- Peygamberlerin sözleri ve sevgililerimizin gözleri

Adsense kodları


Peygamberlerin sözleri ve sevgililerimizin gözleri

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
ezelinur
Sat 9 October 2010, 09:44 am GMT +0200
Peygamberlerin sözleri ve sevgililerimizin gözleri

İslâmcılık üzerine yazılar yazmak, doktorculuk oynamaya benzer. Doktor olur, istediklerinizi hasta, gözünüze kestirdiklerinizi hemşire yapar, bol bol reçete yazabilirsiniz. Bunun içindir ki, bu yazılar, bazen azalsa da, çocukluğunu özleyenlerin çok olması yüzünden hiç eksik olmaz basınımızdan. Bu yazılarda başörtülü babaannelerinden, müftü olan dedelerinden, çocukluk hatıralarından bahsedenler çoktur. Ve denilebilir ki Türk aydınının en çocuksu yazıları, İslâm ile ilgili olanlarıdır. Ancak bir çocuğun yapabileceği izahlar ve yanlışlar sıklıkla kendini gösterir bu yazılarda.

Çocuksu yazılardır bunlar, ama yazılanlar masum şeyler değildir. Çocukluğun saflığına geri dönmeyi engelleyen nedir? Bunun ipuçlarını bulabileceğim umuduyla ben de İslâm hakkında değil, bu yazılar hakkında yazmak istedim. Bu insanlar ne yer ne içerler, ortalama ömürleri ne kadardır, hangi iklimlerde yetişirler, nasıl ürerler vs. Bu sıralar bunu araştırmakla meşgulüm. İnsan yaşıyorsa, görevi bitmemiş demektir. Burada yaşıyorsam, burada görevim bitmemiş demektir. Bana kalsaydı şu anda Kudüs-Beyrut hattında bir taksi dolmuşta, her an bir bombayla ölebileceğim ihtimalinin verdiği dikkatle ve yoğun duygularla Feyruz dinlemeyi, sevgilimin/helalimin ellerini bir kutsal kitap gibi tutmayı tercih ederdim. Ama buradayım ne yazık ki. Öyleyse yazıyı dağıtmadan görevimize dönelim. Belki bu yazının mükafatı olarak yaşarım bunları.

Önce bir itiraf! İslâmcılık ve İslâmcılar üstüne yazı yazan insanlara hayranım. Türkiye’de insanlar İslâm ve Batılı bir hayat arasında bocalarken, tereddütler yaşarken, genellikle de tutarsız sentezler yapıp canları yanarken, saçmalarlarken bu adamların rahatlığı beni çok etkiliyor. İmreniyorum onlara, onların o kendinden emin cümlelerine, pozlarına. Nasıl başarıyorlar bunu? Bu insanların yazılarının berraklığını görünce, “Niçin ben bunlar gibi berrak değilim?” demeden duramıyorum. Bazen aklıma kötü şeyler de gelmiyor değil: Sığ olduğu için berrak!

Böyle düşünmekte kendimce haklı nedenlerim var aslında. Türk aydınlarının İslâm bilgisi orijinallik içermiyor. Çoğunun seviyesi feci durumda zaten; ayet ile hadisin ne demek olduğunu bile bilmeden bu konuda yazı yazan o kadar çok kişi var ki. Vitrindekilerden birkaç istisna hariç, İslâm’ın kaynak eserlerini orijinalinden okuyabilen kimse yok neredeyse. Bütün bildikleri, ’79 devriminden sonra Batı’da üretilen İslâmcılık eleştirilerinden ve medyaya yansıyan fakir ve çirkin Müslümanların görüntülerinden ibaret. İbni Sina’yı önemseyen, İmam Gazali’yi geri kalmamızın en önemli nedeni olarak görenlerin kaçı, bu insanların kitaplarını orijinalinden okuyabiliyor, ne dediklerini biliyor? Bu oran çok düşük. İslâmcı olarak adlandırılan insanlar bile kendi literatürlerini okuyamıyor. Bunun yerine tercüme yargılarla cümleler kuruyor.

İslâm’ın kaynaklarına, kavramlarına, hedeflerine sahip olunamayınca; İslâm’ın “muhkemat” olarak adlandırılan temelleri kavranılamayınca, ortaya çok garip manzaralar çıkabiliyor. Modernizmin kavramlarını ve hedeflerini evrensel değerler zanneden insanlar, bu hedeflerin İslâm’ın da hedefleri olduğunu, olması gerektiğini zannediyorlar. Batılıların bilimsel kavramlarıyla İslâm’ın güzel olduğunu ispat etmeye çalışıyor kimileri. Kimileri de İslâm’ı modernleştirmeye çalışıyor. İşte burada başlıyor düğün ve cenaze: Kul kavramını bireyle, adaleti eşitlikle, tebliği propagandayla, imanı stratejiyle, şura’yı demokrasiyle aynı şey zannediyorlar. Bunları aynı şey yapmaya çalışıyorlar. İnsanın zaaflarını iyi bilen ve bunları sonuna kadar da iyi kullanan Batı Reklam Medeniyeti, kendi kavramlarının ve hedeflerinin biricik evrensel değerler olduğuna herkesi şartlandırdığı içindir ki, bu evrensel (!) kavramları reddederek konuşmamız mümkün olamıyor. Eşitliğin çok önemli olduğuna şartlandırılmış insanlara, siz bunun önemli olmadığını anlatmaya çalıştığınızda, hemen ilkel görülüyorsunuz. İnsanlar sizi karısını köle olarak gören ve döven, asık suratlı, gaddar biri olarak görmeye başlıyorlar, ister istemez. Bu şartlandırılma özellikle okumuşlarda daha fazla kendisini gösteriyor. Çünkü bu beyefendilerin ve hanımefendilerin var oluş dayanaklarına önemsiz demiş oluyorsunuz. Oysa biz, onların gururlarına değil, vicdanlarına dokunmak isterdik!