- Peygamberimizin Sıfatlarının Anlatımı

Adsense kodları


Peygamberimizin Sıfatlarının Anlatımı

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
cennetgulu
Mon 14 December 2009, 02:42 pm GMT +0200
Peygamberimizin Sıfatlarının Anlatımı


Peygamber efendimizin ıtır saçan hayat hikayesini ve siretini yazan yazarlar, onun evsafını, metod olarak, hayatının son dö nemlerini anlatırken yazmayı seçmişlerdir. Evsafını, bi´setinden önce değil, risaleti tebliğ görevini eda etmesinden sonra ve ahirete irtihalini anlatan bölümün ardısıra yazarlar. Biz ise onun evsafı nı, risalet görevini eda edişini anlatmadan Önce yazmayı uygun bulduk. Cenab-ı Allah´ın risalet görevini eda etmekle yükümlü kıldığı ve Arab´ıyla Acem´iyle bütün insanlık için uyarıcı ve müj-deleyici olarak kimi seçtiğini, okuyucunun bilmesi için Peygam ber efendimizin evsafını, bi´setten önce yazmayı uygun gördük. Bu, Peygamberimizin de insanlardan biri olması yanında evsaf ve olgunluklarının diğer insanlar gibi olmadığı okuyucunun anla ması için gereklidir. O da herkes gibi bir insandı. Ancak ahlak ve bedeni yapısı bakımından diğer insanlardan ayrılır. O, insanlığın kemal noktasındadır. Meleklerden biri olmadığı halde, onlardan daha üstün bir makamdadır. Risalete en layık olan odur. Bu göre ve, bütün yaratıklardan daha uygun olan kimsedir.

Peygamber efendimizin bu sıfatlarını bilip öğrendikten, onun bütün kuşaklar arasında sadece kendisinin bu sıfatlara sahip kı lındığını anladıktan sonra, hiç kimse artık şöyle bir soruyu ileriye süre*mez: "Cenab-ı Allah niçin Ebu Cehil´i seçmedi de, Muham-med´i peygamber olarak seçti? Niçin temiz kimselerden biri olan Ebu Bekir´i seçmedi de Muhammed´i seçti? Niçin bahadır bir kim se olan Ali´yi seçmedi de, Muhammed´i seçti?"

Hiç kimse böyle bir soruyu ileri süremez ve Cenab-ı Allah´ın, ni çin bunları değil de, sadece Muhammed´i peygamber olarak seçti ğini soramaz. Çünkü ondaki bu ahlaki ve bedeni niteliklerden hiç biri yukarıda sözü edilen kimselerde yoktu. Bu sıfatlar onlardan başkalarında da mevcut değildi. Onun alnında parlayan ve etrafa ışık saçan nur; ne Ebu Bekir´de, ne Ömer´de, ne Ali´de, ve ne de di ğer kimselerde bulunuyordu. Bu vasıf, sadece ahlaki mükemmel liğe sahip olan Abdullah oğlu Muhammed´de mevcuttu. Cenab-ı Allah´ın kendisine yaptığı bu lütuf, özel olarak kendisine yağdır dığı rahmeti, onu, risalet emanetini yüklenmeye ehil kılmıştı. Bu emaneti başkaları omuzlayamazdı. Bu güzel vasıflar ve olgun ni telikler, Peygamber efendimizi risalete hazırlıyordu. Yoksa bu mükemmel vasıflar kendisine, risalet görevinin bir sonucu olarak bahsedilmemişti. Bu vasıflar kendisinde risaletten Önce de mev cuttu. Yani bu nitelikler, risalet görevinin bir tür mukaddimesiy-di. Akıl ve mantık gereğince mukaddime, sonuçtan önce gelir ve sonuç için zemin hazırlar. Zemin hazırlama ise, maksattan sonra olmaz. Maksada yol hazırlar. Birisi çıkıp şöyle diyebilir: Sen Pey gamber efendimizin yüce sıfatlarını açıklarken, bize bi´setinden sonraki haberleri naklettin. Onun alemlere rahmet olarak gönde-rilmesindeki durumlarını bize delil olarak gösterdin. Böyle yap makla da kendi görüşüne muhalif hareket ettin. Bize bi´setinden sonraki sıfatlarını anlattın. Halbuki senin ileri sürdüğün mantı ğa göre, bu sıfatlar onun bi´setinden önce kendisinde mevcut olan sıfatlardı.

Buna cevaben deriz ki:

"Peygamber efendimizin risaletten sonraki haberlerini naklet me mecburiyetinde kaldık. Çünkü risaletinden sonraki bu haber ler, onun risaletinden önceki sıfatlarını açıklamaktadır. Bu sıfat lar, risaletinden sonra kendisinde müşahede edilen ve görülen sı fatlardır. Ona iman eden kimseler^ bunları ayan beyan görmüşlerdir. Bunlar onun risalede elde etmiş olduğu sıfatlar değil, şah sını ilgilendiren statlardır. Daha önceleri de onun temiz kişiliğin de bu sıfatlar bulunmaktaydı. Onun bedeni vasıfları, risaletten sonra değil, aksine risaletten önce kendisine verilmiş, ama risalet ten sonra da varlıklarını devam ettirmişlerdi. Sahip olduğu güve nirlik, doğruluk, iffetlilik, yumuşak huyluluk, affedicilik, risalet ten sonra elde etmiş olduğu sıfatlar değildi. Bunlar, diğer meleke ler gibi, kendisinde daha önceleri de mevcut idi. Peygamber efen dimizin şahsıyla ilgili bu üstün nitelikleri ve aydınlık saçıcı vasıf ları risaletten önce mevcuttu, ama bunu belgelendirmek ve delile dayandırmak mümkün değildir. Çünkü risaletten önce kendi sinin yaşantısını takip eden ve ahlakını kaleme alan, yaşantısını titizce izleyen arkadaşları yoktu. Ancak bu özellikler insanlar arasına karıştıktan ve Rabbinin davetini insanlığa tebliğe başla dıktan, bu nedenle insanlar arasına karıştıktan, dostlarına yak laşıp; düşmanlarını ve muhaliflerini doğru yola ilettikten, onlara karşı sabırla direndikten, en güzel yöntemle onlarla mücadele et tikten sonra insanlar tarafından açıkça görülüp müşahede edildi. Onun sıfatlarını ve kişisel ahlakını ispatlamak için delil olarak ileri sürdüğümüz haberlere gelince, bunu meydana getiren şey ri-salet değildir. Ancak bunun üzerindeki Örtüyü kaldıran ve insan lar tarafından bilinmesine vesile olan şey, risalettir. Bu vasıflar onun şahsi vasıfları olup kendisini alemlere rahmet bir elçi olma ya hazırlamışlardı.

"Allah, rahmetini dilediğine tahsis eder. Allah büyük lütuf sa hibidir." (Bakara: 105)

Beklenen Peygambere İlişkin Müjdeler

Bütün dünya maddi fitnelerle boğuşmakta ve ötedenberi sa vaşlar cereyan etmekteydi. İranlılarla Bizanslılar hep savaşır lardı. İsa peygamberin zamanından önceleri Yunan orduları Ma kedonyalı İskender komutasında İran´a saldırmışlar, nihayet Çin´e ulaşmışlardı. İsa peygamberden sonra dindarlara şulüra ve baskılar yapılmaya, hıristiyanlar ezilmeye başlamıştı. Üç yüzyıl boyunca Hıristiyanlar baskı altında tutulmuşlar, Romalılar´dan ve Yahudiler´den şiddetli eziyetler görmüşlerdi. Öyle ki, Bizans imparatorlarından Neron, Hıristiyanlar üzerine zift döküyor, sonra da onları ateşle tutuşturup yakıyordu. Kendisi taht-ı re vanı içinde gezip dolaşarak inançlı ve dürüst Hıristiyanlar´a ya pılan eziyetleri ve onları yakan alevleri keyifle seyrediyordu. Bu na rağmen o sağlam inanç sahibi hıristiyanlar, imanlarını terket-meye yanaşmamışlardı.

İlk Hıristiyanlığa giren ülkelerden biri Mısır´dır. Mısırlılar, inançlarını ve itikadlarını değiştirmemişlerdi. Bu nedenle Roma lıların en şiddetli saldırısına uğrayanlar, Mısırlılar olmuşlardı. O zamanlar Mısır ile Şam, Romahlar´ın hakimiyeti altındaydı. İm parator Dakaldiyatos´un zamanında şiddetli azaplara çarptırıl mışlardı. Mezbahalar inançlı kimseler için harıl harıl çalıştırıl mıştı. Tarih bunu utançla kaydetmekte, eski Mısırlılar bunu ifti harla anlatmakta ve sonraki Mısırlılar (Kiptiler) ise, bunu ibretle nakletmektedirler.

Roma imparatoru Konstantin, Miladi dördüncü yüzyılın ilk çeyreğinde hıristiyanlığa girince, artık hıristiyanlık tahrif edil meye başlandı. Zulüm, hıristiyanlardan kalkıp yahudilere geçti. Artık işkence görme sırası yahudilere gelmişti. Bundan sonra yepyeni bir işkence ve zulüm türü ortaya çıktı. Şöyle ki: Vahdani yeti bırakarak teslis inancına geçen ve tahrife uğrayan hıristiyan-lığın akidelerinin bazı bölümlerinde, Roma kilisesi Mısır kilisesine muhalefet etti. Böylece zulüm ve baskılar, hıristiyanların içle rine girdi. Bir kısım hıristiyanlar Meliki mezhebine mensup olup Roma akidesini temsil ettiler. Bir kısmı da Mısır akidesini temsil eden Yakubi mezhebine girdiler.

Tahrife uğrayan hıristiyanlık akidesindeki b.u sarsıntı, aslında makul olmayan bir sonuca vardı. Bazıları İsa´nın Allah´ın oğlu ol duğunu söylediler. Bunlara göre o, babası Allah´ın bulunduğu yüksek gök tabakasına yerleşti. Daha sonra Rabbine isyan edip buğday ağacından yiyen Adem´in günahının bağışlanması için, insan suretine bürünerek yeryüzüne indi. İlk günaha (Adem´in günahına) keffaret olsun diye ondan daha büyük bir günahı ve masiyeti işlemiş olmaları, gerçekten tuhaftı. Adem´in günahını affettirmek için hıristiyanlar, Allah´ın oğlu (!) İsa´yı Öldürmüşler di (!). Halbuki hiçbir akıl ve idrak, küçük bir günahı affettirmek için büyük bir günah işlemeyi kabul etmez. Adem´in işlediği kü çük bir hataydı ve azılı bir düşmanı olan şeytanın teşviki sonu cunda işlenmişti. Onlarsa bu günahı affettirmek için Allah´ın oğlu olduğunu iddia ettikleri İsa´yı öldürmüşlerdi. Bu ne garip bir dav ranıştır! Bu teslis akidesinin garipliklerinden biri de şudur: Hıris tiyanlar, vahdaniyet ile teslis inancını bir arada bulunduruyorlar. Bu akidenin tasvirini yapmak gerçekten zordur. Ama bununla be raber onlar düşünürlerinin şüphesine ve avam tabakasının tesli miyetine rağmen bu inancın doğruluğunu tasdik etmektedirler.

Araplar daha şiddetli bir şaşkınlık ve hayret içindeydiler. On ların yaşantıları, kendilerini akideler üzerinde düşünme imkanı na sahip kılmıyordu. Eğer onlar düşünselerdi ve başkalarına körü körüne tabi olmasalardı, mutlaka doğruya ulaşma gücünü bula caklardı. Eğer; "Biz babalarımızı bir yol üzerinde bulduk, onlara uyarız" demeselerdi, gerçekten de doğru yola ulaşırlardı. En azın dan onların bir kısmı gerçeği bulabilirlerdi. Nitekim İbrahim pey gamberin Hanif dinine bağlı olanlar böyle yaptılar ve doğruya ulaştılar. Hanif dinine mensup olanlar, Peygamber efendimizin bi´setinden önce az sayıda idiler. Onların yaşantıları cüz´i bir tev-hid inancıyla, kısmi bir putperestlik arasında gidip gelmekteydi. Bazan tevhide, bazan putperstliğe geçiyorlardı. İbrahim peygam bere tabi olup sadece bir ve tek Allah´ın bu kainatı yoktan yarattı ğına, bu dünyaya düzen verdiğine inanırlardı. Yaratma ve meyda na getirmenin birliğim itiraf etmiş, ama bununla birlikte, fayda ve zarar veremeyen taşlara ibadet hususunda Allah´a ortak koşmuş lardı. Tapmakta oldukları taşların, Allah katında kendilerine şe faatçi olacaklarına inanmışlardı.

Nihayet son peygamberin geleceğine ilişkin müjdeler Arap bel delerinde dilden dile dolaşmaya başladı. Bazı Araplar bu müjdele ri birbirlerine naklediyorlardı. Nitekim Kuss bin Saide el-îyadi, hutbelerinden birinde zamanı yaklaşmış bir peygamberden bah­setmişti.

Arap beldelerinde, özellikle Hicaz´da bir peygamberin gelece ğinden bahsedilmekteydi. Her tarafta bu konu konuşuluyordu. Dinler üzerinde araştırmaları olan birçok kimseler bu olayı anla tıyordu. Örneğin az önce adı geçen Kuss bin Saide de bu konuyu anlatanlardandı. Öyle anlaşılıyor ki, Kuss bin Saide´nin hıristi-yanlıkla bağlantısı vardı. Peygamber efendimizin ümmi bir peygamber olarak gönderileceği konusundaki müjdelerin Tevrat ve İncil´de de bulunduğu, Kur´an-ı Kerim´de anlatılmaktadır. Ni­tekim Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur:

"Onlar ki yanlarındaki Tevrat ve incil ´de yazılı buldukları o el çiye, o ümmipeygambere uyarlar ." (Araf: 157)

"Muhammed Allah´ın elçisidir. Onun beraberinde bulunan lar, kafirlere karşı şiddetli, kendi aralarında merhametlidirler. Onların, rüku ve secde ederek Allah´ın lütuf ve rızasını aradıkla rını görürsün. Onlar yüzlerindeki secde izi ile tanınırlar. İşte bu onların Tevrat´ta anlatılan vasıflarıdır, incil´de de şöyle vasıflan dırılmışlardı: Filizini çıkarmış, onu güçlendirmiş, kalınlaşmış. gövdesi üzerine dikilmiş, ekincilerin hoşuna giden ekin gibidirler. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle inkarcıları öfke lendirir." (Fetih: 29)

"Allah, peygamberlerden şöyle söz almıştı: ´Bakın, size kitap ve hikmet verdim. Sonra yanınızda bulunan (kitaplar)ı doğrulayıcı bir peygamber geldiğinde, ona mutlaka inanacak ve ona mutlaka yardım edeceksiniz! Bunu kabul ettiniz mi? İşte bu hususta ağır ahdimi üzerinize aldınız mı?´ demişti. ´Kabul ettik!´ dediler. ´C halde şahit olun; ben de sizinle beraber şahit olanlardanım´ dedi." (Al-i İmran: 81)

Cenab-ı Allah, Isa peygamberin emin ve güvenilir Peygamber Muhammed hakkında şöyle müjde verdiğini naklediyor:

"Meryem oğlu Isa da: ´Ey Israiloğulları, ben size Allah´ın elçisi yim, benden önce gelen Tevrat´ı doğrulayıcı ve benden sonra gele cek, Ahmed adında bir peygamberi müjdeleyici olarak (geldim)´ demişti" (Saf:6)

Kur´an´m birçok naslarının, Muhammed aîeyhisselam hakkın da Tevrat ve İncil´de müjde verildiğini te´yid ettiğini görmekteyiz. Tahrif edilmeden önce eski dinlerde, hatta Brahmanizm ve Zer-düştlük´te de Muhammed aleyhisselamdan bahsedildiğini bil mekteyiz. Bizim için önemli olan husus, Muhammed (sav)´in gele ceğinin Tevrat´ta müjdelenmiş olmasıdır.

Hem tahrif edildikten sonra ve hem de hıristiyanlann kendile rine telkin edilen ilahi buyrukları unutmalarından sonra, Tev rat´ta Muhammed (sav)´in geleceğine dair müjdeler tespit edil miştir. Hatta bazan işaret yoluyla değil de, açık ifadelerle Mu­hammed (eav)´in bir peygamber olarak geleceği, Tevrat´la belirtil miştir, işaret yoluyla da olsa, açık ifadelerle de olsa, Tevrat´ta Mu hammed (sav)´in geleceği müjdelenmiştir;

"Allah Sina´dan geldi. Sair denen yerde aydınlık saçtı. Fa-randan (Mekke-i Mükerreme´deki dağlardan) ilan etti."

İbn Zafer, bu ifadeleri şöyle tespit etmiştir: Cenab-ı Allah´ın Si na´dan gelmesi, Musa ile konuşması demektir. Sair denen yerde aydınlık saçması ise, İsa´ya İncil´i indirmesi anlamına gelir. Sair, Filistin dağlarının adıdır. Bu dağlar, Nasira kasabasının yakının­dadır. İsa peygamber, Nasıra´da doğmuştur. Mekke-i Mükerre-me´deki dağların adı olan Faran´da ilan etmesi ise, Kur´an-ı Ke-rim´i orada indirmesidir." [1]

Yukarıdaki rumuzlar, bazı mekanlara aittir. Öyle anlaşılıyor ki, Peygamberler risalet görevlerini oralarda almışlardır. Rabbın gelmesi, risaletinin gelmesi demektir. Çünkü yüce Allah kendi za tı ile hiçbir yere inmez. İnen, O´nun hidayeti ve emridir. Yasakları da resullerinin ağzıyla insanlara ulaştırılır. Yukarıdaki paragraf ta üç yerden bahsedilmiştir. Biri Sina´dır. Sina vasıtasıyla Cenab-ı Allah´ın risalet nuru Filistin´de etrafa yayılmıştır. Faran ise, Mekke-i Mükerreme´deki dağların adıdır. Peygamber efendimize gönderilen risalet, Faran´da kendisine ulaşmıştır. Risalet görevi, Faran´da yani Mekke-i Mükerreme dağlarında Abdullah oğlu Muhammed (sav)´e verilmiştir.

"Hayrü´l-Beşer" adlı kitabın sahibi İbn Zafer, Tevrat´ın Hz. Mu hammed (sav)´i müjdeîeyişini açıklarken şöyle demektedir:

"Musa peygambere gönderilen Tevrat tercümesini okudum. Orada şöyle bir ifadeye rastladım: Rabbin olan Allah, kardeşle rinden birini peygamber yapacaktır. Rabbini dinlediğin gibi, onu da dinle. Hani bir zamanlar şöyle demiştin: "Ölmemek için Rabbi-min sesini tekrar dinlemeyeceğim." Rabbim bana şöyle demişti: "Kardeşlerinden birinin peygamber olması için dilekte bulun muştun, işte ben kelamımı onun ağzına koydum. O size her şeyi söyleyecektir. Onun vasıtasıyla size emirler vereceğim. Benim adımla konuşan bir peygambere itaat etmeyen bir kimseden mut laka intikam alırımf

Burada şu hususa dikkat etmeliyiz: Peygamber efendimizin, İsrailoğullarınm kendilerinden değil de, kardeşlerinden olacağı söylenmektedir. Bu kardeş de ancak İsmailoğulları´ndan olacak tır. Yani İshak´m büyük kardeşi İsmail´in zürriyetinden gelecek tir. İsa, Davud, Süleyman ye diğerlerine îsrailoğulları´nın kardeş leri değil, fakat doğrudan İsrailoğulları denmektedir. Çünkü bunlar İshak oğlu Yakub´un neslindendirler. "Kelamımı onun ağzına koyacağım" sözünün anlamı da, Muhammed (sav)´dir. Çünkü Ce-nab-ı Allah kendi kelamını vahiy yoluyla Muhammed (sav)´e ulaş tırmış, o da bu kelamı insanlara nakletmiştir. Yani o Kur´an´a gö re konuşurdu. Konuştukları da vahiyden başka bir şey değildi. [2]

Tevrat´ta Peygamber efendimiz hakkında bu açık işaretler mevcut olduğu gibi, İncil´de de bunların benzeri işaretler mevcut tur. Hatta İncil´dekiler daha da açık ve nettir. İncil´de Peygamber efendimizin geleceğinden bahsedilirken, ondan Faraklit adıyla söz edilmektedir. Faraklit kelimesi İbranice olup Arapça karşılığı Ahmed´tir. Kur´an-ı Kerîm´de de İsa peygamberin, Peygamber efendimizin geleceğini müjdelerken ondan Ahmed diye söz ettiği bildirilmektedir:

"Benden sonra gelecek, Ahmed adında bir peygamberi müjde-leyici olarak (geldim)." (Saf: 6)

İncilîer´de İsa peygamberin şöyle dediği kaydedilmektedir:

"Eğer bana icabet ederseniz, vasiyyetimi muhafaza edin. Ba bamdan sizin için talepte bulunacağım. O da size, ahir zamanda Faraklit´i gönderecektir. Faraklit, dünyanın sonuna kadar sizin le beraber olacaktır."

İncil´deki bu ifadeler, Cenab-ı Allah´ın Ahmed adında bir pey gamber göndereceğini, o peygamberin de tıpkı İsa gibi Rabbinin risaletini tebliğ edeceğini açıklamaktadır. O peygamberin şeriati kıyamete kadar devam edecek ve bu şeriatin sahibi de, peygam­berlerin sonuncusu olacaktır.

Hıristiyanların tahrif ederek kullandıkları "baba" kelimesi, Allah anlamına gelmektedir. Bu kelime hıristiyanlık akidesinin tahrife uğramasından sonra İncil´den alınmıştır. Bununla bera ber çokları oğul kelimesini, nimet ve sevgi oğulluğu anlamında tefsir etmişlerdir. Nitekim yahudiler şöyle derler: "Biz Allah´ın oğulları ve sevgilileriyiz."(Maide: 18)

Hıristiyanlık dininin tahrife uğramasından sonra bazı încil-ler´de şu ifadeye rastlanmıştır: "Size söylediğim bu sözler bana ait değildir. Onlar, beni size peygamber olarak gönderen babaya ait tir. Ben sizinle beraberim. Ama Faraklit kutsal ruh olup babam onu adımla size gönderecektir. O size her şeyi öğretecek ve söyle diklerimi size hatırlatacaktır."

Gariptir ki, Peygamber efendimizin risaleti İsa´nın adıyla gön derilir, denmektedir. Şüphesiz bu, tahriften başka bir şey değil dir. Her ne olursa olsun, Muhammed (sav)´in daveti, İsa´nın dave tini tamamlayıcı niteliktedir. Peygamber efendimizin daveti, tev-hid hususunda İsa´nmkine uymaktadır. Bu husus, şu ayetle uyuş maktadır:

"Allah, Nuh´a buyurduğu şeyleri, size de din olarak buyurmuş tur. Ey Muhammed! Sana vahyettik, ibrahim´e, Musa´ya ve isa´ya da buyurduk ki: ´Dine bağlı kalın, onda ayrılığa düşmeyin´ Putperestleri çağırdığın (bu) şey, onların gözünde büyümektedir ." (Şura: 13)

Rivayete göre, İsa peygamber, Hz. Muhammed hakkında şöyle demiştir: "Babamın katından size gönderilecek olan Faraklit, gerçek hakkın ruhudur. O babadan çıkacak ve benim lehimde ta nıklıkta bulunacaktır. Baştan itibaren benimle beraber olduğu nuz için, siz de benim lehimde tanıklıkta bulunacaksınız." Açıkça görülüyor ki, Hz. Muhammed (sav), kendisine indirilen bir kitap olan Kur´an ile tanıklık edecektir. Kur´an, kendisinden önceki Tevrat ve incil´i hak kitap olarak doğrulaycaktır. Şu ifadeler de, Kur´an´da, hakkın ruhu olarak adlandırılmıştır. Nitekim Cenah-ı Allah da şöyle buyurmuştur:

"işte sana da böyle emrimizden bir ruh vahyettik ." (Şura: 52)[3]

İnciller´de Peygamber efendimizden bahsedilirken şöyle den mektedir: "Ben gitmeden Faraklit size gelmeyecektir. Eğer size ge lirse, günahlarından ötürü alemi kınayacaktır. O kendiliğinden bir şey söylemeyecektir. Ancak o, Rabbinden dinlediklerini insan lara aktaracaktır. Onları hak ile yönetecek ve hadiselerle gayıpla-rı onlara haber verecektir ." [4]

Bu ifadelerle Peygamberimiz, diğer peygamberler arasında özel olarak tavsif edilmiştir. Şöyle ki: "İnsanları hak ile yönetecek tir." Şüphesiz Peygamber efendimizin risaleti, sadece ilahi haki katleri beyan etmekle bitmemiş, aksine insanları ilahi hakikatle ri tatbik etmeye yöneltmiştir. Bu maksatla bir devlet kurmuş ve orada Kur´anın yasalarını ince ve doğru bir şekilde tatbik etmiştir. Bu da Peygamber efendimizin risaletinin kamil bir vasfıdır. Dav ranış ve uygulamalarının eksiksiz bir niteliğidir.

Bu naslarda geçen "Faraklit" kelimesi, İbrani bilginlerinin ifa delerine göre Arapça´da "Ahmed" kelimesi ile eş anlamlıdır. Nite kim bu hususa daha önce de işaret etmiştik. Bu kelime, sır ve hik meti bilen kimse anlamına da gelir. Bu yönüyle Peygamber efendi­miz övgünün zirvesine çıkmıştır.

Bazı faziletli yazarlar, Ahd-i Atik´ten ve Zebur´dan bazı pasaj lar alarak Peygamber efendimizin evsafını anlatmaya çalışmış lardır.

a- Davut´un Mezmurlarmda şöyle denir: "Allah´ım, sünneti yaşatacak bir insan yarat." Yine Mezmurlarda şöyle denmekte dir: "Senin dudaklarınla rahmet geldiği zaman, ebediyete kadar sana tebrikte bulunacağım. O kılıcı kuşanacak ve senin heybetini gösterecek, sana çoğu zamanlar hanıd edecektir. Hakkın kelime sine bağlanacaktır. Senin şeriatlerin, gücünün heybetiyle bir arada yaşayacaktır. Ümmetler senin iktidarın altında boyun eğip teslim olacaklardır."

Şüphesiz bu naslar Peygamber efendimizin geleceği konusun da müjde vermektedirler. Ancak bu işaretler, Musa´nın Tevra-tı´yla İsa´nın İncü´indeki ifadeler gibi açık ve net değildir. Fakat iktiza yoluyla delalette bulunmaktadırlar. Salt işarette bulunma­maktadırlar. Çünkü sünneti yaşatan, yani Allah´a kulluğu ihya eden kimse, Muhammed (sav) olmuştur. Çünkü Hıristiyanlık´m tahrife uğrayıp teslis inancı-na bürünmesinden sonra Allah´a doğru bir şekilde ibadet yolunu açan, Muhammed (sav) olmuştur.

Söz konusu naslarda, zımnen de olsa, Peygamber efendimize işaret vardır. Çünkü Peygamber efendimiz, Allah´ın mübarek kıl dığı bir insan olarak vasıflandırılmıştır. Allah´ın şeriatını kendi güç ve heybetiyle yaşatmıştır. Muhammed (sav)´in şeriatı, batılı bertaraf etmeyi ve gerektiğinde hakkı kılıçla savunmayı emret mektedir. İsa Peygamberin şeriatı ise böyle olmayıp ekseriyetle müsamahakar davranmayı tavsiye etmiş, Havarileri kılıç kuşan maya davet etmemiştir. Kılıç kuşanan Peygamber, Davud (as) ol muştur. Davut peygamber, batılı ayağının aîtma alıp ezmiştir. Onun zamanında zorbalar, ilahi şeriatin önünde boyun eğmişler dir. Hz. Muhammed (sav) de öyle yapmıştır.

Zebur´da bundan daha açık bir ifadeye rastlanmaktadır. Buna göre Hz. Muhammed (sav)´in dini hükümran olacaktır. Şöyle ki: "Denizden denize, karadan denize, denizden karaya sirayet ede cek ve adalar halkı yüzüstü yere kapanıp toprağı öpecekler, hü kümdarlar gelip onun önününde oturacaklar, milletler ona taat-lerini arzedeceklerdir. Çünkü o, zayıfları güçlülerin elinden kur taracak, onları güçlendirecektir. Yardımsız kalan kimselere des tek olacak, düşkünlere merhamat edecek, namaz kılacak, her va kitte rabbini yüceltecek ve kendisinin hatırası da ebediyete kadar devam edecektir."

Bu sözler, ileride gelecek bir elçiyle ilgili sözlerdi. O da Davut, yahut Süleyman değil, insanlığın efendisi Hz. Muhammed (sav) olacaktı, incil´de de olduğu gibi, bu ifadelerde Peygamber efendi mizin adı değil, sadece özellikleri verilmiştir.

Eşiya Peygamberin kitabında şu ifadelere rastlanmaktadır: "Kendisiyle nefsimi mesrur ettiğim kuluma vahyimi indireceğim. O, milletler içinde adaletimi izhar edecek, onlara tavsiyelerde bu lunacaktır. Gülmeyecek ve sesi çarşılarda, pazarlarda duyulma­yacaktır. Kör gözleri, sağır kulakları açacak; kilitli kalpleri can landıracaktır. Hiç kimseye yapmadığım övgüleri ona yapacağım. Allah´ı hamd ederek yeryüzünün bir ucundan gelip diğerine ula şacak, bütün yeryüzü halkı onunla sevinecektir, Heryıflksek yerde Allah´ı tekbir edecek, bu tekbirlerini sürekli tekrarlayacaktır. O zaafiyet göstermeyecek, mağlup olmayacak heveslerine meyletme-yecektir. Zayıf kamışlar gibi olan salih kimseleri horlamayacak, bilakis dürüst kimseleri destekleyecektir. O Allah´ın sönmeyen nurudur. Omuzları arasında peygamberlik mührü vardır."

Bu müjdeler üzerinde düşündüğümüzde, onların Peygamber efendimizin özellikleriyle tam anlamıyla uyuştuklarını görürüz. Şeriatı hususundaki vasıflar uygun düştüğü gibi, ahlak ve yaşan tısı hakkında yapılan vasıflar da kendisine uygun düşmeyecektir. Bu ifadelerde Peygamber efendimizin davranış ve karekterleri sanki gözle görülmüş gibi anlatılmaktadır. Sonra onun bedeni tavsif edilmekte ve iki omuzu arasında Peygamberlik mührünün bulunacağı söylenmektedir. Yine Peygamber efendimizin adı, Fa-raklit kelimesine yakın mana taşıyan bir kelimeyle ifade edilmek tedir. Kendisinden "Müşakkah" adıyla bahsedilmektedir ki bu da arapçada "Muhammed" kelimesinin karşılığıdır. Nitekim "Fa-raklit" kelimesi de "Ahmed" kelimesinin karşılığıdır. Bunların her ikisi de Peygamber efendimizin mübarek isimlerindendir.

Şemon´un kitabında şu ifadelere rastlanmaktadır: "Cenab-ı Allah, Faran dağlarından açık beyyinelerle geldi. Göklerle yer, onun teşbihinden ve ümmetinin teşbihinden dolup taştu"

Bu ifadelerle de Peygamber efendimizin mekanı belirlenmek tedir. Faran dağları, Mekke dağlarıdır. İbrahim peygamberden sonra Mekke ile buradaki dağlar arasında Muhammed (sav)´den başka bir peygamber görülmemiştir. Burada Peygamber efendi miz adıyla ve niteliğiyle değil, ikamet ettiği yerle tanıtılmaktadır. O zamanlar Araplar arasında, gönderilecek bir peygamberin ha berleri dolaşmaktaydı.

Arap beldelerinde, özellikle Mekke-i Mükerreme ile Medine-i Münevvere çevresinde o zamanlarda bir peygamberin gönderile ceğine dair haberler ağızdan ağıza dolaşmaktaydı. Arap Yarıma-dası´nm çeşitli yörelerinde yaşamakta olan hıristiyanlar, bu ha berleri daha da fazla yaymaktaydılar. Ticaret için gittikleri Şam´da bu haberleri yayıyorlardı. Çünkü oralarda çeşitli manas tırlara dağılmış olan rahiplerle karşılaşıyor, zaman zaman onlar la buluşuyor ve bu haberleri onlara naklediyorlardı.

Medine´deki Yahudiler, komşuları bulunan putperestlere bun ları anlatarak meydan okuyorlar ve gelecek olan peygamber ile, müşriklere karşı yardım istiyorlardı. Bu peygamberin, kendileri ne yardım edeceğine ve dinlerini güçlendireceğine inanıyorlardı. Kendi yanlarında tefsir edilen kitaplarındaki işaretlerden kuvvet alacağını söylüyorlardı. Öyle ki, bu husus, atalarından ve dedele rinden kendilerine nakledilegelen bir miras haline gelmişti. Ya hudiler, kitaplarının sayfaları arasında gizli kalan bu peygambe rin özelliklerini gizliyorlar ve bu bilgiyi kendilerine saklıyorlardı. Allah´ın oğulları ve sevgilileri olduklarını iddia ederek, insanlara karşı yalan söylüyorlardı. Bununla birlikte etrafa îsnıailoğulla-rından bir peygamberin geleceği yayılıyordu. Bencillik onları, Al lah´ın indirdiği hükümleri gizlemeye şevketti. Aynı zamanda bu duygu onları, beklenen peygamberin Tevrat´taki yazılı haberleri ni de başkalarına duyurmaya şevketti. Çünkü onlar, komşuları olan Evs ve Hazrec kabileleriyle savaş halindeydiler. Hakikatleri ilan etmek için değil, psikolojik savaş taktiği olarak bu peygambe rin geleceğini ve kendilerine destek olacağını düşmanlarına ilan ediyorlardı. Bu peygamber sayesinde düşmanlarına üstünlük sağlayacaklarını ve efendi durumuna yükseleceklerini ifade edi yorlardı. Böylece düşmanlarının kalplerine korku ve ürküntü sa çıyorlardı. Kur´an-ı Kerim bize komşuları olan düşmanlarına, Peygamber efendimizin geleceğini şöyle haber verdiklerini nakle diyor:

"Daha önce inkar edenlere karşı yardım isteyip dururlarken, o bildikleri kendilerine gelince, onu inkar ettiler. Artık Allah´ın la neti inkarcıların üzerine olsun! Allah´ın kullarından dilediğine lütfuyla (vahiy) indirmesini çekemeyerek, Allah´ın indirdiğini in­kar etmek için, kendilerini ne alçak şeye sattılar da gazap üstüne gazaba uğradılar, inkar edenler için alçaltıcı bir azab vardır." (Ba kara: 89-90)

Necrah ülkesi, Hıristiyanlarla doluydu. Öyle anlaşılıyor ki on lar, geçmişteki veya bugünkü Avrupa hıristiyanları gibi değiller di. Aksine onlarda, İsa peygamberin Hıristiyanlığından kalıntı lar vardı. Peygamber efendimizin risaletle görevlendirilmesin­den sonra onlar, Yahudilerle müşriklerden daha fazla müslüman-lara yakın olmuşlardı. Allahü Teala onlarla ilgili olarak şöyle bu yurmuştur:

"İnsanlar içerisinde, inananlara en yaman düşman olarak Ya hudileri ve (Allah´a) ortak koşanları bulursun. İnananlara sevgi ce en yakın olarak da "Biz Hıristiyanlarız" diyenleri bulursun. Çünkü onların içlerinde Keşişler ve Rahipler vardır ve onlar bü yüklük taslamazlar. Resule indirilen (Kur´an´ı) dinledikleri za man, tanıdıkları gerçekten dolayı gözlerinin yaşlarla dolup taştı ğını görürsün. Derler ki: "Rabbimiz, inandık, bizi şahitlerle bera ber yaz! Biz, Rabbimizin bizi iyiler arasına katmasını umarken, neden Allah´a ve bize gelen gerçeğe inanmayalıniV (Maıde: 82-84)

Bu Hıristiyanlar arasında, zamanı yaklaşmış bir peygamberin geleceği konusunda kuvvetli bir ses yükselmekteydi. Bunlar, in sanların, gelecek oîan peygamberin zamanında yaşamakta olduk larını ilan ediyorlardı. Öyle anlaşılıyorki bunlar, teslise sapma yan muvahhidlerden arta kalan kimseler idiler. Zaman zaman teslise sapmayan bazı Hıristiyan muvahhidlere rastlanmıştır. Kur´an-ı Kerim, inananlara en yakın kimseler olarak vasıflandır dığı Hıristiyanlardan bahsederken, bu gibi kimselerin mevcudi yetini de haber vermektedir. Müşriklerin düşmanlıklarının yanı sıra iman edenlere sevgi ve dostluk gösteren bu Hıristiyanlar, tevhid inancına bağlıydılar. Yahudilerse bütün insanlığın düş manlarıdırlar. Tarihin birçok haberlerinde ve Peygamber efendi mizin temiz yaşantısını anlatan siyer kitaplarında anlatıldığına göre, Peygamber efendimizin hak daveti ilan etmesinin arkasın dan müşrikler, mü´minlere karşı eza ve cefalarını arttırınca Ha beşistan´a hicret edildi. Müslümanlar orada yakın alaka gördü ler. Hükümdarları mü´minlere ikramda bulundu. Necaşi adında ki hükümdarları muvahhid bir kimseydi. O, İsa peygamberle Meryem´i Kur´an-ı Kerim´in tavsif ettiği bir şekilde kabul ediyor, onların ilah olduklarına inanmıyordu.

Yakında Kureyşliler´e ve Mekke-i Mükerreme çevresine bir peygamberin geleceği konusunda çevreye haberler yayılmıştı. O zamanlarda, Kureyşliler içinde putların kimseye fayda ve zarar veremeyeceklerini ilan eden, putlara tapmaya karşı çıkan dört kimse vardı. Bunlar Varaka bin Nevfel, Abdullah bin Cahş, Os man bin Huveyris ve Zeyd bin Amr bin Nüfeyl idi. Bunlar puta-tapmaktan uzak durmuş ve temiz kalmışlardı. Birbirlerine şöyle diyorlardı: "Şunu bilin ki, milletiniz hak yolda değildir, ibra him´in dinini saptırdılar. Görmeyen, işitmeyen, zarar ve fayda ve remeyen şu taşlara ne diye ibadet ediyor ve bunların etrafında do laşıyoruz?! Ey kavminiz, kendiniz için bir din arayın. Allah´a an-dolsun ki, sizler hak yolda değilsiniz!" Varaka bin Nevfel ile Os man binhHuveris, hıristiyanlığı kabul etmişlerdi. Osman, Kay-ser´in yanına gitmiş, o da kendisine ikramda bulunmuş ve yanın da yüksek bir makam vermişti. Abdullah bin Cahş´a gelince, o, şaşkın vaziyette kalmış hangi yöne gideceğini tesbit edememiş ve bu hali İslamiyet´in gelişine kadar devam etmişti. Zeyd bin Amr bin Nüfeyl ise, Mekke´den ve ahalisinden sıkıldı; arap diyarlarını dolaşmaya ve İbrahim peygamberin dinini araştırmaya başladı. Sonunda bazı hıristiyanlarm haber verdikleri beklenen peygam berin gelişini beklemeye başladı. İbn Hişam´m "Siref´inde onun la ilgili olarak şu ifadelere rastlamaktayız:

"Zeyd bin Amr, ibrahim peygamberin dinini aramaya başladı. Rahiplere ve keşişlere sordu. Nihayet Musul´a ve Cezire´ye ulaştı. Daha sonra dönüp Şam taraflarına geldi. Oralarda dolaştı. Bii rahibin yanına vardı. Rahip, Şam civarında yüksekçe bir yerde bulunmaktaydı. Zeyd, ibrahim peygamberin dinini ona sordu.

Rahip dedi ki: "Sen öyle bir dini araştırıyorsun ki, bugün seni ona ulaştıracak bir kimse yoktur. Ancak yakın zamanda bir peygam ber gelecektir. O da senin ülkenden çıkacaktır. İbrahim peygam berin dinini diriltecektir. Sen, git ve onu bul. Çünkü o şu anda or taya çıkacaktır. Zaman onun zamanadır"

O zamanlar Şam, Yahudilerle Hıristiyanların hakimiyetin deydi. Zeyd, onlardan istediği bilgiyi elde edemedi. Rahibin tavsi yesi üzerine Mekke-i Mükerreme´ye gitmek üzere yola çıktı. Lalını beldelerine vardığında, bazı kimseler üzerine hücum edip kendisini öldürdüler. Arkadaşı Varaka bin Nevfel ona şöyle bir mersiye yazmıştı.

"Doğru yolu buldun ve gerçeğe erdin ey İbn Amr! Kızgın ateşli fırından uzak durdun Çünkü benzersiz birRabbe inandın Azgınların putlarına yanaşmadın İstediğin dine kavuştun Rabbinin tevhidinden gafil olmadın * Yüksek mertebeli bir yere kavuştun Orada rahatına bakıp eğlen"

İşte kendisine hisbet edilen bir kasidede Varaka bin Nevfel, ve fat eden arkadaşı Zeyd bin Amr için böyle ağıt söylemişti. Bu kasi de, Varaka bin Nevfel ile arkadaşı Zeyd bin Amr´ın putperestliğe karşı çıktıklarını ve kıyamet gününe, Ölüm sonrası dirilişe iman ettiklerini ispatlıyor.

Varaka bin Nevfel Hıristiyanlığa girip, gizli sırlarını idrak et tikten ve diğer dinleri inceleyip aralarında bir karşılaştırma yap tıktan sonra, Peygamber efendimizin gelmek üzere olduğunu an ladı. Kendisinin son peygamberin devrinde yaşamakta olduğu nun farkına vardı. Beklenen peygamber Muhammed (sav)´di. Ama o peygamberin gelmekte geciktiğim görüyordu. Bu hususta İbn İshak şöyle bir rivayette bulunmaktadır:

"Peygamber efendimizin zevcesi Huveylid kızı Hatice, kölesi Meysere´nin Hz. Muhammed hakkında Rahip Nastora´nınyaptı ğı tavsifleri, hıristiyan olan ve dini kitapları inceleyen Varaka bin Nevfel´e anlatınca Varaka, Muhammed (sav)´in beklenen pey gamber olduğunu Hatice´ye açıklayıp şöyle demişti: "Ey Hatice, eğer bu söylediklerin gerçekse, Muhammed bu ümmetin peygam beridir. Çünkü bu ümmete gelecek olan peygamberin zamanı yak laşmıştır. Kimbilir, ne zaman gelecektir?"

"Onlarla tartışmaya girdim. Tartışmayı şiddetlendirdim.

Öyle ki ağıttan konuşamaz oldular

Ey Hatice bana öyle niteliklerden bahsediyorsun ki

Artık onu beklemem uzadı

Onun her iki mekanı da yücedir.

Konuşmandan ümitlendim

Geleceğini ümitle bekliyorum

Bu beldelerde ışık saçılacaktır

Yeryüzü onunla dalgalanacaktır

Onunla savaşan yenilecektir.

Onunla barış yapan kurtuluşa erecektir.

Keşke onun gelişini görseydim.

Onun dinine ilk giren

Mutlaka ben olurdum. "[5]

Varaka, Hatice´nin kendisine Muhammed (sav)in durumunu bildirince işte böyle konuşmuştu. Peygamber efendimizle birlikte Şam seyahatine giden Meysere´nin anlattıklarını Varaka´ya nak-letmişti. Hatice´nin Varaka´yla bu konudaki konuşması, Peygam ber efendimizle evlenmesinden önce olmuştur. Ama o sıralarda Hatice, Peygamber efendimizle evlenme kararını kesin olarak vermiş ve sonra da Peygamber efendimizle evlenme teşebbüsüne girişmişti.



--------------------------------------------------------------------------------

[1] ibn Zafer, Hayru´l-Beşer, s. 9.

[2] Abdülaziz Hayruddin´in, es-Sire ve İbn Zaferin, Hayru´l-Beşer, s. 11, adlı eserlerine bakınız.

[3] Nihayetü´l-Erb, c. 16, s. 110.

[4] Nihayetu !-Erb.

[5] Ibn Kesir, el-Bidaye Ve´n-Nihaye, c. 2, s. 296-297.

Hatice 8/D
Fri 25 March 2016, 07:03 pm GMT +0200
Bu paylaşımı iyiki yapmışsınız Allah cc. Sizlerden razı olsun inşAllah birçok yeni bilgi öğrendim sayenizde

Zehra_8/C
Fri 25 March 2016, 07:49 pm GMT +0200
Bu güzel bilgileri paylaşıp bizlerin birşeyler öğrenmesine vesile oldugunuz için Rabbim sizden Razı olsun.

Edanur 8/D
Fri 25 March 2016, 07:54 pm GMT +0200
Selamun Aleykum
Hz Muhammed s.a.v Efendimiz in ummeti olarak sunnetlerimiz yerine getirelim insaallah
Allah c.c razi olsun

Sevgi.
Thu 24 December 2020, 05:11 am GMT +0200
Esselâmü Aleyküm. Rabb'im bizleri Peygamber efendimiz'in yolundan gidenlerden eylesin inşaAllah

ceren
Fri 25 December 2020, 12:31 am GMT +0200
Esselamu aleyküm.Peygamber efendimizin yolunda giden onun sünnetine tabi olan ve şefaatine nail olan kullardan olalım inşallah...