sumeyye
Thu 17 February 2011, 02:05 pm GMT +0200
Öldürme İle Hak Edilen, Ama İhtilaf Durumunda Hak Edilmeyen Ganimet Tahsisleri
1191- Komutan "Kim bir kafiri öldürürse her şeyi onundur" derse ve bir müslüman bir müşriki vurup yere yıksa, bir başkası da onun kafasını kesse, bakılır; vuran kişi öldürmüş, diğeri öldükten sonra kafasını kesmişse, eşya vuran kişinindir.
Çünkü kendisi öldürmüştür. Öldürme işi de kişinin ölmesiyle gerçekleşmiştir Nitekim vuruşu ile müşrik adam ölmüştür.
1192- Darbesiyle ölmeyip aldığı yaraya rağmen karşı koyabiliyor veya sözle yahut başka bir şeyle düşmana destek olabi-liyorsa, bu durumda eşyası kafasını kesen müslümanın hakkıdır.
Çünkü Öldüren odur. Vuran birinci kişinin darbesinden sonra sadece yaralanmıştır.
Bundan sonra ise ölmüştür. Zaten komutan "kim yere serer veya vurursa" demeyip kim öldürürse, sözünü kullanmıştır.
Birincinin vurması olmasaydı İkincisi kafasını kesme imkanı bulamazdı, diye İtiraz edilirse, deriz ki;
Bu adam buraya çıkmasaydı, katil onu Öldürme İmkanı bulamazdı. Zaten bununla kendi kendini öldürdüğü açığa çıkmaz.
Mesela, biri atı üzerindeki düşmanın boynuna bir ip geçirse ve atından yere düşürüp bu şekilde tutsa, sonra başkası gelip onun kafasını kesse, birinci kişi onu öldürmüş sayılır mı? Sayılmaz. Birincinin yere düşürmesi ve boynuna ipi geçirmesi olmasaydı belki ikincisi onun kafasını kesmeğe imkan bulamı-yacaktı ama, öldüren kişi onun kafasını kesen kimsedir.
1193- Yine birinci şahıs tarafından öldürücü yara alsa ve bir iki gün yaşadıktan sonra öleceği açık iken başkası gelip kafasını kesse, ganimet eşyası kafasını kesen kişinindir.
Çünkü hakikaten öldüren odur. Nitekim kasten öldürme olayında buna benzer bir durumda kısas (veya diyet) ikinci şahsa (kafasını kesene) yüklenir. İkincinin yaptığı iş birinciyi tebriye (Kurtarma) sayılmaktadır. Çünkü onun yaptığı işi kesmiştir. Bunun delili de :
1194- Hz. Ömer olayıdır; Mihrabda onu vuran kimse kendisine ölümcül bir darbe vurmuştur. Hatta içtiği süt yarasından dışarı çıkmış ve bu yaradan ölmesinin kesin olduğu anlaşılmıştır. Buna rağmen Hz. Ömer ölmedikçe diri sayılmıştır. Hatta bir oğlu vefat etse Hz. Ömer onun varisi olur ve bu durumda o çocuk Hz. Ömer'in hiçbir şeyine varis olamazdı. Çünkü henüz Ömer hayattadır.
1195- Birincisi onu vurmuş ve barsaklarını dökerek yere sermiş yahut boynunu koparmadan kesmiş ise ve bütün bunlara rağmen ruhunu teslim etmemişken bir diğeri gelip kafasını koparmışsa, öldürülenin eşyasını birinci vuran kişi almaya hak kazanır.
Çünki birincinin vurmasıyla bu kişi ölmüş gibidir. Kafası kesilinceye kadar taşıdığı canlılık ise kesilen hayvanın çırpınması mesabesinde olup muteber değildir.
Nitekim kurt bir koyuna saldırır ve karnını deşer yahut boğazını keser, sonra sahibi yetişir de keserse etini yiyemez. Kesme anında çırpınsa bile etini yemesi helal değildir. Ama kurt onu kötü yaralar ve bir iki gün içinde bu yaradan öleceği muhakkak iken sahibi gelir keserse eti helal olur. Bu da yüce Allah' in "Yırtıcı hayvan tarafından yenilip canı çıkmadan boğazladığınız..."[14] ayetinin anlamıdır.
Buna dair bir olay İbni Abbas'tan şöyle rivayet edilmektedir: "Kurdun karnını yardığı ve barsaklarını yere döktüğü bir koyunu sahibi yetişip boğazlarsa hükmü ne olur?" sorusuna: Yenilmesinde bir sakınca yoktur, demiştir.
Kaldı ki kesin olan bir şey ancak kesin başka bir şeyle değişir. Daha Önce ruhun varlığı kesindir. Ruhun kalmadığı kesin olarak anlaşılan ve ölümü kesinlikle kanıtlayan bir şey olmadıkça ölümüne hükmedilmez. Bir iki gün yaşıyacağı tahmin edilen bir canlı, ne kadar yara alsa, maktul (ölü) sayılmaz. Ölümü ancak kafasının kesilmesiyle kesinleşir.
1196- Kafasını kesen kişi "Ölmeden önce kafasını kestim" der ve vuran kişi de "Hayır, kafasını öldükten sonra kestin" derse, dış görünüşün desteklediği söze itibar edilir. Vuran kişi beürtiğimiz şekilde boynunu kesmiş ve karnını yarmişsa, onun sözü geçerli olur. Çünkü bu vurmasının onu öldürdüğü, kafasını kesmenin de aynı şeyi
yaptığı kesindir. Vurma ile kafa kesmenin etki bakımından eşit olması halinde
önce işi yapmış olanın sözü tercih edilir.
Vuran kişinin vurmasiyle derhal ölmeyip bir iki gün daha yaşıyacak
şekilde olursa, kafasını kesenin sözü tercih edilir ve öldürülenin eşyası ona
verilir.
Çünkü kafasını kesmenin onu öldürdüğünü kesin anlıyoruz. Vuranın vurmasında ise bu kesinlik yoktur. Zayıf ile güçlü haber arasında çelişki de yoktur. Ruhunun çıkmasıyla kafasını kesme işinin öldürdüğü kesin olduğundan ona itibar edilir.
1197- Vuran kişinin açtığı yara belirsiz veya vücutta açık olmayıp yaralının sahipleri onu alıp götürürken diğeri kafasını keserse, her şeyi kafasını kesenindir.
Çünkü kafasını kesmekle kesin olarak Öldüğünden emin oluyoruz. Vuran kişinin yaralama işi açıklık kazanmadıkça kesinlik değil, tereddüt ifade etmektedir. Tereddütlü şey kesin şeye engel olamaz. Çünkü kesin olarak yaşadığı bilinen kişinin öldüğü,ancak o derecede kesin bir şeyle kabul edilir. Bu da ikincinin yaptığı işten sonra gerçekleşmiştir.
1198- Bir müslüman, müşriklerden birini atından alarak müslümanların safına kadar getirse ve orada boğazlasa, eşyasını almaya hak kazanmıyacağı gibi, boğazlamaya da hakkı
yoktur.
Çünkü onu müslümanların safına kadar diri getirince esir olmuş olur. Devlet başkanının izni olmadıkça esiri öldürmek caiz değildir. Çünkü devlet başkanı esirleri öldürtebileceği gibi fey' de sayabilir. Bu ikisinden birini tercih etme hakkına sahiptir.
Devlet başkanı (veya komutan)ın "Kim bir kafiri öldürürse her şeyi onundur" sözünden maksat, esiri Öldürmek değildir. Amacı bu olmadığı gibi tek maksadı savaşmaya teşvik etmektir. Devlet başkanının izni olmadıkça esiri öldürmek dinimizce caiz değildir.
1199- Müşriki alıp gelirken iki ordu arasında bir yerde atından indirip öldürse, her şeyini almaya hak kazanır.
Çünkü düello yolu ile düşmandan birini öldürmüş sayılır. Sadece atından indirmekle de esir sayılmaz. Nitekim onu orada yakalamasaydı kendisinden intikam almış olurdu.
Ama birincisinin durumu böyle değildir. Çünkü müslümanların safına u-laştıktan sonra artık o kişi esir sayılır ve bu adamın getirdiği olmasa bile ondan intikam alınmaz. Aradaki fark şöyle anlaşılabilir: Müslümanların safına ulaştıktan sonra bu esir müslüman olursa, onların kölesi olur.
1200- İki saf arasında atından indirdikten sonra öldürmeden adam müslüman olursa, hür olur ve ona bir zarar verilmez.
1201- Boynuna ip atarak atından indirse ve iki saf arasında öldürse, her şeyi onundur.
1202- İpi ile müslümanların safına kadar çekse ve orada öldürse, eşyasını almaya hak kazanamaz. Ancak müslümanların safı yanında bile müşrik hala kendini savunuyor, tedavisine bakıyor ve döğüşüyorsa bu durumda öldürecek olursa, her şe-yını almaya hak kazanır.
Çünkü savunurken ve savaşırken esirliği gerçekleşmemiş demektir. Nitekim müslümanların safına kadar getirilse ve orada vuruşur ve kendini savunurken düşse ve müslümanlardan biri vurarak Öldürse, eşyasını almaya hak kazanır.
1203- Müslümanların safına girince İslama girerek silahını bıraksa, ondan sonra bir müslüman onu öldürse, eşyasını alamaz.
Çünkü silahını bırakmakla esir olmuş ve kendini teslim etmiştir.
1204- İki taraf savaş düzeni alırken, komutan "Kim bir düşmanın başım getirirse ona yüz dinar vardır" derse, caiz olur. Bu şartla sadece erkekler hedef alınmış ve onlar için tahsis edilmiş olur. Onların çoluk çocukları veya malları amaç değildir.
Çünkü bu durumda amaç, savaşa teşviktir. Sözün mutlakhğı, halin delaletinden bilinen şeyle mukayyed olur. Bir kafiri Öldürüp kafasını getiren herkes, komutanın tahsis ettiği şekilde ganimetini almaya hak kazanır.
1205- Adamın biri getirdiği baş için "Bunu ben öldürdüm" derse, bir başkası da "Hayır, ben Öldürdüm, onu benden aldı" derse, başı elinde getirenin sözü geçerlidir.
Çünkü açık durum ona şahitlik etmektedir. Kafasını kesmesi ve elinden tutup getirmesi kendisinin öldürdüğüne delildir. Yapacağı yeminle onun sözü tercih edilir.
Denilseki: Zahire göre hak kazanma zail olur. Hak kazandığını ispat
etmesi lazımdır.
Deriz ki: Evet, ancak teklif güç nisbetinde olur. Müşriki öldürürken Öldürdüğüne dair adaletli iki şahit getirme imkanı yoktur. Hak kazanabilmesi için alametleri hakem yapmaktan başka çare yoktur.
Çünkü biliyoruz ki komutanın amacı savaşa teşvik etmek ve ancak cen-gaverlerin yapabileceği şeylere teşvik etmektir. Bu da maktulün başını kesme dışında olan öldürme işidir. Sanki bunu söylerken baş kelimesini kinaye olarak kullanmıştır. Lafız da bir delile dayanarak mecaz olarak kullanıldığı zaman
hakiki manasından çıkar.
Mesela öldürdüğü bir müşriki düşman askerler çekip götürse ve kendisi başım kesip getirme imkanı bulamazsa yahut başını kestikten sonra bir nehirde düşürse ve su alıp götürse, öldürdüğü müşrikin eşyasını yine almağa hak kazanır. Yine kestiği kafasını yuvarlarken gidip başkasının eline geçse, onu alan bu kişi müşrikin eşyasını almaya hak kazanır mı? Hayır. Eşyasını yine öldüren adam alır. x
1206- Biri elinde bir baş ile gelse ve bazıları "Bu, ölünün başıdır, öldükten sonra kesip getirmiştir" derse, başı getiren de, "Hayır, ben öldürdüm" derse, yapacağı yeminle beraber sözü tercih edilir.
Çünkü kendisinin öldürdüğünü gösteren bir alamet gördük. Böyle durumlarda alameti hakem yapmak esastır.
1207- Bazıları "Bu, müslümamn başıdır" derse, simaya bakılır. Başın üzerinde müşriklerin siması (alametleri) varsa, getiren kişi eşyayı almaya hak kazanır, yoksa alamaz.
Çünkü alamete bakılarak hüküm verildiği yerlerde simayı hakem yapmak esastır. Delili de, müslümanlarla müşriklerin ölüleri karıştığında simaya bakıldığı gibi, cenaze namazlarının kılınması ve gömülmeleri işinde de simaya itibar edilir.
1208- Müslümamn veya müşrikin başı olduğu kestirileme-yip şüphe devam ederse, başın müşrike ait olduğu anlaşılın-caya kadar kendisine bir şey verilmez.
Çünkü eşyasını almaya hak kazanırken yanında alameti vardı. Ama bu alamet olmayınca davası sabit olmaz ve bir şeye hak kazanamaz. Şart koşulan şeyi gerçekleştirdiği açığa çıkmadıkça bir şey alamaz.
1209- Biri getirdiği başın sahibini kendisinin öldürdüğünü iddia ediyor, yanındaki diğeri de kendisinin öldürdüğünü iddia ediyorsa, başı elinde getirenin sözü yapacağı yeminle beraber tercih edilir. Yemin ederse ganimet eşyasını alır. Yemin etmezse, kıyasa göre ikisi de bir şey alamaz.
Çünkü yeminden kaçınan kişi hakkı olmadığını kendisi itiraf etmiş olmaktadır. Diğerinin de öldürdüğüne dair üzerinde bir alameti yoktur. Çünkü baş elinde değil, diğerinin elindedir. Hak sahibi olduğunu ispat etmeğe ihtiyacı vardır. Böylece yeminden kaçınan birinci ile delili olmayan ikinci şahıs birşey alamazlar. Birincinin yeminden kaçınması zaten delil değildir.
1210- İstihsana göre ise eşyasını ikinci şahıs alır.
Çünkü birincinin yeminden kaçınması, kendisinin öldürmediğini itiraf etmesi demektir.
1211- İnkâr ettikten önce veya sonra diğer kişinin Öldürdüğünü itiraf ederse, ganimet eşyası onundur.
Yemin etmekten kaçınması durumunda da sonuç aynıdır. Her halükarda mana şudur: Başı elinde getiren kişi tahsis edilen ganimet eşyasını almaya müs-tehak olduğunu gösteren alamet taşımaktadır. Yeminden kaçınması veya ikincinin öldürdüğünü itiraf etmesiyle hak ettiği şeyi ikinci şahsa aktarmıştır. Bu da sahihtir. Mesela, bir şeyin bir kişiye ait olduğunu biri itiraf etse, o da kendisinin değil, başkasına ait olduğunu söylese, bu şey ikinciye ait olur ve ikran ile hak kazandığı şeyi diğerine aktarmış sayılır.
1212- Yine iki kişi bir baş getirse ve ikisinin öldürdüğünü iddia etse, ganimet eşyası ikisinindir. Başın ikisinin elinde olması veya ikisinin öldürdüğünü itiraf eden birisinin elinde olması durumu değiştirmez.
Çünkü başın ikisinin elinde olması veya birbirlerini doğralamasıyla alamet açığa çıkmıştır.
1213- Başı elinde tutan kişi "Onu bu adamla beraber öldürdük" derken, diğeri "Hayır, yalnız ben öldürdüm" derse, ganimet eşyası ikisinindir.
Çünkü öldürme alameti başı elinde tutan kişi üzerindedir. Beraber öldürdüğünü itiraf etmesiyle müstehak olduğu şeyin ancak yarısını diğerine aktarmıştır. Onun için diğer yarıyı alma hakkı devam etmektedir.
1214- Her ikisi başı tutarak getirse ve ayrı ayrı herbiri kendisinin öldürdüğünü iddia etse, herbiri arkadaşının iddiasına karşı yemin etmekten kaçınırsa, tahsis edilen ganimet eşya diğerine kalır. İkisi de yemin ederse, ganimet aralarında eşit paylaşılır.
Çünkü alamette ikisi de eşit olup başı ikisi de tutarak getirmiştir. Hak kazanma da ona dayalıdır.
1215- Müslümanlar birinin bir kafayı kesmekte olduğunu görse ve kendisinin öldürdüğünü söyliyerek yemin de ederse, ganimet eşyası ona verilir.
Çünkü öldürdüğünün alameti beraberindedir.
Uzak yerden gelmekte olduğunu ve böyle uzak yerde öldürüp kafasını kesemiyeceyini görürlerse, ona ganimet eşyası verilmez.
Çünkü alametin hakemliği ancak ona aykırı daha güçlü bir delilin bulunmaması halinde geçerlidir. Halbuki burada aykırı bir delil bulunmaktadır. Çünkü adamı öldürmesi mümkün olmayan uzak bir mesafede olduğunu biliyoruz. Herkes bu durumda adamın yalan söylediği şüphesini taşımaktadır.
1216- Onu öldürdüm, sonra düşmanla çapışarak uzaklaştım ve dönüşte başını kestim, derse sözüne itibar edilmez.
Çünkü zahirin kendisine şahitlik yapamıyacağı ve doğruluğuna delalet e-decek bir alamete sahip olamadığı bir şeyden haber vermektedir. Kendisine birşey verilirse, sadece kuru iddiası sebebiyle verilmiş olacak ki, bu da nass ile caiz değildir.
1217- Komutan, yenilgiye uğramaya yüz tutarlarken "Kim bir baş getirirse ona yüz dirhem vardır" derse, bundan "erkek düşman" başı anlaşılır.
Çünkü düşman yenilgiye uğrayınca müslümanlar takibeder ve önlerine çıkanı Öldürürler. Zahire göre maksat, savaşa ve düşmanı takib etmeye teşvik etmektedir.
Komutan "Düşmanın kadınlarının esir alınmasını kasdettim" derse, sözü geçerli olmaz.
Çünkü söylediği Ue düşündüğü birbirini tutmamaktadır. İçindeki düşüncesini anlamalarına da imkan yoktur. Hüküm ancak söylediği ve bütün işlerde esas olan zahire göre verilir. Ancak düşüncesini açıklayıp "Kim düşman kadınlarından birinin başını getirirse, ona şöyle vardır" derse, sözü geçerli olur.
1218- Düşman yenilmiş ve dağılmış, müslümanlar da savaşı bırakmış, ondan sonra komutan "Kim bir baş getirirse ona şöyle vardır" derse, o zaman sözünden maksat, kadın ganimet getirmek olduğu anlaşılır.
Çünkü savaş bitmiş ve ganimet toplama zamanı gelmiştir. Sözünden anlıyoruz ki, amacı düşmanı takib ve ganimet toplamaktır. "Ben, öldürülen erkek düşmanın başını kasdettim" derse, sözüne itibar edilmez. Zira belirttiğimiz gibi her işte hüküm, galip olan zahire göre verilir.
1219- Savaş esnasında "Kim iki baş getirirse biri onundur" derse, sözü kadın esir alma olarak anlaşılır.
Çünkü getireceği şeylerin bazısını ona mülk olarak vermiştir. Bu da öldürülen erkeğin payında değil, esir kadınlarda gerçekleşir. Çünkü öldürülenin başı bir leş olup onu vermekle teşvik manası meydana gelmez. Ama "Getirene yüz dirhem vardır" derse, durum değişir. Bunu getiren kişi yüz dirhemi almaya hak kazanır. Çünkü burada savaşa teşvik anlamı, tahsis edilen şeyle gerçekleşmektedir.
1220- Düşmanın patriği öldürüldü. Kim başını getirirse, ona yüz dirhem vardır, derse ve düşman komutanı ancak çarpışma ile ele geçirilebilecek bir yerde olup müşriklerden biri çarpışarak onun başını getirse, yüz dirhemi almaya hak kazanır.
Yine müşriklerin savunacağından korkulan bir yerde olup bir müşrik onu kendileriyle çarpışmadan alıp gelse, tahsis edilen ganimeti almaya hak kazanır. Çünkü biliyoruz ki komutanın amacı, düşman komutanın başını getirmeye teşvik etmektir. Bu da onu getirmiştir. Bu işte de düşmanı rezil etmek ve intikam almak vardır.
Çünkü komutanların başını getirmeyi şart koşarken, öldürüldüğünde düşmanın güç ve moralinin kırılmasını amaç edinmiştir. Bu da cihadın bir çeşididir. Bu işi gerçekleştiren de tahsis edilen ganimeti almaya hak kazanır.
1221- Düşman oradan uzaklaşıp gittikten sonra biri gidip düşman korkusu olmayan yerden onun kafasını kesip getirse, az veya çok bir şey almaya hak kazanamaz.
Çünkü bu işi cihad değildir. Sadece leş olan bir şeyi kendisine taşıma karşılığında komutanın verdiği bir ücrettir. Herhangi bir zümreye de yönelerek söylememiştir. Sadece "kim başını getirirse" demiştir. Böyle bir iş için ücret vermek de olmaz.
1222- Bir kişiye özel olarak yönelip "Düşman komutanının başını getirirsen sana şöyle vardır" yahut bir zümreye "Hanginiz düşman komutanının kafasını getirirse ona şöyle vardır" derse, mesele değerlendirilir ve başı getiren kişiye böyle bir iş için tahsis edilen miktardan fazlası verilmez.
Çünkü bu iş komutanın ücretli adam çalıştırması kabilindendir. Ancak ücretli tahsisi fasit bir işlemdir. Çünkü yapılacak işin miktarı meçhuldür. Zira ücret tahsis ederken işin yeri belirlenmiş değildir. Fasit ücretle çalıştırmanın hükmü, işin gerçekleştirilmesi halinde benzer bir iş için verilen ücreti vermektir. Bu miktardan fazlası verilmez. Çünkü böyle bir ücrete, çalışan kişi razı olmuştur.
Bu ücretini de ganimetten verir. Çünkü onu müslümanlarm menfaati için çalıştırmıştır. Tıpkı yol göstermesi, koyun veya aygır (kısrak) sürüsünü gütmesi yahut erzak taşıması için ücretle adam kiralaması gibidir. Bu ücretini de daha önce alınan ganimetten verir. Çünkü istihkakı, ganimet tahsisi şeklinde değil, ücretle çalıştırma şeklindedir.
Zaten ganimetler alındıktan sonra ondan pay tahsisi de caiz değildir. Ama müslümanlarm yararı için onların kazandığı ganimetlerden ücret vererek adam tutmak caizdir.
Doğrusunu Allah bilir.[15]
[14] Maide.3
[15] İmam Serahsî, İslam Devletler Hukuku, Şerhu’s-Siyeri’l-Kebir, Eğitaş Yayınları: 2/201-210