ezelinur
Tue 9 February 2010, 02:57 pm GMT +0200
Prensip olarak ortak, şirket malı üzerinde güvenilir olan bir kişidir. Güvenilir kişinin İddialarını ise doğrulamak gerekir. Pak ve tertemiz olan İslâm şeriatının, şirket akdinde gözönünde bulundurulmasını teşvik ettiği birinci esas budur. Bu teme! ilke ihlâl edilecek olursa şirket bozulur; küçük olsun büyük olsun, yaptıkları işlerde ortaklar hezimete ve zaafa uğrarlar. Bu nedenle de Rasûlullah (s.a.v.) efendimiz buyurmuşlardır ki:
"Allah (c.c.) buyuruyor ki; İkisinden biri arkadaşına hainlik etmedikçe ben, iki ortağın üçüncüsüyüm. Hainlik ettiğinde aralarından çıkarım.[1]
Bu hadîsin anlamı şudur ki; noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah, her birisi arkadaşının malı üzerinde güvenilir olduğu, az veya çok, hiç hainlik etmediği sürece her iki ortağa yardımcı olmakta devam edecektir. Kötü arzu ve emeller ortaklardan birini arkadaşına hainlik etmeye teşvik ederse, Cenâb-t Allah bu yardımından vazgeçer. Allah´ın kendisine yardımcı olduğu bir insan, hem bu dünyada hem ahirette mutlaka başarıya ulaşır ve en güzel sonuçlan elde eder. Ama Rabbinin yardımına mazhar olmayan kimse, hem bu dünyada hem ahirette hüsrana uğrar; helak olmaya mahkum olur. Dürüstlük, ortakların başarıya ulaşması için esastır. Hainlik de, ortakların hezimete uğrayıp zarar etmelerinin esas nedenidir. Bu, hiç bir delile gerek kalmaksızın his ve müşahede İle bilinen bir gerçektir. Müsait ortamda bulunmasına rağmen yerinde yeller esmekte olan; buna karşın ona nisbetle çok daha az sermayeli ve elverişsiz ortamlarda bulunduğu halde varlığını gün be gün geliştirerek sürdüren bir çok şirketler görmekteyiz. Varlığını sürdüren şirketler, ortakların anlaşmada ileri sürdükleri şartlan tam olarak uygulamaları, her hususta dürüstlüğe sarılmaları, her davranışlarında hainlikten uzak durmaları sayesinde sürdürmektedirler.
Eğer böyle olursa, ortaklardan her birinin kâr, zarar ve bunlara benzer hususlardaki iddiaları doğru kabul edilir. Mezheblerin bu konudaki detaylı açıklamaları aşağıya alınmıştır.
(33) Hanefîler dediler ki: Kâr ve zararın miktarı, mal kaybedilmesi, malın ortağa verilmesi hususunda ortaklardan her birinin iddiası, yemin ettikten sonra doğrulanır. Öyle ki; öldükten sonra ortağının payını ödediğini iddia ederse, yemin ettikten sonra sözü doğrulanır. Görmez mısın ki; adamın biri, başkası nezdinde bulunan emânetini teslim alması için bir başkasını vekil olarak görevlendirir ve bilâhare vefat ederse; vekil, müvekkilin vefatından önce o emâneti teslim aldığım, müvekkile teslim etmeden kendi elın-deyken telef olduğunu iddia ederse, vârisler onu yalanlasalar bile sözü doğrulanır. Kendisi emin kişi olduğu için tazminat ödemekle yukumlu olmaz veya müvekkile teslim ettiğini söyleyecek olursa, yine aynı nııkum geçerlidir, sözü doğrulanır. Ama bir kişi, alacağını tahsil etmesi için bir obasını vekil tâyin eder, sonra ölür de vekil böyle bir iddiada bulunursa, iddiası Kabul edilmez. Borçlu da borçtan kurtulmuş olmaz.
Hükmün bu şekilde verilmiş olması; borçlunun, zimmetini meşgul etmiş olmasından ötürüdür. Borçlu, borcunu hak sahibine ödediğinde, onun da zimmetini meşgul etmiş olur. Böylece borçlu için de alacaklının zımmetinde bir şey sabit olmuş olur. Tıpkı kendi zimmetinin borçla meşgul olması gibi. Böylece her ikisi, yani borçluyla alacaklı, dengi dengine karşı karşıya gelmiş olmaktadırlar. "Borçlar, misilleriyle ödenirler" sözünün anlamı işte budur.Bunda ölü için tazminat vardır.Başkasını tazminatla yükümlü kılmada vekilin sözü doğrulanmaz. Ancak tazminatı kendi şahsından uzaklaştırmada ve reddetmede sözü doğrulanır. Bu sebeple de vekil borcu tazmin etmez. Borçlu da kendisine başvurarak bir talepte bulunamaz. Özetleyecek olursak vekil, tazminatı kendi şahsından uzaklaştırılıp, reddetmeye dâir bir iddiada bulunursa, iddiası kabul edilir. Ama başkasını tazminatla yükümlü kılmaya dâir bir iddiada bulunursa, kabul edilmez.
Ortak, şirket malına tecâvüzde bulunursa, tazminat ödemekle yükümlü olur. Emanetçi kişi de kendisine emânet edilen mala tecâvüzde bulunursa tazminat ödemekle yükümlü olur. Ortak, diğer ortağının payının ne kadar olduğunu açıklamaksızın öldüğünde de tazminata mahkûm olur. İki kişi ortaklık kurar da bunlardan birisi ticâret yaparak borca mal satar ve ölümünden önce ortağının bu şirket alacağındaki payım açıklamazsa, borçlunun yanında zayi olmuş olsa bile mirasçılar, diğer ortağın payını tazmin etmekle yükümlü olurlar. Ama ölmezden önce açıklarsa tazminata gerek kalmaz. Ortaklardan biri, diğerini borca mal satmaktan meneder, buna rağmen diğeri satarsa, satıcı ortağın payını ilgilendiren satış geçerli olur. Diğerinin payını ilgilendiren satış, askıda kalır. Diğer ortak satışı onaylarsa, kârı paylaşırlar. Onaylamazsa satış bâtıl olur. Bunun hükmü, mudârebe akdinde sermâye sahibinin mudâribi kendi sermayesiyle birlikte sefere çıkmaktan menetmesine rağmen, mudâribin sefere çıkmasının hükmü gibidir ki, bundan önce söz edilmişti.
Şâfiîler dediler ki: Ortak, şirket malı üzerinde güvenilir bir emanetçi hükmündedir. Ortaklardan her birinin kâr ve zarar miktarı, malın bir kısmını ortağına vermiş olma gibi konularda ileri sürdüğü iddia doğrulanır. Şirket malının telef oluşu konusundaki iddiası hususunda bazı tafsilâtlar vardır. Çünkü bir sebep belirtmeksizin veya hırsızlık gibi gizli bir sebep belirterek malın telef olduğunu iddia ederse, bu iddiası yeminsiz olarak doğrulanır. Ama yangın gibi görünür bir sebeple telef olduğunu iddia ederse; yangının vukû-bulduğuna ve bu yangında ticâret malının yandığına delil getirirse iddiası doğrulanır. Aksi takdirde doğrulanmaz. Yangının meydana geldiği bilinir, ama bu yangında ticâret malının yanmış olduğu bilinmezse, yemin etmesi şartıyla iddiası doğrulanır.
Ortaklardan biri, "Şu malı şirket nâmına satın aldım." diye iddia eder; diğeri de "hayır, kendi nâmına satın aldın. Çünkü o malda fiyat fazlalığı vardır" diye iddiada bulunursa, veya iddialar bunun tersine olursa, bu durumda mal hangisinin elindeyse onun iddiası doğrulanır. Malı elinde bulunduran, ikisinin hesaplaşıp paylaştıklarını, elindeki malın da kendisine özgü olduğunu iddia eder de ortağı bunu inkâr ederse, inkâr edenin sözü kabul edilir. Çünkü aslolan paylaşmamaktır.
Mâlikîler dediler ki: Ortaklardan biri, şirket malının semavî bir âfetle telef olduğunu veya yaptığı ticarî çalışmanın sonunda zarar ettiğini iddia eder; diğer ortak bu iddiayı yalanlayarak malı gizlediğini, ne telef ve ne de zararın vuku bulmadığını iddia ederse iki durum sözkonusu olur:
a- Ortağının bir cemaatle bulunması, şayet telef olsaydı, bu cemaatin mutlaka haberdar olacağını, ama cemaatin ondan böyle bir olayın meydana geldiğini duymadığını veya sattığı malın kârlı bir mal olduğunu, zarar etmesinin mümkün olmadığım söylemesi gibi kendi iddiasını kuvvetlendirici karineler getirir.
b- Veya bu iddiasını kuvvetlendirecek karineler getirmez. Her halükârda, iddiayı inkâr edenin s$zü kabul edilir. Sonra iddia sahibinin yalan söylediğine dâir karine getirirse, iddiacı telef olan malı veya zararı tazmin eder. Herhangi bir belge veya delil bulunmadığı için ortağının iddiasını çürütebilecek karineler getiremezse, diğerine zarar veya telefin vukûbulduğuna dâir yemin ettirilir.
Ortaklardan biri kendi şahsı veya ailesi için bir mal satın aldığını iddia eder; diğeri de o malı şirket namına satın aldığını söyleyerek inkâr ederse ve bu mal da yiyecek ve giyecek eşyası olmak gibi kendisine ve ailesine uygunsa, yemin etmesine gerek kalmaksızın birincinin iddiası kabul edilir. Ama o mal kendisine uygun değilse, iddiası doğrulanmaz, satın aldığını da şirkete vermesi gerekir.
Ortaklardan biri, sermâyenin üçte ikisinin kendisine ait olduğunu iddia eder, diğeri de her birinin sermâyesinin yansına sahip olduğunu söylerse, yarıyı iddia edenin sözü doğrulanır. İkisinin yemin etmesinden sonra aralarında yarı yarıya paylaştırılır.Bazıları derler ki: Üçte ikiyi iddia edene yansı; yarıyı iddia edene üçte biri verilir. Arta kalan tartışma konusu altıda bir ise ikiye bölünür. Üçte birin sahibi, bunun üçte birini ve altıda birin yansını alır. Anlaşmazlık, ikiden fazla ortağın arasındaysa mal, şahıs sayısına göre taksim edilir.
Ortaklardan biri, diğerinin elinde gördüğü malın şirkete âit olduğunu iddia eder, diğeri de bunu inkâr ederek elindeki malın kendi şahsına âit olduğunu söylerse, iki durum söz konusu olur:
a- Her ikisinin, mufâvada ortakları olarak tasarrufta bulunduklarına veya mufâvadayı ikrar ettiklerine dâir bir beyyinenin bulunması veya şirketi her ikisi kurduğu halde, iddiayı inkâr edenin buna ilişkin bir delilinin bulunmaması.
b- İddiayı inkâr eden kişi, öbür ortağın elindeki malın kendisine miras kaldığına veya hîbe edildiğine veya bu gibi yollarla kendi mülkiyetine intikal ettiğine tanıklık eden bir beyyine getirirse, bu durumda o mal, yalnızca iddiayı inkâr edene âit olur. O malın şirketten önce kendisine gelip şirkete dâhil olmadığına tamklıkda etse, o mala sahip oluşundan önce varolduğunu söyler de o malın şirkete girmediğine tanıklık etmezse, mal şirketin olur.
Hanbelîler dediler ki: Ortak, ortağına nisbetle emindir. Çünkü vekil gibidir. Sermâye ve kârın miktarı, kâr sağlayıp sağlamadığı, iddia ettiği mal telefiyeti hususunda ortağın sözü muteberdir. Meğer ki diğer ortak, aksi istikamette tanıklık eden bir beyyine getirsin. O zaman sözü muteber olmaz. Görülür bir sebepten ötürü, malın telef olduğunu iddia ederse, bu iddiasını teyid edici bir beyyine getirmesi gerekir. Sonra da malın o sebeple telef olduğuna yemin eder. Kendi şahsı için veya şirket için satın aldığı şeylerde söz, kendisinindir.