordu. Parayı oraya koyarken çocukların yüzlerindeki sevinci görüyor gibi oluyorduk, bizim yüzümüzde de onlarınki gibi gülücükler beliriyordu.

 

Sadaka kutusu

“Biz ona sadaka kutusu diyoruz” dedi Mustafa Ahmed bildik bir tavırla. Elindeki bozuk parayı daha da sıkıca sardı. Hazine sandığına benzeyen “sadaka kutusu”na koyduğumuz paraların bizden eksildiğini düşünmüyorduk. Tam tersine oraya koyduğumuz her şeyin bize katıldığını, bizi tamamladığını, mutluluğumuzu çoğalttığını hissediyorduk. “Sadaka diye verdiklerimiz bize kalır” diyordu babam.

Bir keresinde Kur’an’ın ikinci sayfasındaki “zekât ayeti”ni açıklamıştı. “Zekât Allah’ın verdiğinden vermek demektir” demişti. “İyi ama zaten her şeyi bize Allah vermiyor mu?” diye sormuştu Mustafa Ahmed safça. İyi ki de sormuştu. Babamın o gece bu soruya verdiği cevap ömür boyu kulağıma küpe oldu. Demişti ki: “Zekât elimizde olanları elimize Allah’ın verdiğini hatırlamak içindir. Dediğin gibi zaten bize her şeyi O veriyor. Ama biz çok unutkan olduğumuz için bir süre sonra elimizdekilerin verildiğini de unutuyoruz. Sanıyoruz ki onların gerçek sahibi biziz. Böylece şımarıyoruz, gururlanıyoruz. İşte tam böyle düşünmeye alışmışken Rabb’imiz bize ’Size verdiklerimden ihtiyaç sahiplerine verin!’ der. Böylece hem ihtiyaç sahiplerini hatırlamamızı ister hem elimizdekileri bize O’nun verdiğini hatırlamamızı ister. Aslında çokları sadece muhtaç olanları hatırlamakla işimizin bittiğini sanır. Oysa muhtaç olanlara Allah’ın emri üzerine verdiğimize göre en başta O’nun sahiplendiklerimiz üzerinde yetkisi olduğunu da hatırlamamız gerekir.”

Şaşkın bakışlarım yüzünden iyi anlamadığımı düşünmüş olacak ki şöyle basit bir hesap yaptı bizim için: “Zekât, sahip olduklarının kırkta birini yoksula vermen demektir. Diyelim ki kırkta birini yoksul birine verdin. Geriye ne kalır?” Hemen cevap verdim: “Otuz dokuz!” “Peki, şimdi düşün bakalım geri kalan otuz dokuzu sana mı kalır?” “Elbette!” dedim “Bana kalır!” Gözlüklerini aşağıya doğru kaydırdı. Gözlerimin içine baktı. “İşte,” dedi. ”’Bana kalır!’ demen çok önemli.” ”Kalır” sözcüğünü özellikle vurguluyordu. “Sana kalanı bilmen sana verildiğini hatırlaman demektir. Çünkü dileseydi Rabb’in malının kırkta kırkını da yoksula vermeni emredebilirdi. Ama sadece bir kısmını vermeni istedi. Böylece geri kalanı sana bıraktı. Sen de ‘Bana kalır’ diyerek geri kalan kısmının O’nun tarafından verildiğini hatırlayıp onaylarsın!”

 

Merzuk ve Rezzak

Sonra kendi yazdığı kitabın bir sayfasını açıp bana gösterdi. Zamanında arkadaşlarıyla yaptıkları bir Kur’an sohbetinden çıkarmışlar bu sonucu. Kitabın son sayfalarından birinde şöyle yazıyordu: “Zekât malın kırkta birini merzuka vermek, kırkta kırkını da Rezzak’a vermektir.” “Ha” dedi “galiba merzuk ve Rezzak sözcüklerini bilmiyorsun. Rezzak, Rabb’imizin güzel isimlerinden biridir; “rızık veren” anlamına gelir; ekmek, su, hava, güneş, ışık rızık olduğu gibi annenden gördüğün şefkat, babandan aldığın nasihat de rızıktır. Yani bizi doyuran her şey bize rızıktır. Merzuk ise bu rızıklarla doyurulan kişidir. İşte biz de Rezzak’ımızın bize rızık olarak verdiğini bir yoksula yani O’nun doyurmak dilediği bir ‘merzuk’a veririz. Aslında merzuka verişimiz her şeyi Rezzak’a verişimiz anlamına gelir. Bu yüzden zekât verirken malımızın bir kısmını eksiltmekle kalmıyoruz. Malımızın bize verildiğini hatırlayarak hepsini boş yere harcamaktan, şükürsüz biçimde tüketmekten ve kendimizi şımartmaktan korunuyoruz.”

Eve vardığımızda küçük kardeşimin gözleri “sadaka kutusu”na dikildi. Babamın anlattıklarından şimdilik habersizdi ama elindeki bozuk paranın kutuya düşme şıkırtısını duyar duymaz yüzünde tarif edilmez bir tebessüm belirdi.

“Sadaka kutusu” biraz daha “hazine sandığı”na benzedi.


Moral Dergisi