- Peygamberimizin Özelliklerinden Bazıları Da Şunlardır

Adsense kodları


Peygamberimizin Özelliklerinden Bazıları Da Şunlardır

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Tue 5 January 2010, 09:59 pm GMT +0200
Peygamberimizin Özelliklerinden Bazıları Da Şunlardır


Peygamberimiz´in Özelliklerinden bâzıları da şunlardır: O´nun ümmetinden, daha önceki ümmetlerin üzerindeki ağır yük kaldırılmış, önceki ümmetlerin pek çok meşakkatli işleri hafifletilmiş, kendilerine dînde herhangi bir güçlük kılınmamıştır. Hatâ, unutkanlık veya zorla ma ile yapılan şeylerin mes´ûliyeti üzerinden kaldırılmış, sırf içinden düşünmek sebebiyle günaha girmiş olmak da üzerinden kaldırılmıştır. O´nun ümmetinden her kim, içinden bir günâhı işlemeyi geçirmiş olsa da işlemese, bu kendisine günah olarak yazılmaz, üstelik Allah için vazgeçmiş olursa bir sevap yazılır. Fakat bir iyiliği yapmayı niyet ettiği halde yapmamış olursa, yine kendisine bir sevab yazılır, eğer yapacak olursa en azından on sevap yazılır.

Yine O´nun ümmetinden tevbe etmiş olmak için kendisini Öldür mesi veya pislik bulaşan bir yerini yıkamayıp kesmesi gibi şeyler de kaldırılmıştır. Zekât mükellefiyeti dörtte birden, kırkta bire indirilmiş, duaları müstecâb kılınmıştır. Haksız yere öldürülen kişinin velîlerine, kısas ile diyet arasında seçim yapma hakkı tanınmıştır. Evlenmede dörde kadar izin verilmiş, câriye nikahlamaya da müsâde edilmiştir.

Önceki ümmetlerde, kişi hanımı ay hâlinde olduğu günlerde hanı mını tamamen kendisinden tecrid eder, onunla bir sofrada yemek bile yemezdi. Bu ümmette ise, cinsî yakınlık dışındaki yakınlık ve arkadaş lıklara izin verilmiştir... Birlikte aynı odada kalırlar, aynı sofrada ye mek yerler... Yine önceki ümmetlerde kişi yatakta, hanımı ile yüzyüze gelmek şartıyla cinsî muamele yapabiliyordu ve buna çok önem verili yordu. Bu ümmette ise, kişi isterse, hanımı yüzüstü yatar vaziyette iken de cinsî muamele yeri aynı olmak şartıyla, hanımına yaklaşabilmekte dir.

Yine O´nun ve ümmetinin bir özelliği olarak, avret yerlerinin açıl ması, suret ve heykeller yapılması ve sarhoşluk veren şeylerin içilmesi ise haram kılınmıştır. îşte bütün bunlar da, O´nun özellikleri arasında yer almış bulunmaktadır.

Bu hususla ilgili Kur´ân-ı Kerîm´de âyetler de bulunmaktadır. Bunlardan bazılarını burada (meâlen) zikredelim: Yüce Allah, bir âyetinde şöyle buyurmuştur: "Allah, sizin üzerinize dînde bir zorluk kıl mamışlar!"[190]

Bir âyetinde de şöyle buyurulmuştur: "Allah sizin için kolaylık murâd eder, güçlük murâd etmez!..." [191]

Yine Yüce Allah bir âyetinde şöyle buyurmaktadır: "Rabbimiz, eğer unutur ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Rabbimiz, bize bizden ön cekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme!..."[192]

Yine Yüce Rabbimiz bir âyetinde de şöyle buyurmaktadır: "...0 peygamber ki, onların üzerindeki ağırlıkları, sırtındaki zincirleri kaldı rıp atar..." [193]

Yüce Allah, bu ümmetin dualarının müstecâb oluşuyla ilgili bir âyetinde ise şöyle buyurmaktadır: "...Kullarım, sana Benden sorarlarsa, şöyle söyle: Ben onlara yakınım! Bana dua ettikleri zaman, dua edenin duasını kabul eder, karşılıksız bırakmam..." [194]

Konumuzla ilgili olarak Feryâbt´nin Tefsîr´inde Muhammed bin Ka´b´tan naklettiği bir haber var... O demiştir ki: "Yüce Allah, beşeriyete gönderdiği nebi ve rasûllerden her birine: "İçlerinde olanı ister gizlesin ler, ister açığa çıkarsınlar, mutlaka onları bundan dolayı hesaba çeke ceğim!" mealinde bir emrî, muhakkak göndermiştir. Önceki ümmetler nebî veya resullerine gelirler; "Bizler, yapmadığımız bir şeyi sırf içimiz den geçirmekle mes´ûl mü olacağız?" diyerek mürâcâtta bulunurlar ve bu yüzden küfür ve dalâletlere düşerlerdi. Bu mealdeki âyet Peygam-ber´e (s.a.v.) indiği zaman, bu müslümanlara da güç gelmişti... Onlar da Peygamber Efendimiz´e mürâcât ederek: "Ey Allah´ın Resulü, bizler yapmadığımız bir şeyi, sırf içimizden geçirmek sebebiyle sorumlu mu o-luyoruz?" demişlerdi. Peygamber Efendimiz de kendilerine: "Sizler, söz dinleyiniz, itaat ediniz ve Rabbiniz´e yönelip Û´ndan isteyiniz" buyurdu. Bundan sonra da "Amener Resulü..." [195]âyetleri indi. Böylece Yüce Allah, sırf içinden konuşmak veya geçirmek suretiyle sorumlu olmayı bu ümmetten kaldırdı. Ancak düşündükleri şeyi bilfiil yaparlarsa baş ka... Bunda sorumluluk olduğu ise kafidir.

Nitekim ilgili âyette gaye açık olarak: "Herkesin kazandığı iyilik kendi yararına, işlediği kötülük de kendi zararmdadır" buyurulmuştur. [196]

(Bu konuda Müslim ve Tirmizî´nin Ibni Abbas´tan rivayetleri de, aşağı yukarı bu merkezdedir.)

Buharî ile Müslim´in Ebû Hüreyre kanalıyla Peygamber´den (s.a.v.) rivayet ettikleri hadîs-i şerîfise şöyledir:

"Gerçekten Allah, benim için ümmetimin içlerinden geçirdiklerini, ağızlarıyla söylemedikçe veya bilfiil onu yapmadıkça onlardan bağışla mıştır!" [197]

Yine bu konuda, Ahmed, Ibni Hibbân, Hâkim ve îbni Mâce´nin de îbni Abbas´dan bir rivayetleri bulunmakta ve şu mealdedir: "Gerçekten Allah; yanılma, unutkanlık veya zorlama neticesi yapılan işlerden so rumlu olmayı benim ümmetimden kaldırmıştır!"

(Keza îbni Mâce´nin Ebû Zerr kanalıyla yaptığı bir rivayet de, a-şağı yukarı bu merkezdedir.

Ahmed, Ebû Bekir el-Şâfiî, Ebû Nuaym ve îbni Asâkîr Huzeyfe´den şöyle rivayet ederler: "Bir gün Peygamber (s.a.v.) secdeye vardı. Secdede o kadar çok kaldı ki, bizler gerçekten O´nun secdedeyken ruhunu teslim ettiğini zannettik... Sonra başım secdeden kaldırdı ve şunları söyleyip müjde etti:

"Rabbim bana tecellî buyurup sordu ve: "Habîbim, senin ümmeti ne nasıl bir muamele etmemi istersin?" dedi. Ben de: "Nasıl dilersen Rabbim! Çünkü onlar senin kullanndandır" dedim. Rabbim bunu bana, tam üç defa sordu. Ben de her defasında aynı cevâbı verdim... En so nunda Rabbim bana buyurdu ki: "Bil ki, Ben seni, ümmetinin hakkında asla utandırmayacağım!" îşte Rabbim bana böyle buyurdu ve ayrıca da, ben cennete girerken benimle beraber ümmetimden yetmiş bin kişinin cennete gireceğini ve bunlardan her bin kişilik grubun arkasında bir yetmiş bin kişilik cemâatin bulunacağını ve böylece hiç hesaba çekilme den cennete gireceğimizi de müjdeledi!... Sonra bana şefaat verildi: "Habîbîm, sen dua edip iste, duan kabul edilecektir! Şefaatte bulunup iste, şefaatin kabul olunacaktır" Duyurulduğunu haber verdi. Sonra bana, gelmişimin ve geçmişimin bağışlanmış bulunduğunu müjdeledi."

"Ashabım, bilirsiniz ki, benim sadrım da şerh edilmiştir! Bana Kevser verilmiştir. Bu Kevser, cennette bir nehir olup oradaki Havzıma akar... Bana Rabbim, aynı zamanda bir aylık mesafedeki düşmanları mın kalblerine korku salmak, kuvvetli ve başarılı (muzaffer) olmak gibi özellikler de vermiştir. Cennete ilk girme hususiyeti de bana verilmiştir. Ganimetler ümmetime helal kılınmıştır. Önceki ümmetlere zor gelen pek çok şey, bize helâl kılınıp kolaylaştırılmıştır. Üzerimize dînde bir güçlük kılınmamıştır, işte ben, bütün bunları hatırladım da, böyle uzun bir secdeden başka şükrümü ifâde edecek bir şey bulamadım..." [198]

îbn Münzir Tefsîr´inde ve Beyhakl Şuabiı´l-îmân adlı kitabında îbni Mes´ûd´dan rivayet ederler, O şöyle demiştir: "îsrâîl Oğullarından biri bir günâh işlediği zaman, işlediği bu günâhı için ne gibi keffârette bulunacağı, ertesi günün sabahında kapısının eşiğine yazılmış olurdu. O da ona göre hareket ederdi. Sizin günâhlarınızın keffâreti ise, istiğfar ederek afimizi yüce Allah´tan istemenizdir. Böylece günahlarınız bağış­lanmış olur. Ben Allah´a yemîn ederek söylüyorum ki, Allah bize Kur´ân´mda bir âyet indirmiştir, işte bu âyet bana, yeryüzünden ve bü tün y´eryüzündekilerden daha sevimlidir! Bu âyet, Al-i Imrân Süresindeki şu âyet-i cehledir:

"Ve onlar bir kötülük yaptıkları, ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah´ı hatırlayarak hemen günahlarına tevbe ederek bağışlan malarını isterler. Zaten Allah´tan başka günahları da kim bağışlayabi lir? Ve onlar, bile bile, yaptıklarında ısrar da etmezler!" [199]

îbni Cerir´in Ebu´l-Aliye den rivayetine göre, adamın biri Peygam-ber´e (s.a.v.) gelip: "Ey Allah´ın Resulü, bizim keffaretlerimiz de israil o-ğullarının keffaretleri gibi olsa nasıl olur?" dedi. Efendimiz de cevaben: "Allah´ın size verdiği, şüphesiz daha hayırlıdır. îsrail oğulları bir hata işledikleri zaman bunu, ertesi günün sabahında kapısının üzerinde ya zılı olarak bulurdu. Keffaretini de... Eğer, günahının bildirilen bu keffa-retini yeri e getirirse, dünyada başkalarına rezil olurdu. Eğer yerine getirmezse, âhirette kendisi için bir rezillik olmak üzere te´hir edilmiş olurdu. Elbette Yüce Allah´ın size verdiği, bundan daha hayırlı bir şey dir!" Sevgili peygamberimiz bunu söyledikten sonra şu âyet-i celileyi o-kudular:

"Kim bir kötülük yapar, yahut nefsine zulmeder de sonra Allah´tan mağfiret dilerse, şüphesiz Allah´ı bağışlayıcı ve esirgeyici bulur." [200]

Sevgili Peygamberimiz bu âyeti okuduktan sonra da şöyle buyur dular: "Beş vakit namazlardan her biri diğer namazla kendi arasında işlenilen günahlara keffâret olduğu gibi, bir Cum´a namazı da diğer Cum´â namazı ile kendisi arasında işlenilen günahlara keffârettir."

îbni Ebû Hâtim´in Ali tbn´ bû Tâlib´den rivayeti de şöyledir: Ali (r,a.) İsrail Oğullarından buzağıya tapanlar hakkında demiştir ki: "Onlar Musa´ya gelip: "Bizim tevbemiz nedir?" dediler. Mûsâ da: "Birbi rinizi öldürmenizdir" buyurdu. Bunun üzerine birbirlerini öldürmeye başladılar. Öyle ki, kişi kime raslarsa öldürüyordu. Kardeşini, babasını, anasını öldürenler oluyordu. Böylece birbirlerini kırmışlardı."

îbni Mâce Abdurahman bin Hasene´den rivayet eder. Onun nakline göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "İsrail oğulları idrar bulaşan yeri, makasla kesmeğe mecbur idiler. İçlerinden biri bunu onlara ya saklamıştı. O da bu yasaklamanın cezası olarak kabirde azaba mâruz kalmıştır."

Yine bu hususta Hâkim, sahihtir kaydiyle Ebû Musa´dan rivayet eder: "Peygamber (s.a.v.), bir hadislerinde buyurdular ki: "Gerçekten İsrail oğulları, üzerlerine bir bevil (insan idrarı) bulaştığı zaman, o bu laşan yeri makasla kesmekle mükellef idiler."

îbni Ebû Şeybe el-Musannefinde Aişe´den şöyle nakleder: Birgün ben, yahudi kadı. arından birinin yanına gitmiştim. O kadın bana, ka bir azabının sebebinin, bevil bulaşması (pislik) olduğunu söyledi. Ben de kendisine: "Öyle şey mi olur?" diyerek itiraz etmiştim. Kadın tekrar bana: "Evet, benim dediğim gibidir! İstersen Peygamber´e sor!" dedi. Ben de bunu Hz. Peygamber´e sordum. O da bana: "Evet, yâ Aişe, öyledir" buyurdu.

Ahmed, Müslim, Tirmizi, Nesai ve îbni Mâce´nin Enes´ten rivayet leri de şöyledir: Yahudiler, kadınları ay halini gördükleri zaman, onları esaslı bir şekilde tecrit ederlerdi. Hanımları ile aynı odada kalmazlar, onlarla aynı sofrada yemek bile yemezlerdi. Ashab-ı kiram bunu Pey-gamber´den (s.a.v.) sordular. Bunun üzerine aşağıdaki âyet nazil oldu:

"Habibim sana, kadınların âdet görme meselesini soruyorlar. De ki: "O, eziyettir." Adet halindeki kadınlardan çekilin! Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri zaman, Allah´ın emrettiği yerden onlara varın. Allah, tevbe edenleri sever, temizlenenleri sever." [201]

İşte bu âyet nazil olduktan sonra, Peygamberimiz: "Allah, bu ayet-leriyle, âdet gören kadınla cinsi münasebette bulunmayı yasaklıyor! Bundan maada şeyleri yapabilirsiniz! (Onlarla aynı odada kalıp, onlarla birlikte aynı sofrada yemek yiyebilirsiniz!)" buyurdu.

Yahudiler de bunu duydukları zaman rahatsız olmuşlar ve: "Bu adam, acaba ne istiyor. Neredeyse bize ait olan işlerin tamamında bize aykırı gidecek!" diye söylenmeye koyuldular. Çünkü yahudiler, âdet ha lini gören kadınları büsbütün kendilerinden uzaklaştırırlardı. Yüce Al lah ise, inzal buyurduğu âyetiyle iki haîin ortasını emretti.

îbni Ebû Şeybe el-Musannefinde Kurratul-Hemedâni´den nakle der: O şöyleidemiştir: ´Yahudiler, cinsi münasebet esnasında ailelerini ibrâk etmekten (yani yüzaşağı yatırmaktan) sakınırlar ve bunu çok çir kin bir şey sayarlardı, işte onların bu zihniyetini kaldırmak üzere, Kur´an´ın: "Aileleriniz, sizin harsımzdır tarlanızdır" [202] mealindeki âyeti inmiştir. Bu âyetiyle yüce Allah, müslümanlara, cinsi münasebet esnasında ailelerine diledikleri taraftan yaklaşmalarına izin vermiştir. Tabii Allah´ın emrettiği hars yerine, (aynı cinsi organa) varmak şartıy la..."

Ebû Nuaym de el-Mârife adlı eserinde Enes´ten şöyle rivayet eder: Peygamber (s.a.v.), Osman bin Maz´ûn´a hitaben buyurdu ki: "Bizim di nimizde üzerimize ruhbaniyet yazılmamıştır! Benim ümmetim (yani bütün müslümanlann) ruhbaniyeti, beş vakit namazların vakitlerini beklemek üzere mescidlere erken gidip beklemek, hacc ve umre ibadet lerini yapmaktır!"

Ahmed ve Ebû Yalanın yine Enes´ten olan rivayetleri ise aynen şöyledir:

"Her peygamber için bir ruhbaniyet vardır. Benim ümmetimin ruhbaniyeti ise, Allah yolunda cihâd etmektir!"[203]

Ebâ Davud Ebû Ümâme´den nakleder. O şöyle der: Adamın biri Peygamber´e (s.a.v.) gelip: "Ey Allah´ın Resulü, Allah rızası için en se-vablı bir ibadet olmak üzere seyahate çıkmak istiyorum. Bana izin veri niz!" dedi. Peygamber Efendimiz de bu adama verdiği cevabta: "Benim ümmetimin seyahati, Allah yolunda cihâddır" buyurdu.

îbni Mübarek de Umâre bin Gazye´den şöyle nakleder: Peygamber Efendimizin yanında seyahatten bahsedilmişti. Bu sebebîe Peygamber Efendimiz: "Allah bunu, bu ümmette, "Allah yolunda cihad" olarak em retmiştir! Ve cihada gidenlerin, her tepeden aşarken getirecekleri tekbir olarak münasib görmüştür!" buyurdu.

(îbni Cerir´in Aişe´den naklettiği bir rivayette ise: "Bu ümmetin seyahati, Allah rızâsı için nafile oruç tutmaktır" Duyurulmuştur.) [204]

Buhari´nin rivayetine göre îbni Abbas demiştir ki: "İsrail oğulla rında, haksız yere öldürülen bir kişinin davacıları için ancak kısas taleb etmek vardı. Diyet (kan bedeli) taleb etmek hakkı tanınmamıştı. Yüce Allah bu ümmet için ise şöyle buyurmaktadır:

"Ey mü´minler! Öldürmede kısas size farz kılındı. Hür olana kar şılık hür, köleye köle, kadına kadın. Fakat kim (herhangi bir katil), kardeşi tarafından affedilirse, o zaman affedene diyeti ödemesi gerekir. Bu, Rabbiniz tarafından bir hafifletme ve bir rahmettir. Kim, bundan sonra da saldırıya kalkarsa, onun için acı bir azab vardır."[205]

işte, bu ayette görüldüğü gibi, bu ümmette (islâm şeriatinde), hem kısas, hem de diyet vardır. Ayette geçen aftan maksat, kısas taleb et mekten vazgeçip, diyet talebinde bulunmaktır. Elbette bu, ilgili ayette açıklandığı veçhile, Allah´tan bir hafifletme ve bir rahmettir. îslâm şeriâtindeki kolaylık ve genişliğe bir örnektir. [206]

(îbni Cerir´in de bu hususta îbni Abbas´tan bir rivayeti bulun maktadır. Fakat o da aşağı yukarı bu merkezdedir.)

Yine îbni Cer ir, Katade´den şöyle rivayet etmektedir: Tevrat ehline yazılıp farz kılınan, sâdece kısas idi. Onların şeriatinde diyet yoktu. încil ehlinde ise, sâdece affetmek olup, kısas yoktu. îşte onlar bu şekilde em-rolunmuşlardı. Yüce Allah, bu ümmet için ise; hem kısası, hem diyeti, hem de tamamen affetmeyi meşru kılmıştır ki bizim şeriatimizin daha büyük ve daha geniş olduğu, burada da açığa çıkmaktadır. Evet, öldü rülenin velileri, isterlerse, aralarında halâ din kardeşliği sona ermemiş bulunan katili, tamamen affedip diyet almaktan da vazgeçebilirler. Böyle bir prensib, daha önceki ümmetlerin ve şeriatlerin hangisinde gö rülmüştür? Hiç birinde görülmemiştir.

Îbni Ebû Şeybe el-Musannefinde şöyle der: "Bize Veki´ rivayet etti. Ona Süfyân söylemiş, ona Leys nakletmiş... Ona da Mücâhid haber vermiş ve şöyle demiştir: "Yüce Allah´ın bu ümmete (müslümanlara) olan kolaylıklarından biri de, ehl-i kitaptan olan bir nasrâniyenin veya bir cariyenin nikâhını helâl kılmış olmasıdır."

(Burada Beyhakî, Vehb bin Münebbih´ten bir rivayette bulunu yorsa da, Ümmet-i Muhammed´in bâzı vasıflarıyla ilgili bölümde bunlar geçmiş olduğundan, burada tekrarına lüzum görülmedi. Nitekim bir kısmı da, içinden geçenlerin günah olup olmadığıyla ilgili hadîsler mey ânına geçmiştir.) [207]





[190] Hacc suresi, 78

[191] Bakara suresi, 185

[192] Bakara suresi, 286

[193] A´raf suresi, 157

[194] Bakara suresi, 186

[195] Bakara suresi, 285

[196] Bakara suresi, 286. ayetinden

[197] Hadîs´ten açıkça anlaşıldığına göre, bu ümmete mahsûs bulunmaktadır, bu ümmetin özelliğidir.

[198] Evet, buna şükür secdesi denilir. Bir nîmete mazhariyette veya sevindirici bir haber geldiğinde şükür secdesi yapmak meşrudur. Hemedân´ın müslümanlığı kabul ettiği haberi geldiği zaman da Efendimiz bunu yapmıştır. Ebû Bekir de, Müseylime´nin Öldürüldüğü haberini alınca, şükür secdesine kapanmıştır.

[199] Al-i İmran suresi, 135

[200] Nisa suresi, 110

[201] Bakara suresi, 222

[202] Bakara suresi, 223

[203] İlgili hadîslerin temas ettiği "Ruhbaniyet" tamamen kendini ibâdete verip ailesinden ve dünyâdan çekilip kesilmek manasınadır. Bunu, Peygamberimizin açıkça ya sakladığına dâir, Sa´d bin Ebû Vakkâs´ın rivayet ettiği sahih bir hadis de vardır. Diğer bir sahîh hadis de şöyledir: "Günahların bağışlanmasına ve derecelerin yükselmesine vesîle olan ibâdeti size haber vereyim mı?" Ashâb: "Evet" dedi. Peygamberimiz: "Bu, her zaman abdesti güzel almak, mescide gidip gelip cemâate devam etmek (ve işi yoksa) kılınan na mazdan sonra diğer namaz vaktini mescidde beklemektir. İşte benim ümmetimin bekleyip nöbet tutması, Allah´ın rızâsına uygun rabıta yapması budur!" (Böyle buyurdu ve bunu üç defa tekrarladı.)

[204] Bu rivayetlerde geçen seyahat da bir nevî ruhbaniyettir... Ve önceki ümmetlerde: "Kendini Allah´a vererek yollara ve çöllere düşmek" demekti... Fakat bu ümmette, bu mânâda bir seyahat ve ruhbâniyet kabul edilmemiştir. Nitekim Tâvûs´un rivayet ettiği bir hadîsde de: "...İslâm´da ruhbâniyet ve seyahat yoktur" buyurulmuştur

[205] Bakara suresi,

[206] Buhârî bunu: "Haksız yere öldürülenin velîsi muhayyerdir, bunlardan birini tercih eder" adlı bölümde rivayet etmiştir

[207] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/409-416.