- Ordnun binek hayvanları

Adsense kodları


Ordnun binek hayvanları

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafız_32
Fri 1 October 2010, 05:22 pm GMT +0200
III. Ordunun Blnek Hayvanları


Binek hayvanları, ordunun sürat ve intikalini kolaylaştırır. Hele bilhassa Mekke fethi, Mu'te savaşı, Tebük seferi gibi Medi­ne'den uzakta cereyan eden savaşlara gitmek için binek hayvanı çok elzemdi. Binek hayvanına sahip olanlar fazlaca yorulmaya-caklan için, savaşta daha başarılı olurlardı. Piyadelerle süvarileri ganimet taksiminde de eşit tutmazlardı. Hz.Peygamber (s.a.v.) atlara ve ağır yük hayvanlarına ganimet mallarından pay verir­di.[166]

Hz.Peygamber (s.a.v.)'in savaşlarında, binek hayvanı olaral. daha çok at ve deve kullanılmıştır. Kendisi de ata binme konusun­da mahirdi; çıplak ata bile binerdi.[167]

Yukarıda geçen ayetin emri mucibince, Hz.Peygamber (s.a.v.), savaş için binek hayvanları hazır bulundururdu. Sahabe­yi de bu konuda teşvik ederdi.[168] Devlet bütçesinden at satın alır, savaş için hazırlardı.[169] Savaşlarda ganimet olarak alınan devele­ri askere taksim eder , ordunun binek hayvan ihtiyacını bu şekilde de temin ederdi.

Hz.Peygamber (s.a.v.), bir devlet başkam ve ordu komutanı olarak birkaç tane at, deve ve katır sahibiydi. Adbâ isimli devesi koşuda ve seferde devamlı önde giderdi.[170]

Hz.Peygamber (s.a.v.), savaşa iştirak edecek olan binek hay­vanlarını zaman zaman yarıştırır, onları zinde tutardı. Abdullah b. Ömer (r.a.) bu yarışların Seniyyetü'1-Veda ile Benu Zurayk mes­cidi arasında yapıldığını rivayet etmektedir.[171]

 

IV. Ordunun Eğitîmi
 

Bir ordunun savaşta başarılı olması, talim ve eğitim derecesi ile doğru orantılıdır. Bu sebepten dolayı bugünkü düzenli ordular­da askere devamlı eğitim yaptırılmaktadır.

Hz.Peygamber (s.a.v.)'in zamanında, savaşlara katılan ashab-ı kiram bu eğitimi teorik olarak değil de pratik olarak görürdü. Yani işi tatbikatıyla beraber öğreniyordu. Çünkü onlar Medine'de pek az kalıyorlardı; ya bir seriyye içerisinde hareket halinde veya bizzat Peygamber (s.a.v.)'in komuta ettiği bir ordu içinde savaşta bulunuyorlardı. Böylece de iyi bir savaş eğitimi gör­müş oluyorlardı. Hz.Peygamber (s.a.v.)'in bu konudaki eğitimini şu şekilde maddeleştirebiliriz : [172]

 

A) Sulh Zamanı Eğitim
 

Hz.Peygamber (s.a.v.), ashabını sadece savaş için değil, bü­tün bir hayat için hazırlıyor ve yetiştiriyordu. Kendilerine her türlü eğitimi teorik ve pratik olarak veriyordu.

Düşmana karşı bir hazırlık gösterisi olduğu için Habeşlilerin, Medine mescidinin içinde kılıç kalkan oynamalarına müsaade et­miştir. Oyunculara müdahale etmek isteyen Hz. Ömer (r.a.)'e de ;

" Ya Ömer, onları serbest bırak "buyurmuştur.[173]

Hz.Peygamber (s.a.v.), sahabeyi bazen ok atma yansı, bazen de koşu ile yarıştırırdı.

Seleme b. el-Ekva (r.a.) dan ;

Bir kere Eşlem oğullarından bir cemaat ok-atma talimi ve ya­rışı yaparlarken Peygamber (s.a.v.) yanlarına uğradı da:

"Ey İsmail (Peygamber)'in oğulları, ok atınız; çünkü sizin (o büyük ) babanız usta bir atıcıydı. Siz de atınız. (Bu yarışta) Ben fulan oğulları ile beraberim ".

Ravi Seleme dedi ki :" (Hz.Peygamber böyle deyince ) o iki fır­kanın biri (yani karşı taraf) ellerini atıştan çektiler (ok atmadılar).

Bunun üzerine Rasûîullah (s.a.v.):

" Size ne oldu ki atmıyorsunuz " diye sordu.

Onlar da :

" Sen onlarla ( yani Mihcen oğulları ile ) beraberken biz nasıl atarız " diye cevap verdiler.

Hz.Peygamber (s.a.v.):

"Haydi atın, ben sizin hepinizle beraberim "buyurdu [174]ve böylece onları ok atmaya ve yarışmaya teşvik etti.

" Gerek süvarilerin ve gerekse bineklerinin istifade sağlama­ları için sık sık at yarışları tertipleniyor ve bu yarışlara katılanla­ra Hz.Peygamber bizzat mükâfatlar dağıtıyordu. Bugün Medi­ne'de bulunan Mescidu s-Sıbâk ( Yarış Camii) Hz.Peygamber'in bu yarışlar esnasında oturduğu yeri işaret edip yâdetmektedir. O, atma ve nişan alma talimlerine büyük bir önem atfediyordu. Taş atmak suretiyle hedefe nişan alma, güreş ve benzeri dallardaki şâir talimler, siyer yazarları tarafından nakledilmiş bulunuyor. Yüzme dahi pek fazla tavsiye edilmiş talimlerdendir ki Hz.Resu-lullah, bizzat kendisi yüzmeyi öğrenmiş bulunuyordu."[175]

 

B) Savaş Zamanı Eğitim

 

Hz.Peygamber (s.a.v.) kendi ordusunu sulh zamanından da­ha ziyade savaş zamanı eğitirdi. Zaten eğitimin en güzeli de bu­dur. Onların yürüyüşünden tutun da, ok atmalarına kadar her şe­yi öğretirdi.[176] Her seriyyeye ayrı komutan tayin eder, onların tec­rübelerini geliştirirdi. Böylece tecrübeli ve olgun komutanların, pratik bilgiye sahip, idmanlı askerin sayısı gün geçtikçe çoğalmış olurdu.[177]

Hz.Peygamber (s.a.v.)'in savaş esnasında askerini eğitmesi, onlara taktik ve komut vermesi ile iç içedir. Yani hem komut veri­yor, hem eğitiyor;hem taktik veriyor, hem eğitiyordu. Her savaş­tan önce onlara hitab ederek yol gösterirdi.

Bedir savaşından Önce ordusuna şöyle hitab etmişti: " Hatlannızı bırakıp ayrılmayınız, hiçbir yere kımıldamayıp yerlerinizde kalınız. Ben emir vermedikçe savaşa başlamayınız. Oklarınızı, düşman size yaklaşmadan kullanıp israf etmeyiniz, düşman kalkanını açtığı zaman okunuzu atınız. Düşman iyice yaklaşınca elinizle taş atınız. Dalıa da yaklaşırsa mızrak ve kargı­larınızı kullanınız. Kılıç en sonra, düşman ile göğüs göğüse gelin­diği vakit kullanılacaktır."[178]

Uhud savaşında Ayneyn geçidine yerleştirdiği okçulara şöyle emir verdi: "Arkamızı kollayın, düşmanın bizi arkadan vurma­sından korkuyorum. Bulunduğunuz yerden asla ayrılmayın. Öl­dürüldüğümüzü görseniz dahî yardıma koşmayın ve bizi müda­faa etmeye kalkışmayın. Göreviniz düşman süvarilerini oklarla savmanızdır. Çünkü atlar gelen oklardan ürker ve yanaşmaz."[179]

Mekke fethi öncesi, yine ordusunu düzene sokuyor, yürüyüş kollarına ayırıyor, düşmanı dehşete düşüren bir eda ile şehre gir­melerini ve kan dökmemelerini emrediyor, bu konuda onları eğiti­yordu.[180]

O'nun savaşları, aynı zamanda sahabe için bir eğitim alanıy­dı. O savaşlarda eğitim ve talim gören bu mücahid insanlar, ko­mutanlarından Öğrendikleriyle, O'nun yolunu takib ederek islâm'ı etrafa yaydılar. [181]

 

V. Ordunun Yiyeceği
 

Yeni kurulan islâm Devleti pek zengin sayılmazdı; çünkü ye­ni kuruluş halindeydi. Giderin pek fazla olmasına rağmen gelir azdı. insanlar her istediklerini yiyemiyorlardı. Devlet başkanı olan Hz.Peygamber (s.a.v.) de öyleydi. Yiyecek konusunda sıkıntı içindeydiler. O'nun ve ashabının çektiği sıkıntılar, başkalarının ihtiyacını, Öncelikle karşılamak istemelerinden dolayıdır.[182]

ilk savaşlarda veya yiyeceklerinin bittiği savaşlarda ağaç yaprakları bile yediklerini Sa'd b. Ebi Vakkas şöyle anlatıyor:

" Ben, Allah yolunda ok atmış olan mücahidlerin ilkiyim. Biz Hz.Peygamber (s.a.v.) le beraber savaşıyorduk, yanımızda yiye­cek olarak ağaç yaprağından başka bir şey de yoktu. Hatta bizler­den herbirimiz, ihtiyacım giderirken, devenin veya koyunun çı­kardığı gibi kuru dışkı çıkarırdı; bu dışkı katılığından dolayı birbi­rine karışmazdı.[183]

Savaşta böyle sıkıntılar olur. Bu gibi açlıkların bugünkü savaşlai'da bile olması ihtimal dahilindedir. Savaşın bizatihi ken­disinde bu zorluklar vardır, işte bunu bilen ve askerin yiyecek ko­nusunu garantiye almak isteyen Hz.Peygamber (s.a.v.), şu usul­lerle askerin yiyeceğim temin ederdi: [184]

 

A) Medineden Götürülen Erzak
 

Kaynaklarda geçen bilgilere göre, Hz.Peygamber (s.a.v.)'in ordusu Medine'den hareket etmezden önce yiyeceklerini de alı­yorlardı.[185] Alınan yiyecekler, uzun zaman bozulmayacak cinsten olanlardı. Daha ziyade kurutulmuş et,[186] hurma, yağ[187] ve kavrul­muş un[188] alırlardı. Beraberlerinde tencerelerini[189] de alır, yol boyunca sıcak çorba içme imkânına sahip olurlardı. Buharî'de [190]geçen birkaç rivayette, sefer ve savaş esnasında tencerelerinin al­tındaki ateşlerden sözedilmektedir.

Medine'den götürülen yiyeceklerin ve tencere gibi aletlerin, bilhassa Hz.Peygamber (s.a.v.)'e ait olanlarının yük develerine yüklenildiği de ayrı bir hadisedir.[191]

Yolda giderken, savaş esnasında veya dönerken yiyeceği bi­tenlerin bizzat Hz.Peygamber (s.a.v.)'e başvurduklarını ve O'nun da bu kişilere çeşitli yollarla yiyecek temin ettiğini görmekte­yiz.[192] Ya ordudaki mevcut erzakı bir yere toplar ortadan böler[193] veya kendisinde mevcut olandan verirdi.[194]

 

B) Ganimet Olarak Elde Edilen Yiyecekler

 

Müslümanlar savaşlarda yiyecek maddesi olarak bal, üzüm. gibi şeyler ele geçirirler ve onları yerlerdi; ganimet malının içine katmazlardı.[195]

Abdullah b. Ömer şöyle der :

" Rasûlullah (s.a.v.) zamanında, îslâm ordusu bir savaşta bal ve yiyecek ganimeti ele geçirdi. Onlardan beşte bir alınmadı."[196] Yani, asker elde edilen o yiyecekleri yediler.

Ibn ebi Evfa (r.a.)'ya : "

" Rasûlullah (s.a.v.) zamanında, ganimet olarak elde ettiğiniz yiyecekleri beşte bire dahil eder miydiniz ?" diye soruldu da, O:

" Hayber savaşında ganimet olarak yiyecek ele geçirdik. As­ker gelir ve ondan kendine yetecek kadar alıp giderdi" diye cevap verdi.[197]

Ashaptan bazıları derler ki:

" Biz savaştayken cevizleri yerdik de onları bölüşmezdik. Öyle ki bazen evimize heybelerimiz ceviz dolu olarak gelirdik.[198]

Ganimet olarak alman develerden bazıları huysuzluk eder, sürüden kaçardı. Develer taksim edilmeden önce onları kesip etinden yemek yasak olmasına rağmen bu huysuz develerin kesil­diğine dair rivayetler vardır.[199]

 

C) Avlanmak Suretiyle Elde Edilen Yiyecekler
 

Askerin yiyeceği bazen, tamamen bitecek duruma gelirdi.[200] Bu gibi durumlarda binek hayvanı olarak kullandıkları develeri­ni kesmek için Hz.Peygamber (s.a.v.)'den izin isterlerdi. Bir defa­sında Hz.Peygamber (s.a.v.) izin vermiş, fakat Hz.Ömer (r.a.)'in :

" Ya Rasulallah, bunların develeri gittikten sonra, bunların hiçbiri (sağ) kalmaz" demesi üzerine, Hz.Peygamber (s.a.v.) ver­diği izni geri aldı.[201]

Böylesi durumlarda, Sahabe-i kiram, avlanmak suretiyle yiyecek ihtiyaçlarını karşılarlardı. Daha ziyade tavşan[202] ve (haram kılınmazdan Önce) yaban eşeği[203] avlarlardı. Eğer deniz kenarında veya balığın bulunabileceği yerlerde iseler balıktan is­tifade ederlerdi. Bu konuda Cabir b. Abdillah (r.a.)'dan şöyle bir ri­vayet vardır :

" Rasûlullah (s.a.v.), deniz sahili tarafına bir askeri birlik gön­derdi. Bu birlik üzerine Ebû Ubeyde b. el-Cerrah'ı (r.a.) komutan olarak tayin etti. Bu birlik üçyüz neferden ibaretti; ben de bunla­rın içindeydim. Nihayet yola çıktık. Yolun bir kısmını katettikten sonra azığımız tükendi. Bunun üzerine Ebû Ubeyde bu askeri bir­liğin mücahidlerine, yanlarındaki azıklarını getirmelerini emret­ti. Getirilen erzakı bir yere topladı. Toplanan erzak iki dağarcık hurmadan ibaretti.

Komutan Ebû Ubeyde, bu hurmalardan hergün azar azar vererek bizi geçindiriyordu. Nihayet bu da tükenmek üzereydi. Artık bizlerin payına hergün ancak birer hurma düşüyordu.

(Cabir (r.a.) bu vakayı anlatırken, Cabir'in ravisi ( Vehb b. Keysan): " Günde bir hurma yetmez " dedim.

Cabir :

" (Sen ne diyorsun) Bu bir hurma da tükenince, vallahi, onun yokluğunun acısını da tattık " dedi ve şöyle devam etti:

"- Sonra deniz sahiline ulaştık. Bir de gördük ki, deniz sahilin­de küçük dağ gibi bir balık bulunuyor, işte bu askeri birlik onsekiz gece bu balığın etinden yediler. Sonra Ebû Ubeyde, bu balığın kaburgalarından ikisinin dikilmesini emretti, iki kaburga kemiği dikildi. Sonra bir devenin hazırlanmasını emretti ve deve hazır­landı. Daha sonra bu deveye binen süvari, bu iki kemiğin altından geçti, fakat onlara dokunmadı.[204]

Bazen de, sefer halinde olanlar yiyeceklerini bitirince Hz.Peygamber (s.a.v.), onlara koyun satın alır ve onun etini yedi-rirdi. Böyle bir hadiseyi de Abdurrahman b. Ebî Bekr (r.a.) anlatı­yor. Uzun olan anlatımı şu şekilde özetleyebiliriz:

Yüz otuz kişilik bir askeri birlikle Medine'den çıkan Hz.Pey­gamber (s.a.v.), yiyeceği biten askerlerine bir koyun satın aldı. Rasûlullah (s.a.v.) Önce koyunun karaciğerinin pişirilmesini em­retti. Herkese bir parça kesip verdi. Daha sonra etini pişirdiler. etini de yediler; herkes doydu. Bir kap yemek de arttı. Bu artığı da deveye yüklediler.[205]

Yiyeceği biten ve çaresiz kalan sahabe-i kiram, bazen, çevre­deki meskun mahallere müracaat ederek misafir edilmelerini de istemişlerdir.[206]

 

VI. Ordunun Bayrak Ve Sancakları
 

İslâm öncesi Mekke şehir devletinde, liva ( bayraktarlık ) ve râye ( sancaktarlık ) vazifesi vardı. Liva, Abduddar oğullarında, râye ise Umeyye oğullan nezdinde saklanıyordu. Kureyşlilerin el-Ukâb ( kelime manası karakuş ve kartal) adında bir sancakları vardı. Bu, savaş sırasında dışarı çıkarılır, bir bayraktar seçilirse o taşır, seçilmezse onu saklamakla görevlendirilen kişi taşırdı.[207] Liva ve râye kelimeleri arasındaki farkı kaynaklar pek fazla zikretmemektedirler. Bu konuda derin bir araştırma yapan Mu-hammed Hamidullah şu kanaate varmıştır :

" Meselenin çözüm yolu olarak şunu düşünüyoruz : Liva, müş­rik Mekke'de düşmana karşı hücum ve çarpışma esnasında ordu­nun en kahraman ve yiğitleri tarafından taşman umumiyetle askeri sancaktır. Râye ise kumandanın alâmet veya timsâli olan bir bayraktır. Bu iki kelime bazen eşanlamlı olarak da kullanıl­mıştır. İslâm'da ise bu zıt anlama bürünmüştür "[208]

" Kelime aslı bakımından liva," sarılıp dürülen şey " e işaret eder ki, teşhire ihtiyaç duyulmadığı vakit, raptedilmiş bulunduğu bir nevi mızrağın üzerine sarılıp dürülen kumaş parçası manası­nadır. Râye kelimesinin kökü " görmek " tir ki, kendinin veya düş­man ordusunun merkezim gösteren şeye işaret eder, yani komu­tanın itibarî olarak bulunduğu yeri gösterir." Bayrak " kelimesini ifade etmek üzere arapçada eşanlamlı bazı kelimeler de vardır. Fakat Rasûlullah'm hayatıyla ilgili tarihî malumat arasında bu kelimelere rastlayamadık, bu yüzden bunlarla vakit kaybetmek istemiyoruz. Bu arada denilebilir ki," bir bayrak devamlı olarak takılı bulunduğu gönder ( bayrak sopası) üzerine kullanılmadığı zamanlar, sarılıp dürülüyorsa " buna liva denir.

" Her bir kullanılıştan sonra şayet bayrak takılı bulunduğu gönder üzerinden çekilip çıkarılryorsa " bu da râyedir. O devirde bu, sadece devlet başkanı veya ordu kumandanının zevk ve temayülüne kalmış bir husustu; isterse liva, isterse râye açar di­kerdi. Pek tabiidir ki bu çeşit " bayrakların en- boy ölçüleri " de Başkumandan veya ona tâbi alt subayların seçimine göre değiş­mekteydi."[209]

Hz.Peygamber (s.a.v.), hicret yürüyüşü de dahil, katıldığı sa­vaşlarda ve gönderdiği seriyyelerde bayrak ve sancak kullanmış­tır.[210] îslâm ordusunun Mekke müşrikleri ile yaptıkları savaşlar­da, müşrikler bu konuda eski adetlerini devam ettirmişler, liva ve râyelerini mezkûr ailelere mensup kimselere taşıtmışlardır.[211] Rasûlullah (s.a.v.) de, Mekke oligarşisinin muhtelif kabilelerine mensup müslüman olmuş kimseleri, mensup oldukları aynı kabi­lelerin Mekke'de esasen sahip olduğu idarî fonksiyonlarını bu de­fa Medine'deki îslâm Devletinde ifâ etmek üzere tayin ediyordu, islâm ordusunun bayraktarı olarak Abduddârlarm kabilesinden Mus'ab b. Umeyr'in tayin edilmiş olduğunu görmekteyiz.[212] Bu Mus'ab, Bedir ve Uhud savaşlarında bayraktarlık yapmış ve Uhud'da şehid düşmüştü.[213]

Rasûlullah (s.a.v.) Medine'den hareket eden askerî birliklere, bu birliklerin içindeki daha küçük birliklere ayrı ayrı bayraklar verirdi. Muhtemelen Rasûlullah (s.a.v.) kendine ait ve değişme­yen, üzerine kelime-i tevhidin işlenmiş olduğu bir bayrağı vardı. Bu bayrak O'nun katıldığı seferlerde çıkarılırdı.[214]

Ayrıca Ensar'ın ve Muhacirlerin bayrakları da ayrı ayrı olur­du. Bunları Hz.Peygamber (s.a.v.) her savaşda ayrı bir şahsa verir ve taşıttırırdı.[215]

 

VII. Ordunun Medine'den Ayrılması
 

Ordunun her türlü hazırlığı tamam olduktan sonra Medi­ne'den hareket ederdi. Hareket etmezden önce ve hareket esnasında Hz.Peygamber (s.a.v.) şunları yapardı : [216]

 

A) Hz.Peygamber'in Askerden Bey'at Alması
 

Savaşa çıkacak olan askeri birlik hazırlanmış bir vaziyette Devlet başkanının önünde saf bağlardı. O da onları tek tek kontrol ederdi.[217] Savaşa katılmasına karar verdiklerinden, firar etmiye-ceklerine dair bey'at alırdı; bazen de ölüm üzerine bey'at alırdı.[218]

Hz.Peygamber (s.a.v.)'in hayatında bey'at, mühim bir yer iş­gal eder. O, bey'atle insanlara mes'uliyet duygusunu aşılıyordu. Bey'at, müminler üzerinde bir müeyyide vazifesi görüyordu. Mu­hatabının durumuna göre bey'at konusunu değiştirirdi, islâm, hicret, cihâd, tevhid akidesi üzerine bey'at aldığı gibi ashabdan bir gruptan da, insanlardan hiçbir şey istememek üzere bey'at almış­tı. Öyle oldu ki, ashabdan birinin elinden kamçısı düşünce hayva­nından inip bizzat alır da, yayalardan kimseye-onu bana verin de­mezlerdi.[219]

 

B) Yerine Vekil Tayin Etmesi
 

Hz.Peygamber (s.a.v.) savaştan dönünceye kadar islâm Dev­letinin icraatı aksamasın diye kendi yerine bir vekil tayin ederdi. Bu zat Devlet Başkanının vekili sıfatıyla ve onun adına iş görür­dü. Vekil bırakma işi, sadece savaşlarda değil, Hz.Peygamber'in Medine'yi terkettiği sair zamanlarda da olan bir hadisedir.[220]

 

C) Öncü Birliklerin Çıkarılması
 

Ordu hareket etmezden önce, öncü birlikler ve casuslar çıka­rılır, çevre hakkında bilgi toplanırdı. Toplanan bilgi komutana ulaştırılır ve ona göre hareket sağlanırdı.[221] Bu birlikler hem bilgi toplarlar, hem de yol emniyetini sağlarlardı.[222]

 

D) Hareket Günü
 

Hz.Peygamber (s.a.v.), sefere çıkarken gün olarak perşembe gününü tercih eder ve o günde çıkardı.[223] Normal çıkışlarını bu gü­ne denk getirirdi. Ani durumlarda bu gözetilmezdi. Medine'den ayrılırken de günün ilk saatlerinde ayrılırdı.[224] Ayrılırken Medi­ne'de kalanlarla vedalaşırdı. Seriyye gönderirken, askerler O'nunla vedalaşırlardı.[225]

 

E) Savaş Yerine Hareket
 

Hareketten önce bütün tedbirler alınıp, günü de gelince ordu yola koyulurdu. Hz.Peygamber (s.a.v.), sefer esnasmda her za­man önde gitmez, çoğu kere ordunun arkasına doğru geriler, za­yıfları ilerletir, kafileden kopup kalanları bineğinin terkisine alır­dı. Yolculuk esnasında ashabına karşı çok şefkatli davranırdı.[226]

 

F) Ordunun Konaklaması
 

Asker için en acil ihtiyaç sudur. Hz.Peygamber (s.a.v.) de, or­duyu su yakınlarına konaklatırdı. Bu konuda sahabe-i kiramın ileri sürdükleri fikirleri değerlendirir ve kabul ederdi. Bedir sava­şında [227]ve Hudeybiye seferinde [228]böyle olmuştur. Savaş meyda­nında stratejik üstünlüğü elde etmek için uygun yerleri seçerler ve askeri oraya yerleştirirlerdi.[229] Ordu bir yere konaklayınca öy­lesine birbirlerine sokulurlardı ki, üstlerine bir örtü örtülse hepsi­ni kaplardı.[230] Etrafa gözcüler ve nöbetçiler çıkarılır, bilhassa ge­ce nöbetlerine Özel bir ehemmiyet verilirdi.[231]

 

Asr-I Saadet'te Yapılan Savaşlarda İslâm Ve Düşman Güçlerinin Sayısı



                                         Düşman  Güçleri                        İslâm Gücü
Hicrî      Sefer                   Sayı             Ölen                   Sayı                    Şehit
Yıl                                             

2 Kurz tarafından
 Medine'ye baskın verilişi    0                0                        0                         0
 
2 Nahle mukabelesi        4(?)               1                        9                         0
 
2 Bedir                          950              70                    313                       14
 
2 Ebu Sufyan tarafından
Medine'ye baskın verilişi  200                0                        0                         2
 
3 Karade mukabelesi          7                0                   - ıoo                         0
 
3 Uhud                        3000              22                     700                       70
 
5 Benu'l-Mustalik        200 (?)            10                     30(?)                       1
 
5 Hendek                    12000               8                     3000                       6
 
7 Hayber                     20000             93                     1500                     15
 
8 Mute                       100000              ?                      3000                     13
 
8 Mekke'nin Fethi             ?                  13                   10000                       3
 
8 Hu ney n                       ?                   7                    12000                       4               

8 Taif Muhasarası              ?                   7                    12000                     12



[166] Buhârî, Cihâd, 51; Müslim, Cihâd, 57.

[167] Buhârî, Cihâd, 54.

[168] Buhârî, Cihâd, 43,44,45.

[169] Buhârî, Cihâd, 79.

[170] Buhârî, Cihâd, 59.

[171] Buhârî, Cihâd, 83.

Yrd. Doç. Dr. Mustafa  Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/53-54.

[172] Yrd. Doç. Dr. Mustafa  Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/54-55.

[173] Buhârî, Cihâd, 78.

[174] Buhârî, Cihâd, 77; Ayrıca bkz. Hamidullah, îslâm Peygamberi, II, 1141-1142.

[175] Kamidullah, Hz.Peygamber'in Savaşları, 203; Ayrıca bkz. Cânân, İbra­him, Hz.Peygamber'in Sünnetinde Terbiye, Ankara, 1980, s. 254-260.

Yrd. Doç. Dr. Mustafa  Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/55-56.

[176] Buharî,Cihâd, 77.

[177] Hamidullah, a.g.e.,203.

[178] İbn Hişâm, Sîre, II, 278; Müttakî, Alâuddin Aliyyü'l-Muttakî, Kenzü'l-Ummâlfî Süneni'l-Ahvâl ve'l-Efâl, Beyrut, 1979

[179] Vâkidî, Meğâzî, I, 229; îbn Hişâm, Sîre, III, 70; îbn Kesîr, Sîre, III, 29.

[180] Vâkidî, Meğâzî, II, 823; İbn Hişâm, Sîre, IV, 47; Taberî, Tarih, III, 297; îbn Kesîr, Sîre, III, 550.

[181] Yrd. Doç. Dr. Mustafa  Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/56-57.

[182] Aynî, Bedruddin Mahmud, Umdetu'l-Kârî Şerhu Sahihi'l-Buhârî, Bey­rut, tsz.,XXI, 27.

[183] Buhân, Fedâil, 15.

[184] Yrd. Doç. Dr. Mustafa  Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/57-58.

[185] Buhârî, Şerîke,!; Hibe, 26; Cihâd, 122.

[186] Hâkim, el-Müstedrek, III, 48.

[187] Buhârî, Cihâd, 73.

[188] Buhâri, Cihâd, 122; Halebî, Sîre, II, 479.

[189] Buhâri, Cihâd, 129.

[190] Buhârî,Mezâlim, 3l;Cihâd, 129.

[191] Buhârî, Hibe, 26; Kettânî, Terâtib, I, 335.

[192] Buhârî, Şerike, 1; Cihâd, 73.

[193] Buhârî, Cihâd, 122.

[194] Buhâri, Hibe, 26.

Yrd. Doç. Dr. Mustafa  Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/58.

[195] Buhârî, Humus, 20; Ebû Dâvûd, Cihâd, 137.

[196] Ebû Dâvûd, Cihâd, 137.

[197] Buhâri, Humus,20; Müslim, Cihâd, 72; Ebû Dâvûd, Cihâd, 138.

[198] Ebû Dâvûd, Cihâd, 139.

[199] Buhâri, Şerîke,S; Cihâd, 190.

Yrd. Doç. Dr. Mustafa  Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/58-59.

[200] Buhârî, Hibe, 26; Cihâd, 123; hâre, 16.

[201] Buhâri, Şerike, 1; Cihâd, 122.

[202] Buhâri,Hibe, 4.

[203] Buhârî, Sayd, 16.

[204] Buhârî, Şerike, 1; Cihâd, 123; Müslim, Sayd, 18.

[205] Buhârî, Hibe, 26.

[206] Buhârî, îcâre, 16.

Yrd. Doç. Dr. Mustafa  Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/59-61.

[207] Hamidullah,İslam Peygamberi, II, 1065.

[208] Hamidullah, a.g.e.,11, 1067.

[209] Hamidullah,îslâm Peygamberi, II, 1074.

[210] Buhârî, Cihâd, 119; Fedâü, 9.

[211] İbn Hişâm, Sîre, 111,72.

[212] Hamidullah,îslâm Peygamberi, II, 1068.

[213] İbn Seyyidi'n-Nâs, Ebu'1-Feth Muhammed, Uyûnu'l-Eser, Beyrut, 1974, II, 27.

[214] Bu konuda fazla bilgi için bkz. : Kettânî, Terâtib, II, 318-323; Hamidul­lah, îslâm Peygamberi, II, 1065-1076; Hamidullah, Hz.Peygamberin Sa­vaşları, 204-217.

[215] İbn Seyyidi'n-Nâs, Uyun, II, 92.

Yrd. Doç. Dr. Mustafa  Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/61-62.

[216] Yrd. Doç. Dr. Mustafa  Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/63.

[217] Kettânî, Terâtib, I, 231.

[218] Buhârî, Cihâd, 109-110.

[219] Müslim, Zekât, 108; Ebû Dâvud, Zekât, 27. Ayrıca bkz. Kettânî, Terâtib, I, 221-224.

Yrd. Doç. Dr. Mustafa  Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/63.

[220] Kettânî, Terâtib, I, 314-316.

[221] Buhârî, Cihâd, 40; Müslim, îmâre, 145; Ebû Dâvûd, Cihâd, 17.

[222] Kettânî, Terâtib, I, 350.

Yrd. Doç. Dr. Mustafa  Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/63.

[223] Buhârî, Cihâd, 102; Ebû Dâvûd, Cihâd, 84.

[224] İbn Kayyım, Zâdü'l-Meâd, II, 71.

[225] Buhârî, Cihâd, 106; İbn Kesîr, Sîre, III, 456.

Yrd. Doç. Dr. Mustafa  Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/64.

[226] Buhârî, Cihâd, 103; Müslim, Tevbe, 53.

Yrd. Doç. Dr. Mustafa  Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/64.

[227] İbn Hişâm, II, 272.

[228] Buhârî, Meğâzî, 37.

[229] ibn Seyyidi'n-Nâs, a.g.e.,11, 5.

[230] Ebû Dâvûd, Cihâd, 97.

[231] Buhârî, Cihâd, 40; Müslim, îmâre, 145; Ebû Dâvûd, Cihâd, 17.

Yrd. Doç. Dr. Mustafa  Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/64-65