zera
Sun 19 July 2009, 01:40 am GMT +0200
Nice insanlar vardır etrafımızda, yaşadığına hayat denmez, nice insanlar vardır ki, çoğunun yaşadığı hayatı beğenmez.
Ebedi aleme götürülecek şeylerin sadece “iyi ameller” olduğunu söyler durur da hocalar; maişet derdi söz konusu olunca, görülür ki, en başta kendileri bocalar. Dünyada iken kendisine bahşedilen aklı ve iradenin nelere kadir olduğunun bilincine varabilenler ve o gücü henüz keşfedemeyenler vardır aslında.
“Kader” bahsini çözmüş ve iradenin sırrına ermiş olanlar için geriye kalanın sadece basit “tercihler” olduğunu söylemekte yarar var. Onlarda bu ilmi okullarda değil, hayatın ta kendisinden öğrenirler. “İstemekle” başlamıştır her şey. Geriye, “ne kadar yük kaldırabilecekleri” hususu kalır sadece.
Bilirler ve inanırlar ki, istedikleri ve arzu ettikleri şey, kendilerine verilecektir. Bu böyle yüce bir nimettir ki, görülmesi ve elle tutulması mümkün olmadığı gibi , hiçbir hırsızın el uzatması, çalmaya kalkışması da mümkün değildir.
Temelinde Yaratanın şahsına, yaratılan her şeye duyulan aşk ve “ düşünmez misiniz?” ilahi buyruğu yatan bu felsefenin insanları , ibadeti vakitlere ayırmaktan ziyade , her an ve her halükarda ibadet halindedir.
Onlar ; çileye talip olan , hasretten haz duyanlardır.
Onlar ; yananlar , yandıkça “insan” olduğunun farkına varanlardır.
Onlar ; cümle alemin derdini dertlerini bilip , çare arayanlardır.
Onlar ; herkes uykudayken bile , tefekkür halinde olanlardır.
Onlar ; can bedenden ayrılmadan , binlerce kez ölebilenlerdir.
Bir çokları bu hal üzere olanların Yaratanla olan yakın ilişkisini gördükçe “tuhaf” hatta “alaycı” bulurlar ama , bu ilişkinin ardında yatanın “gerçek samimiyet” olduğunu bilmezler.
Halbuki diğerleri bilirler ki; “ sopayla kelime vuran , kimli dövmez , tozları silker. Kızıp atı döven , hakikatte atı değil , aksak yürüyüşünü döver. İyi yürüsün , rahvanlaşsın ister…
Varlıkta-yoklukta, açlıkta-toklukta, sağlıkta-hastalıkla, hikmet arar, her şeyi sorgular durur onlar. İyi insan olabilmek için, her nefsi terbiyenin şart olduğunu bilir onlar. Bilirler ki Mevla ; “Yapılan her iyiliğe karşılık, on misli ecir vermektedir.” O’nun uğrunda verdikleri her canın, on can getirdiği düşüncesiyle her dem ölür, ölmede derman, bulur onlar.
Hani “Aşk davaya benzer, cefa çekmek de şahide” diyor ve ekliyor ya Mevlana; “Şahidin yoksa davayı kazanamazsın ki! Kadı senden şahit isterse, incinme.Yılanı öp ki hazineyi elde edesin…”
Bedelini ödeyen ve bu kutsal hazineye sahip olabilenlere ne mutlu…
Ebedi aleme götürülecek şeylerin sadece “iyi ameller” olduğunu söyler durur da hocalar; maişet derdi söz konusu olunca, görülür ki, en başta kendileri bocalar. Dünyada iken kendisine bahşedilen aklı ve iradenin nelere kadir olduğunun bilincine varabilenler ve o gücü henüz keşfedemeyenler vardır aslında.
“Kader” bahsini çözmüş ve iradenin sırrına ermiş olanlar için geriye kalanın sadece basit “tercihler” olduğunu söylemekte yarar var. Onlarda bu ilmi okullarda değil, hayatın ta kendisinden öğrenirler. “İstemekle” başlamıştır her şey. Geriye, “ne kadar yük kaldırabilecekleri” hususu kalır sadece.
Bilirler ve inanırlar ki, istedikleri ve arzu ettikleri şey, kendilerine verilecektir. Bu böyle yüce bir nimettir ki, görülmesi ve elle tutulması mümkün olmadığı gibi , hiçbir hırsızın el uzatması, çalmaya kalkışması da mümkün değildir.
Temelinde Yaratanın şahsına, yaratılan her şeye duyulan aşk ve “ düşünmez misiniz?” ilahi buyruğu yatan bu felsefenin insanları , ibadeti vakitlere ayırmaktan ziyade , her an ve her halükarda ibadet halindedir.
Onlar ; çileye talip olan , hasretten haz duyanlardır.
Onlar ; yananlar , yandıkça “insan” olduğunun farkına varanlardır.
Onlar ; cümle alemin derdini dertlerini bilip , çare arayanlardır.
Onlar ; herkes uykudayken bile , tefekkür halinde olanlardır.
Onlar ; can bedenden ayrılmadan , binlerce kez ölebilenlerdir.
Bir çokları bu hal üzere olanların Yaratanla olan yakın ilişkisini gördükçe “tuhaf” hatta “alaycı” bulurlar ama , bu ilişkinin ardında yatanın “gerçek samimiyet” olduğunu bilmezler.
Halbuki diğerleri bilirler ki; “ sopayla kelime vuran , kimli dövmez , tozları silker. Kızıp atı döven , hakikatte atı değil , aksak yürüyüşünü döver. İyi yürüsün , rahvanlaşsın ister…
Varlıkta-yoklukta, açlıkta-toklukta, sağlıkta-hastalıkla, hikmet arar, her şeyi sorgular durur onlar. İyi insan olabilmek için, her nefsi terbiyenin şart olduğunu bilir onlar. Bilirler ki Mevla ; “Yapılan her iyiliğe karşılık, on misli ecir vermektedir.” O’nun uğrunda verdikleri her canın, on can getirdiği düşüncesiyle her dem ölür, ölmede derman, bulur onlar.
Hani “Aşk davaya benzer, cefa çekmek de şahide” diyor ve ekliyor ya Mevlana; “Şahidin yoksa davayı kazanamazsın ki! Kadı senden şahit isterse, incinme.Yılanı öp ki hazineyi elde edesin…”
Bedelini ödeyen ve bu kutsal hazineye sahip olabilenlere ne mutlu…