- Ömer ibn-i hattabın hilafeti

Adsense kodları


Ömer ibn-i hattabın hilafeti

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafız_32
Thu 7 October 2010, 09:33 am GMT +0200
2- Ömer İbn-i Hattab’ın Hilâfeti


O, «Emîrü'l-Mü'minîn» Ömer ibnü'l-Hattâb'dır. Resûlullah (s.a. v.) da, EL-FARUK lâkabını vermiştir. Çünkü o, Hakk ile bâtılı ayır­mıştı. Sıddık (r.a.)'ın vefat günü kendisine bey'at ed'ldi ve ferdi ha­yatındaki kişiliğini direnci ve mücadelesini hilâfetinde de gösterdi. Allah onunla îslâmın sânını yaydı, yüceltti.

tik icraatı olarak, Halid bin Velid'i cebhe komutanlığından alıp, Ebû Ubeyde'yi tâyinini görüyoruz.

Kudüs'ün fethinde bulundu. Orada on gün kadar kaldı. Medine'­ye dönerken Halld'i de yanında getirdi. Halid kendisine, uygulama­sından ötürü sitem ettiğinde; «Halid, benim için sen değerlisin. Ve ke­sinlikle sevgim var sana» dedi. Bölgeye ve cebhelere de yazı gönder­di. Durumu açıkladı: «Ben Halid'i, yanlışı veya bir suçundan ötürü vazifeden almadım. Çok şiddetli olması savaştaki çetini'ği ve ace­leciliği nedeniyle halka acıdığımdan aldım[15]». Zaten Halid, Ömer (r. a)'in halasının (teyzesinin) oğlu idi. Onun hilâfeti döneminde Hu-mus'ta vefat etti.

Şam, kılıçla sulh arası bir tarzda fethedildi. Ba'lbek ve Humus sulh ile, Basra ile Ebelle savaşla fethedildi. Bu olayların hepsi Hicrî 14. senedeydi. Yine aynı yıl Hz. Ömer, yirmi rik'at teravihte ittifa­kı sağladı ve cemaatla kıldırdı.

Hicri 15. senede Ürdün baştan başa savaşla elde edilirken sadeca Taberiye barışla teslim oldu. Kadisiye ve Yermuk savaşları da. bu başarıldı. îbn-i. Cerir, Tarihinde şöyle diyor:

Bu yıl, Sa'd Kûfe'yi kurdu. Ömer bu yıl birçok kurumlar ve ödev­ler ihdas etti. Divanlar topladı, (kararlar aldı).

İslam'a hizmeti geçenleri mükâfatlandırdı[16]. Onaltıncı senede Ahvaz ve Medain fethedildi. Sa'd orada Kisrâ'nın eyvanında Cuma namazı kıldırdı. Irak'ta ilk kılınan cuma idi bu.

Hz. Ömer, aralarında Hz. Ali'nin de bulunduğu bir kurulda Rum ve Farslara karşı açılan savaşlara katılmak istediğini açtı. Hz. Ali'­nin bu konudaki görüşü şöyleydi:

«Bu işte azlık veya çokluğun, zafer veya yenilgiye etkisi önem­sizdir. Bu Allah'ın ortaya koyduğu d:n (dünya görüşü) dür- Ordula­rını hazırlamış, uzanabileceği noktaya ulaştırmış, istediği yerde boy göstermiştir... Emirlik makamı ise incilerin dizildiği ipliğe benzer ki, o koptu mu bütün inciler dağılıp gider, ikinci bir kişi de o asaletle toplayıp yerine dizemez... O halde sen, merkez ol, Arap senin çev­rende halkalansın. Ama onları savaşın ateş hattına sürerken "de ortalarında olman gerekmez. Çünkü sen bu topraklardan ayrıldı­ğında, bütün bölgelerden sökün eden Araplar çevrende toplanabilir ama arkada bırakacağın namus ve mukaddesat, varacağın yerde el­de edeceğinden daha önemlidir!..[17]

Calûlâ olayı da bu sene oldu: Yezdicerd yenildi. Kisrâ Rey'e kaç­tı... Tikrıt de fethedildi. Ömer Kudüs'e kadar gitti ve fethetti. Meş­hur Câbiye hutbesini de orada verdi. Yine aynı yılda. Kinnisrîn sa­vaşla; Haleb, Antakya ve Menbec barış yoluyla fethedildi. Bu yılın Rebiül-evvelinde de; Hz. Ali ile yapılan toplantıda Hicrî Tarih ku­ruldu.

Onyedinci seneye girince, Mescid-i Nebevi genişletildi. (Bu Ri-mâde senesiydi). Ömer (r.a.) istiskaya çıktı. Abbas (r.a.î'ı vesile edin­di[18]. Aynı zamanda Resûlullah'm hırkasını da giyinmişti.. Bunu ve kıtlık olayını îbn Sa'd naklediyor. Aynı yıl Ahvaz da barışla fetholunr muştu[19].

Umvas Taun Olayı: Onsekizinci senede Suriye'de Taun hastalı­ğı başgösterdi. Birçok müslüman savaşçı buna tutuldu. Olay du­yulduğu sırada Hz. Ömer ikinci kez Şam yolundaydı. Sahabeyle is­tişarede bulunduysa da, karara varılamadı. Tam o sırada Abdurrah-man bin Avf Cr.a.) Resûlullah (s.a.v.)'dan şu haberi nakletti: «Bir beldede veba salgını duyarsanız, bilerek oraya gitmeyin. Yine bulun­duğunuz yerde çıkarsa, ondan kaçmak maksadıyla oradan çıkma­yın..» Bunun üzerine Ömer yanındakilerle birlikte Medine'ye döndü.

On dokuzuncu senede -Kaysariye- kılıçla fethedildi. Yirminci se­nede ise Mısır aynı şekilde fethedilmiş oldu. İskenderiye  hariç bütün Mısır'ın barışla ele geçtiği de nakledilir. Mağrib (Fas) de bu yılda savaşla alındı.

Aynı yıl Bizans imparatoru îKayzer) öldü.

Yine bu yılda Ömer, Necran ve Hayber'den yahudileri sürdü. Yirmibirinci sene Nihâvend ve İskenderiyye fethedildi. Bundan sonra da artık Farslann topluluğu kalmadı.

Azerbaycan yirmi ikinci senede fethedilirken, Hemedan ve Diy-nor da silâh zoruyla alındı. Trablusgarp ve Rey de bu yıl alındı. Fars âleminin kalanı ise yirmi üçüncü senede fethedildi. Yirmiüçüncü yılda-, Kirman, İsfahan ve çevresiyle Fars ülkesinin kalan kısmı da fethedildi. Yıl sonu da, Ömer (r.a.) Hacc yaptı. Said bin Müseyyeb di­yor ki; Ömer, Mina'dan yürüyüp, Ebtahda devesini çökertti. Sırtüstü yatıp ellerini açtı: «Yâ Rabbi, yaşım ilerledi, gücüm azaldı, tebaam çok genişledi. Artık kayba uğramak veya aşırı gitmek olmaksızın, beni kendine al» diye dua etti. Nitekim Zilhicce çıkntadan da katledil­di[20]». Buhârî'de, Eslem'den Ömer (r.a.)'in şöyle duâ ettiğini tahrîc et­miştir: «Yâ Rabbi bana yakında şehadet nasib et. Ölümümü de Re­sulünün şehrinde kıl..» [21]

 
Hz. Ömer'in Öldürülmesi:
 

Gerçekten de Ömer Ebû Lü'lü' lakabıyla anılan Abdül-Muğiyre adlı Mecusi köle eliyle öldürüldü. Bu kişinin, halife'yi öldürmeye kalkması hakkında ise, onun gelip kendisinden alınan haracın ağır­lığından şikâyeti ve Ömer (r.a,)'in de; «Haracın ağır değil» demesi üzerine kinlenip dönmesi olduğu anlatılır.

Ebû Lü'lü' gönlüne, Halife'yi öldürme plânım yerleştirdi ve «her­kese gösterdiği adaletini benden esirgiyor» diye mırıldandı. Bir han­çer alıp biledi ve zehirledi... Bu herif gerçekten çok meharetli ve birçok san'atı beceren bir kişiydi... Mescidin bir köşesine saklandı. Halife, âdeti üzere sabah namazına çıkarken, ona saldırıp bıçakladı Üç bıçak darbesi üstüne Ömer (r.a.) düştü. Adam yaklaşan herkesi bıçaklamaya kalktı. Biri onun başına bir aba atıp yakaladı. Yaka­landığını anlayınca da bıçağını kendisine saplayarak intihar etti[22].

Emlrül-Mü'minîn'in öldürülme olayına dair nakiller bu kadar. Ve tabii bunun arkasında geniş bir hıyanet plânı vardır. Allah bilir ya, bu bir kişinin kızgınhğıyla girişilecek işe benzemez. Böyle büyük bir suçun ardında, yahudi, mecusî ve zındık taifelerinin parmağının ol­duğu acıktır.

Ömer (r.a.)'e, katilin Ebû Lü'îü' olduğu haber verilince; Allah'a hamd olsun ki; benim ölümümü müslüman sıfatlı biri eliyle dilemedi, dedi. Oğlu Abdullah'a emretti. O da bakıp borçlarım hesab etti: 86 bin dirhem çıktı. «Bunu Ömer ailesinin malından ödeyin. Yetmezse, Benî Adiy'den isteyin, o da yetmezse, Kureyş'ten yardım taleb edin» dedi. Sonra da Hz. Âişe'ye adam gönderip, kendisinin de iki dostun (Resûlullah ve Ebû Bekir) yanına gömülmesi için izin istedi. Hz. Âi-şe ise; «Ben de bunu düşünmüştüm. Bugünden itibaren de oradan sahipliğimi ona devrettim» dedi. Ömer bu habere de çok sevindi ve Allah (c.c.)'a hamdetti. [23]

 Ömer'in Şûrası Ve Birini Halife Seçtirmesi:
 

Bazı sahabeler, kimi lâyık görüyorsan, yerine onu tâyin et, dedi. O da altı kişilik b:r hey'et seçip, işi onlara havale etti: Osman bin Affân, Ali bin Ebî Tâlib, Talha bin Ubeydullah, Zübeyr bin Avvâm, Sa'd bin Ebi Vakkas ve Abdurrahman ibni Avf (r.a.) Bunlardan bi­rini tâyin etmeyi uygun görmedi: «Ölü iken de diri iken de onların sorumluluğunu yüklenemem» dedi. Allah size hayır dilerse, Nebiniz (s.a.v.)'den sonra aranızı bulup en hayırlınızda ittifak ettirdiği gibi, sizi biri etrafında toplar.

îşte böylece, sahabeden bir grup oluşturma işi, ilk kez Ömer Cr. a.) tarafından yapıldı. Buna «Ehl-i Şûra» dendi. Hilâfet işi bunlara havale edildi. Bu hey'et yönetimin en üst düzey konseyi durumunday­dı. Ayrıca Ömer bunlara oğlu Abdullah'ı danışman ve öğütçü ola­rak tâyin etti. Yâni seçme, seçilmeye katılmayacaktı. Yine Suheyb-i Rumi'yi de üç gün süreyle namaz kıldırmakla görevlendirmişti. Yâ­ni, şûra problemi çözüp, müslümanlar Halifelerini belirleyinceye kadar. [24]

 
Osman (r.a.)'İn Seçilmesi Nasıl Gerçekleşti:
 

Ömer'in seçtiği altı kişi, mes'eleyi tartışmak üzere bir evde top­landılar. Talha da kapıda muhafız olarak bekliyor ve kimsenin girme­mesini sağlıyordu. Sonunda üç üye yetkisini öbür üçüne devretti. Zübeyr Ali'ye, Sa'd Abdurrahman bin Avf a, Talha ise hakkını Os­man'a emanet etti. Abdurrahman, AK ve Osman'a; -Hanginiz ara­dan çıkmak ister ki, işi birinize bırakalım» diye danıştı. Ama iki büyükler cevab vermeyince Abdurrahman; «Ben hakkımdan vaz­geçtim» dedi. «Allah ve islâm adına söyleyin; birinizden birinize vazi­feyi yüklersem hakkaniyetle davranır mıyım?» Evet, dediler. Sonra her ikisinin de faz'letlerini saydıktan sonra onlardan şu ahd ye mi-

sakı aidi: «Kimi tâyin edersem adaletli davranacak. Kimi de tâyin et­mezsem, o da itaat edip ötekinin emrine girecek.» ikisi de tamam dediler. Ve dağıldılar.

Bu sefer de Abdurrahman îbn-i Avf halk ile istişareye koyul­du. Çeşitli kabile ve grupların ileri gelenleriyle tek tek görüştü. Fer­den veya ikili ya da toplu halde. Kimisiyle gizli, kimisiyle açıktan. Hattâ kadınlara bile perde arkasından danışmayı ihmal etmedi. Mektep çocuklarına bile sordu. Medine'ye gelip giden yolculara da danıştı. Tam üç gün iki gece... Bu soruşturmada, iki kişinin olsun, Osman(r.a.)'m tercihinde ihtilâf ettiğin; görmedi. Sadece Ammar îbn Yâsir ve Mikdad, Hz. Ali'yi teklif etmiş, sonra ise topluluğa katılmış­lardı.

Dördüncü gün ise Abdurrahman, Ali ve Osman'ı, bacısının oğlu Misver bin Mahreme'nin evinde bir araya gefrdi. Ve dedi ki: «Sizin hakkınızda soruşturdum, bir tek kişinin hiçbiriniz hakkında olum­suz ifadesine rastlamadım... Sonra Mescide çıktılar. Ensâr ve Muha­cirin hepsini çağırdı. Halk mescidi hınca hınç doldurmuştu. Onları halka arzetti. Minbere çıkıp uzun duâ etti. Sonra halka hitab etti:

«Ey nâs! Sizinle gizli - açık konuşup niyetlerinizi aradım. Ve hiç birinizin de bu iki zâttan hiçbirini, ne Ali'yi, ne Osman'ı reddetmedi­ğinizi gördüm. Şimdi yâ Ali, gel, dedi. O da yanma gelince, Abdur­rahman onun elini tutup: Sen, Allah'ın kitabı ve Resulünün sün­neti ile Ebû Bekir ve Ömer'in uygulaması üzerine (öylece hal'fe ol­mak üzere) bana bey'at eder misin?» diye sordu. Hazret-i Ali ise; «Belki kendi gücüm ve yeteneğim derecesinde yapabilirim» deyince, onu bıraktı. Bu sefer de Osman'ı çağırdı, onun el'ni tutarak, ona da: «Allah'ın kitabı ve Resulünün sünneti, Ebû Bekir ve Ömer'in uygu­lamasına göre halife olmak üzere bana söz verir misin?» deyince, Os­man, «Evet» dedi. Bunun üzerine Abdurrahman başını tavana kal­dırıp elini açtı, Osman'ın eli elinde olduğu halde: «Yâ Rab şâhid ol, yâ Rab şahid ol. Yâ Rabbi işte omuzumdaki yükü âıdirip Os­man'ın sırtına yükledim»

dedi. Bunun üzerine halk bey'at için hü­cum etti. Hz. Ali de ilk - bir rivayete göre en son - bey'at eden kişi idi[25].

 
İbret Ve Dersler
 

Birinci olarak: Gördük ki, Hz. Ömer'in ilk icraatı Halid bin Velid'i (cebhe komutanlığından) almasıdır. Ve bu olayda da, çağdaş birçok kitap yanlış yorum yapıyor. Hemen hepsi de, azlin sebebi olarak Ha­lici bin Velid'in makamında bir kusur ararlar. Halbuki bu olayın yo­rumu, bizzat Hz. Ömer'in kendi uygulamasında ve Halid hakkındaki ifadesindeki övgülerde besbellidir: Yukarıda kaydettiğimiz gibi, o di­yor ki: «Halid, sen benim için çok değerlisin ve çok severim.» Ay­rıca Mısırlılara, mes'eleyi açıklama sadedinde yazdığı mektupta da böyle söylüyor: «Ben Halid'i bir hatâ ya da kusuru dolayısıyla azlet­medim. Onun savaştaki baskınları ve şiddeti dolayısıyla insanlara şefkat ifadesi olsun diye vazifeden aldım[26].

Yine, Halid'in vefatı kendisine haber verilince, Halid'in bulun­duğu üç günlük mesafeye Medine'den yürüdü. Hattâ bu mesafeyi bir gecede kat'ettiği rivayet edilir. Ona ulaştığında yıkanmıştı. Duâ edip kapısında teçhiz ve tekfini bitinceye dek üzüntü içinde bekledi... Ağ­lama sesleri yükselince de; işitmiyor musun? Bu kadınları men'etse-ne! denince; «Kureyş kadınları laklaka edeceğine varsın Ebû Sü­leyman'a ağlasınlar!..» dedi.

Cenaze peşine çıkınca da Ömer haremden bir kadının ağladı­ğını görüp, «kim bu?» diye sordu. Anası dediler. «Anası mı?» dedi ve üç kere «ona yazık!» dedi ve ekledi:

Kadınlar, Halid gibi bir yiğide ağlamış mıdır?[27]» dedi.

İkinci olarak: Şu yukardaki bahisten, Halid bin Velid'in Medine'­de vefat edip orada gömüldüğü anlaşılıyor. Bazı tarihçiler bu kanaa-ta varmışsa da, cumhurun görüşü, Humus'ta ölüp, orada gömüldüğü yolundadır. İbn-i Kesîr'in Bidâye ve Nihâye'sindeki tercihi de bu­dur. Çünkü Halid'in, azlini müteakip umre yapıp Suriye'ye döndüğü ve vefat tarihi olan fyirmi bir hicri) yılma kadar da oradan ayrılma­dığı sabittir.

Her hâlü kârda Ömer'in onu, sağ iken veya ölümünden sonra, hep övmekte olduğu kesin; Hattâ İbn-i Kesîr'in Vâkıdi'den nakline göre, Hz. Ömer Humus'tan hacca gelenlere; Bize bir haberiniz var mı?» deyince, Halid vefat etti, diyorlar. Ömer istirca'da bulunuyor ve: Allah bilir ya, o cebhenin en güvenilir bekçisi ve düşmanının önünde engeldi» buyurmuştur.

Ama şunu da kaydedelim ki, bu övgüler, aralarında görüş ayrı­lığına engel değildir. Çünkü ikisi de rey ehli ve içtihada yetkilidir. Görüşler, değişik olabilir...

Keşke şu, Halid'in kimliği ile Ömer'in mevkiine, ya da Ömer'in kimliği ite kendi mevkii arasında eksiklik arayanlar, mes'eleyi bu do-rece etraflıca incelerken, her halükârda mükâfatlandırılan ietihad mertebesini de unutmasalar. Fikrî sapma ya da yanlış iş yapma gibi şeyler peygamber arkadaşlarını tenzih etmiş olsalardı ne güzel olur idi.

Üçüncü olarak: Ömer'in hilâfeti üstüne akıl yürütenlerin gö­receği en açık şeyin; Hz. Ömer ile Hz. Ali arasındaki sıkı işbirliği ve yardımlaşma olduğudur. Yâni Ali, Ömer için baş danışmandı. Her mes'ele ve her problemde... Öyle ki, bir konuda AH bir fikir belirtti mi Ömer onu mutlaka uygulardı. Ömer'in, «AH olmasa Ömer helak olur­du sözü sana bu babda kâfidir. Zaten Hz. Ali de, her konuda ona yol göstermekten geri durmaz, onu sürekli uyarırdı. Nitekim Farslar üze­rine yürürken savaşa katılıp, katılmama konusunu kendisine sorun­ca; onu seven, ona önem veren ve onu sıyânet eden bir üslûpla, savaşa katılmamasını söylemişti. Savaşı kendisi dışında biriyle yö­netmesini tavsiye etmişti. Ve onun savaşa çıkması halinde de, ar­kasında bazı düzenlerin başlayabileceğini, bunun ise karşılayacağı düşmandan daha tehlikeli olacağını ihtar ederek, sakındırmıştı.

Şimdi bakalım; Resûlullah (s.a.v.), Hz. Ali (r.a.)ye hilâfet va-siyyet etse; bizzat Hz. Ali'nin buna karşı gelmesi mümkün müydü? Ve hele kendisine yüklenmiş halifelik ödevini kaptırır da, kapana bu derece samimiyetle hizmet ve yardımda, bulunabilir miydi? Hele he­le sahabenin, Resûlullah'ın emrine aykırı bir işleme razı olması ve başta Hz. Ali olmak üzere ittifak ve icma'da bulunmaları nasıl düşü­nülebilirdi?..

Dördüncü olarak: Hz. Ebû Bekir, tam zamanında ve kendisin­den daha uygun kimsenin bulunamadığı bir anda halife seçildiği gi­bi; Hz. Ömer de yine tam ânında ve kendisinin yegâne namzet ve en uygun hüviyyet olarak seçilmiştir.

Nitekim Hz. Ebü Bekir'in döneminde başarılan en mühim şey; Resûlullah (s.a.v.)'in vefatıyla ortaya çıkan sıkıntıların bastırılıp, îs-lâm devletinin yeniden yerine oturtulup, gönüllere yerleştirilmesine denk; Ömer döneminde de, Mağrip'ten Fars sınırları sonuna ve Su­riye'den Yemen'e kadar büyük fetihlerin gerçekleştirilmesi, birçok şehrin kurulması; icra edilen divan ve hey'etlerle devletin çağdaş ve medenî bir yapı içinde müesseseleştirilmesi, yıkılmaz esaslar üstüne oturtulması var...

Burada tabiî; Cenâb-ı Hakk'ın, kullarını kollaması, onları ferdî ve toplumsal hayatında, saadet ve hayır sebebleri halkederek, koru­ma hikmetini de asla unutmamalıyız.

Beşinci olarak: Hz. Osman'ın halifeliğe seçilişi ile Hz. Ömer'in se­çilişi arasında son derece benzerlik vardır deriz. Tabiî sadece şu fark var: Ebû Bekir, Ömer'i bizzat tensib ederken, Ömer Osman'ın şah­sını tâyin etmedi. Ama altı kişi içindeki her ferdi namzet göstermiş oldu. Ve bu hey'et şûra olarak tek kişiyi aday seçmekle halkın da tasvibi sonucu, aynı hedefe varıldı.

Yine görüyoruz ki; Osman'ın, bu altı kişi arasından seçilip tâ­yin edilmesi tamamen meşveret yoluyla olmuştur. Altının meşvere-tiyle birlik halkın (veya ehl-i hal ve akt'inî meşvereti, sonra da bey'-ata davetiyle tamamlanmış ve Hz. Ali de bey'atın başım çekmiştir...

Öyleyse şunu rahatlıkla iddia edebiliriz: Bu anlaşmaya hattâ Hz. Ali dönemine kadar müslümanlar tek cemaat halindeydi, ayrılık gayrılık yoktu.

Kimsenin aklında Hilâfet konusunda b"r tereddüd olmadığı gi­bi bu işe kim lâyık? gibi bir soruya bile yer yoktu. Durum ne ge­rektiriyor, ne oluyorsa herkes kabulleniyor; çünkü hep meşveretle, kitlenin rızasıyla ve şeriatın ölçüsüne göre oluyordu...

Esasen azıcık kafası çalışan anlar ki; bu tâyinler üzerinde hiç tartışmadan ve uğraşmadan, kişi Kur'an ve Sünnet'e bakmakla mes'-eleyi kavrar: Kur'an'da veya sünnet'te, Resûlullah'tan sonra hilâfetle ilgili nass var mı yok mu? Yine ilk üç halifenin tesbitinde bir hatâ veya eleştirilecek nokta var mı? Bunlar olmadığına göre, müslüman­lar ne zaman ve hangi sebeblerle bölünmüştür. Üç halifede topluca hareket eden ve onlara destek olan bu ümmet neden ve nasıl ikiye ayrılmıştır?

İşte bu son sorunun cevabını inşâallah; Hz. Ali (r.a.) efendimizin hilâfet dönemiyle ve o günkü olaylarla ilgili bahiste açalım. [28]

 
3- Hz. Osman (r.a.)'In Hilâfeti
 

Osman'ın hilâfetinin ilk yılında, yani Hicrî 24'de Rey yeniden fethedildi. Çünkü bir ara elden çıkmıştı... Bu yıl bir salgın hastalık vardı. Hz. Osman da hastalandı ve Hacca gidemediği için yerine bi­rini Hacc emîri yaptı.

Yine aynı yılda Hz. Osman, Kûfe'ye Sa'd bin Ebi Vakkas'ı tâ­yin edip, Muğire bin Şûbe'yi azletti.

Yirmi beşinci sene ise tekrar Sa'd'ı azledip yerine Velid İbn-i Uk-be bin Muayt'ı tâyin etti. Bu zat sahabi ve Osman'ın ana bir kardeşiy­di. Bu da onun ilk tenkidine sebebdir: «Akrabasını etkili yerlere geti­riyor» şeklindeki ithamlara başlangıçtır.

Yirmi altıncı sene, Hz. Osman Mescid-i Haram'ı genişletti. Ar­kadaşlarından arsa satın alıp Mescide ekle,di.

Yirmi yedinci sene, Muâviye Kıbrıs seferini yaptı. Gemilerle çı­karma yaptı. Ubsdet bin Sâmit ve karısı Ümmi Harem binti Melhân El-Ensâri de vardı. Atından düşüp şehid oldu ve oraya gömüldü. Sağlığında Resûlullah (s.a.v.) bu savaşı müjdelemiş, onu da teşvik etmişti[29].

Aynı yıl Osman Amr bin Âs'ı azledip, onun yerine Mısır valisi olarak Abdullah bin Sa'd bin Ebi Serh'i tâyin etti. O da Afr'.ka seferine devam edip çok yerler aldı. Endülüs de bu yıl feth olundu.

Yirmi dokuzuncu yılda ise, yeni yerleşim yerleri de alındı. Aynı sene Hz. Osman Mescid-i Nebî'yi genişletti, işlenmiş taşlarla yeni­den inşa etti. Direklerini taştan, üstünü de saçtan yaptırdı. Boyu yüzaltmış zira', eni ise yüzelli zira' oldu.

Otuzuncu yılda, Horasan'ın birçok beldesi fethedildi. Çok miktar haraç (gayr-i müslimden alman vergi) elde edildi. Doğrusu her yön­den sermaye akıyordu. Her ülkeyi açtı Cenâb-ı Hak müslumanların önüne. Otuzlkinci yılda Abbas bin Abdülmuttalib vefat etti. Abdur-rahman bin Avf ile Abdullah îbn-i Mes'ûd ve Ebû Derdâ da bu yıl rah­mete kavuştu. Zeyd îbn-i Abdillâh ve Ebû Cündüb bin Cenade El-Gı-fâri de bu yılda vefat etmişlerdir.

Aynı yıl Suriye Muaviye'nin emrine verilmiştir. 33. yılda ise, Abdullah îbn-i Sa'd bin Ebi Şerh Habeşistan seferine çıktı... [30]

 
Hz. Osman'ın, Çevresine Ve Vilâyetlere Tâyindeki Tutumu Ve Bunlardan Gelişen Haller:
 

Hz. Osman'ın Ümeyye oğullarına bağlı akraba ve yakınlarını ö-nemli mevkilere tâyin ettiği bilinen bir durum. Sonuç olarak, bu yakınlarına yer açılabilmesi için de; çoğu sahabî olan bir hayli kişi makamlarından azledilmişti.

Bu siyâseti de ona halkın tepkisini çekmiştir. Aynı zamanda, meşhur yahudi İbni Sebe ve avanesine hareket noktası ve dayanak teşkil etmiş; fitne ateşini tutuşturmalarına imkân vermiştir. İbn-i Ke-sîr'in nakline göre de özetle; Küfe halkı, Emir Said bin El-Âss'a kar­şı ayaklandı, onu hırpaladılar Osman'a da, Ümeyye oğullarından ba­zılarını yerleştirmek için yerinden alınan sahabelerin durum ve ken­di eylemlerine sebeb olan durumu arzetmek için elçi gönderdiler... Bunlar da Hz. Osman'ın huzurunda fazla kaba davrandılar. Bu Hz. Osman'ın ağırına gitti. Ve ordu komutanlarına haber gönderip çağır­dı. Onlarla istişarede bulundu. Bu toplantıya; Suriye emiri Muaviye bin Ebi Süfyan, Mısır emiri Amr bin Âss, Küfe emîri Said bin Ass, Basra emiri Abdullah ibni Âmir katıldı. Bunlara danıştı. Ama lâf dağıldı ve herkes kendi görüşüne göre konuştu. Osman da bu farklı görüşler karşısında kesin karara varajnayınca, yine herkesi yerinde bıraktı. Âsîlerin gönlünün de mal vs. ile alınmasını tavsiye etti. Bir yandan da savaşa gayret emrini verdi[31].

îşte bundan sonra da, ilkin Mısırda, hem de sahabe evlâtlarından oluşan bir grup, halkı Hz. Osman aleyhine kışkırttı. Ağır eleştiriler başlattılar. Buna tutunan İbni Sebe de Mısır'da fesadını yaydıkça yay­dı. Altıyüz k.şiye yakın atlıyı, umreye gidiyormuş edasıyla Medine-'-ye doğru yola çıkardı. Halbuki esas gaye Medine içinde bir ayaklan­ma çıkarmaktı. Bunların Medine'ye yaklaştığını öğrenen Hz. Osman, Hz. Ali'ye gidip onlarla konuşma ve beldelerine dönmelerini sağlama. emrini verdi. Hz. Ali Cuhfe'de onlarla karşılaştı. Kafile Hz. Ali'ye aşırı saygı ve hürmet gösterdi. Çünkü İbni Sebe onların aklını çelmiş ve zihinlerini hurafe ile doldurmuştu. Hz. Ali bunların davranışını reddetti. Tahkir edip azarladı. Onlar ise mahcup oldular ve araların­da; kendisini halife yapmak için yollara düştüğümüz adamdan görece­ğimiz bu muydu, diye konuştular. Böylece attıklarını vuramamış, um­duklarını bulamamış, eli boş yüzü kara halde dönüp gittiler.

Hz. Ali dönünce, kafilenin gerisin geri gittiğini haber verdi. Ay­nı zamanda ona; halka konuşmasını ve yaptığı «akraba tâyinlerinden pişman olduğunu; aynı zamanda bundan vazgeçeceğini» söylemesini öğütledi.

O da bu teklifi kabul edip, gerçekte ertesi gün Cuma idi; halka şöyle bir hitabede bulundu:

«Yâ Rabbi sana sığınıp tevbe ediyorum. Yâ Rab, benim hak­kımda ilk tevbe eden benim. Bunu gözyaşlarıyla da ifade etti. Cemaat da onunla ağladı. Sonra sözü getirip; kendi hakkında halkın dediko­dusu ve tenkidlerinin doğruluğunu belirtti. Mervan ve yakınlarını uzaklaştıracağını da açıkladı. Halbuki Mervan bin Hakem hemen sonra huzura girip ona serzenişte hattâ hakarette bulundu. Ve şöyle dedi: «Senin bu konuşmayı; söylediğini uygulayacak güçte iken yap­mam isterdim. Ve o zaman ben herkesten önce uyar vr destekler olur­dum. Fakat herşey olup bittikten, sular çukurunu bulduktan, belâ ile burun buruna geldikten sonra konuştun. Vallahi bağışlanabilir bir yanlışı sürdürmek, ondan korkup vazgeçmekten daha şereflidir. Ve hem tevbe edeceksen, beni suçlamadan da bunu başarabilirdin.»

Sonra da Morvan ona, kapıda bir kalabalığın bulunduğunu ha­ber verince, Osman ona çıkıp ne isterse konuşmasını belirtti. O da, çıkıp bir takım bozguncu lâflar etti. Osman'ın yatıştırdığı halk ef­kârını tekrar isyana sürükledi   Meselâ:

«Siz bize, mülkümüzü elimizden koparmak için gelmişsiniz. De­folun buradan! Sakın vallahi bize saldırmayasınız. Başınıza belâ gelir ve kendinizi sıyıramazsınız...»

Bu durumu Hz. Ali öğrenince, sin'rü bir vazıyette Hz. Osman'ın huzuruna girdi. Ve «Sen Mervan'ı, Mervan da seni sevip razı ola­maz. Tek şartla ki, eğer sen aklını ve dinini yitirirsen bu olabilir...

Dikkat et, Mervan'ın görüşü, dinine de, nefsine de şifa olmaz. Ve şunu kesinlikle bilmelisin ki; Mervan senin himayende ve yardımcı­lığında kaldıkça, ben şu andan itibaren artık seni asla uyarmam, ya­nına da uğramam.»

Hz. Ali çıkınca (Hz. Osman'ın hanımı Naile) girdi ve Hz. Ali'nin ona söylediklerini duyduğunu belirterek; «Konuşayım mı, susayım mı?» dedi. O da konuş, deyince şöyle anlattı: Ali'nin sözlerini dinle­dim. Sana zararlı şey tavsiye etmiyor. Mervan'a ise ne istediyse ver­din... O da, peki ne yapmam lâzım? deyince; yalnız eşsiz olan Allah'-dan korkmalısın. Ve kendinden önceki iki arkadaşının tavrını ta-kmmalısm. Çünkü sen Mervan'a uyduğun müddetçe seni öldürtür. Mervan'da Allah korkusu, sevgisi ve değeri yok!.. Hemen Ali'ye ha­ber gönderip onu kazanmaya bak. Zaten sana âsi olmaz ve aranızda akrabalık da var...

O da Hz. Ali'ye haber gönderip çağırttı ise de, o gelmek istemedi ve «ben ona artık yanma uğramayacağımı bildirmiştim» dedi.

tşte bu durum, büyük fitnenin çıkış noktasını oluşturdu. Pusuda bekleyen yeraltı faillerinin işini kolaylaştırdı. Gayelerine ulaşmanın yollarını açtı. [32]

 
Başlayan Fitne Ve Osman'ın Öldürülmesi:
 

Hz. Osman, Halifeliği on iki yıl yürütebildi. Herkes, özellikle de Kureyş ondan memnundu. Ömer'den de fazla severlerdi. Çünkü o, Kureyş'e sert davranırdı... Osman ise onları hoş tutuyor ve yumuşak davranıyordu. Ama, yukarıda kaydettiğimiz üzere, ne zaman ki ak­rabalarını önemli islere tayin etmeğe başladı, işte o zaman durum değişti.

Osman (r.a.) bu tutumunu, Allah'ın emri gereği bir sıla-i rahm diye yorumlardı... Ama iş kendi hayatıyla sona erdi.

İbni Asâkir, Zührî'den şöyle nakleder:

Said ibni Müseyyeb'e dedim ki; «Hz. Osman'ın öldürülme olayını anlatır mısın, O ne yapıyor, halk ne istiyordu?» îbn-i Müseyyeb şöyle anlattı: «Osman haksız yere öldürüldü. Öldüren zâlimdi. Onu yenik düşüren ise ma'zurdu.» Ve îbn-i Müseyyeb olayı sebeb ve so­nucuyla Zührî'ye anlatıyor. Biz onu özetleyerek alalım:

Mısırlılar, îbn-i Ebi Serh'den şikâyetle geldiler. Osman da ona bir yazı gönderdi. Öğüt veriyor ve yer yer de onu azarlıyordu. Ama Ebî Şerh, Osman'ın tehdidlerine aldırmak şöyle dursun, ona ve şi­kâyet edenlere kızıp tavrını daha b:r sertleştirdi...

Bunun üzerine, Hz. Ali, Hz. Âişe ve Hz. Talha gibi, önde gelen sa­habeler, Osman'a baskı yaparak, Ebi Şerhin azlini teklif ve yerine bir başkasını tâyin etmesini tavsiye ettiler. Hz. Osman onlara; oylleyse onun yerini tutacak adamı gösterin, dedi. Onlar da Muhammed bin Ebî Bekri tavsiye ettiler. Osman da bir ahidnâme yazıp bu zâtı vali olarak tâyin etti. Hemen bir kafile Mısıra doğru yola çıktı. Ensâr ve Muhacirden bir hey'et aralarında da Muhammed .bin Ebî Bekr olduğu halde mes'eleyi çözüme bağlamak için gidiyorlardı. Medine'­den üç günlük bir mesafeye varmışlardı. Bir de baktılar, bir zenci köle katırla ve aceleyle gidiyor. Resûlullah'ın sahabeleri onu dur­durdular. Senin bir kaçamak halin var, nereye ve ne için böyle acele ile gidiyorsun, dediler. O da; ben, Emîri'1-Mü'minin'in kölesiyim. Mı­sır valisine emirnamesini götürüyorum. Onlar, kimin adamısın? di­ye sıkıştırınca, güçlükle sözünü tekrarladı: Mü'minlerin Emiri'nin ada­mıyım!.. Bir de, Mervan'ın kölesiyim, diye ekledi. Ve cebinden de bir mektup çıkardı. Muhammed bin Ebî Bekr çevres:ndeki Ensâr, Muha­cir ve kim varsa topladı. Mektubu onlara açıkladı. Şunları yazıyor­du: «Sana Muhammed ve falan, falan gelince öldürmek üzere tutuk­la ve yazılarını da iptal et. İşine devam et. Benden bir yeni emir ge­linceye kadar, şikâyetçileri de hapset...

Bunun üzerine bu sahabe grubu, yazıyla birlikte Medine'ye dön­düler. Sahabelerden büyük bir cemaat toplayıp, mektubu ve kölenin macerasını anlara açıkladılar. Artık Hz. Osman'a kinlenmeyen bir tek Medineli kalmamıştı.

Durumu gören Hz. Ali ise, Bedir ashabından, Talha ve Zübeyr gibi seçkinleri topladı. Sa'd ve Amir'i de aldılar; köle - mektup ve ka­tırı Hz, Osman'a sundular.

Hz. Ali söz aldı, şöyle konuştular:

—  Bu köle senin adamın mıdır?

—  Evet.

—  Katır da senin mi?

—  Evet.

- Peki, bu mektubu sen mi yazdın?

—  Hayır.

Ve yemin etti ki, ne bu mektubu yazdım, ne yazdırdım, ne de bundan haberim var..

—  Peki, mühür senin mühürün?..

—  Evet.

—  Peki, nasıl oluyor ki, kölen kendi atını alıp mühürünle mü­hürlenmiş mektupla yola çıkıyor, senin haberin olmuyor.

O yine bundan haberi olmadığı ve asla Mısır'a böyle bir gönderi yapmadığına yemin etti...

Sonra yazıya baktılar. Mervan'ın yazısı olduğunu bildiler. Mervan'ı kendilerine teslim etsini istediler. Fakat Hz. Osman çekindi.

Mervan da evinde, yanındaydı. Topluluk kırgın halde çıktı. Os­man'ın yalan yere yemin etmediğini biliyorlardı ama Mervan'ı ken­dilerine teslim etmeyişine kızıyorlardı.

Haber Medine'ye yayıldı. Hz. Osman'ın evi kuşatıldı. Ona su bile vermiyorlardı. Ailecek susuzluktan bunalınca, halkın karşısına çıkıp; bana biraz su getirecek kimse yok mu? dedi. Haber Hz. Ali'ye ula­şınca ona üç kırba su gönderdi. Bu da ona zor belâ ulaştı.

Yine Hz. Ali'ye; Osman'ı öldürmek isteyenlerin olduğu haber verilince, oğulları Hasan ve Hüseyin'i yolladı. Gidip silâhlarınızla Os­man'ın kapısında nöbet tutun, dedi. Kimseyi bırakmayın emrini ver­di. Onlar da gidip nöbete koyuldular. Bunu öbür ashâb-ı kiram da uyguladı. Az sonra da kavga azdı. Osman'ı öldürmek için saldıran­lar vardı. Fakat peygamber torunlarıyla birlik öbür sahabeler on­ları engelliyordu.

Bu sırada, dam delindi ve onun üzerine saldırıp kılıçlarıyla Öl­dürdüler... Bu haber de Hz. Ali'ye ulaşınca, kızgın vaziyette çıkageldi ve oğullarına çıkıştı: Siz kapıda iken nasıl olur da Emîrü'l-Mü'minîn öldürülür? Hasan ve Hüseyin'i tokatladı. Talha'nın oğlu Muhammed ve Zübeyr'in oğlu Abdullah'a hakaret etti.

îşte böylece, Hz. Osman'ın öldürülmesi, sonsuza kadar sürecek fitneler zincirinin ilk halkası oluverdi. [33]

 
Hz. Ali'ye Bey'at Ve Hz. Osman'ın Kaatilinin Aranması:
 

Hz. Ali, olaydan derin üzüntü duyarak çıktı Hz. Osman'ın evin­den. Halk önünü kesip, bize bir emir lâzım dedi. Elini uzat sana bey'­at edelim dediler. Hz. Ali onlara; şu an bu gereksiz, bu Bedir asha­bının işidir, dedi. Bedir ehli kimi seçerse, o da halife olur... Bedir ehli kalmadı ise o zaman Ali'ye sıra gelir, deyince de: Senden başka buna lâyık kimse görmüyoruz. Ver elini bey'at edelim dediler ve bey'­at ettiler.

Mes'ele Hz. Ali'nin üzerine yıkılıp, bey'at da tamamlanınca, Mer­van ve oğlu kaçtı. Ali, Osman'ın hanımından kaatili sordu. Bilemiyo­rum, yanına iki kişi girdi. İkisini de tanımadım. Muhammed bin Ebi Bekr de beraberdi. Hz. Ali, Muhammed'i çağırdı. Hz. Osman'ın hanı­mının söylediklerin: sordu. Muhammed inkâr etmedi: Evet, ben de girdim ve öldürmek istiyordum. Bana babamı hatırlattı ve onu bıraktım. Allah'tan af diliyorum, tevbe ediyorum, dedi. Onu öldürme­dim ve elimi de sürmedim, dedi. Hz. Osman'ın hanımı, doğrudur ama o ikisini içeri soktu, dedi.

İbn-i Asâkir'in Safiyye'nin mevlâsı Kinâne'den ve başkalarından nakline göre; Osman'ı Mısırlı, sarışın ve mavi gözlü bir kişi öldürdü. Yine İbn-i Asâkir'in, Ebû Sevr El-Fehmi'den naklinde ise; Hz. Osman kuşatılmıştı. Ben onun evine girdim. Dedi ki; ben Rabbimin katında on kez korundum. İslâm'ın ilk dört kişisindenim. Zorluk ordusunu (Tebük seferineî hazırladım. Resûlullah (s.a.v.) bana kızını verdi. Biri ölünce de ikincisini nikahladı... Asla, şarkı söylemedim, arzu da etmedim. Resûlullah'a bey'at edeli sağ elimi avret yerime sürmedim. Hiçbir cumayı kaçırmadım. Kaçırdığımda da, ya da benzer bir yan­lışımda mutlaka bir köle âzâd etmişimdir. Ne câhiliyyede, ne de İs­lâm döneminde zina etmedim. Yine her iki devrimde de hırsızlık yap­madım. Resûlullah (s.a.v.) vaktinde Kur'an'ı cem ettim.

Doğru tesbitle, Hz. Osman, Hicri 35. teşrik günlerinde öldürüldü. [34]

 
İbretler – Öğütler
 

Birinci olarak: Hz. Osman döneminin fazilet ve meziyetleri. Öyle ki, Osman döneminin simgesi olmuştur bunlar. Meselâ Fetih­lerin geniş alanlara yayılması; Horasan ve Kuzey Afrika'nın tama­men ele geçirilip Endülüs'e ulaşılması bunlardandır. Yine o devrin en belirgin ve onurlu başarıları arasında, yabancı kelimelerin dili istilâ­sı ve bunların Kur'an'a da karışması korkusu başladığı an; onu aslı ve hakikî hattıyla cem edip, içine yabancı bir kelimenin sızamaya-cağı şekilde tesbit etmesi. Medine mescidini en geniş sınırlara ka­dar yeniden inşa etmesi gibi... başarılan sayabiliriz.

Bu fetihlerde Hz. Osman'ın çoğunlukla, Abdullan ibn-i Sa'd bin Ebİ Serh'e güvenmiş olması da zanlı lı. bir tutumu sayılmaz. Evet İs­lâm kendinden önceki sistemleri ywe gömmüştür. İbn-i Şerh ise bel­ki başlangıçta bunu görmemezlıkten gelip, başarısıyla gururlanmış olabilir. Ama onun bundan sonra düzeldiği ve doğru yolda dini bü­tün insan olduğu da iyi biliniyor.

İkinci olarak: Biz, bilmeliyiz ki; Hz. Osman'ın (r.a.) vaL ve yar-dımcılannı akrabalarından (Emevîlerden) seçmesi nedeniyle eleşti­rilere hedef olmuşsa da, bu tutum onun içtihadıdır. Ve seçkin saha­be önünde de kendisini böylece savunmuştur... Yine biz onun içti­hadını ve' savunmasını kabul etmesek bile, tenkid ve yorumlarımızı edepsizlik noktasına vardırmamak zorundayız... Biz esasen, onun yap­tıklarını hatâ bile saysak, bu hatâların sahibinin, Resûlullah (s.a.v.) nezdindeki yerini ve İslâm'ın ilklerinden oluşuyla geçmiş iyiliklerini ve hele Resûlullah'ın Tebük seferi sırasında, «Artık Osman'ın bu­günden sonra yapacağı hiçbir şey zarar vermez» buyurmuş olduğu­nu unutmamak durumundayız.

Bize yakışan; sahabenin onunla tartışması ve ona itirazlarıyla, bizim bu noktadan uzanarak, onun işlerinde kusur aramamız ve ten­kidimizin çok farklı şeyler olacağını kavramamızdır.

Çünkü, sahabenin ona itirazı, yürümekte olan işi düzeltici ola­bilir, iyiye çevirebilir. Suçlama ve eleştirme bile olsa, iyi inceleyince görülür ki onlardan (çağdaşlarından) gelince müsbet ve faydalıdır. Ama bizim (bunca asır sonra) bu gün lâf etmemiz-, hele yüzlerce ta­rihî olayın üst üste yığılıp birbirini gölgelemesinden sonra; artık Re­sûlullah'ın dil uzatılmasını yasakladığı genel anlamda sahabesinin de ötesinde, Râşid Halifeleri eleştirmemiz çok ucuz bir saldırı olur.

Halbuki, ilmî esaslara dayanarak, olayların niceliğini kavramak isteyen gerçekçi kişiye de; Ibn-i Kesir, îbn-i Esir ve Taberî gibi gü­venilir tarihçilerin araştırmalarının hududunda olsun, durmak ya­raşır...

Üçüncü olarak ı Fitnenin başlayışının, Hz. Osman döneminin bi­timine rastgeldigi bir vakıa. Ama senaryonun arka plâninda bulunan ve fitneyi sürekli körükleyen Abdullah îbni Sebe ismi de unutulma­malıdır.

Bu îbni Sebe aslen Yemenli bir yahudidir. Hz. Osman zamanında Mısır'a gelmiştir. Orada Hz. Osman aleyhinde ve (sözüm ona) Hz. Ali ile Ehl-i Beyt lehinde propaganda başlatmıştır.

Halka sirayet edebilmek için şu üslûp ve taktikle konuştuğu meş­hurdur:

Muhammed (s.a.v.), İsa (â.s.)'dan efdal değil midir? Peki Mu-hammed (s.a.v.î, İsa'dan daha elyak değil midir, dünyaya tekrar gel­meye?.. O halde Hz. Muhammed, kendisine en yakın olan amca oğ­lu Ali'nin kişiliğinde gelecektir[35].

îşte bu tarzda Mısır halkım oyuna getirmeyi becerdi. Halbuki aynı taktiği Yemen'de yapmış, tek ferdi inandıramamıştı[36]. Bu oyuna gelen çevreler ise, hemen toplanıp Medin'ye yürüdüler. Niyetleri Hz. Osman'ı devirmekti. Ama yukarıda verdiğimiz tarihî bilgiden görül­düğü üzere, Hz Ali'nin tavrı onları bu eylemden vazgeçirnûşti

Şimdi bu noktadan hatırlayalım, îslâm ümmetinin Sünnî - Şiî di­ye iki parçaya ayrılışını:

Bu olay o zaman başladı ve İbni Sebe elinde son şekline ulaştı. Yoksa, Emevîlerin, Ehl-i Beyt ve onların taraftarlarına eza ve ce-falarıyla başlamış falan değil... Önemli olan, tarihi gerçeklerin «Elif bâ»sı olan bu iki vakıadan herhangi birini alıp, öbürünü unutma­maktır.

Dördüncü olarak: Tekrar olsa da, bu üçüncü hilâfet döneminde Hz. Osman ile, Hz. Ali arasındaki bağlılığı ve AH (r.a.), Osman fr.a.) 'a karşı gerçek tutumunu aklımızda tutmalıyız:

Görüyoruz ki; Hz. Ali, Hz. Osman'a ilk bey'at eden şahıstır. Bu­nu çoğu tarihçilerimiz ifade ediyor. Meselâ İbn-i Kesir bu önceliği apaçık yazar. Sonra, Mısır'dan gelen ve Hz. Osman'a isyan edenlere karşı, yani îbni Sebe ekibine gösterdiği tutum ortada: Ben onları def ederim diyor ve Cuhfc bölgesinde karşılayıp, hakaretle, tehditle, onların kendisine iltifatlarını bile yüzlerine çarpıyor. Öyle ki, bu âsi­ler (ya da aklanmışlar) bin pişman yüz geri olup yerlerine dönüyor­lar... Hattâ bazıları «îşte, kendi uğruna savaştığımız adam, Halifeye, kendi adına isyan ettiğimiz zâtın tavrı bu mu olmalıydı?[37] diye ya­kındılar.

Ve onun, Halife'ye nasihatmdaki içtenliği şefkat ve sevgiyi gö­rüyoruz: Onu en kritik anlarda onun yambaşında buluyoruz. En so­nunda ise, iki oğlunu tehlikenin ortasına atıp, Halifenin kapısında muhafız yaptığını biliyoruz...

Öyle ise, hilâfeti boyunca, Hz. Osman'ın en faydalı dostu ve yar­dımcısı Hz. Ali'dir. En dar anlarda yardımcısı; son anda ise ona en güzel ve faydalı tedbiri öğreten öğütçü yine Hz. Ali'dir.

Şunu çok iyi bilmeliyiz ki; Hz. Ali gibi büyükleri, Allah ve Re­sulüne inanan herkese, gözünün bebeği gibi bilip sevmesi yaraşır. Ve insanlığını yitirmemiş her şahıs da kalbinde ona sevgi taşır. Sev­ginin isbatı ise, ona uyma, itaat etme ve bundaki samimiyetiyle or­taya vurur. Bu özellik başta Hz. Ali'de var ve kendinden önceki ha­lifelere karşı isbat etmiştir... O halde onun hayatı bize örnek olsun, Taizim sevgimiz de ona ve onun sevdiklerine yönelsin! [38]


[15] Bidâye ve Nihâye: 7/81; Taberî: 3/432.

[16] Taberî Tarihi: 3/598-613.

[17] Bidâye ve Nihâye: 7/107 - Nehcü'l-Belâğa: 203.

[18] Bir dilek için eşya veya şahsı, duada vesile edinmek... Tevessül bahsine ba­kınız. (Müt.)

[19] Târihü'l-Hulefâ: 123.

[20] Bidâye ve Nİhâye: 7/137; TârlhÜ'l-Hulefa 124.

[21] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca Yayınevi: 497-499.

[22] Bu konuda: Taberİ 4/190 ve İbn-l Kesir 7/137'ye başvurabilirsiniz.

[23] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca Yayınevi: 499-500.

[24] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca Yayınevi: 500.

[25] İbn-i Kesîr'in, Bidâye ve Nlhâye'sinden Özetlendi 7/147.

Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca Yayınevi: 500-501.

[26] Bidâye ve Nihâye: 7/81.

[27] Bidâye Ve Nihâye: 7/61.

[28] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca Yayınevi: 501-504.

[29] Târihü'l-Hulefâ: 145, Bidâye ve Nihâye: 7/153.

Not: «Hala Sultan» diye bilinen bu sahâbiye'nin kabri, Osmanlı zamanında hep bir müfreze asker tarafından beklenir. Ve her tarafta top atışlarıyla se-lâmlanırdı. (Müt.)

[30] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca Yayınevi: 505-506.

[31] Bİdâye ve Nihâye: 7/167; Taberi Tarihi: 4/333.

[32] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca Yayınevi: 506-508.

[33] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca Yayınevi: 508-510.

[34] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca Yayınevi: 510-511.

[35] Bidâye ve Nlhâye:  7/167.

[36] Çünkü Mısır valisinin tutumundan sıkılan Mısırlılar buna hazırdı.  (MÜt.)

[37] Bıdâye ve Nihaye: 7/171.

[38] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca Yayınevi: 511-513.