- Problemler ve Fırsatlar

Adsense kodları


Problemler ve Fırsatlar

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Fri 8 June 2012, 03:55 pm GMT +0200
Yükseköğretim Sistemi: Problemler ve Fırsatlar
Talip KÜÇÜKCAN • 53. Sayı / DOSYA YAZILARI


Küreselleşme, uluslararasılaşma, bilgi ekonomisine geçiş ve rekabet, modern üniversitelere araştırma, eğitim/öğretim ve topluma hizmetin yanında yeni bir görev daha yüklemiştir. Bilgiye dayalı ekonomik kalkınmaya katkı olarak özetlenebilecek bu yeni misyonu, çağın ve toplumun beklentilerine cevap verebilecek bir yükseköğretim sistemiyle edinmemizin zamanı gelmiştir.

Tarihsel gelişimleri itibariyle bakıldığında üniversitelerin üç temel işlevi olduğu, yani başlıca üç amaca hizmet edegeldiği görülür. Bunlar, araştırma yoluyla yeni bilgiler üretmek, eğitim/öğretim kanalıyla yeni kuşaklara bilgi aktararak donanımlı insan gücü yetiştirmek ve toplumun ihtiyaçlarına cevap verecek hizmetler sunmak biçiminde sıralanabilir. Ne var ki küreselleşme, uluslararasılaşma, bilgi ekonomisine geçiş ve rekabet, üniversitelerin bu geleneksel hizmetlerine bir yenisini daha eklemiştir. Bu da Prof. Roger L. Geiger ve Creso M. Sa’nın Harvard Üniversitesi yayınlarından yeni çıkan Tapping the Riches of Science, Universities and the Promise of Economic Growth (2009) adlı çalışmalarında belirttikler gibi, üniversitelerin ekonomik kalkınmaya katkıda bulunacak şekilde yeniliklere açık olmasıdır. Yani modern üniversiteler artık dört temel amaca hizmet etmektedir. Tekrar etmek gerekirse bunlar, araştırma, eğitim/öğretim, topluma hizmet ve bilgiye dayalı ekonomik kalkınmaya katkı.

Türk yükseköğretim sistemini değerlendirebilmek için hem yukarıda özetlenen işlevsellik boyutlarını hem de küresel gelişmeleri göz önünde bulundurmak durumundayız. Çünkü Türkiye’de yükseköğretim alanını ilgilendiren konuları dünyadan soyutlayarak ele almak mümkün değildir. Genel olarak bakıldığında dünyada yükseköğretimle ilgili bazı konuların ön plana çıktığını görmekteyiz. Yükseköğretimin gelişmesi için bir taraftan yeni imkân ve fırsatlar oluşturan, diğer yandan yeni meydan okumaları da beraberinde getiren söz konusu gelişmeler arasında şunları saymak mümkün:

Birincisi yükseköğretim görmek isteyen öğrenci sayısında sürekli bir artış gözleniyor. Sosyal mobilite ve istihdam edilebilirlik şansını artıran yükseköğretim, dünyanın pek çok yerinde talebi karşılamakta zorlanıyor. Bir ülkenin gelişmişliği ile o ülkedeki yükseköğretimli insan sermayesi arasında pozitif bir ilişki var. Bu nedenle pek çok ülke üniversitede okumak isteyeni geri çevirmiyor veya kapıda bekletmiyor. Ne yazık ki, OECD ülkeleri arasında yükseköğretim mezunu insan gücü oranı bakımından Türkiye en gerilerde yer alıyor. Genel nüfus içinde 25-34 yaş arası yükseköğretim mezunu, OECD ülkeleri ortalaması yüzde 32 olmasına karşın, Türkiye’de bu oran yüzde 12’de kalıyor. Bu oran Belçika’da yüzde 41’e, Kore’de yüzde 51, Japonya’da yüzde 53 ve Kanada’da ise yüzde 54’e çıkıyor.

Yukarıda zikredilen ülkelerin gelişmişlik düzeylerine bakıldığında, yükseköğretimin bir ülke için stratejik açıdan ne kadar önemli olduğu anlaşılacaktır. Türkiye bunu ne yazık ki diğer ülkelere oranla geç keşfetmiştir. Uzun vadeli planlar yapmak yerine, geçmişte günübirlik siyasi tartışmalara daha çok mesai harcayan yükseköğretim yetkilileri, maliyeti yüksek olan bir miras bırakmıştır bugüne. Gelişmişlik ve rekabet edebilirlik açığını kapatmak amacıyla, geç de olsa, yükseköğretime erişimi artırmak için yeni devlet üniversitelerinin kurulması, vakıf üniversitelerinin teşvik edilmesi ve öğrenci kontenjanının artırılması gibi, ürünleri ancak uzun vadede görülebilecek bazı kararlar alınarak uygulamaya konulması ise olumlu beklentiler doğurmuştur. Her ne kadar yeni üniversitelerin kuruluşu ve kontenjan artırması, yeterli önlemlerin alınmaması halinde, kalite açısından sorun çıkarma potansiyeli taşısa da, bu geçiş döneminin iyi yönetilmesi durumunda, yükseköğretim mezunu kaliteli insan gücü ile Türkiye’nin önümüzdeki yıllarda gelişmişlik düzeyi ve rekabet edebilirlik gücünü artıracağını söylemek bir kehanet değil.

Yükseköğretim alanında Türkiye’nin kayıtsız kalamayacağı ikinci gelişme, rektörlük seçimi, liderlik, saydamlık, hesap verebilirlik, karar alma mekanizmalarında kurumsal özerklik ve paydaş katılımı gibi unsurları içeren yönetişim alanında karşımıza çıkıyor. Türkiye’de, yükseköğretimin yönetimi genelde merkezî olmuş, katılımcı bir kültür ve gelenek oluşturamayan üniversitelerde, rektörlerin, yetkilerini savurgan biçimde kullanması birçok sorunu beraberinde getirmişti. Bugün gelinen noktada, üniversite rektörlerinin belirlenmesi ve yetkilerinin kurullara devredilmesi konularında, mevcut yapının değiştirilmesi gerektiği açıklamaları ve temennilerinin ötesinde henüz bir gelişme olmadı.

Türk yükseköğretiminin üzerinde önemle durması gereken üçüncü gelişme ise eğitimde niteliğin artırılması, bu bağlamda müfredat programlarının toplumsal ve sektörel ihtiyaçlara göre güncellenmesi, artan öğretim üyesi ihtiyacını karşılamak üzere nitelikli öğretim üyesi yetiştirilmesidir. Yeni açılan üniversiteler ve artırılan kontenjanlar da kalite konusuna öncelik verilmesini gerektiriyor, ayrıca yükseköğretimin uluslararasılaşması, iç ve dış denetime dayalı kalite arayışı, akreditasyon süreçlerinin kurumsallaşmasını gündeme taşıyor. Her ne kadar sayıları istenilen düzeyde olmasa da, Milli Eğitim Bakanlığı, YÖK ve TÜBİTAK bursları ile yurt dışında lisansüstü öğrenim imkânlarının sağlanması, nitelikli öğretim üyesi yetiştirilmesi açısından başarıyla sürdürülen projeler arasında sayılabilir.

Hem dünyada hem de Türkiye’de, yükseköğretimde karar vericileri yenilikçi arayışlara sevk eden dördüncü önemli gelişme ise sanayi sonrası bilgi toplumuna geçişin doğurduğu ihtiyaçların daha derinden hissedilmesidir. Artık dünya ekonomisi hammadde ve fiziksel iş gücü yoğunluklu üretimden, süreç ve bilgi yoğunluklu bir üretime doğru geçiyor. Bu yeni sistemde, refah ve gelişmişliğin en önemli stratejik anahtarlarını bilgi ve bilgiyi üreten eğitimli bireyler oluşturuyor.

Bilgiye dayalı ekonominin gün geçtikçe büyüdüğü günümüzde, stratejik anlamda bilgi üreten üniversitelere, ülkelerinin kalkınmasında önemli sorumluluklar yükleniyor. Bu noktada kaçınılmaz olarak üniversite-sektör ilişkilerinin, verimli ve sürdürülebilir dayanaklar üzerinde yükselmesi konusu gündeme geliyor. Türkiye’de üniversite-sektör ilişkilerinde son yıllarda olumlu gelişmeler kaydedilmesine karşın, bu alanda hâlâ geniş bir potansiyelin kullanılmadığını söylemek mümkün. Üniversite-sektör arasında iyi ilişkiler kurulmakla beraber, genel olarak bakıldığında, üniversitelerdeki programların, iş dünyasının ihtiyaçlarına cevap verebilecek şekilde tasarlandığını söylemek zor. Sektörün gereksinimi ile müfredat programları arasındaki uyumsuzluk en çok, ekonomik kalkınmada katalizör rolü üstlenmesi beklenen meslekî ve teknik eleman ihtiyacını karşılamak amacıyla kurulan okulların cazibesini yitirmesine neden oluyor. Bu bakımdan iş dünyasının aradığı beceriler ile yükseköğretimde kazandırılan beceriler arasındaki uyumsuzluğun giderilmesi Türkiye ekonomisi için aciliyetini koruyor.

Küresel rekabetin hızlandığı ve bilgiye dayalı ekonominin büyüdüğü günümüzde, yükseköğretimin, ortaya çıkan yeni ihtiyaç ve taleplere cevap verebilecek şekilde saydam, katılımcı, özgürlükçü temelde yeniden düzenlenmesi ve yapılandırılması gerektiğini neredeyse bütün toplumsal kesimler söylüyor. YÖK, yukarıda işaret edilen konularda olumlu adımlar atmaya başlamış görünüyor. Ancak, çağdaş ve modern yönetime dayalı, toplumun beklenti ve değerleriyle barışık bir çizgide her türlü yeniliğe açık olarak, değişimin öncüleri olması gereken üniversiteler, her ne hikmetse sürece dâhil olmaktan kaçınıyor. Türkiye’de, yükseköğretim sistemi, üniversite yönetimi, finansmanı ve denetimi gibi alanlarda ne lisans ne de lisansüstü programların olmayışı, yükseköğretim kurumlarımızın değişime kapalı muhafazakâr kurumlar olduğu izlenimini veriyor. Yükseköğretim sistemimizin, çağın ve toplumun beklentilerine cevap verebilecek şekilde değişmesini ve gelişmesini istiyorsak, üniversitelerin sürece dâhil olmak için imal-i fikir etme zamanı gelmiştir.