- Perdede inanç var

Adsense kodları


Perdede inanç var

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Wed 27 June 2012, 07:10 pm GMT +0200
Kosmos: Perdede inanç var
Elif TUNCA • 64. Sayı / SİNEMA


Başlık biraz Reha Erdem’in bir önceki filmi Hayat Var’a nazireyse biraz da Türk sinemasının ilgisini yeniden çeken “inanç” mevzuuna kenardan köşeden değil kalbinden yaklaşan Kosmos’un özgünlüğüne bir atıf.

Malum, Türk sineması bugüne dek inançla epey bir imtihan geçirdi. Bu imtihanlardan çoğunlukla yüz akıyla geçtiğinden söz etmek güç. Daha ilk başlarda egemen ve zorbaların arkasını kollayıp cahil ve fakir kitleleri sömüren imam, hoca tiplemeleriydi beyazperdede İslam’ı temsil eden. Yeşilçam’da bunun aksi birkaç kez görülebildi; sokak çocuklarına kol kanat gerip onlardan koro oluşturan, gazinoda çalıştığı için ailesinin bile reddettiği bir kızcağızı sahiplenen cami imamı rolünde merhum Sadri Alışık’ı da izledik şükür ki. Bir dönem sonrasında sahabelerin, âlimlerin hayatlarından filmler çıktı piyasaya ve ilk bir kaçının gördüğü rağbet, yapımcıların iştahını kabartınca seri üretime geçip bu türün de defteri dürüldü kısa zamanda. Daha sonra merhum Yücel Çakmaklı’nın öncülüğünde ve Mesut Uçakan, Salih Diriklik, İsmail Güneş, Mehmet Tanrısever gibi temsilcileriyle işin felsefesini oturtup sinemayla dini buluşturmaya, uzlaştırmaya niyetlenen bir akım çıktı; kimilerinin milli, kimilerinin beyaz, kimilerinin yeşil sinema dediği. Fakat maalesef ne beklendiği kadar uzun soluklu ne de etkili olabildi.

2000’lerle birlikte yeniden toplumuna ve toplumunun aidiyetlerine bakmaya başlayan Türk sineması, bu doğrultuda inancı da yeniden ele alma ihtiyacı hissetti. Adem’in Trenleri, Takva, The İmam ve son olarak Büşra gibi filmlerin her biri kendi perspektifinden bir yorum sundu.

Kosmos’un farkı işte tam da bu noktada başlıyor. İnancı, sadece İslam olarak algılamadan ve sadece günlük tartışmalara odaklanmadan, ruhun bir ihtiyacı bakışıyla ele almasında. “Gökten zembille iner gibi” sınır şehri Kars’a gelen, daha geldiği anda nehre düşüp boğulan bir çocuğu yeniden hayatla buluşturan, yemeyen, uyumayan, sadece çay içip kaşık kaşık toz şeker yiyen, insanların anlamakta zorlandığı fakat etkili ve kitabî sözler söyleyen, çalışmak istemeyen “aşk isteyen” Battal… Benzerlerini görmüşüzdür ve meczup demişizdir çoğunlukla. Filmdeki kahve sahibi gibi yardım olsun diye iş vermeye kalkanımız da çıkmıştır belki. Ya da kahvedekiler gibi sözlerini önce ciddiye alıp sonra eğlenmişizdir. “Hırlı mı hırsız mı; uzak dursun” deyişimize kadar ne zaman geçmiş olabilir ki… Çocuğumuzu ölümden döndürse de hastalarımızı mucizevi şekilde iyi etse de hiçbir şeyin karşılığını beklemeyip hatta “Çalışırsam gönlüm emeğime karşılık bekler diye korkarım” diye açıklama yapsa da değil mi ki yabancıdır, değil mi ki tekinsizdir, değil mi ki alışkanlıklarımızın dışındadır o halde onun da ilk kabullenildiği şiddette reddedileceği bir gün gelecektir. Bütün peygamberlere, bütün kutuplara, bütün manevi önderlere böyle yapılmamış mıydı ve böyle yapılmayacak mıydı…

Gönlünün aktığı kız sorduğunda adının Kosmos olduğunu söyleyen Battal, gerçekten de kosmosun temsilcisi. Sözlerinde Kur’an da var, Tevrat da İncil de. Hallerinde tasavvuf da var, Şamanizm de. Ki filmin kendisi de sadece adıyla değil bütünüyle kosmosa işaret ediyor. Yalnız bizim Battal’ımızın hikâyesi değil anlatılan; sınırın açılması tartışmalarının ortasında bir o yana bir bu yana savrulan Kars halkı, Rus mimarisi, askerî tatbikat, babaları ölen üvey kardeşlerin kavgası ve bu kavganın taşındığı askeriye, heykeller, hayvanlar, sakatlık, yaşlılık, yenilmişlik hali… Ateş hali, toprak hali, su hali, hava hali… Ve aşk hali! Kosmos’a münasip olsun diye adını Neptün koyan genç kızla uçtukları, çığlık attıkları, parmaklarını boyadıkları o esriklik hali…

Netice değişir mi peki? Elbette hayır. Mutlu son gibi bir kaderleri olamaz zaten ki onlar için mutluluğun da sonun da adresi farklı bir yerlerdedir kuşkusuz. İşte bu yüzden şaşmamak gerek; dilini çözdüğü çocuk hastalıktan öldüğünde, gelişiyle birlikte artan hırsızlıklar gitgide daha fazla onu işaret ettiğinde ve belki de artık söz bittiğinde Kosmos’un koşarak geldiği gibi koşarak şehri terk etmesine. Aslına bakılırsa onun şaştığı da yok zaten; yola koyulanlarla yolda yorulanlar arasına mizaç değil mahreç farkı olduğu söylenmemiş miydi çok evvelce?

“Yani ne mi diyorum” demek gerekirse Necatigil gibi; Kosmos, bildiğiniz hiçbir filme benzemeyen bir film. İlk anda sizi kendine meftun ederek an be an şaşırtacak, Kosmos’un her birini unutmamak için not etmek isteyeceğiniz sözleriyle kendine hayran bırakacak. Reha Erdem’in önceki filmlerine benzemeyen ama ufak dokunuşlarla kan bağını da ikrar eden yapısı ve yönetmenin ilk kez Hayat Var’da olağanüstü başarıyla kullandığı ses kurgusuna, bu kez efekt görüntüleri de ekleyerek “yenilikçi” olmanın hakkını sonuna kadar verecek.

Ve belki Kosmos’un o hiç değişmeyen, su gibi duru ve berrak tavırlarına karşı, topluluğun tavrının nasıl da değişip durduğunu, her halükârda Kosmos’a acı çektirip fakat yine de masumiyetinden bir şey eksiltemediklerini görenleri bitmez bir hüzne davet edecek. Bu daveti kaçırmayın…

Kosmos:

Yönetmen: Reha Erdem
Oyuncular: Sermet Yeşil, Türkü Turan, Hakan Altuntaş, Sabahat Doğanyılmaz, Korel Kubilay