- Özgürleşme üzerine

Adsense kodları


Özgürleşme üzerine

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Sat 20 November 2010, 03:42 pm GMT +0200
Su Sohbetler Özgürleşme Üzerine


Kendisine hikmet verilen insan, beraberinde verileceği vaad edilen hayırlara nasıl ulaşacağını düşünüyorken, mevsimlerden kışa rastladı. Kışa, hayatın zorluğuna dair sorular sordu. Bekledi ki alacağı cevaplar ona iç huzuru versin ve böylece şairin dediği “uzun yola çıkmaya hüküm giymek” nefse ağır gelmesin de ruh bir nebze dahi olsa bedende hafiflesin. Kış, hayatın zorlukları şöyle dursun, hayatın kendisi hakkında bile cevap vermedi. Zira kış, ağırlıklarından kurtulmakla meşguldü. Ağırlıklarından kurtulmaya çabalayanın yüzü özgürleşmeye dönük olmalı diye düşündü ve kışa kızmaya hakkı olmadığına kanaat getirerek yola koyuldu.
Şayet bir cümle söylemek gerekseydi, hayatın bizatihi kendisinin, iç içe geçen zorluklardan ibaret olduğunu söyler miydi?
Kendisine hikmet verilen insan, baharın geleceğini müjdeleyen cemrelerin sakinleştirici gücünü kavradı. Havaya, karaya ve suya peş peşe düşen  cemrelerin müjdelediği hayat, rahata devinmek isteyenler için belki katlanılır veya yaşanılır  bir hayattı. Ne var ki kendisi, hüküm giydiği uzun yolun, hayatın rahat tarafını  isteyip istememe konusunda kendisini  kararsız bırakmadığına inanıyordu. Madem ki kendisine iki yol gösterilmişti, madem ki sarp ve zor olanı tercih etmemesi bir yanlışa düşmekti, o halde  bu yanlışa düşmemek için inanarak ve  ısrarla atılmalıydı sarp yokuşa… Varsın şair bunu hüküm giymek olarak anlatsın!   

Ve insan yola koyuldu…

Artık iyice emindi ki mü’min bir kul idi!

Bahar ise;

Büyük bir sabırla dağlara, ovalara, kırlara geldi ve böylece toprak, bağrındaki filizleri  özgürlüklerine kavuşturdu.

Bu arada Mü’min Kul da zamanı boşa harcamadı: Müminlerin Tevrat’taki özelliklerinden çok, İncil’deki özellikleriyle ilgilendi ve inkarcıların öfkesini filizlere erkenden çekmek isteyenlere haklarını helal etmeyeceğini söylemek için fırsatlar kolladı...

Tabi bu arada   kuşlar sevinçle kanatlandı gökyüzüne doğru, dereler daha bir çağlamaya başladı, kalpler umut ve sevinçle çarptı, inciten sözler kibarlaştı ve en önemlisi de Su hatırlandı!
Boynunda hükmü bulunan insan, uzunca bir mesafeden sonra özgürleşmeyi en iyi suyun anlayacağını kavradı ve su bu yüzden hatırlandı. Kabaran soluğunu dinlendirmeye zamanı yok idiyse sebebi buydu. Çiçek desenli kırlara ayıracak zaman bulamadıysa bundandı! Ola ki hayallerine kara bulutlar  düşerdi de özgürlüğü anlatacak olan suya kavuşması gecikirdi! Ola ki  uzak mesafeler gözünü korkutur, yüreği daralır ve  hayatın oyun ve oyalanmadan ibaret tarafı dikkatini bir an olsun çekerdi de kaybedenlerden olurdu!
 Ne var ki  şeytan onun bu korkusunu anlamıştı ve çoktan  yolunun üzerine dikilmişti. Sağından solundan arkasından sokularak onu derin bir yalnızlık duygusuna sokup suyu unutturmalıydı! Evet neye mal olursa olsun Su unutturulmalıydı!

Madem ki insan, hayatın anlamsız çığlıklarında sağırlaştığı zaman yalnızlık çekiyordu, onu  daraltarak, bunaltarak ve yalnızlığa düşürerek sessizleştirmek en etkili yöntem olmalıydı! Hele bu insan, suya ulaşmak ve içini suya dökmek isteyen bir bilinçli ise, ona her şeyi unutturacak fısıltılar sunmalıydı!.. Dostlarına vahyettiğinden daha kuvvetli fısıltılar!..

Ve şeytan gerçekten işe koyuldu!..

Vesvese mü’minin   kalbine girmeye başlamıştı:

“İnsan uzun yola çıkmaya hüküm mü giymişti yoksa bir dağın başına ulaşacak gibi gözüken bu yolda kendini sürgün eden münzevi bir şair miydi?”

Şeytan etkisini gösteren fısıltıya daha bir sığındı!..

İnsan unutulmuş bir çeşme gibi yalnızlaştığını düşündü…

Şeytan çeşmenin ona suyu hatırlatacağından korktu ve en iyi şairin, yalnız kalan bir çeşmeden ziyade,  meselâ Sur'a üflemenin anlamı üzerine zihin yoran ve ifritten suallerin kılını çekmekten aciz akıllardan kaçarak kendini gündüze  ve geceye kapatan şair olduğuna inandırmaya çalıştı...

Şeytan; Mü’min  Kul’un, hacca gitmeye karar vererek o çok sevdiği topraktan ayrılması gibi suyu aramak fikrinden bir anlık dahi olsa ayrıldığını görüp sonsuz derecede mutlu oldu!

Şeytan:

“Zavallı adam! Bilmez mi ki çeşmeleri ve suyu en çok şairler beklemiştir!”diye mırıldandı…

Ona,  dağın zirvesine ulaşmanın anlamsız bir yorgunluk ve gerçekleşmesi imkânsız bir  çaba olduğunu en etkili hangi fısıltıyla fısıldasa... Derin bir uykuya daldırıp dinlendirse ve yorgunluk  isimli şeyden nefret ettirse!..

Evet, şeytan böyle düşünmüştü düşünmesine de Mü’min Kul’un gördüğü rüyada, dinlendirici bir çeşmenin başında huzur bulma ihtimalini hesaba katmamıştı! Bu öyle bir çeşme idi ki  ustası her taşını besmele ile koymuştu. Çoğu kere mutlu akmıştı; ama şarıl şarıl akan suyu kimi zamanlar sessiz de kalmamış değildi. Başucunda dinleneni, içtiği sudan sonra dualar edeni, yaptıranın ruhuna fatihalar okuyanı az değildi! Belki başında gölgelik yapacak bir ağacı yoktu. Bilinmeliydi ki her çeşmenin başında bir ağacın bittiği doğruydu. Kendi ağacı da bir zamanlar vardı ve en güzel gölgeyi yapıyordu! Ne var ki öfkenin şeytandan, şeytanın da ateşten yaratıldığını söyleyen Peygamber, öfkeli insanın su ile abdest almasını ve suyun ateşi söndürdüğünü ilan edince şeytan  çeşmelere ve başındaki ağaçlara düşman kesildi de bu ağaçlara  dilek ipleri ve bezleri bağlatma çabasına girişti… Ta ki  bir mü’min  gelip de kökünden sökünce kendisi de böylece ağaçsız kaldı! Olsun! Artık bir ağacı yoktu; ama yalağından su içen kuzuları vardı! Önündeki çimlerde güreşen yiğitleri, damla damla su içen kumruları, başında dinlenen yorgun yolcuları vardı!

İşte bu çeşmeydi uyuyan insanın rüyasına giren! Rüyada, derhal uyanmasını ve özgürlüğün hikayesini anlatacak olan gerçek çeşmeyi bulmasını öğütlüyordu…

İnsan,  aldatıcı uykudan derhal uyandı ve zaman kaybetmeden yola koyuldu.

 Şeytan, umutları kırık bir halde kalakalmıştı…

Su ile sohbet etmek sohbetlerin en güzeli olmalıydı. Bir damla su ile sohbet bile kim bilir ne denli anlamlıydı!

Susuzluktan tâkati kesilmiş  bir  şekilde, sohbetlerin en güzelini yapacağı çeşmeyi bulmak  ümidiyle yürüdü yürüdü…

Uzakta küçük bir  çimen yeşilliği görünce son gücünü kullanarak oraya  doğru ilerledi. Sızıntı şeklinde akan ve belki de bir çoban tarafından, hayvanları rahat  su içsin diye basit el hareketleriyle düzeltilen  yerinden  kana kana içtikten sonra suyun sonsuz şükür gerektiren bir nimet olduğunu düşündü ve şükürler etti Yaratıcı’ya.

İşte o anda o zayıf su dile geldi ve sevinçle haykırdı:

 “Rabbim bu kulunu buraya yöneltip ilettiğin için teşekkür ederim!”

Mü’min Kul bu sesi duyduğunda tarifsiz sevindi.

Su konuşmasını sürdürdü:

 “Toprak kuraklık sebebiyle  "su su!" diye inlerken ben de, suyu tükenmekte olan bir çeşme olarak,  hüzünlü gözlerle gökyüzüne bakıp bir damla yağmur yağacak mı, diye bekledim. Çünkü bir çeşme en çok suyunun kaybolmasından korkar. En ümitsiz kaldığı anda Allah’ın rahmetindne o denli emindir ki susuz kalan  bir canlıya su vermenin Allah’ın rahmeti olduğunu  düşünür ve  çölde gördüğü susuzluktan ölmek üzere olan bir köpeğe su içiren günahkâr bir kadına merhamet eden Allah’a sığınır. Derken susuzluktan kıvranan bir kul gelir de çeşmeyi kurtarır kurumaktan! Çünkü bu kul çeşme için Allah’a dua etmiştir! Çünkü bu çeşme şükre vesile olmuştur! Allah bu çeşmenin suyunu kurutmaz! Allah ne güzel vekildir!”

Mü’min Kul çeşmenin suyunda  belirgin bir artışın oluşuna şahit oldu!

Tam bu ruh halini yaşıyorken birden aklına  özgürlüğün hikayesini anlatacak olan gerçek çeşmeyi  arayışı geldi ve heyecanla atıldı:

“Tutsaklıktan kurtuluşu anlatacak, özgürlüğü anlatacak çeşmeyi bulmak için yola çıktım ve  buraya geldim! Ya bir yol gösteren bulurum veya susuzluğumu giderecek bir çeşme… Umudumu hiç yitirmedim!” dedi.

Çeşme bu hayırlı insana artan suyundan birkaç avuç daha sunduktan sonra umutvar bir sesle  dedi ki:

“Kıyamet günü hesaplar görülürken, herkes telâş içindeyken, cehennemlik bir adamın  koşarak cennetlik olanlardan birine; "Hatırlar mısın, benden su istemiştin de sana bir içimlik su vermiştim." diyerek ondan şefaat dilediği ve cennetlik adamın ona şefâat ettiği hakeza bir başka cehennemlik adamın, cennetlik olan diğer birine abdest almak için su verdiğini hatırlatarak şefaat etmesini istediği ve  adamın  da ona şefaat  ettiği rivayet edilir… Umarım Allah bizi hayırlara vesile kılar da cennet çeşmelerinden bir çeşme oluruz” dedi.

Mü’min Kul bütün içtenliğiyle:

“İnşaallah!” dedi.

Su, Mü’min Kul’a iyice yaklaştı, sesinin en tatlı tereddü ile sordu:

“Acaba, özgürlüğünü  kazanan suyu anlatsam, özgürlüğünü  kazanan insanın vermesi gereken mücadelesine zarar mı veririm? Yoksa sen kastedeceğimi doğru anlayabilir misin?”

Mü’min Kul bir an tereddüt gösterdi ve cevap veremedi.

Su bunun üzerine dedi ki:

“Özgürlük! Sevilen, muhtaç olunan, aşık olunan, onsuz yaşanılamayandır! Anlamsız, şaşkın, ümitsiz, kalpsiz, ışıksız, tatsız ve beklentisiz hayatların kurtuluşudur! Allah’ı razı etmek için, uğrunda canların seve seve  verildiği bir kurtuluştur! Duygularda, gerçeklerde ve rüyalarda  bir kerecik olsun yaşanılsın diye, uğrunda tüm dünyaların verilmek istendiği haysiyet ve şereftir! O, güvercinlerin kanadına yük olmayan, mabedlerin müjdelerini içeren bir mesajdır! Kendisinde yaşanılmak istenen, kendisinde ölmek ve dirilmek istenendir! Bu gerçekleşmediğinde de kendisinde uyumak ve kendisinde uyanılmak istenen rüyadır!”

“Su bütün bunları yaşadığına göre çok acı çekmiş olmalı” diye düşündü; Mü’min Kul.

Su derin bir iç çektikten sonra anlatmaya başladı:

 “Peygember ve sahabenin Medine’ye yaptıkları hicreti takip eden günlere seni götürmek istiyorum…” dedi heyecandan titrek sesle  ve bir an susarak bekledi…

Mü’min suyun böyle bir giriş yapmasını beklemiyordu.

Su devam etti:

“ Mü’minler yeni yurtlarında mutlu idiler. Peygamberin gelişinden ötürü şereflenen bir şehirdi artık! Medineliler şehrin huzurunu derinden yaşıyorlardı ve hayatlarında görülmedik bir bereket belirmişti. Peygamberle beraberlerdi! Allah’ım hayali bile dünyalara değer! Peygamberle olmak, onu işitmek, onunla konuşmak ne büyük bir lütuf Allah’ım!..”

Su, sesinin  titremesini engellemek için bir süre bekledi. Sonra birden hıçkırıklara boğuldu.

“Allah’ım o gün ne muazzam bir gündü! Mü’minler Allah’a kul olma özgürlüğüne kavuşmuşlardı! Onlar özgürdü; ama su tutsaktı! Alemlerin Efendisi  ve mü’minlere özgürce ulaşmak isteyen su tutsaktı! Hayvanları ve bahçeleri için su vardı; ama  doya doya içmek için özgür bir su yoktu! Peygamber su kaynaklarını tek tek gezerek, suyu  Rume Kuyusu’nun suyu  gibi bir  kuyu var mı diye bakardı! İşte su o zaman bir yahudinin elinde tutsak olmanın hüznünü yaşardı! Kuyular vardı; ama Peygamber Rume Kuyusu’nun suyunu düşünürdü! Rume’nin suyu tatlıydı, serinliğinde ise dağ yeli vardı! Ne var ki Rume’nin  suyu o kadar istenilenken, sahibi  bir yahudi idi! Peygamber yahudiye giderdi ve satın almak için değerler biçerdi! Peygamber vereceği ücreti yükseltirken yahudi kuyudaki suyun damla hesabını yapardı! Her seferin de “satmam!” derdi! “Ben zaten bu suyu satıyorum! Hem bu şekilde satmam daha kârlı !” derdi! Peygamber bir gün, Rume Kuyusu’nu satın alıp da vakfedene  cenneti müjdeledi! Su bu esareti nasıl anlatsın Allah’ım!”

Su artık ağlıyordu! Hem ağlıyor hem de anlatıyordu:

“Osman bunu duyunca yahudiye defalarca gitti ve hayal ettiğinden fazla değerle satmasını istedi! Ama yahudi yanaşmadı bu ticarete…”

Su cesaretini toplayarak sözlerine devam etti:

“Bu dünyada mü’minler için en kötü olan şey, hiçbir kanuna tabi olmayan, hiçbir hakkı kabul etmeyen ve hiçbir hakka razı olmayan yahudiye tutsak olmaktır! İşte Rume’nin suyu bu tutsaklığı yaşıyordu! Bir yahudiye mahkum olma zulmünden daralmıştı. Geceleri ve gündüzleri dua ediyordu. Peygamber hatırına var olmak istiyordu; ama özgür olarak! Yahudilerin bile hiçbir ücret ödemeden  içebilmeleri için dualar ediyordu Su! Peygamber susayınca, sahabesi susayınca nasıl dayansındı Allah’ım! “Asra yemin olsun ki insan zarardadır!...” okununca ve ikindi vakti girince ve Bilal ezanı okuyunca abdest almak için sağa sola koşturunca sahabeler ve yahudi en çok namaz vakitlerinde suyunu satınca ne zordu sabretmek Allah’ım! Mü’minler  her an şaşkın, yahudi de her an keyifli olunca su nasıl dayanırdı Allah’ım! Peygambere engelsiz ulaşmak ne büyük bir arzuydu! Ama Osman ne pahasına olursa olsun suyu özgürlüğüne kavuşturacaktı! Verecekti yahudinin istediği ücreti ve daha fazlasını! Sonra herkes doya doya içecekti Rume’nin suyunu!”

Mü’min Kul kendi kendine söyler gibi:

“Su en büyük acıyı Kerbelâ’da yaşadı diye düşünürdüm!” dedi.

İşte bu söz suyu kahretti ve feryatları yeri göğü  sardı!

“Allah’ım! Kerbelâ günü ne acı gündü! Allah’ım! Hüseyin’in feryatlarını kim silebilir hafızalardan?”

 Mü’min Kul o anda  bir nehrin kenarında susuz bırakılmayı düşünüyordu.

“ Şehid olduğu gün susuzdu Hüseyin!” diye mırıldandı.

“Fırat o gün nasıl da üzülmüştür!” diye düşündü.

Bu düşünce üzerine mesafeler aradan kalktı ve  koca nehir  kurda kuşa esirgemediği suyundan  Hüseyin ve ailesini mahrum bırakanlara lanet etti.

Mü’min Kul  sırf bir şey deyip de bu boğucu havadan kurtulmak için:

“Rume kuyusu ne oldu? Yahudi onu sattı mı?” diye soruverdi.

Su:

“ Osman kuyunun önce yarısını alıp kendi gününde ücretsiz dağıttı sonra da kendi gününde suyu satamayan yahudi diğer yarısını da satınca  su özgürleşti …” dedi kısa bir anlatımla…

Mü’min Kul gücenmedi. Çünkü su fazlasıyla hüzünlenmişti. Kerbela onu öyle hüzünlendirmişti ki özgürleşmeyi şevkle anlatmaktan mahrum bırakmıştı.

Su bu kısa anlatımda bir şeyi unuttuğunu anlayınca dedi ki:

“O gün sadece mü’minler değil yahudiler de sevindi. Ne var ki Rume’nin suyunu satan yahudiye gelecek neslin yahudileri düşman oldular ve yeryüzünün bütün su kaynaklarına sahip olup insanlığı kahretmeye yemin ettiler! Bugün bu hedeflerinin ne kadarını gerçekleştirdiler, en iyi Allah bilir!”

Mü’min Kul,  ayrılmak için izin isteyemedi. Kalktı ve bereketi artan sudan kana içtikten sonra sessizce uzaklaştı.

Artık başka bir çeşme aramaya ihtiyaç var mıydı?

Özgürlüğün en büyük düşmanları uyanık zindancılar değil miydi? Özgürlüğünü kaybedenler boşluklarda  sonsuza dek kalacak kendi feryatlarını duyabilecekler miydi? Özgürlüklerine düşkün olmayanların yalnızlıkları Hüseyin’in bedduasıdır derler; ama Hüseyin beddua etmez! Köleliği benimseyenlerin ruhları yerde süründüğü için yalnızlaşmışlardır!

Anladı ki artık başka bir çeşme de yoktu kendisi için.         

Uçsuz bucaksız, duvarsız, engelsiz temiz bir gökyüzü  arzuladı…

Allah’ın kişiyi özgürlük hamuruyla yoğurduğunu daha iyi anladı. İnsana üflenen ruhun onu özgür kılıp  şirkten arındırmak için var olduğunu şimdi daha iyi anlıyordu.

Özgürlük düşmanlarına karşı çıkan tarafıyla hakırmaya başladı:

“Ey özgürlük! Senin için bütün zindanlara katlanacağım! Bütün işkencelere tahammül edeceğim! Ey Rabbim! Zalime satılmaktan sana sığınırım! Suyu da zalimlerin eline ve tekeline düşmekten kurtar! Beni özgürlükle terbiye et ki Peygamberi ve Hüseyin’i doğru anlayayım! Özgürlüğün havasını solumamı bana nasip et ya Rabbi!”

Mü’min Kul   sözünü bitirmişti ki  suya ait olduğuna kanaat getirdiği sesin, bir şiir okuduğunu duydu: Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlar su Kim bu denlü dutuşan odlara kılmaz çâre su( Ey bi çare gözüm! Gönlümde tutuşan sevda ateşine, göz pınarımdan su saçıp durma.Çünkü, gönlümde yanan bu ateşi su söndüremez! Zira ki tek başına gönlümde yanan ateşi söndürmeyeyetmezsu ) Suya virsün bâğ-bân gül-zârı zahmet çekmesün Bir gül açılmaz yüzün tek virse min gül-zâra su ( Bahçıvan gül bahçesini ne kadar sularsa sulasın, ne kadar uğraşırsa uğraşsın, güzel güller yetiştireyim diye, Ey sevgili, o bahçıvan değil bir, bin gül bahçesine su verse de, senin o gül yüzün gibi bir gülün açması mümkün değildir.)

Umduğum oldur ki rûz-ı haşr mahrûm olmayam Çeşm-i vaslun vire men teşne-i dîdâra su (Rabbimden dileğim odur ki mahşer gününde beni mahrum eylemesin. Senin vuslat çeşmen ey sevgili en sevgili, suya hasret kalmış bana, o güzel ve kutlu ellerin ile suyu ikram etsin bana)Mü’min Kul ellerini açtı ve:

“Rabbim! Sana olan duam, özgürlük mücadelemin  beni  cennete götürmesi ve beni  Peygamber’e komşu, Osman ile arkadaş  kılmasıdır!” diye dua etti.

Rume kuyusu bu duaya “AMİN!” dedi.


Ali Yalçın