hafız_32
Fri 1 October 2010, 05:22 pm GMT +0200
III. Ordunun Blnek Hayvanları
Binek hayvanları, ordunun sürat ve intikalini kolaylaştırır. Hele bilhassa Mekke fethi, Mu'te savaşı, Tebük seferi gibi Medine'den uzakta cereyan eden savaşlara gitmek için binek hayvanı çok elzemdi. Binek hayvanına sahip olanlar fazlaca yorulmaya-caklan için, savaşta daha başarılı olurlardı. Piyadelerle süvarileri ganimet taksiminde de eşit tutmazlardı. Hz.Peygamber (s.a.v.) atlara ve ağır yük hayvanlarına ganimet mallarından pay verirdi.[166]
Hz.Peygamber (s.a.v.)'in savaşlarında, binek hayvanı olaral. daha çok at ve deve kullanılmıştır. Kendisi de ata binme konusunda mahirdi; çıplak ata bile binerdi.[167]
Yukarıda geçen ayetin emri mucibince, Hz.Peygamber (s.a.v.), savaş için binek hayvanları hazır bulundururdu. Sahabeyi de bu konuda teşvik ederdi.[168] Devlet bütçesinden at satın alır, savaş için hazırlardı.[169] Savaşlarda ganimet olarak alınan develeri askere taksim eder , ordunun binek hayvan ihtiyacını bu şekilde de temin ederdi.
Hz.Peygamber (s.a.v.), bir devlet başkam ve ordu komutanı olarak birkaç tane at, deve ve katır sahibiydi. Adbâ isimli devesi koşuda ve seferde devamlı önde giderdi.[170]
Hz.Peygamber (s.a.v.), savaşa iştirak edecek olan binek hayvanlarını zaman zaman yarıştırır, onları zinde tutardı. Abdullah b. Ömer (r.a.) bu yarışların Seniyyetü'1-Veda ile Benu Zurayk mescidi arasında yapıldığını rivayet etmektedir.[171]
IV. Ordunun Eğitîmi
Bir ordunun savaşta başarılı olması, talim ve eğitim derecesi ile doğru orantılıdır. Bu sebepten dolayı bugünkü düzenli ordularda askere devamlı eğitim yaptırılmaktadır.
Hz.Peygamber (s.a.v.)'in zamanında, savaşlara katılan ashab-ı kiram bu eğitimi teorik olarak değil de pratik olarak görürdü. Yani işi tatbikatıyla beraber öğreniyordu. Çünkü onlar Medine'de pek az kalıyorlardı; ya bir seriyye içerisinde hareket halinde veya bizzat Peygamber (s.a.v.)'in komuta ettiği bir ordu içinde savaşta bulunuyorlardı. Böylece de iyi bir savaş eğitimi görmüş oluyorlardı. Hz.Peygamber (s.a.v.)'in bu konudaki eğitimini şu şekilde maddeleştirebiliriz : [172]
A) Sulh Zamanı Eğitim
Hz.Peygamber (s.a.v.), ashabını sadece savaş için değil, bütün bir hayat için hazırlıyor ve yetiştiriyordu. Kendilerine her türlü eğitimi teorik ve pratik olarak veriyordu.
Düşmana karşı bir hazırlık gösterisi olduğu için Habeşlilerin, Medine mescidinin içinde kılıç kalkan oynamalarına müsaade etmiştir. Oyunculara müdahale etmek isteyen Hz. Ömer (r.a.)'e de ;
" Ya Ömer, onları serbest bırak "buyurmuştur.[173]
Hz.Peygamber (s.a.v.), sahabeyi bazen ok atma yansı, bazen de koşu ile yarıştırırdı.
Seleme b. el-Ekva (r.a.) dan ;
Bir kere Eşlem oğullarından bir cemaat ok-atma talimi ve yarışı yaparlarken Peygamber (s.a.v.) yanlarına uğradı da:
"Ey İsmail (Peygamber)'in oğulları, ok atınız; çünkü sizin (o büyük ) babanız usta bir atıcıydı. Siz de atınız. (Bu yarışta) Ben fulan oğulları ile beraberim ".
Ravi Seleme dedi ki :" (Hz.Peygamber böyle deyince ) o iki fırkanın biri (yani karşı taraf) ellerini atıştan çektiler (ok atmadılar).
Bunun üzerine Rasûîullah (s.a.v.):
" Size ne oldu ki atmıyorsunuz " diye sordu.
Onlar da :
" Sen onlarla ( yani Mihcen oğulları ile ) beraberken biz nasıl atarız " diye cevap verdiler.
Hz.Peygamber (s.a.v.):
"Haydi atın, ben sizin hepinizle beraberim "buyurdu [174]ve böylece onları ok atmaya ve yarışmaya teşvik etti.
" Gerek süvarilerin ve gerekse bineklerinin istifade sağlamaları için sık sık at yarışları tertipleniyor ve bu yarışlara katılanlara Hz.Peygamber bizzat mükâfatlar dağıtıyordu. Bugün Medine'de bulunan Mescidu s-Sıbâk ( Yarış Camii) Hz.Peygamber'in bu yarışlar esnasında oturduğu yeri işaret edip yâdetmektedir. O, atma ve nişan alma talimlerine büyük bir önem atfediyordu. Taş atmak suretiyle hedefe nişan alma, güreş ve benzeri dallardaki şâir talimler, siyer yazarları tarafından nakledilmiş bulunuyor. Yüzme dahi pek fazla tavsiye edilmiş talimlerdendir ki Hz.Resu-lullah, bizzat kendisi yüzmeyi öğrenmiş bulunuyordu."[175]
B) Savaş Zamanı Eğitim
Hz.Peygamber (s.a.v.) kendi ordusunu sulh zamanından daha ziyade savaş zamanı eğitirdi. Zaten eğitimin en güzeli de budur. Onların yürüyüşünden tutun da, ok atmalarına kadar her şeyi öğretirdi.[176] Her seriyyeye ayrı komutan tayin eder, onların tecrübelerini geliştirirdi. Böylece tecrübeli ve olgun komutanların, pratik bilgiye sahip, idmanlı askerin sayısı gün geçtikçe çoğalmış olurdu.[177]
Hz.Peygamber (s.a.v.)'in savaş esnasında askerini eğitmesi, onlara taktik ve komut vermesi ile iç içedir. Yani hem komut veriyor, hem eğitiyor;hem taktik veriyor, hem eğitiyordu. Her savaştan önce onlara hitab ederek yol gösterirdi.
Bedir savaşından Önce ordusuna şöyle hitab etmişti: " Hatlannızı bırakıp ayrılmayınız, hiçbir yere kımıldamayıp yerlerinizde kalınız. Ben emir vermedikçe savaşa başlamayınız. Oklarınızı, düşman size yaklaşmadan kullanıp israf etmeyiniz, düşman kalkanını açtığı zaman okunuzu atınız. Düşman iyice yaklaşınca elinizle taş atınız. Dalıa da yaklaşırsa mızrak ve kargılarınızı kullanınız. Kılıç en sonra, düşman ile göğüs göğüse gelindiği vakit kullanılacaktır."[178]
Uhud savaşında Ayneyn geçidine yerleştirdiği okçulara şöyle emir verdi: "Arkamızı kollayın, düşmanın bizi arkadan vurmasından korkuyorum. Bulunduğunuz yerden asla ayrılmayın. Öldürüldüğümüzü görseniz dahî yardıma koşmayın ve bizi müdafaa etmeye kalkışmayın. Göreviniz düşman süvarilerini oklarla savmanızdır. Çünkü atlar gelen oklardan ürker ve yanaşmaz."[179]
Mekke fethi öncesi, yine ordusunu düzene sokuyor, yürüyüş kollarına ayırıyor, düşmanı dehşete düşüren bir eda ile şehre girmelerini ve kan dökmemelerini emrediyor, bu konuda onları eğitiyordu.[180]
O'nun savaşları, aynı zamanda sahabe için bir eğitim alanıydı. O savaşlarda eğitim ve talim gören bu mücahid insanlar, komutanlarından Öğrendikleriyle, O'nun yolunu takib ederek islâm'ı etrafa yaydılar. [181]
V. Ordunun Yiyeceği
Yeni kurulan islâm Devleti pek zengin sayılmazdı; çünkü yeni kuruluş halindeydi. Giderin pek fazla olmasına rağmen gelir azdı. insanlar her istediklerini yiyemiyorlardı. Devlet başkanı olan Hz.Peygamber (s.a.v.) de öyleydi. Yiyecek konusunda sıkıntı içindeydiler. O'nun ve ashabının çektiği sıkıntılar, başkalarının ihtiyacını, Öncelikle karşılamak istemelerinden dolayıdır.[182]
ilk savaşlarda veya yiyeceklerinin bittiği savaşlarda ağaç yaprakları bile yediklerini Sa'd b. Ebi Vakkas şöyle anlatıyor:
" Ben, Allah yolunda ok atmış olan mücahidlerin ilkiyim. Biz Hz.Peygamber (s.a.v.) le beraber savaşıyorduk, yanımızda yiyecek olarak ağaç yaprağından başka bir şey de yoktu. Hatta bizlerden herbirimiz, ihtiyacım giderirken, devenin veya koyunun çıkardığı gibi kuru dışkı çıkarırdı; bu dışkı katılığından dolayı birbirine karışmazdı.[183]
Savaşta böyle sıkıntılar olur. Bu gibi açlıkların bugünkü savaşlai'da bile olması ihtimal dahilindedir. Savaşın bizatihi kendisinde bu zorluklar vardır, işte bunu bilen ve askerin yiyecek konusunu garantiye almak isteyen Hz.Peygamber (s.a.v.), şu usullerle askerin yiyeceğim temin ederdi: [184]
A) Medineden Götürülen Erzak
Kaynaklarda geçen bilgilere göre, Hz.Peygamber (s.a.v.)'in ordusu Medine'den hareket etmezden önce yiyeceklerini de alıyorlardı.[185] Alınan yiyecekler, uzun zaman bozulmayacak cinsten olanlardı. Daha ziyade kurutulmuş et,[186] hurma, yağ[187] ve kavrulmuş un[188] alırlardı. Beraberlerinde tencerelerini[189] de alır, yol boyunca sıcak çorba içme imkânına sahip olurlardı. Buharî'de [190]geçen birkaç rivayette, sefer ve savaş esnasında tencerelerinin altındaki ateşlerden sözedilmektedir.
Medine'den götürülen yiyeceklerin ve tencere gibi aletlerin, bilhassa Hz.Peygamber (s.a.v.)'e ait olanlarının yük develerine yüklenildiği de ayrı bir hadisedir.[191]
Yolda giderken, savaş esnasında veya dönerken yiyeceği bitenlerin bizzat Hz.Peygamber (s.a.v.)'e başvurduklarını ve O'nun da bu kişilere çeşitli yollarla yiyecek temin ettiğini görmekteyiz.[192] Ya ordudaki mevcut erzakı bir yere toplar ortadan böler[193] veya kendisinde mevcut olandan verirdi.[194]
B) Ganimet Olarak Elde Edilen Yiyecekler
Müslümanlar savaşlarda yiyecek maddesi olarak bal, üzüm. gibi şeyler ele geçirirler ve onları yerlerdi; ganimet malının içine katmazlardı.[195]
Abdullah b. Ömer şöyle der :
" Rasûlullah (s.a.v.) zamanında, îslâm ordusu bir savaşta bal ve yiyecek ganimeti ele geçirdi. Onlardan beşte bir alınmadı."[196] Yani, asker elde edilen o yiyecekleri yediler.
Ibn ebi Evfa (r.a.)'ya : "
" Rasûlullah (s.a.v.) zamanında, ganimet olarak elde ettiğiniz yiyecekleri beşte bire dahil eder miydiniz ?" diye soruldu da, O:
" Hayber savaşında ganimet olarak yiyecek ele geçirdik. Asker gelir ve ondan kendine yetecek kadar alıp giderdi" diye cevap verdi.[197]
Ashaptan bazıları derler ki:
" Biz savaştayken cevizleri yerdik de onları bölüşmezdik. Öyle ki bazen evimize heybelerimiz ceviz dolu olarak gelirdik.[198]
Ganimet olarak alman develerden bazıları huysuzluk eder, sürüden kaçardı. Develer taksim edilmeden önce onları kesip etinden yemek yasak olmasına rağmen bu huysuz develerin kesildiğine dair rivayetler vardır.[199]
C) Avlanmak Suretiyle Elde Edilen Yiyecekler
Askerin yiyeceği bazen, tamamen bitecek duruma gelirdi.[200] Bu gibi durumlarda binek hayvanı olarak kullandıkları develerini kesmek için Hz.Peygamber (s.a.v.)'den izin isterlerdi. Bir defasında Hz.Peygamber (s.a.v.) izin vermiş, fakat Hz.Ömer (r.a.)'in :
" Ya Rasulallah, bunların develeri gittikten sonra, bunların hiçbiri (sağ) kalmaz" demesi üzerine, Hz.Peygamber (s.a.v.) verdiği izni geri aldı.[201]
Böylesi durumlarda, Sahabe-i kiram, avlanmak suretiyle yiyecek ihtiyaçlarını karşılarlardı. Daha ziyade tavşan[202] ve (haram kılınmazdan Önce) yaban eşeği[203] avlarlardı. Eğer deniz kenarında veya balığın bulunabileceği yerlerde iseler balıktan istifade ederlerdi. Bu konuda Cabir b. Abdillah (r.a.)'dan şöyle bir rivayet vardır :
" Rasûlullah (s.a.v.), deniz sahili tarafına bir askeri birlik gönderdi. Bu birlik üzerine Ebû Ubeyde b. el-Cerrah'ı (r.a.) komutan olarak tayin etti. Bu birlik üçyüz neferden ibaretti; ben de bunların içindeydim. Nihayet yola çıktık. Yolun bir kısmını katettikten sonra azığımız tükendi. Bunun üzerine Ebû Ubeyde bu askeri birliğin mücahidlerine, yanlarındaki azıklarını getirmelerini emretti. Getirilen erzakı bir yere topladı. Toplanan erzak iki dağarcık hurmadan ibaretti.
Komutan Ebû Ubeyde, bu hurmalardan hergün azar azar vererek bizi geçindiriyordu. Nihayet bu da tükenmek üzereydi. Artık bizlerin payına hergün ancak birer hurma düşüyordu.
(Cabir (r.a.) bu vakayı anlatırken, Cabir'in ravisi ( Vehb b. Keysan): " Günde bir hurma yetmez " dedim.
Cabir :
" (Sen ne diyorsun) Bu bir hurma da tükenince, vallahi, onun yokluğunun acısını da tattık " dedi ve şöyle devam etti:
"- Sonra deniz sahiline ulaştık. Bir de gördük ki, deniz sahilinde küçük dağ gibi bir balık bulunuyor, işte bu askeri birlik onsekiz gece bu balığın etinden yediler. Sonra Ebû Ubeyde, bu balığın kaburgalarından ikisinin dikilmesini emretti, iki kaburga kemiği dikildi. Sonra bir devenin hazırlanmasını emretti ve deve hazırlandı. Daha sonra bu deveye binen süvari, bu iki kemiğin altından geçti, fakat onlara dokunmadı.[204]
Bazen de, sefer halinde olanlar yiyeceklerini bitirince Hz.Peygamber (s.a.v.), onlara koyun satın alır ve onun etini yedi-rirdi. Böyle bir hadiseyi de Abdurrahman b. Ebî Bekr (r.a.) anlatıyor. Uzun olan anlatımı şu şekilde özetleyebiliriz:
Yüz otuz kişilik bir askeri birlikle Medine'den çıkan Hz.Peygamber (s.a.v.), yiyeceği biten askerlerine bir koyun satın aldı. Rasûlullah (s.a.v.) Önce koyunun karaciğerinin pişirilmesini emretti. Herkese bir parça kesip verdi. Daha sonra etini pişirdiler. etini de yediler; herkes doydu. Bir kap yemek de arttı. Bu artığı da deveye yüklediler.[205]
Yiyeceği biten ve çaresiz kalan sahabe-i kiram, bazen, çevredeki meskun mahallere müracaat ederek misafir edilmelerini de istemişlerdir.[206]
VI. Ordunun Bayrak Ve Sancakları
İslâm öncesi Mekke şehir devletinde, liva ( bayraktarlık ) ve râye ( sancaktarlık ) vazifesi vardı. Liva, Abduddar oğullarında, râye ise Umeyye oğullan nezdinde saklanıyordu. Kureyşlilerin el-Ukâb ( kelime manası karakuş ve kartal) adında bir sancakları vardı. Bu, savaş sırasında dışarı çıkarılır, bir bayraktar seçilirse o taşır, seçilmezse onu saklamakla görevlendirilen kişi taşırdı.[207] Liva ve râye kelimeleri arasındaki farkı kaynaklar pek fazla zikretmemektedirler. Bu konuda derin bir araştırma yapan Mu-hammed Hamidullah şu kanaate varmıştır :
" Meselenin çözüm yolu olarak şunu düşünüyoruz : Liva, müşrik Mekke'de düşmana karşı hücum ve çarpışma esnasında ordunun en kahraman ve yiğitleri tarafından taşman umumiyetle askeri sancaktır. Râye ise kumandanın alâmet veya timsâli olan bir bayraktır. Bu iki kelime bazen eşanlamlı olarak da kullanılmıştır. İslâm'da ise bu zıt anlama bürünmüştür "[208]
" Kelime aslı bakımından liva," sarılıp dürülen şey " e işaret eder ki, teşhire ihtiyaç duyulmadığı vakit, raptedilmiş bulunduğu bir nevi mızrağın üzerine sarılıp dürülen kumaş parçası manasınadır. Râye kelimesinin kökü " görmek " tir ki, kendinin veya düşman ordusunun merkezim gösteren şeye işaret eder, yani komutanın itibarî olarak bulunduğu yeri gösterir." Bayrak " kelimesini ifade etmek üzere arapçada eşanlamlı bazı kelimeler de vardır. Fakat Rasûlullah'm hayatıyla ilgili tarihî malumat arasında bu kelimelere rastlayamadık, bu yüzden bunlarla vakit kaybetmek istemiyoruz. Bu arada denilebilir ki," bir bayrak devamlı olarak takılı bulunduğu gönder ( bayrak sopası) üzerine kullanılmadığı zamanlar, sarılıp dürülüyorsa " buna liva denir.
" Her bir kullanılıştan sonra şayet bayrak takılı bulunduğu gönder üzerinden çekilip çıkarılryorsa " bu da râyedir. O devirde bu, sadece devlet başkanı veya ordu kumandanının zevk ve temayülüne kalmış bir husustu; isterse liva, isterse râye açar dikerdi. Pek tabiidir ki bu çeşit " bayrakların en- boy ölçüleri " de Başkumandan veya ona tâbi alt subayların seçimine göre değişmekteydi."[209]
Hz.Peygamber (s.a.v.), hicret yürüyüşü de dahil, katıldığı savaşlarda ve gönderdiği seriyyelerde bayrak ve sancak kullanmıştır.[210] îslâm ordusunun Mekke müşrikleri ile yaptıkları savaşlarda, müşrikler bu konuda eski adetlerini devam ettirmişler, liva ve râyelerini mezkûr ailelere mensup kimselere taşıtmışlardır.[211] Rasûlullah (s.a.v.) de, Mekke oligarşisinin muhtelif kabilelerine mensup müslüman olmuş kimseleri, mensup oldukları aynı kabilelerin Mekke'de esasen sahip olduğu idarî fonksiyonlarını bu defa Medine'deki îslâm Devletinde ifâ etmek üzere tayin ediyordu, islâm ordusunun bayraktarı olarak Abduddârlarm kabilesinden Mus'ab b. Umeyr'in tayin edilmiş olduğunu görmekteyiz.[212] Bu Mus'ab, Bedir ve Uhud savaşlarında bayraktarlık yapmış ve Uhud'da şehid düşmüştü.[213]
Rasûlullah (s.a.v.) Medine'den hareket eden askerî birliklere, bu birliklerin içindeki daha küçük birliklere ayrı ayrı bayraklar verirdi. Muhtemelen Rasûlullah (s.a.v.) kendine ait ve değişmeyen, üzerine kelime-i tevhidin işlenmiş olduğu bir bayrağı vardı. Bu bayrak O'nun katıldığı seferlerde çıkarılırdı.[214]
Ayrıca Ensar'ın ve Muhacirlerin bayrakları da ayrı ayrı olurdu. Bunları Hz.Peygamber (s.a.v.) her savaşda ayrı bir şahsa verir ve taşıttırırdı.[215]
VII. Ordunun Medine'den Ayrılması
Ordunun her türlü hazırlığı tamam olduktan sonra Medine'den hareket ederdi. Hareket etmezden önce ve hareket esnasında Hz.Peygamber (s.a.v.) şunları yapardı : [216]
A) Hz.Peygamber'in Askerden Bey'at Alması
Savaşa çıkacak olan askeri birlik hazırlanmış bir vaziyette Devlet başkanının önünde saf bağlardı. O da onları tek tek kontrol ederdi.[217] Savaşa katılmasına karar verdiklerinden, firar etmiye-ceklerine dair bey'at alırdı; bazen de ölüm üzerine bey'at alırdı.[218]
Hz.Peygamber (s.a.v.)'in hayatında bey'at, mühim bir yer işgal eder. O, bey'atle insanlara mes'uliyet duygusunu aşılıyordu. Bey'at, müminler üzerinde bir müeyyide vazifesi görüyordu. Muhatabının durumuna göre bey'at konusunu değiştirirdi, islâm, hicret, cihâd, tevhid akidesi üzerine bey'at aldığı gibi ashabdan bir gruptan da, insanlardan hiçbir şey istememek üzere bey'at almıştı. Öyle oldu ki, ashabdan birinin elinden kamçısı düşünce hayvanından inip bizzat alır da, yayalardan kimseye-onu bana verin demezlerdi.[219]
B) Yerine Vekil Tayin Etmesi
Hz.Peygamber (s.a.v.) savaştan dönünceye kadar islâm Devletinin icraatı aksamasın diye kendi yerine bir vekil tayin ederdi. Bu zat Devlet Başkanının vekili sıfatıyla ve onun adına iş görürdü. Vekil bırakma işi, sadece savaşlarda değil, Hz.Peygamber'in Medine'yi terkettiği sair zamanlarda da olan bir hadisedir.[220]
C) Öncü Birliklerin Çıkarılması
Ordu hareket etmezden önce, öncü birlikler ve casuslar çıkarılır, çevre hakkında bilgi toplanırdı. Toplanan bilgi komutana ulaştırılır ve ona göre hareket sağlanırdı.[221] Bu birlikler hem bilgi toplarlar, hem de yol emniyetini sağlarlardı.[222]
D) Hareket Günü
Hz.Peygamber (s.a.v.), sefere çıkarken gün olarak perşembe gününü tercih eder ve o günde çıkardı.[223] Normal çıkışlarını bu güne denk getirirdi. Ani durumlarda bu gözetilmezdi. Medine'den ayrılırken de günün ilk saatlerinde ayrılırdı.[224] Ayrılırken Medine'de kalanlarla vedalaşırdı. Seriyye gönderirken, askerler O'nunla vedalaşırlardı.[225]
E) Savaş Yerine Hareket
Hareketten önce bütün tedbirler alınıp, günü de gelince ordu yola koyulurdu. Hz.Peygamber (s.a.v.), sefer esnasmda her zaman önde gitmez, çoğu kere ordunun arkasına doğru geriler, zayıfları ilerletir, kafileden kopup kalanları bineğinin terkisine alırdı. Yolculuk esnasında ashabına karşı çok şefkatli davranırdı.[226]
F) Ordunun Konaklaması
Asker için en acil ihtiyaç sudur. Hz.Peygamber (s.a.v.) de, orduyu su yakınlarına konaklatırdı. Bu konuda sahabe-i kiramın ileri sürdükleri fikirleri değerlendirir ve kabul ederdi. Bedir savaşında [227]ve Hudeybiye seferinde [228]böyle olmuştur. Savaş meydanında stratejik üstünlüğü elde etmek için uygun yerleri seçerler ve askeri oraya yerleştirirlerdi.[229] Ordu bir yere konaklayınca öylesine birbirlerine sokulurlardı ki, üstlerine bir örtü örtülse hepsini kaplardı.[230] Etrafa gözcüler ve nöbetçiler çıkarılır, bilhassa gece nöbetlerine Özel bir ehemmiyet verilirdi.[231]
Asr-I Saadet'te Yapılan Savaşlarda İslâm Ve Düşman Güçlerinin Sayısı
Düşman Güçleri İslâm Gücü
Hicrî Sefer Sayı Ölen Sayı Şehit
Yıl
2 Kurz tarafından
Medine'ye baskın verilişi 0 0 0 0
2 Nahle mukabelesi 4(?) 1 9 0
2 Bedir 950 70 313 14
2 Ebu Sufyan tarafından
Medine'ye baskın verilişi 200 0 0 2
3 Karade mukabelesi 7 0 - ıoo 0
3 Uhud 3000 22 700 70
5 Benu'l-Mustalik 200 (?) 10 30(?) 1
5 Hendek 12000 8 3000 6
7 Hayber 20000 93 1500 15
8 Mute 100000 ? 3000 13
8 Mekke'nin Fethi ? 13 10000 3
8 Hu ney n ? 7 12000 4
8 Taif Muhasarası ? 7 12000 12
[166] Buhârî, Cihâd, 51; Müslim, Cihâd, 57.
[167] Buhârî, Cihâd, 54.
[168] Buhârî, Cihâd, 43,44,45.
[169] Buhârî, Cihâd, 79.
[170] Buhârî, Cihâd, 59.
[171] Buhârî, Cihâd, 83.
Yrd. Doç. Dr. Mustafa Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/53-54.
[172] Yrd. Doç. Dr. Mustafa Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/54-55.
[173] Buhârî, Cihâd, 78.
[174] Buhârî, Cihâd, 77; Ayrıca bkz. Hamidullah, îslâm Peygamberi, II, 1141-1142.
[175] Kamidullah, Hz.Peygamber'in Savaşları, 203; Ayrıca bkz. Cânân, İbrahim, Hz.Peygamber'in Sünnetinde Terbiye, Ankara, 1980, s. 254-260.
Yrd. Doç. Dr. Mustafa Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/55-56.
[176] Buharî,Cihâd, 77.
[177] Hamidullah, a.g.e.,203.
[178] İbn Hişâm, Sîre, II, 278; Müttakî, Alâuddin Aliyyü'l-Muttakî, Kenzü'l-Ummâlfî Süneni'l-Ahvâl ve'l-Efâl, Beyrut, 1979
[179] Vâkidî, Meğâzî, I, 229; îbn Hişâm, Sîre, III, 70; îbn Kesîr, Sîre, III, 29.
[180] Vâkidî, Meğâzî, II, 823; İbn Hişâm, Sîre, IV, 47; Taberî, Tarih, III, 297; îbn Kesîr, Sîre, III, 550.
[181] Yrd. Doç. Dr. Mustafa Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/56-57.
[182] Aynî, Bedruddin Mahmud, Umdetu'l-Kârî Şerhu Sahihi'l-Buhârî, Beyrut, tsz.,XXI, 27.
[183] Buhân, Fedâil, 15.
[184] Yrd. Doç. Dr. Mustafa Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/57-58.
[185] Buhârî, Şerîke,!; Hibe, 26; Cihâd, 122.
[186] Hâkim, el-Müstedrek, III, 48.
[187] Buhârî, Cihâd, 73.
[188] Buhâri, Cihâd, 122; Halebî, Sîre, II, 479.
[189] Buhâri, Cihâd, 129.
[190] Buhârî,Mezâlim, 3l;Cihâd, 129.
[191] Buhârî, Hibe, 26; Kettânî, Terâtib, I, 335.
[192] Buhârî, Şerike, 1; Cihâd, 73.
[193] Buhârî, Cihâd, 122.
[194] Buhâri, Hibe, 26.
Yrd. Doç. Dr. Mustafa Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/58.
[195] Buhârî, Humus, 20; Ebû Dâvûd, Cihâd, 137.
[196] Ebû Dâvûd, Cihâd, 137.
[197] Buhâri, Humus,20; Müslim, Cihâd, 72; Ebû Dâvûd, Cihâd, 138.
[198] Ebû Dâvûd, Cihâd, 139.
[199] Buhâri, Şerîke,S; Cihâd, 190.
Yrd. Doç. Dr. Mustafa Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/58-59.
[200] Buhârî, Hibe, 26; Cihâd, 123; hâre, 16.
[201] Buhâri, Şerike, 1; Cihâd, 122.
[202] Buhâri,Hibe, 4.
[203] Buhârî, Sayd, 16.
[204] Buhârî, Şerike, 1; Cihâd, 123; Müslim, Sayd, 18.
[205] Buhârî, Hibe, 26.
[206] Buhârî, îcâre, 16.
Yrd. Doç. Dr. Mustafa Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/59-61.
[207] Hamidullah,İslam Peygamberi, II, 1065.
[208] Hamidullah, a.g.e.,11, 1067.
[209] Hamidullah,îslâm Peygamberi, II, 1074.
[210] Buhârî, Cihâd, 119; Fedâü, 9.
[211] İbn Hişâm, Sîre, 111,72.
[212] Hamidullah,îslâm Peygamberi, II, 1068.
[213] İbn Seyyidi'n-Nâs, Ebu'1-Feth Muhammed, Uyûnu'l-Eser, Beyrut, 1974, II, 27.
[214] Bu konuda fazla bilgi için bkz. : Kettânî, Terâtib, II, 318-323; Hamidullah, îslâm Peygamberi, II, 1065-1076; Hamidullah, Hz.Peygamberin Savaşları, 204-217.
[215] İbn Seyyidi'n-Nâs, Uyun, II, 92.
Yrd. Doç. Dr. Mustafa Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/61-62.
[216] Yrd. Doç. Dr. Mustafa Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/63.
[217] Kettânî, Terâtib, I, 231.
[218] Buhârî, Cihâd, 109-110.
[219] Müslim, Zekât, 108; Ebû Dâvud, Zekât, 27. Ayrıca bkz. Kettânî, Terâtib, I, 221-224.
Yrd. Doç. Dr. Mustafa Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/63.
[220] Kettânî, Terâtib, I, 314-316.
[221] Buhârî, Cihâd, 40; Müslim, îmâre, 145; Ebû Dâvûd, Cihâd, 17.
[222] Kettânî, Terâtib, I, 350.
Yrd. Doç. Dr. Mustafa Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/63.
[223] Buhârî, Cihâd, 102; Ebû Dâvûd, Cihâd, 84.
[224] İbn Kayyım, Zâdü'l-Meâd, II, 71.
[225] Buhârî, Cihâd, 106; İbn Kesîr, Sîre, III, 456.
Yrd. Doç. Dr. Mustafa Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/64.
[226] Buhârî, Cihâd, 103; Müslim, Tevbe, 53.
Yrd. Doç. Dr. Mustafa Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/64.
[227] İbn Hişâm, II, 272.
[228] Buhârî, Meğâzî, 37.
[229] ibn Seyyidi'n-Nâs, a.g.e.,11, 5.
[230] Ebû Dâvûd, Cihâd, 97.
[231] Buhârî, Cihâd, 40; Müslim, îmâre, 145; Ebû Dâvûd, Cihâd, 17.
Yrd. Doç. Dr. Mustafa Ağırman, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları: 4/64-65