- Öğretim kurumları ve işleyişleri

Adsense kodları


Öğretim kurumları ve işleyişleri

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafız_32
Fri 1 October 2010, 11:09 am GMT +0200
İkinci Bölüm


ÖĞRETİM KURUMLARI VE İŞLEYİŞLERİ


1- Öğretim Yerleri (Okul)
 

A) Mescid
 

Hz. Ebu Bekir ve Ammar b. Yasir'in evlerinde yaptıkları özel mescidleri bir eğitim yeri saymak belki mümkün olmaz, fakat yine de buraları namaz kılmanın yanı sıra, âyetleri okuyup öğrenme için ayrılmış yerler olarak görülmelidir.

Medine'li müslümanlarm Hz. Peygamber'in uygun buduğu bir plana göre yapılan mescidin çok maksatla kullanıldığı, fonksi­yonlarından birinin öğretim olduğunu biliyoruz. Burada öğretim halkaları kurulduğuna, hatta öğretimde bir takım edep ve motad-lara uyulduğuna dair misaller vardır. Çok defa Hz. Peygamber mescitte toplananlara dinî birgiler öğretiyor, sorulan soruları ce­vaplandırıyordu. Bir rivayete göre Hz. Peygamber, bir defa mesci­de girdiğinde nafile ibadet eden ve öğretimle meşgul olan iki grup görmüş, her iki grubu takdir etmekle beraber kendisi öğretim ya­panların yanına oturmayı tercih etmişti.[26]

Bu mescidin planı ve yapı özellikleri hakkında bazı bilgilere sahibiz: Eski mezarlar ve su birikintileri bulunan bakımsız bir ar­sa tesviye edildikten sonra bir tarafı yüz zira (50 metre) olan bir-kare temel üzerine inşa edilmişti. Duvarları için taş ve tuğla kul­lanılmış, kenarlarda bu duvar ve ağaç direkler üzerine hurma yaprakları örtülmek suretiyle kapalı bir kısım meydana getiril­miş, karenin orta kısmının üzeri ise açık bırakılmıştı.[27]

 

B) Suffe
 

Peygamber Mescidinin kuzey duvarının içe bakan üstü örtü­lü ve zeminden biraz yüksekçe kısmı özellikle öğretim yeri ve yurt olarak kullanılmıştır. Yatakhane kısmı, öğretim yerinden daha geniş bir yer kaplıyordu. Buradaki öğretime katılan Medine yerli­leri (Ensar) muhtemelen gündüzleri geliyor, akşamları evlerine dönüyorlardı. Yurtta kalanlar daha ziyade fakir Mekke'li göçmen­ler (Muhacir) ve uzak yerlerden gelen misafir öğrencilerdi.

Öğrenci sayısının 70-100 arasında olduğu tahmin ediliyor. Ancak bu miktar herhalde misafirler çoğaldığı zaman hayli arta-biliyordu (Bir rivayete göre 400).

Suffe'nin —bilhassa yiyecek— giderleri zenginlerce, burada kalıp gündüzleri çalışan bazı kimselerce sağlanıyordu.[28]

 

C) Daru'l-Kurrâ
 

Suffe'nin öğretim için yetersiz kalması üzerine Medine'de ba­zı evlerde daru'l-kurrâ denilen okullar açlıması yoluna gidilmiş­tir. Rivayete göre Mahreme b. Nevfel'in evinin bir kısmı veya ta­mamı Kur'ân öğretimine tahsis edilmiş, daru'l-kurrâ denilen bu eve, Bedir savaşından biraz sonra Medine'ye gelen Abdullah b. Ümmi Mektum misafir olmuştu.[29] Sonradan cami dışında din Öğ­retiminin ilk misali olarak bu ev hatırlanacaktır.[30]

 

D) Küttab
 

Bazı belgelerden Hz. Peygamber devrinde çocuklara biLıassa okuma-yazma öğretilen "küttab"lar açıldığı anlaşılmaktadır. Meselâ Ümmü Seleme, küttab mualliminden kendisine yardım etmeleri için birkaç çocuk istetmişti. îbn Ömer ye Ibn Üseyd bir münasabetle sıbyan mektebine uğramışlardı.Ümmü Derda bir öğrencisine okuma, yazma öğretirken bir levhadan istifade ediyordu.[31] Belki çoğunluğunu gayr-i müslim öğretmenlerin teş­kil ettiği bu ilkokullarda, bazı din bilgilerinin verildiği şüphelidir. Zira ilk iki yüzyıl boyunca Müslüman olmayan bir kimsenin Kur'an öğretip öğretemeyeceği hususu tartışmalara sebep olmuş, neticede yazı ve din öğretimi ayn ayrı yapılmaya başlanmıştır.[32]

 

2- Öğretmen
 

A) Rabb Terimi
 

Rabb sözünün daha ziyade Allah'ın terbiye edici ve öğretici ni­teliği için kullanıldığı görülmektedir. Kelime olarak "besleyen, büyüten, ziyadeleştiren,.yetiştiren" manalarına gelmektedir ki, bunların eğitim ve öğretimle ilgisi açıktır.[33]

Canlıların beslenme ve gelişmeleri için maddî nimetler ver­mesi yanında onları çevrelerine uyum sağlayacak sinir sitemi ile donatmıştır. Hayvan türlerine yaşamaları için gerekli ihtiyaç ve motivlerini karşılayacak bir takım teknik bilgiler Rab tarafından verilmiştir. Kur'ân'da bu çeşit fıtrî öğretimden bahsedilir: «Rab­bin balansına, ağaç ve hazırlanmış kovanlar edinmesini, sonra bütün meyvelerden yemesini, Rabbinin tesbit ettiği yolları boyun eğerek takip etmesini vahyetti (öğretti).[34] Eskiden ntrî bilgi veya ilham denilenbu davranış şekline ilim diliyle içgüdü diyoruz.

ilk inen ayetlerde Rabbin insanı yarattığı, Kerim olduğu için insana kalemle yazmayı ve böylece insana bilmediğini öğrettiği, insanın O'nun öğrettiklerini okuması gerektiği bildirilmiştir.[35] Başka ayetlerde yaratıklara karşı şefkatli olan Allah'ın (Rahman) Kur'an ı öğrettiği,insam yarattığı ve ona kelimelerle konuşmayı (beyanı) öğrettiği belirtilir.[36] Yine Rabbin yeryüzünde bir halife olarak insanı yarattığı ve ona bütün isimleri öğrettiğinden bahse­dilir.[37]

Bunlardan insanın - bazı refleksleri bir yana bırakılacak olur-sa-doğuştan bazı bilgi ve tekniklere sahip olmaktan ziyade bir öğrenme ve ifade yeteneği ile doğduğunu çıkarmak mümkündür. İnsanın doğuştan bazı şeyler getirmiş olduğunu kabul etmekle be­raber onun tamamlanmış bir varlık olmadığı görülmektedir. Do­ğuştan getirdiklerini, öğrenmeyi mümkün kılacak bir donanım saymak gerekir. Şu ayet bu durumu açıklamaktadır: «Allah sizi analarınızın karnından hiçbir şey bilmez olarak çıkarmıştır; an­cak size kulak, göz ve kalpler vermiştir...»[38]

Özetle insan sinir sistemi bilgi ve beceri dolmaya hazır, çeşitli uyarıcıları alıp kavrayacak ve işleyecek bir şekilde teçhiz edilmiş­tir. Böylece uyarıcıları zihinde bir sembol olarak idrak edip koru­makta, bu semboller arasında çeşitli bağlar kurmakta (akıl, zeka) bunları düzenli seslerle (söz, kelime) ve işaretlerle (yazı) ifade ede­bilmekte, bu işaretleri tekrar okuyup anlayabilmektedir.

Ancak insanın Yaratıcısı ve Terbiye edicisi onu sadece öğren­me yetenekleri ile yaratıp kendi kendine bırakmış değildir. Za­man zaman insanlardan biri vasıtasıyle özellikle sebep-sonuç arasındaki bağın fizik olaylardaki kadar birbirine yakın ve bariz olmadığı-insan ve toplum olayları, değerleri ile ilgili prensipleri bildirmektedir. Ayrıca peygamberler bu bilgi ve değerlerin pratik uygulaması için bir Örnek ve model olarak gösterilmektedir. («Si­zin için Peygamberlerde güzel bir örnek vardır.»[39] Hz. Peygam­ber, Rabbinin kendisini güzel bir şekilde terbiye ettiğini bildirmiş­tir.[40]

Kısaca Allah, insanı öğrenmesini sağlayan duyular, zekâ ve ifade (konuşma, yazma) yetenekleri ile yaratmış, ayrıca peygam­beri vasıtasıyle gerekli bilgileri ve becerileri Öğretmiştir. Bu se­beple gerçek öğretici ve eğitici Rabbimizdir. [41]

 

B) Hz. Peygamberin Muallim Oluşu
 

Hz. Peygamber, Allah'ın aslında kendisini güzel ahlakın gerçekleştirilmesi için bir muallim olarak gönderildiğini belirtmek­tedir.[42]

Kur'an'da da peygamberlerin bir öğretici olduğuna dikkat çekilir. Mesela bazı ayetlerde peygamberler Allah'ın ayetlerini in­sanlara okuyan, kitabı ve hikmeti, bilmediklerini öğreten ve onla­rı sapıklıktan kurtarıp temizleyen (iyi insanlar haline getiren) olarak tammlanmaştır.[43]

Peygamberler için kullanılan iki terim de mübeşşir (veya be-şir) ve münzir (veya nezir) dir ki, bunlar iyi ve kötü sonuçlara se­bep olacak psikolojik ve sosyal şartlar hakkında bilgi veren, uyar­ma görevi yapan manalarına gelmektedir.[44]

Öğretme ile ilgili olarak kullanılan tebliğ de daha ziyade sözlü öğretimi ifade eder. Birçok ayetlerde Hz. Peygambere görevinin sadece açık bir şekilde bildirme olduğu, inanmamaları halinde üzülmenin veya zorlamanın yarar sağlamayacağı hatırlatılır.[45]

Bu sözlü öğretim yanında bir de etrafindakilerin O'nun örnek tutum ve davranışlarını taklid ederek öğrenmeleri söz konusu­dur. Gerçekte Allah, Peygamber'in müminler için benimsenecek güzel bir model arzettiğini bildirmiştir.[46] Bir yoruma göre inen va­hiyler Peygamber'in zihninde bir bilgi olarak yerleşmekle kalmı­yor, aynı zamanda bu bilgiye uygun davranışları da kazandırmış oluyordu.[47]

Islâmî konuların ilgi çekmesinde ve muhtevasının benimsen­mesinde bir lider olarak Hz. Peygamber'in şahsî özelliklerinin ve etrafında bazı normal-üstü olaylar görülmesinin büyük tesiri olduğu şüphesizdir. Gerçi o «Ben de sizin gibi bir insanım, ancak bana vahyolunuyor.»[48] diyerek karizmatik bir lider görüntüsü vermemeye gayret gösteriyor ise de, bu ayetin son tarafı O'nun Allah'la ilişkisini açık şekilde ortaya koymaktadır.

Klasik Müslüman yazarların, Peygamberlerin ortak Özellik­leri olarak gösterdikleri hususlar bir bakıma onların ruh sağlığı­nı, ruhî yapılarındaki altrüist ve ideal motivlerinin canlılığını ifa­de eder. Kısaca doğruluk, güvenirlik, günah işlememe, zekilik ve bildiklerini başkalarına duyurma, diye belirtilen bu nitelikleri-bulunduğu kimsede öğretim gücünü büyük ölçüde artıracağı şüp­hesizdir. Peygamber; hakim motivi Allah sevgisi olan ve bu sevgi­nin enginliği içinde yaratıklara da sevgiyle yönelen olgun kişilik çizgileri taşımaktadır. Bu kişilik yapısında fizyolojik ve ekonomi;; güdüler meşru sınırlar içindedir ve ilk sırayı teşkil etmezler. Hz Peygamberin tekrar tekrar belirttiği bir husus, öğretim görev, için herhangi bir maddî karşılık (ücret, şöhret, itibar...) istemedi­ği, karşılığını Allah'tan beklediğidir.[49] Bir ayetin tasvirine gön Hz. Peygamber'de özgeci (altrüist) duygular son derece kuvvetli­dir: «İçinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düş­meniz O'na ağır gelmektedir ve O inananlara karşı son derece yu­muşak ve şefkatlidir.»[50]

Hz. Peygamberin bir öğretmen olarak başarısında vahi; öğretiminin yanı sıra elbette genetik unsurların rolünü de hesaba katmak icabeder. Onun «Rabbim beni terbiye etti, güzel terbiye et­ti» beyanındaki eğitimin, her iki durumu, yani irsî yetenek ve son­raki ilahî öğretim faktörlerini içine aldığı söylenebilir. Bilindiği gibi Hz. Peygamber ümmî bir toplumda büyümüş ve okuma, yaz­mayı öğrenme imkanı bulamamıştır. Ancak onun kuvvetli bir sağ­duyuya sahip olduğu şüphesizdir. O'nun peygamberlik öncesinde­ki hayatında her bakımdan güvenilir bir kişiliğe sahip olduğun; biliyoruz. Kuvvetli sezgi ve ahlakî şuuru, O'nu çoğunluğun düşün­meden kendisini bıraktığı bir çok zararlı geleneklere kapılmak­tan korumuştur. Dahası toplumun fikrî ve ahlakî düşüklüğü, zih­ninin çarelerini aradığı önemli problemi olmuştur.

Sonuç olarak diyebiliriz ki, Hz. Peygamber fıtrî kabiliyeti ve vahyin kendisine sağladığı bilgi ve maharet ile örnek bir lider ve Öğretmen olarak dikkati çeker. [51]

 

C) Muallim, Mukrî
 

Hz. Peygamber bir hadisinde kendisinin bir Öğretmen olarak görevlendirildiğini belirtiyor ve gerektiğinde bu görevinde kendi­sine yardımcı olarak öğretmenler tayin ediyordu. O genel olarak âlimleri peygamberlik görevinin vârisleri kabul ediyor,[52] "bileni bilmeyene öğretme sorumluluğu"nu bir prensip olarak ortaya ko­yuyordu.[53] Buna göre bilgi ve kültür sahibi olmak, Öğretmende aranan özelliklerin başında geliyordu. Bununla beraber Medi­ne'ye öğretmen olarak gönderilen Umeyr'in karşılaştığı zor şart­lardaki uygun davranış ve başarısına bakılırsa Hz. Peygamberin öğretmen olacak kimsede bilgiden başka bazı meslek özellikleri­nin bulunmasına da dikkat ettiğini söyleyebiliriz.

Hz. Peygamberin eğitim politikasının prensiplerinden biri, Müslümanlığı kabul eden bölgelere, —onların günlük hukukî me­selelerini de halleden— öğretmenler göndermek olmuştur. Meselâ Güney Arabistamn beş ayrı bölgesine Muaz b. Cebel, Ha-lid b. Said, el-Muhacir b. Ebî Ümeyye, Ziyad b. Lebid, Ebu Musa'l-Eş'arî, Amr b. Hazm el-Hazrecî de Necrana gönderilmişti.[54] Ayrı­ca Medine'ye gelen bir Yemen heyetinin de, kendilerine bir öğret­men verilmesini istemeleri üzerine Hz. Peygamberin, onlarla be' raber Ebû Ubeyde b. el-Cerrâhi gönderdiği bilinmektedir.

Peygamber Mescidine bitişik Suffe'de öğretmenler görevlen­dirilmişti. Ubadetu'bnu's-samit Kur'ân ve okuma-yazma Öğreti­yor; Abdullah b. Sad el-As'a «hikmet öğretmeni» deniliyordu.[55]

Küttab demlen ilkokullarda çocuklara okuma-yazma öğrete­cek öğretmenlerin inanç ve bilgi durumu pek önemli kabul edilme­miştir. Öğretim için gerekli bir vasıta olarak yazının her ne şekil­de olursa olsun öğrenilmesine ve okur-yazaıiığm yaygınlaşması­na daha çok önem verilmiştir. Bizzat Hz. Peygamber Bedir esirle­rini yazı öğretmeni olarak istihdam etmiştir. Yine O'nun zama­nında Müslüman öğretmenlerin yanı sıra muhtemelen hnstiyan ve yahudilerden de istifade ediliyordu.[56]

Hz. Peygamber devrinde din Öğretmenlerine herhangi bir üc­ret verilmiyordu. Hatta bir öğrencinin verdiği hediyeyi aldığı için Ubade b. Samit'e karşı tepkisi sert olmuştu.[57] Bununla beraber konu üzerinde sonradan hayli tartışma yapılmış, ücret alınabile­ceğine dair Hz. Peygamber devrinden bazı misaller gösterilmiştir.

Ayrıca görevleri arasında Öğretmenlik de bulunan idareciler dev­letten maaş alıyordu.[58]

Peygamber'in kendilerine teveccüh göstermesi, ayette bilen­lerle bilmeyenlerin bir tutulamayacağının belirtilmesi, itibarı sağlayıcı Önemli bir faktör oluyordu. Ayrıca bu görevin karşılıksız yapılması da halkın gözünde onların itibarım artırıcı fazilet olu­yordu.[59] Aslında bir ayete göre toplumda kültürü üreten ve koru­yan bir elit zümrenin bulunması ve yetiştirilmesi dinî bir vecibe oluyordu:

«Sizden halkı iyiliğe çağıran, iyi ve doğru olanı emredip kötü­lükleri yasaklayan bir zümre bulunsun, îşte bu (toplum düzenini sağlamış olan)lar kurtuluşa ulaşanlardır.»[60]

Şu ayette de bu durum iyice açıklanmıştır:

«İnananlar toptan savaşa çıkmamalıdır. Her topluluktan bir grubun dini iyi Öğrenmek ve halklarını geri döndüklerinde uyar­mak üzere geri kalmaları gerekli olmaz mı? îşte böylece korunma­ları mümkün olur.»[61]

 

3- Öğrenci
 

İlk devirde dinî bilgileri Öğrenme durumunda olanlar, çocuk­lardan ziyade büyüklerdir. Kur'ân'm üzerinde durduğu insan, be­den ve zihin bakımından yeterli olgunluğa erişmiş (akil, baliğ) olandır. Bu durum çocukların eğitimine önem verilmediği şeklin­de anlaşılmamalıdır. Medine'de topyekün bir öğretim seferberliği faaliyeti içinde çocukların okuma, yazma öğrenmelerine bilhassa önem verilerek onlar için küttâblar açılmıştır. Ne var ki, ilk zamanlarda yetişkinlerin öğretimi acil bir durum arzediyordu. Bir kere bu sağlandıktan sonra yeni inanç ve değerlere göre yaşa­yan büyüklerin teşkil edeceği ortamda çocukların eğitimi bir bakı­ma garanti altına alınmış oluyordu.

Her öğretim sistemi temelde bir insan anlaşıyına dayanır. As­lında dinî öğretimin hedefi, insanı tabiat bilgisine sahip kılmak değil, mümkün olduğu kadar onun davranışlarım yükseltmek, yeteneklerini en iyi şekilde geliştirmek suretiyle, onun çevresine intibakını sağlamaktır.Islâm dini bunu gerçekleştirmek isterken insana ait belli bir psikoloji ortaya koymaktadır.

Kur'ân-ı Kerim'de insanın içinde bulunduğu durumlarda (stuation) gösterdiği tepkilerine (respons), başka deyişle duygu, istek ve davranışlarına dair zengin bir açıklama bulmaktayız.

Ayetlere göre insanda genellikle içine düştüğü zor durumlar­da bazı savunma tepkileri görülmektedir:

Bazıları büyük bir ümitsizlik ve deprasyona düşerler.[62] Bir çokları ise dinî bir davranış gösterirler; Allah'a yönelir, —zor durumdan kurtarması için— yalvarır yakarırlar.[63] Bazıları ise bunun tam aksi bir reaksiyonda bulunur; dinî inançlarından ko­par, dünya ve ahiretini mahveder.[64]

Zor ve sıkıntıdan kurtulup insanın kendisini emniyet ve sela­mette hissettiği maddî refaha kavuştuğu durumlarda sevinç ve rahatlık duymanın ötesinde dinî hislerde zayıflama, bencillik, şı­marıklık ve azgınlık görülmektedir.[65]

Kur'ân insan nefsinin bencil istekleri (motiv) ve bunların aşı-rılaşma temayülü üzerinde önemle durmuştur. Çünkü aslında din, bu isteklerin, kişinin kendisine ve başkasına zarar vermeye­ceği sınırlar içinde tutulması ve bunu yaparken aynı zamanda in­sanın esas niteliklerini teşkil eden sosyal ve ideal sevgilerini uya­rıp geliştirmeyi amaçlar. Başka bir deyişle insanda aşırılaşmayı Önleyecek bir feedback (ayarlama) sistemi veya irâde gerçekleştir­meyi ister.

insan iyi bir eğitime ve kontrole tabi tutulmazsa genellikle bencil istekleri aşırılaşma temayülü gösterir. Ayetlerin tavsifine göre aşağı ve ilkel arzuların esiri[66] olan insan bir manada hayvana benzemektedir; hatta çok kere bu seviyenin altına da düşmekte­dir.[67] Bu durumu onun idraklerini bozmakta, doğru düşünüp ger­çeği görmesine, olaylardan ibret almasına engel olmaktadır..[68] Dünya hayatının oyun, eğlence ve konforuna değer vermekte, statü ve mal düşkünlüğü yapmaktadır.[69] Bencil isteklerdeki 1 j aşmlaşmanm ise tabiatıyle cemiyette, hatta bizzat o kimsede b.r takım bozucu ve zarar verici sonuçlan görülmektedir. (İnatçılık, kibir, başkalarının haklarına tecavüz, bozgunculuk vb.)[70] Ayetin ifadesiyle bunların ruhlarında hastalık vardır.[71] Bu kimselerin dinî inançları yanılgılardan ibarettir. Maddî şeylerde, yaratıklar­da üstün (İlahî) nitelikler görür, bunların fayda ve zarar verebile­ceğine inanır. (Müşrik, kafir).[72]

Kur'ân'm ortaya koyduğu müsbet insan modeli, mü'min ve müttekî isimleri alır. Bu iki kavram zihnen olgun bir seviyeyi ve müsbet tutum örneğini ifade eder.

Bu iyi insanın idrak ve düşüncesi gelişmiştir; bu sebeple var­lıkları objektif olarak görür ve değerlendirir, onlarda —aslında olmayan— üşün nitelikler görmez, olaylardan doğru sonuçlar (ib­ret) çıkarır, fizik görünüşlerden metafizik sebeplere yükselebilir. Gerçek ve Mutlak varlıkta geçici varlıklara ait özelliklerin bulun­mayacağını kabul eder.

Menfî insanlardan farklı olduğu önemli özelliği, motivler ala­nında görülür. Bu önceki tipte ilkel ve bencil meyillerin hakimiye­ti söz konusu iken berikinde bunlar daha yüksek sevgilerin (irade) gücüyle sınırlandırılmış, altruist ve ideal isteklerin hakimiyeti sağlanmıştır.[73] Bunun tabiî sonucu olarak bu kimselerde toplum hayatı yapıcı ve verimli bir özellik arzeder; İsraf, cimrilik, hırsız­lık, zina ve bütün faydasız işlerden kaçınır.[74]

Aslında (müttekî sözünün türediği) «itlik/i», psikolojik yoru­ma müsait bir kelimedir. Bunun bencil istek1 ere karşı makul bir inhibisyanu ve böylece (ahiret azabı dahiD kötü sonuçlardan sa­kınmayı ifade ettiğini söyleme uygun bir yorum olacaktır. Teknik tabirlerle, ilerde geleceği düşünülen menfî bir durum (stuation), insanda tabiî bir korku tepkisine yol açıyor. Bu korku menfî duru­mu önleyici çarelere başvurma isteği (motiv) doğuruyor. Bu nok­tada dinî naslar bu çareleri gösteriyor. Bunlara göre davrananlar (aklî tepki) kurtuluşa eriyor.[75]

Çocuk psikolojisi ile ilgili olarak —büyüklerle ilgili olduğu ka­dar zengin değilse de— bazı bilgilere sahibiz:

Çocuğun ana karnındaki teşekkül safhaları hakkında Kur'ân'da —bazı vesilelerle— hayli bilgi verilmiştir.[76] Ayrıca ana­sının onu zorlukla taşıdığına ve emzirdiğine,[77] terbiye ettiğine[78] dikkat çekilmiş, aile için çocukların bir süs ve sevinç kaynağı olu­şundan, ana ve babanın çocuklanna duyduğu sevgiden[79] söz edil­miştir. Kur'ân'da uzun bir surede Hz. Yakub ile oğullarının başın­dan geçenler anlatılırken ve diğer surelerde Hz. Musa ile annesi, Hz. Nuh ile oğlu, Hz. İsa ile annesi bahis konusu edilirken çocuk psikolojisinin kardeşi kıskanma,[80] oyun ve sevgi ihtiyacı[81] gibi ba­zı özelliklerine işaret edilmiştir.

Hz. Peygamberin sünnetinde çocuk sevgisi bariz bir şekilde görülür. Çocukluğu onun yanında geçen Hz. Enes'in hatıraları, to­runlara ve diğer çocuklara karşı tutumuyla ilgili olarak anlatılan­lar çocuğun terbiye, bakım, şefkat ve oyuna olan ihtiyacı,[82] adalet duygusunun canlılığı,[83] aile ve kültürün onun inanç ve davranışlan üzerindeki büyük etkisi[84] gibi esasları tesbit etmemize yar­dımcı olur.

Bu geçen açıklamalardan dinimizin, din öğretimini —müm­kün mertebe— insanın sağlam ve tutarlı bir psikolojisi üzerine da­yandırmış olduğunu çıkarmak mümkündür. Hz. Ali'nin «insanla­ra akılları ölçüsünde söz söyleyiniz» tavsiyesi, bugünün eğitim an­layışında da önemli bir prensip kabul edilmektedir.[85]

insan ve çocuk hakkındaki bu kısa bilgiden sonra Peygamber devri eğitim kurumlarının öğrenci durumuna dair bilinen bazı hu­susları gözden geçirelim:

Bilindiği gibi Mekke'de ilk senelerde —belki psikolojik ve pe­dagojik bir tedbir olarak—Hz. Peygamber Erkam'm evinde kal­mayı tercih etmişti. Şüphesiz bir okul fonksiyonu da olan bu evin —tarihçilerin yazdığı gibi— Hz. Ömer'in de gelmesiyle öğrenci adedi kırkı bulmuştu. Bunların hepsinin yetişkin erkekler olduğu söylenebilir. Belki de Hz. Peygamber'i çok seven küçük yeğen: (Hz. Ali) zaman zaman buraya uğruyordu. Fakat o sırada inanan­ların sayısının bundan ibaret olduğu s anılmamalıdır. Hz. Ömer'in müslümanlığı kabulü olayı ile ilgili haberlerden dolayısıyle anla­şıldığı gibi evlerde ayetleri okuyup öğrenen erkek ve kadın mü­minler vardı.[86]

Din sosyolojisinin dinlerin ilk samimi grubuyle ilgili olarak tesbit ettiği hususları konumuz için de geçerli sayabiliriz. Buna göre, dinî liderlerin etrafında onun şahisyetinden intişar eder. derûnî bir kuvvetin tesiriyle bir grup oluşmaya başlar. Bunlara arkadaş (sahabî), yardımcı (havari) veya öğrenci gibi adlar veril­miştir. Liderle bunlar arasındaki münasebetlerde bir makam ve statü rol oynamamaktadır. Yeni dini gruba girişle ferdin önceden dahil olduğu gruplardaki durumunda değişiklik olur, Yeni öğren­cilerin içinde yaşadıkları gruplardan koptukları, ayrıldıkları veya hiç değilse bağlarının gevşediği görülür.

Liderin etrafındaki bu samimi küçük grupta bazı kimseler di­ğerlerine nisbetle temayüz ederler. Küçük grubu daha geniş bir öğrenciler halkası kuşatır. Bütün öğrenciler grubunu birleştiren husus, dinin kurucusuna olan tamamen şahsî mahiyetteki bağlıhktır.[87]

Hz. Peygamber'in Medine'de öğretim faaliyetini daha organi­ze bir hale getirdiği görülür. Kurulan mescidlerde ve özellikle Suf-fe'de öğretim alanındaki görevlerde bir farklılaşma ve işbölümü meydana gelir. Öğretmenler tayin edilir; ihtiyaçları toplumca karşılanan Öğrenciler grubu oluşur. Daha Önce belirtildiği gibi Suffe'nin 70-100 arasında tahmin edilen bir mevcudu vardı. Öğ­rencilere değişik öğretmenler ders veriyordu. Bununla beraber esas öğretmen Hz. Peygamber idi.

Bir belgeden anlaşıldığına göre Peygamber Mescidinde Hz. Peygamber'in bulunduğu ve bulunmadığı vakitlerde öğrenciler öğretim halkaları teşkil ediyorlardı.[88]

Suffe öğrencilerini —hiç olmazsa bir kısmını— kendilerini il­me vermiş kimseler olarak görüyoruz. Yeni kültürün korunma­sında ve yeni nesillere intikalinde bu entellektüel zümrenin rolü büyük olmuştur. Bir çok hadisin ilk ravilerini bu zatlar teşkil et­mektedir. Hz. Ebu Hüreyre'nin sözleri Suffe öğretimi hakkında bizi aydınlatmaktadır:

«Muhacir kardeşlerimiz çarşı-pazarda ticaretle, ensar kar­deşlerimiz tarla ve bahçelerinde ziraatle uğraşırken Ebu Hüreyre boğaz tokluğuna Peygamberi dinliyordu.»[89]

Medine'de kurulan Dâru'l-kurrâ'lar kısmen Suffe öğretimi­nin mescid dışındaki bir uzantısı veya şubesi olarak kabul edilebi­lir. Burada yetişkinler Kur'ân öğreniyorlardı.[90]

Daha ziyade yazı öğretilen Küttâblarm öğrencileri ise çocuk­lardı.[91]

Burada kadın öğrencilerin durumuna da temas etmek lazım­dır. Gerçekte kadın ve erkeğin temel eğitime tabi tutulması ve öğ­retimler gerekliliği genel.bir prensip olarak kabul edilmişti. Hz. Peygamber «ilim tahsili her müslüman kadın ve erkeğe farzdır» buyurmuştu.[92]

Bahsi geçen" kurumlarda kadın öğrencilerin bulunduğunu bilmiyoruz, ancak Hz. Peygamber zaman zaman toplanan kadın­lara bazı konuları açıklıyordu. Rivayete göre böyle bir öğretimi bizzat kadınlar müracaat ederek sağlamışlardı. Hz. Aişe Ensar kadınlarının öğretimdeki rahat davranışlarından ve dini Öğren­mede kendilerine utanmanın engel olmadığından hayranlıkla bahseder.[93] Peygamber'in zevceleri, bilhassa Hz. Aişe kadınların müracaat ettikleri öğretmenleri idi. Hatta daha sonraları erkek âlimler bile bazı hususlarda O'nun fikrine müracaat ediyorlardı.[94]

 

4- Öğretim Konuları (Ders Programı)
 

Bir "mualim" olarak Peygamber kendisine indirilen bilgileri diğer insanlara öğretme görevi yapıyordu. Yani öğretimin yagane konusu ilahî kitabın duyurulması idi. Fakat bizzat Kur'an Pey-gamber'e başka bir görev daha yüklemişti ki, bu da kutsal bilgile­rin «uygulama» sının gösterilme siy di.[95] Umumî manada buna Sünnet diyoruz. Bir yorumda olduğu gibi, belki de ilahî bilginin bu olağan-üstü almışı, peygamberlere hem bilgiyi, hem de uygulama becerisini kazandırıyordu.[96]

Hz. Peygamber —sosyal psikoloji terimiyle— bir müceddit (yenilikçi) olarak topluma sunduğu yeni manevî kültür unsurları ile onların eski kültüründe bir takım düzeltmeler sağlamaya çalı­şıyordu. Gönderilmesinin sebebi, kendi ifadesiyle —kötü alışkan­lık ve hayat tarzı yerine— iyi ahlak ve yaşama tarzı yerleştirmek­ti.[97]

Peygamber devrindeki öğretimin konusu olarak Kur'ânla bunun bir açıklama ve uygulaması olan Sünnet'in müfredatım ve öğretimin vazgeçilmez bir vasıtası olarak yazı konusunu kısaca ele alalım: [98]

 

a) Kur'ân
 

Kur'ân'ın muhtasar bir envanterinde ontoloji ve insan konu­larını iki ana başlık olarak işaretlemek mümkündür. Başka deyiş­le bunlar gerçek durum ve bu durumda insanın ne yapması gerek­tiği hakkındaki bilgilerdir.

1) Gerçek şu ki, Mutlak varlık Allah maddî âlemi yaratmış ve bir halife olarak insanı geçici maddî âleme indirmiştir. Bu aynı zamanda insan için bir imtihan manası da taşımaktadır. İnsanın Râbbini tanıması ve teşekkürlerini bildirmesi gerekirken ve zaman zaman elçiler göndererek gerçeği ve iyi olanı haber verdiği halde insan çok kere O'nu maddî âlemde aramakta veya yaratık­lar gibi tasarlamaktadır. Diğer taraftan yetenek ve kapasitelerini geliştiremediği için geri ve ilkel duruma düşmekte, bencil istekle­rini kontrol edemeyip kendine ve başkalarına zulmetmektedir. Topluma doğru yolu gösteren peygamberlere karşı çıkmaktadır. Kur'ân bu kimselerle peygamberler arasındaki mücadelelere dair zengin misaller verir.

Kur'ân Allah'ın varlığını, birliğini ve varlıklara benzemezli­ğini göstermek için insanın dikkatini fizik âdemdeki harikalar, düzen ve çeşitli nimetler üzerine çeker. Bunlar elbette teferruatlı bir müsbet ilim malzemesi ortaya koymaz, ancak metafizik gerçe­ğe götüren en sağlam yolun fizik inceleme olduğu hakkında bizi aydınlatır. Bir ayete göre Allah'ı bilip ona layıkıyle saygı gösteren­ler alimlerdir.[99]

2) İnsan oğlu Kur'ân'ı okuyarak ve peygambere uyarak gerçe­ği Öğrenmeli (iman), Allah'a yönelip (ibadet) diğer varlıklara sev­giyle açılmalıdır (ahlak), iyi bir insan, iman eden ve iyi davranış­larda bulunan, şeklinde tanımlanır. [100]

 

b) Sünnet
 

Peygamber'in sözlü ve fiilî ifadelerle Kur'ân'ın bildirdiklerini açıkladığı ve uygulama örneği teşkil ettiği şüphesizdir. Aslında Kur'ân da insanların dikkatini peygamberin üzerine çekiyordu.[101]

Böylece ilk zamanlardan itibaren — Kur'ân yanında— Peygam­ber'in söz ve hareketleri de bir öğretim konusu olmuştur.

ilk devirde sünnetin yazı ile tesbitine — Kur'ân için olduğu kadar— Önem verildiğini söyleyemeyiz. Bir açıklamaya göre Kur'ân'm metnine karışacağı endişesiyle Hz. Peygamber başlan­gıçta yaptığı açıklamaların yazılmasına pek taraftar olmamış­tır.[102] Ancak, —belki de Peygamberin yazıya verdiği önemden etki­lenen gençler, Peygamber'in sözlerini ve ona ait hatıraları kaleme alma hevesi duyuyorlardı. Muhtemelen Kur'ân sayfalan kullanıl­mamak şartıyle buna izin verilmişti.[103] Abdullah b. Amr b. el-As sözlerini yazma izni vermesi için Hz. Peygamber'e ilk müracaat edenlerden biridir.[104] Ayrıca Hz. Peygamber, hafızalarının zayıflı­ğından şikayet eden iki sahabiye yazmalarım tavsiye etmiş, hatta muhtelif vesilelerle bazı önemli metinleri bizzat kendileri not et­tirmişlerdi.[105] Böylece daha peygamber devrinde O'nun sünneti­nin bazı yönlerini tesbit eden Semure b. Cündeb, Abdullah b. Ab-bas, Hz. Ali, Cabir b. Abdullah b. Amr b. Malik... gibi zatlara ait Özel notlar ve dergiler bulunuyordu.[106]

Bunun yanında yazı bilmeyen birçok şahabı dinî bilgileri ha­fızalarında koruyorlar, hatta eski sözlü geleneğin tesirinden kur­tulamayarak yazmanın aleyhinde bulunuyorlardı.[107] (Fakat Hz. Peygamber'den sonraki devrede sünneti tesbitin gerekliliği genel bir kanaat haline gelecek ve büyük gayret sarfedilecektir.)[108]

îster yazılı, ister sözlü tesbit edilmiş olsun vahiylerin davra­nış ve tutum halindeki uygulamalarına ait bu bilgiler dinî öğreti­min önemli bir konusu olmuştur. Hz. Peygamber insanlar için bu iki konunun Önemini şu hadislerinde belirtmişlerdir;

«Size iki şey bırakıyorum, bunlara sıkıca tutunduğunuz müddetçe sapıtmazsınız; bunlar Allah'ın Kitabı ve Peygamberi­nin Sünnetidir.»[109]

Başlangıçtan itibaren bu iki kaynaktan diğer dinî öğretim konuları doğmuştur. Bunlar bütünüyle Kur'ân ve Hadisin açıkla­malarından veya bulların sadece belirli konularının işlenmesin­den ibaret ilimlerdir. Tefsir, Hadis bu kaynakları bütünüyle izah eden ilimlerdir: Fıkıh, Kelam, Ahlak, Tasavvuf... ise bu kaynak­lardaki benzer konuların birarada işlenmesinden doğan ilimler­dir. [110]

 

c) Yazı
 

Sözlerin bazı işaretlerle ifadesi demek olan yazı, kültür ve medeniyetin korunmasında ve aktarılmasında çok değerli bir araç olarak kullanılmıştır. Yazının doğuşu, şüphesiz ilim tarihi­nin en önemli olayıdır.

Peygamber zamanındaki Cahiliye toplumu, dar çerçeveli ve geri bir kültüre sahipti. Bu basit kültürün yem nesillere sözle tarılması mümkün oluyor, hatta yazı kullanılması onur kıriL. ca­yılıyordu. Bu yüzden-tarihçilerin verdiği sayı kadar az değilse de— okuma yazma bilenler önemli bir yekun tutmuyordu.[111]

Böyle bir cemiyette, kendisi de okuma-yazma bilmeyen ümmî bir peygamberin daha ilk tebliğinde okuma ve kalem kelimeleri kullanılmıştı. Üzerine yemin edilen ve Allah'ın ilk yarattığı eşya olarak kalem ve yazı, kutsal bir araç haline gelmişti.[112] Yine Hz. Peygamber, kendi vasıtasıyle doğmaya başlayan bu büyük kültü­rün, başlangıçtan itibaren yazı ile tesbitinde büyük titizlik göster­miştir. Bu ihtiyaçtan, sayısı giderek kırka kadar yükselen bir va­hiy katipleri grubu doğduğu malumdur.[113]

Bu ilk devrede küçüklerin yazı yazma ve okuma öğrenmeleri için tedbirler alınmıştır. Öğretmen olarak müşrik, Yahudi ve Hı­ristiyanlar d an istifade edildiğini daha önce kaydetmiştik.[114]

Bunlar gösteriyor ki, ilk devirde din Öğretimi programında yazı dersi —gerekli bir alet bilgisi olarak— yer almıştır. Fakat sonradan yazının nerede kullanılacağı, kimlere öğretileceği gibi hususlarda bazı kısıtlayıcı yorumlara tesadüf edilmektedir: Pey-gamber'in Kur'ân1 dan başka yazılanların yokedilmesine dair bir emrini,[115] —o devredeki tatbikata dikkat etmeden- devamlı ve mutlak bir emir gibi telakki edip zoraki yorumlara girişenler ol­muştur. Böyle bir yoruma göre «ilim değerli bir şeydir; ehli bunu birbirinden alırlar. Eğer kitaplara girerse ilme ehil olmayanlar karışır.»[116] Oysa yazı —daha önce geçtiği gibi- sünnetin tesbitinde de kullanılmıştır.

Hz. Peygamber, Ömer ve Ali'nin kadınlara yazı öğretilmesine karşı olduklarına, Hz.Aişe ve Ümmü Seleme'nin yazı yazmayı de­ğil, sadece okumayı bildiklerine dair haberlerle; yine Hz. Peygam-ber'in hanımı Hafsa'ya yazı öğretilmesini istediğine, hanımların­dan Ümmü Gülsüm'ün yazı bildiğine dair aktarılan rivayetler arasındaki çelişki üzerinde duran ulemaya göre yasaklama ancak bir fitne ve fesadın söz konusu olduğu özel durumda geçerlidir, ge­nel kaide değildir.[117]

Mescidlerde Kur'ân öğretimi başta gelmiştir. Ancak Özellikle Medine'deki mescitte öğrenciler günün bir çok vaktinde Peygam­berle beraber bulunuyorlar ve Kur'ân'dan başka O'nun sözlerini de dinliyorlar, tutum ve davranışlarını müşahede fırsatı buluyor­lardı. Peygamber'in yanında halka şeklinde oturarak yapılan derslerde öğrenciler zihinlerine takılan meseleleri sorup öğreni­yorlardı.[118] Ayrıca Peygamber'in bulunmadığı zamanlarda bura­da kendi aralarında çeşitli konulan müzakere edenler bulunuyor­du.[119] Suffe'de de Peygamber'in bulunmadığı zamanlarda bazı öğ­retmenler okuma, yazma ve Kur'ân öğretiyorlardı.[120] Dâru'l- Kurrâ'larda da bu dersler vardı. Ancak çocukların devam ettiği küttablarda daha ziyade okuma, yazma dersi veriliyordu.

Dinî Öğretimin dışında Hz. Peygamber diplomatik zaruretler­le bazı kabiliyetli kimselerin yabancı dil Öğrenmesini sağlamıştı. Hz. Zeyd'in bu maksatla Farsça, Yunanca, Kıbtîce ve Habeşçe öğ­rendiği söylenmektedir.[121]

Hz. Peygamber, ayrıca her evin ve bilhassa çocuklar için sa­mimi bir terbiye çevresi haline gelmesini istemiştir. Hanımlarına, çocuklarına, hısımlara ve hizmetçilere nezaket ve sevgi ile mua­melesi diğer ana ve babalara örnek teşkilediyordu.[122] Kur'ân, Allah'ın ayetlerinin okunduğu mesud evlere işaret eder.[123] Pey­gamber, çocukların yedi yaşından itibaren namaza [124]onlara Ödüller verilerek güzel bir şekilde terbiye edilmesini tavsiye eder.[125] Okuma, yazmanın dışında ailelerin çocuklarına hesap, ok atma, yüzme, basit sağlık bilgileri kazandırmalarım; kadınlara ayrıca dokuma, eğirme işleri, görgü kuralları, Nûr sûresi ve ilmihal öğretmelerini söylüyordu.[126]

Öğretim işlerinde henüz farklılaşmanın meydana gelmediği bu ilk devrede okuma, yazma ve din dersleri dışında okulun ka­zandırdığı bazı bilgi ve teknikler tabiatıyle ailede veya bir ustanın yanında çıraklık yapılarak öğreniliyordu. Aslında bir münasebet­le Hz. Peygamber belirli bir meslekle ilgili teknikler hususunda tecrübe neticelerinin önemli olduğunu söylüyordu.[127]

 

5- Din Eğitiminde Bazı Prensip Ve Metodlar
 

Dinî bilgilerin tebliğ ve öğretilmesinde bazı prensiplere ria­yet edilmesi, bir bakıma dinin esas muhtevası kadar önemli sayılmıstar, insanlar için bir şifa ve rahmet olduğu[128] bildirilen bilgi, kaide ve değerler, anca bu esprinin ilham ettiği yollarla benimsetilmelidir. Bir ayetin genel manada işaret ettiği bu husus, metod konusunda esas temeli teşkil eder. Bu ayet şöyledir:

«Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle davet et, onlarla en güzel şekilde mücadele et.»[129]

Bu güzel Öğretimi ve en güzel öğretme yolunu tarifeden bazı prensipleri de şöylece sıralayabiliniz:

 

- Kolaylık

 

«Andolsun ki, biz Kur'ân'ı öğüt olsun diye kolaylaştırdık.»[130] «Kolaylaştırın, zorlaştırmayın; müjdeleyin, nefret ettirmeyin.[131]

 

- Sabır

 

«Sabrettikleri için biz onları halka emirlerimizi ileten lider­ler kıldık.»[132]

«Sabırlı olun, çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.»[133] «inanmayanların dediklerine sabret.»[134]

 

- Yumuşaklık

 

«Varın da ona yumuşak söz söyleyin, olur ki söz dinler, yahut korkar.»[135]

 

- Tekrar

 

«Öğüt vermeye devam et.»[136]

«Sen hatırlat, çünkü hatırlatma inananlara fayda verir.»[137]

 

- Zorlamamak

 

«Eğer Rabbin dileseydi yeryüzünde kim varsa hepsi toptan iman ederlerdi. O halde mü'min olsunlar diye insanları sen mi zorlayacaksın?»[138]

 

- Açıklık

 

«Peygamberlerin vazifesi ancak açık bir tebliğdir.» [139]«Eğer yüz çevirirlerse, senin üzerine düşen açık bir tebliğdir.[140]

 

- Şahsa görelik

 

«İnsanlara anlayabilecekleri şeyleri söyleyin»(Kz. Ali)[141]

 

- Düşünmeye davet                          

 

«Sen olayı anlat; olur ki düşünürler.»[142] «Düşünecek bir kavim için işte böyle ayetleri açıklarız.»[143] «İşte böyle insanlara bir takım misaller veriyoruz, belki düşü­nürler.»[144]

 

- Samimiyet

 

«Ey iman edenler, niçin yapmayacağınız şeyleri söylersiniz.»[145]

Din öğretimi büyük ölçüde sözlü tebliğ ve takrire dayanmak­tadır. Bir bakıma din -Hz. Peygamberin belirttiği gibi— nasihat­ten ibarettir.[146] Şüphesiz dinin, ayetlerin çizdiği bu medenî çerçe­ve içinde sunulması başarılı sonuçlar doğuruyordu. Ancak bu teb­liğin bir Peygamber'in şahsiyet gücünden büyük bir canlılık ve müessiriyet kazandığım hatırdan çıkarmamalıdır. O'nun öğretim usulü hakkında tesbit edilen bazı hususulan da şöyle gösterebili­riz:

a) Hz. Peygamber dinî anlatırken açık, —Hz. Aişe'nin bildir­diğine göre— yanında bulunanların neredeyse ezberleyebileceği kadar yavaş ve anlaşılır şekilde konuşuyor, söylediklerinin iyi anlaşılması için Önemli noktaları bazan üç kere tekrar ediyordu. Gerektiği zaman ve ne fazla ne eksik, yeterince konuşuyordu.[147]

b) Hz. Peygamber öğretim sırasında soru sorulmasına müsa­maha gösteriyor, hatta buna teşvik ediyordu. Abdullah b. Ömer, mescitte bir adamın ayağa kalkarak hac hakkında soru sorduğu­nu, Peygamber'in de O'na cevap verdiğini rivayet eder.[148] Ebu Hü-reyre de şu olayı anlatmaktadır: «Biz toplantıda Peygamber bize va'z ederken bir bedevî sokulup «Kıyamet ne zaman?» diye sordu. Hz. Peygamber sözünü bitirdikten sonra bedevinin sorusuna ce­vap verdi.[149]

Bazan da dinleyenlerde ilginin canlanması için kendisi dinle­yenlere soru soruyordu.[150]

c) Konuşmasında dinleyenlerin kültür ve zihin seviyelerini nazarı dikkate alıyordu. Öğretmenlik yapacaklara şu tavsiyede bulunuyordu:

«İnsanlara Rablerinden bahsettiğiniz zaman anlamayacak­ları şekilde konuşmayınız.»[151]

Bir münevver sahabî olan Ebû Hüreyre diyor ki: «Peygamberlerden iki türlü bilgi öğrendim. Biri şu herkese söylediklerim, diğerini söylesem (inceliklerine vakıf olamayacak­ları için) başımı keserler.»[152]

d) Öğrencilerin ilgi ve motivasyon durumunu gözönünde bu­lunduruyor, dersleri onların dikkat ve istekle takip edebilecekleri bir vakit programı dahilinde veriyordu.[153] Dikkatli bir öğretmen' olduğu muhakkak olan Abdullah b. Mes'ud haftada bir kere va'z ediyor, her gün konuşmasını isteyenleri:

«Sizi bıktırmaktan çekmiyorum. Hz. Peygamber de böyle bir sakınca endişesiyle vakit vakit va'z ederdi.»[154] diye karşılık veri­yordu.

e) Daha iyi anlaşılmasını sağlamak için bazan konuyu hika­yelerle dramatize hale getiriyordu. Bir defasında bir mağarada kapalı kalan üç kişinin, Allah rızası için yaptıkları işleri yüzü su­yuna buradan nasıl kurtulduklarım anlatmıştı.[155]

f) Bazan konuyu çizgilerle ve şemalar çizerek anlatıyordu in­sanların aşırı istekler beslemesine rağmen yine de sınırlı bir ömre sahip olduğu gerçeğini şu şekilde şemalaştırarak izah etmişti.

Ravinin ifadesine göre Hz. Peygamber yukarıdaki şekli çiz­dikten sonra bunun üzerinde şu açıklamayı yapmıştı:

«Şu ortadaki çizgi insandır. Şu ecelidir; onu çepeçevre kuşat­mıştır. Şu dışarıya çıkan çizgi de insanın emeli (yaşama isteği, ih­tirasadır. Şu küçük çizgiler insana arız olan afetlerdir; bunlar­dan biri tutmazsa biri, biri tutmazsa diğeri isabet eder (Sonunda ecelden kurtuluş yoktur).»[156]

g) Benzetme ve misallerden istifade ediyordu. Bir defasında namazın manevî etkisini şöyle anlatmıştı:

«Şöyle tasavvur edin: Bir kimse her gün beş kere evinin önün­den akan bir nehirde yıkansa onda kirden pastan bir şey kalır mı? Dinleyenler «hayır, kalmaz» dediler. Peygamber şöyle devam etti: îşte beş vakit namaz da böyledir; Allah bunlarla hataları yok eder.»[157]

Bir başka defa da müminle münafığın durumunu şu misalle anlatmıştı:

«Kur'ân okuyan mü'min, ağaç kavunu gibidir; kokusu dama­dı da hoştur. Kur'ân okumayan mü'min, kokusu olmayan bir meyva gibidir, ancak tadı güzeldir. Kur'ân okuyan münafık, fesleğen otuna benzer; kokusu hoş, fakat tadı acıdır. Kur'ân okumayan mü­nafık ise, Ebucehil karpuzuna benzer; kokusu da, tadı da kötü­dür.»[158]

 

Sonuç
 

Hz. Peygamber, Mekke döneminde mü'minleri eğiterek îslâm dini hakkında bilgilendirmeye çalışmıştır. Medine döneminde ise, kendi eğitim-Öğretim faaliyetinin yanısıra, çeşitli eğitimcileri muhtelif bölge ve kabillere göndermiştir. Ayrıca Suffe ashabı eğitim-Öğretim faaliyetlerinde kendine düşen önemli görevleri yapmıştır. Camiler ve dâru'l-kurrâ'lar da eğitim-Öğretim faaliyet­leri içinde yer almışlardır. Özellikle çocukların eğitimi için küttab'lar açılmıştır. Bu eğitim kurumları; Kur'ân, Sünnet, okuma-yazma eğitimi ve temel dinî eğitimi kolaylık, sabır, yumuşaklık, tekrar, açıklık, samimiyet gibi temel eğitim prensiplerine daya­narak yürütmüşler ve eğitilmiş bir toplum için hizmet vermişler­dir. [159]

 

Bibliyogyafya
 

Aclunî, Keşfü'l-hafa I, 70 (Beyrut, 1351-1352h)

Ahmed b. Hanbel, Müsned (Mısır, 1313)

Aynî, Umdetü'l-kâri li şerhi Sahihı'l-Buhari I, 572; (İstanbul, 1308 h)

Asım Efendi, Kamus Tercemesi (Okyanus İstanbul, 1304h)

A. Şelebî, Tarihu't-terbiyeti'l-lslâmiyye (Kahire 1960), 38, 39.

Beyhakî, es-Sünenü'l-kübra II, 438 Haydarabad,, 1344-1356h)

Belazurî, Fütuhu'l-büldan, s. 76 (Kahire, 1319/1901)

Ebu Davud, Sünen,(Humus, 1969-1970)

Fazlurrahman, İslâm (Trc. Doç.Dr. M. Dağ-Doç. Dr. M. Aydın İstanbul,

1981)

H. Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili V, 3644, (İstanbul, 1960-1962). H. Freyer, Din Sosyolojisi, (trc. Doç. T. Kalpsüz, Ankara 1964) Heysemî, Mecmeu'z-Zevaid, (Kahire, 1352-1353) İbn Mace Sünen, Mukaddime, b. 17 (Mısır, 1952-1953) İbn Kayyım el-Cevzî, Zadü'l-mead (Kahire, 1369/1950) İbn Abdi Rabbih, İkdü'l-fertd (Kahire, 1359/1940) İbn Sa'd, Tabakatü'l-kübra II, 4,5 (Kahire, 1358h) İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-nihaye (Kahire, 1932-1940) îbn Abdi'1-berr, el-îstiab fi ma'rifeti'l-ashab I, 247 Haydarabad, 1318-1319h)

Kettanî, et-Teratibü'L-ldariyye II, 219, 220 (Fas, 1346 h). M. Hamidullah, İslâm Peygamberi II, 1122,1123 (trc. Prof. Dr. Salih Tuğ, İstanbul, 1400/1980) Malik b. Enes, Muvatta(îstanbu\, 1981) Makrizî, el~Mevaiz ve'l-itibar bi zikril-hıtati ve'l-asar II, 362 (Mısır, 1270h)

Suyutî, Camiu's-Sağir, 1,12 (Bulak, 1286h) Taberî, Tarihu'l-ümem ve'l-müluk II, 387 (Kahire, 1357/1939). T. Izutsu, Kur'ân'da Allah ve lnsan,Trc. Doç. Dr. S. Ateş (Ankara, 1975) Tirmizî, Sünen, k. tefsir, b. 1 Kahire 1350-1352/1931-1934). [160]


[26] İbn Mace Sünen, Mukaddime, b. 17 (Mısır, 1952-1953); Kettanî, et-Terati-bü'l-ldariyye II, 219, 220 (Pas, 1346 h).

[27] îbn Sa'd, Tabakatü'l-kübra II, 4,5 (Kahire, 1358h); İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-nihaye (Kahire, 1932-1940) III, 214; Beyhakî, es-Sünenü'l-kübra II, 438 Haydarabad, 1344-1356h); M. Hamidullah, İslâm Peygamberi II, 1122, 1123 (trc. Prof. Dr. Salih Tuğ, İstanbul, 1400/1980)

Doç. Dr. Selahaddin Parladır, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/427.

[28] Kettanî, Teratib I, 476.

Doç. Dr. Selahaddin Parladır, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/428.

[29] Aynı eser I. 56 İbn Abdi'1-berr, el-îstiab fi ma'rifeti'l-ashab I, 247 Haydara-bad, 1318-1319h).

[30] Makrizî, el-Mevaiz ve'l-itibar bi zikril-hıtati ve'l-asar II, 362 (Mısır, 1270h).

Doç. Dr. Selahaddin Parladır, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/428.

[31] A. Şelebî, Tarihu't-terbiyeti'l-İslâmiyye (Kahire 1960), 38, 39.

[32] Fazlurrahman, İslâm (trc. Doç.Dr. M. Dağ-Doç. Dr. M. Aydın İstanbul, 1981) s. 228.

Doç. Dr. Selahaddin Parladır, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/428-429.

[33] Asım Efendi,Kamus Terccmesi (Okyanus İstanbul, 1304h. î, 256 vd.

[34] K., 16 (Nahl) 68, 69.

[35] K.,Alak, 96/1-5.

[36] K, Rahman, 55/1-4.

[37] K, Bakara, 2/30,31.

[38] K.,Nahl, 16/78.

[39] K.,Ahzab, 33/21.

[40] Suyutî, Camiu's-Sağir, I, 12 (Bulak, 1286h); Aclunî, Keşfü'l-hafa I, 70 (Beyrut, 1351-1352h).

[41] Doç. Dr. Selahaddin Parladır, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/429-430.

[42] îbn Mace, Sünen, Mukaddime, b. 17.

[43] K., Bakara, 2/129; Al-i Imran, 3/164; Cuma 62/2.

[44] K., Maide 5/19; Bakara, 2/119; Ra'd 13/7; Şuarâ, 26/208.

[45] K, Al-i îmran 3/20; Maide, 5/92, 99; Nahl 16/35; Şura, 42/48; Gaşiye, 88/21.

[46] K.,Ahzab, 33/21.

[47] H., Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili V, 3644, (istanbul, 1960-1962).

[48] K, Kehf, 18/110; Fussilet, 41/6.

[49] K, Hud, 11/50; Yusuf, 12/104; Furkan, 24/57; Şuarâ, 26/109,127,147,16

[50] K.,Tevbe, 9/128.

[51] Doç. Dr. Selahaddin Parladır, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/430-432.

[52] Buharı, Sahih, k. İlim, b. 10. (İstanbul, 1315h).

[53] Buharî, Sahih, k. ilim, b. 9; Tirmizî, Sünen, k. tefsir, b. 1 Kahire 1350-1352/1931-1934).

[54] Belazurî, Fütuhu'l-büldan, s. 76 (Kahire, 1319/1901); îbn Abdi'l-berr,İstiab I, 225;Taberî, Tarihu't-ümem ve'l-müluk II, 387 (Kahire, 1357/1939).

[55] Îbn Abdi'1-berr, îstiab I, 293;Kettanî, Teratib, I, 48.

[56] Ahmed b. Hanbel, Mtlsned (Mısır, 1313) 1,147; Îbn Sa'd, Tabakat İM, 14.

[57] İbn Mace, Sünen, k. Ticaret, b. 8.

[58] M. Hamidullah, İslâm Peygamberi (trc. Prof. Dr. Salih Tuğ)  (İstanbul, 1400/1980)11,834.

[59] K., Zümer, 39/9.

[60] K., Al-iİmran, 104.

[61] K.,Tevbe, 9/122.

Doç. Dr. Selahaddin Parladır, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/432-434.

[62] K, Hud, 11/9,10; İsrâ, 17/83; Mü'minun, 23/77; Rûm, 30/36,48,49.

[63] K, Yunus, 10/12,13; Nahl, 16/53-55; İsrâ, 17/67; Zümer, 39/8, 49; Fussılet, 41/51.

[64] K., Hac, 22/11,12.

[65] K., Yunus, 10/12, 21; Hud, 11/9,10; Nahl, 16/53, 55; îsrâ, 17/67,83; Mü'mi­nun, 23/75,77; Rûm, 30/36, 48, 49; Zümer, 39/8, 49; Fussılet, 49-51; Şura, 42/48; Mearic, 70/20, 21; Fecr, 89/15,16.

[66] K., Meryem, 19/59; Hac, 22/66; Muhammed 47/16; Necm, 53/23, 24, 28-30; Kamer, 54/3; Casiye, 45/23; Fürkan, 25/43; Kasas, 28/50; Kehf, 18/28; Va­kıa, 56/45; Zâriyat, 51/11.

[67] K., Muhammed, 47/12; Fürkan, 25/44.

[68] K., Casiye, 45/23; Nemi, 27/66; Rûm, 30/52, 53; İbrahim, 14/43; Enbiya 21/45; tsrâ, 17/97; Ahkaf, 46/26; Ra'd, 78/34; Muhammed, 47/14; Nemi, 27/4; Zuhruf, 43/78.

[69] K, Casiye 45/24, 31, 32; Nahl, 16/107; İbrahim, 14/3; Ahkâf, 46/20; Alâ, 87/16; Hadîd, 57/20; Meryem, 19/73; Şuara, 26/152; Yunus, 10/75; Casiye, 45/8; Mü'min, 40/56; Nahl, 16/13; Mearic, 13/18.

[70] K., Nisa, 4/64; Fürkan, 25/21; Şuarâ, 26/152; Fecr, 89/17-20.

[71] K, Bakara, 2/10.

[72] K., Mü'minun, 23/117; Yunus, 10/68; Mü'min, 40/12; Ankebut, 29/61,63.

[73] Haşr,59/9; Naziat, 79/40; Nur, 24/37; Yusuf, 12/24, 33; Âl-i İmrân, 3/134.

[74] K., Nemi, 27/3; Kasas, 28/53-55; Fürkan, 25/67, 68, 72, 73, 74; Ankebut, 29/59; Şura, 42/37; Maide, 5/38.

[75] T. İzutsu, Kur'ân'da Allah veJıısan (trc. Doç.Dr.S. Ateş) (Ankara, 1975)., s. 222 vd.

[76] K., Ra'd, 13/8; Nahl, 16/4; Fürkan, 25/54; Fatır, 35/11; Yasin, 36/77, 78; Saf-fat, 37/11; Nuh, 71/14,17.

[77] K., Ahkaf, 46/15.

[78] K.,îsra, 17/24.

[79] K., Kehf, 18/46; Yusuf, 12/64, 83-85; Tâ-hâ, 20/39.

[80] K., Yusuf, 12/8 vd.

[81] K., Yusuf, 12/12; Tâ-hâ, 20/39.

[82] Müslim, Sahih 1329/1911) k. Fedail, b. 13 nr. 51;. Buharî, Sahih, k. cumua, b. 11; Müslim, Sahih, k. fedail, b. 15; Heysemî, Mec-meu'z-Zevaid, (Kahire, 1352-1353) VII, 159.

[83] Zebidî, Tecrid, VIII, 9. (Ankara, 1928-1948.).

[84] Buharı, Sahih, k. İlim, b. 49.

[85] Buharı, Sahih, k. ilim, b. 49.

[86] îbn Abdi'1-berr, tstiab, I, 288, 289.

[87] H. Freyer, Din Sosyolojisi, (trc. Doç. T. Kalpsüz, Ank. 1964) 51, 52.

[88] Kettanî, Terâtib, II, 219, 220.

[89] Zebidî, Tecrid Tercemesi (İzahta) VII, 63.

[90] Kettanî, Teratib I, 56; Makrizî, Hıtat II, 362.

[91] Şelebî, Tarihu't-terbiye, 38, 39.

[92] îbn Mace-Sünen, Mukaddime, b. 17.

[93] Buharî, Sahih, k. îlim, b. 50.

[94] İbn Sa'd, Tabakatü'l-kübra IV, 189; Kettam, Teratıb 1, 52, Tirmizî, Sanen, Menakıb, b. 63.

Doç. Dr. Selahaddin Parladır, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/434-440.

[95] K.,Ahzab 33/21.

[96] H. Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili ,V. 3644.

[97] Malik b. Enes, Muvatta(İstanbul, 1981) k. Hüsnül hukuk, nr. 8.

[98] Doç. Dr. Selahaddin Parladır, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/440.

[99] K., Fâtır, 35/28.

[100] Doç. Dr. Selahaddin Parladır, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/441.

[101] K, Ahzâb, 33621.

[102] Tirmizî, Sahih, k. ebvâbü'1-ilm, b. 11; Müslim, Sahih, k. Zühd, nr. 72.

[103] Kettânî, Teratib, II, 244; Süyutî, Tedribü'r-ravî fi şerhi takriibi'n-neveuî, (Kahire, 1307 h.). s. 150,151.

[104] Aynî, Umdetü'l-kâri li şerhi Sahihı'l-Buhari I, 572; (İstanbul, 1308 h) Buharı, Sahih, k. îlm, b. 39.

[105] Hamidullah, İslâm Peygamberi (trc. M. Sait Mutlu) (İstanbul, 1308 h) I, 122 (istanbul, 1966) (Anayasa metni); Kettânî, Teratîb II, 252, 256; İbn Kayyim el-Cevzî, Zadü'l-mead (Kahire, 1369/1950) I, 30 (Yemenlilere ve Benî Züheyr'e gönderilen zekât, diyet büyük günahlar, talâk, ıtâk vb. konu­lardaki dergiler); Ibn Sa'd, Tabakatü'l-kübrâ II, 22 (Kabile ve aşiret reisle­rine, büyük hükümdar ve meliklere yazılan davet mektupları)

[106] Hamidullah, îslâm Peygamberi, (İstanbul 1980) II, 765-772.

[107] Heysemî, Mecmeu'z-zevaid 1,152; Tirmizî, Sahih, k. ebvabü'1-ilm, b.

[108] Darimî, Sünen, (Dımaşk, 1349 h). Mukaddime, b. 41.

[109] Malik b. Enes, Muvatta, Kader, nr. 3.

[110] Doç. Dr. Selahaddin Parladır, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/441-443.

[111] Belazuri, Fütuhu'l-buldan, 477.

[112] K, Kalem, 68/1; Tirmizî, Sünen, k. Tefsir, b. 68; Ebu Davud, Sünen k. Sünne, b. 17; Ahmed b. Hanbel, Müsned V, 317 (Allah'ın ilk yarattığı şey kalemdir).

[113] İbn Abdi Rabbih, îkdü'l-ferîd (Kahire, 1359/1940) IV, 246; Kettânî, Tera­tib II, 242 (Katip Zeyd b. Sabit ile ilgili).

[114] Bkz. dipnot 29.

[115] Tirmizî, Sünen k. Ebvabü'1-ilm, b. 11.

[116] Süyutî, Tedrîbü'r-râvi, 150. (Evzaî (ö. 74)'nin söyledikleri).

[117] Şevkâir, Neylü'l-Evtâr, (Kahire, 1357h) VIII, 213.

[118] Buharı Sahih, k. ilim, b. 2 ve 53.

[119] İbn Ma e, Sünen, Mukaddime, b. 17.

[120] İbn Ab i'l-berr, îstiab I, 293.

[121] İbn Abdi'1-berr, a.g.e., 1,194; Kettânî, Terâtib I, 119.

[122] Müslim, Sahih, k. fedail, b. 18 (Kadınlara karşı nezaketi); Aynı yer b. 15 (Çocuklara karşı sevgisi); Aynı eser, k. birr, b. 6 (akrabayı ziyaret); Aynı eser, k. edeb, b. 3 (Hizmetçilere muamelesi)

[123] K., Ahzab, 33/34.

[124] Ebu Davud, Sünen,{Humus, 1969-1970) k. salat, b. 26; Ahmed b. Hanbel, MüsnedlI, 180,187.

[125] İbn Mace, Sünen, k. edeb, b. 3.

[126] Şevkanî, Neylü'l-eutar VIII, 213; Kettanî, Teratib I, 50, 51.

[127] Müslim, Sahih, k. fedail, b. 38 (...kendi görüşüm olarak herhangi bir şey emredersem, şüphe yok ki ben de bir beşerim.)

Doç. Dr. Selahaddin Parladır, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/443-445.

[128] K., Yunus, 10/57; îsrâ, 17/82;-Fussilet, 41/44.

[129] K.,Nahl, 16/125.

[130] K., Kamer, 54/17, 22, 32, 40.

[131] Buharı, Sahih, k. cihad, b. 164.

[132] K, Secde, 32/24.

[133] K.Enfal, 8/46.

[134] K,Tâ-hâ, 20/130.

[135] K.,Tâ-hâ, 20/44.

[136] K.,Tûr, 52/29.

[137] K., Zâriyat, 51/55.

[138] K., Yunus, 10/99.

[139] K.Nahl, 16/35.

[140] K.,Nahl, 16/82.

[141] Buharı, Sahih, k. ilim, b. 49.

[142] K.,A'râf, 7/176.

[143] K. Yunus, 10/24.

[144] K., Haşr, 59/21.

[145] K, Saf, 61/2.

[146] Buharı, Sahih, k. îman, b. 42; Müslim, Sahih, k. İman, nr. 95.

[147] îbn Kayyım el-Cevziyye, Zadü'l-mead, I, 46.

[148] Buharı, Sahih, k. ilim, b. 53.

[149] Buharî k. ilim, b. 2.

[150] Heysemî, Mecmeu'z-zeuâid I, 155, 156.

[151] Kettanî, Teratib II, 316.

[152] Kettanî, a.g.e., II, 316.

[153] Buharî, Sahih, k. İlim, b. 11.

[154] Aynı eser, k. îlim, b. 12; Müslim, Sahih, k. Kıyamet, b. 19.

[155] Müslim, Sahih, k. Rikâ, b. 27.

[156] Buharî, Sahih, k. Rekaik, b. 3.

[157] Tirmizî, Sünen, k. Edeb, b. 80.

[158] Aynı eser, k. Edeb', b. 79.

Doç. Dr. Selahaddin Parladır, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/445-450.

[159] Doç. Dr. Selahaddin Parladır, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/451.

[160] Doç. Dr. Selahaddin Parladır, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/452.