- Okuma alışkanlığı ve roman

Adsense kodları


Okuma alışkanlığı ve roman

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Thu 21 June 2012, 04:43 pm GMT +0200
Okuma alışkanlığı ve roman
Celil CİVAN • 69. Sayı / DİĞER YAZILAR


Ekim ayının ortalarında basında çıkan bir haber, Türkiye’deki okuma alışkanlığının feci durumunu bir kez daha gösterdi.

Habere göre Türk halkının sadece on binde biri düzenli kitap okuyor. Buna rağmen bu oran Japonya’da yüzde 14, Amerika’da yüzde 12, İngiltere ve Fransa’da ise yüzde 21.

Haberin devamında Birleşmiş Milletler İnsani Gelişim Raporu'nda kitap okuma oranında Türkiye’nin “Malezya, Libya ve Ermenistan gibi ülkelerin bulunduğu 173 ülke arasında 86. sırada” olduğu belirtiliyor. Aynı şekilde kişi başına düşen kitap sayıları da şöyle: “Bir Japon bir yılda ortalama 25 kitap okuyor. Bir İsviçreli bir yılda ortalama 10 kitap okuyor. Bir Fransız bir yılda ortalama 7 kitap okuyor. Türkiye'de 6 kişiye yılda 1 bir kitap düşüyor. Türkiye'de okuma alışkanlığına sahip olan kişi sayısı ortalama 40 bin kişi.”

Bugün herhangi bir kitabevine girdiğimizde bilim-kurgudan kişisel gelişime, siyaset kitaplarından felsefeye kadar birçok yayınla karşılaşmak mümkün. Kitap piyasasının çeşitliliğine rağmen kitap okuma oranının bu kadar düşük olması ilginç bir durum. Neden insanımız bu kadar az okur? Edebiyat fakültesinde okuyan öğrenciler bile neden kitaptan öcü gibi korkar? Kitap okuma alışkanlığı genelde çocuklukta başlar. Bu alışkanlığı kazandırmak için aile kadar okulun da çaba göstermesi gerekir. Ama eğitimin sınavlara yönelik ve ezberci olduğu bir ülkede çocuklara bu alışkanlığı kazandırmak mümkün mü?

Çocuklar “boş vakitlerinde” kitap okumak yerine kendilerini okul stresinden uzak tutmak için bilgisayar oyunlarına ve internete veriyorlar. Kitap onlara okulu çağrıştırdığı için korkutucu geliyor. Diğer yandan ailenin de kitap okumaması çocuğun okumaya dönük bir imgeden yoksun kalmasına sebep oluyor. Oysa anne babanın veya kardeşlerin kitap okudukları ailelerde çocuklar, kitabın “değerli” bir şey, kitap okumanın da “önemli” bir iş olduğunu görüyor.

Hasan Bülent Kahraman, roman özelinde kitap okuma alışkanlığının olmamasını görsel kültüre bağlıyor. Televizyon ve özellikle son dönemde internet, bırakın kitap okumayanları, kitap okuyan insanları bile etkiliyor. Özellikle bazı romanların dizi halinde yayınlanması veya filme çekilmesi okuru tembelleştirip “filmi dururken neden kitabını okuyalım?” sorusunu sormalarına sebep oluyor. Burada roman veya kitaba dönük bir hatalı algının varlığından söz etmek gerekiyor. Özellikle roman veya hikâye sadece “olay” ve “karakterler”den ibaret değildir. Tam aksine roman, klişe tabirle bize farklı dünyaları sunarken aslında “başkalarını görme, hatta bir başkası olma” imkânını sunar. Başka bir ifadeyle romanlar, bize bizi anlatmaktan önce ötekiyle temas kurmamızın imkânlarını sağlar. Böylesi bir imkân da zihinsel bir açıklığı gerektirir.

Bu açıdan kitap okuma alışkanlığından söz ederken, popüler romanları veya komplo teorilerini anlatan kitapları iyi veya kötü okumamıza rağmen, has edebiyattan, has romandan uzaklaştığımızı da söylemek gerekir. Dolayısıyla kitap okuma alışkanlığını sorgularken “edebiyat” okuma alışkanlığı üzerinde özellikle durulmalı.

Walter Benjamin Illuminations’daki “Hikâye Anlatıcısı” isimli makalesinde, belki de biraz melankolik bir biçimde okurla roman arasındaki ilişkiyi şöyle anlatır:

“Ancak roman okuru aslında ‘hayatın anlamı’nı ortaya çıkaracağı insanları arar. Bu yüzden de o, ne olursa olsun, onların başlarına gelecek olan ölümü paylaşacağını önceden bilmelidir: Gerekirse onların mecazî ölümlerini –romanın sonunu– fakat tercihan hakiki olanını. Kahramanlar, ölümün –tamamen belirli bir ölümün, tamamen belirli bir yerde– onları çoktan beklediğini okurun anlamasını nasıl sağlar? İşte bu, okurun romandaki olaylara dönük yakıcı ilgisini besleyen meseledir.
Roman, sadece başkasının kaderini, belki de öğretici bir şekilde, bize sunduğu için önemli değildir; [roman] önemlidir çünkü bu yabancının kaderi, onu tüketen alevin erdemiyle, kendi kaderimizden asla çıkaramayacağımız sıcaklığı getirir. Okuru romana çeken de ürpertili hayatını, okuduğu bir ölümle ısıtma ümididir.”

Benjamin’in söyledikleri, bugünün görsel ve gelip geçici, maddi ve pragmatist dünyasında hayalperest bir fısıltıdan ibaret görünür. Kitap, internet sayesinde iyiden iyiye demode bir nesne, “boş vakti” olanların okudukları gereksiz bir kâğıt yığını haline geldi. Öyle ya, sınavlardan geçip iyi okullar kazanmak varken, harıl harıl çalışıp zengin olmaya çalışmak dururken kim bir başkasına bakmak, onunla temas etmek ister? Hele yaşamın yüceltildiği bir dünyada kim bir ölümü okumak, okuduğu ölümle ısınmayı ümit etmek ister?