- Nur okyanusunda bir gezinti

Adsense kodları


Nur okyanusunda bir gezinti

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
ehlidunya
Mon 6 September 2010, 09:16 pm GMT +0200
   
NURLAR OKYANUSUNDA BİR GEZİNTİ
   
Risale-i Nur derslerinde bazı ağabeyler Zübeyr Ağabey’in Sözler’deki Konferans’ın sonundaki “Üstâdımız Bediüzzaman, bir Nur talebesine Risâle-i Nur'dan bâzan okuyuvermek lütfunu bahşederken, izah etmiyor, diyor ki: "Risâle-i Nur, imânî meseleleri lüzûmu derecesinde izah etmiş. Risâle-i Nur'un hocası Risâle-i Nur'dur. Risâle-i Nur, başkalarından ders almaya ihtiyaç bırakmıyor. Herkes istidâdı nisbetinde kendi kendine istifâde eder. Aklınız herbir meseleyi tam anlamasa da, ruh, kalb ve vicdânınız hissesini alır. Ne kadar istifâde etseniz, büyük bir kazançtır." sözünü naklediyorlar. Aynı zamanda Üstad’ın; “Risale-i Nur bir muallimden ders almaya ihtiyaç bırakmıyor” sözünü aktarıyorlar. Bu konuda düşüncelerinizi alabilir miyiz?

“Düşüncelerinizi alabilir miyim?” diye sorduğunuz söz; söz sultanı,  ferdiyetin reyhanı, marifetin sultanı, ferd-i ferid-i zaman, varis-i nebi-yi zişan Hazreti Bediüzzaman’ın beyanı..
“Büyüklerin sözü, sözlerin büyüğüdür!” O beyanın yanında söz söylemek, çok ham olur, çiğ düşer.
Ama, yine de bir şeyler söyleyin diye ısrar ederseniz; o zaman yapacağım değerlendirmeler “mütekellim”e bakmaz; yani O söz sultanının sözleri hakkında olamaz. Belki, “muhatab”, “makam” ve “maksad” hakkında olabilir. Şimdi, bu üç noktadan bir yorum yapmamı arzu ediyorsanız; bu noktaları konuşabiliriz.

-“O zaman önce “muhatab” hakkında konuşalım. Sonra da “makam” ve “maksad” hakkında. Ne demek “muhatab”? Nasıl bakacağız, nasıl yorumlayacağız “muhatab”ı ?


- “Muhatap”, yani okuyucu..Bir kitabı her yaş grubunda, değişik kültür seviyesindeki kişiler okuyabilir. Okuyan herkes, okuduklarından bir hisse alır, ama alıp kalbine koyduğu, gönlünde sakladığı, ruhuna nakşettiği, idrakine yerleştirdiği kendi istidat kabı kadardır.
Evet, herkes kabı kadar alır. Bu bir hüküm.. Bir sünnetullah kanunu..
Bakın denizlere, deryalara.! Hamsi balığı da su içer, balina da..
 Peki, o zaman bir kitap yahut bir metin hakkında farklı bakış ve yorumlar nasıl ortaya çıkar? Farklı düşünceler nasıl oluşur? Hatta daha ilerisi, bazen bir metin ile ilgili münakaşalar alıp başını gider, toz dumana karışır, gürültüler çıkar. Nedir bunların sebebi?
 Evet, evvela bir hakikatin altını çizmek lazım.. Her okuyucu, nitelikli değildir; her nitelikli, donanımlı okuyucu da iyi bir yorumcu değildir. Okunan metin “üslub-u âliye” ile kaleme alınmışsa; her okuyucu mana deryasının derinliklerinde kulaç atamaz. Tufeyliler ancak sahil şeridinin kıyılarında dolaşır dururlar. Gavvas olanlar, deryaya dalar, mücevheratlar çıkartırlar. Dikkatle bakmayanlar, tahkik gözlüğünü takamayanlar, peçelerin arkasında gizlenmiş o nazeninleri, o hasnaları göremezler. İlm-i hikmetten mahrum olanlar kelamın semerelerini bilemez, zerafet ve letafetini hissedemezler. İlm-i belağatten bî-haber olanlar kelamın maksadını, makamını, mâba’dini, makablini, fehvasını anlayamazlar. Zihnî melekelerini geliştirmemiş olanlar, kelamdaki maksadı, maksadın mak’adını kestiremezler; mana ve maksadı ya ifrata çeker, ya tefrite düşürürler.
 Evet, yorum, bir sanat, bir güzellik..  O sanatı ilim dokur, hikmet giydirir, zerafet sahneye çıkartır. Letafet ışıklandırır ve hakikat, üslub-u kelam içinde arz-ı endam eder.
O sanatta tasnif vardır, tahlil vardır, terkip vardır; bakış keskin ve derindir; mahir ellerde, mana tabakaları hamurun açılıp inceldiği gibi açılır; sanat inceliği, fikir derinliği içinde kelam huri misal letafet ve zerafeti ile kendini gösterir, cilvegîr olur; o sanat güzelliği, o yorum iktidarı gönlünüzü mest eder, idrak harmanınızı açar, hayalleriniz güzelleşir.. Düşüncenin tadını, lezzetini, hisseder, zevklenirsiniz.. Firdevsî bir cenneti yaşarsınız o an.. Bütün latifeleriniz telezzüz eder, belki tekeyyüf eder.
Güzel.!  Peki, ne diye yorum ile ilgili cenk ve cidaller olur?  Niçin kavga ve gürültüler ortaya çıkar?
Cevap, açık..Naehiller, liyakatsiz ve dirayetsizler işe karışır. “Cahil, cesurdur.” sırrınca, ehliyetsizler sahaya iner. İşin vahim tarafı mesele o noktada da kalmaz; işin içine, taassup, inat, tarafgirlik, önyargı, peşin hükümler, yalanlar, yanlışlar, iftiralar ve yakıştırmalar da girer. Derbi maçları gibi, sahada oyun biter; ama trübünlerde bitmez. Fanatikler sahneye çıkar. Saha toz ve dumana karışır. Taraf psikolojisi, mantık ve muhakemeyi kapatır, ilim ve hikmeti uçurur. Ortada ne yorum kalır, ne de yorumun zerafeti..
O zaman zerafet, letafet  gül bahçelerini terk eder, artık bülbüller ötmez.. Hiddet ve gabavetin, şiddet ve infialin kapıları açılır. Baltasını alanlar, kılıcını kuşananlar arenaya iner, vurup kırar, kırıp döker.
Tetkik edilen metin, yorumlanan kelam, din ve mukaddesata, itikad ve imana ait ise, çoğu zaman meydana inenler, gürültü çıkartanlar genellikle “dinde mutaassıp, muhakeme-yi akliyede noksan” olanlardır. Fikren gabi, intikali zayıf, anlayışı kıt kişiler.. Ruhları bedevi, lisanları kaba, mizaçları sert, hazımsız ve acımasız..
Onların içinde hazımsızlıkla öyle ileri gidenler olur ki, kendileri gibi düşünmeyenleri -kim olursa olsun- düşman görür, hain telakki ederler. Fıtratlara baskı yapar, tahakküm ederler. Çünkü tek gerçek, kafalarındakidir; tek ve vazgeçilmez doğru kendi bildikleridir. Tek doğruyu sadece kendileri bildiği için, bildiklerini bulunmaz hind kumaşı gibi pazarlara çıkartır, satarlar. Onlar aslında ne kumaştan anlarlar, ne pazarı bilirler, ne de müşterileri tanırlar.
Peki, ne yaparlar pazarda? Ne iş görürler?
Onlar ancak, garibanların yakasına yapışır, saf insanları şaşırtırlar. Muhakemesi dar, intikali yetersiz manen tufeyli hükmünde olanları dar caddelere, çıkmaz sokaklara sürüklerler.
Onlar akl-ı selimin çarşısında dolaşamazlar. Sarraflar çarşısına giremezler. Çünkü mihenk taşları yoktur onların..
İslam tarihinde en dehşetli gürültüyü, en şiddetli toz ve dumanı çıkaranlar, ellerini kana, kalplerini kine bulayanlar “Hariciler”dir.
Hariciler, “Hüküm Allah’ındır.” ayetini yanlış yorumladılar. Hadlerini aştılar. İnsan-ı kamil, şah-ı velayet, ilmin kapısı, ehl-i hak, ehl-i hikmet, ehl-i adalet olan Hz. Ali’ye (r.a) karşı çıktılar. Yanlış muhakemeleri, kör akılları, ahmak kafaları, kaba tavırlarıyla dehşetli fitnelere kapılar açtılar, uhuvvet-i islamiyeyi paramparça ettiler..
Evet, Hariciler meselesi çok acı.. Ciğerleri parçalıyor..
Aslında Hariciler, bir model.. Hakikatleri çok dar kalıplar içine sıkıştıran, hep satıhda dolaşan, derinlere dalabilecek nefese sahip olamayan, kıyı şeridinin meskunleri.. “Dar, tahribatçıdır!” hakikatinin masadakları.. Lafızda kalan, manaya nüfuz edemeyen fikir bedevileri…

PROF. DR. ŞENER DİLEK BEYEFENDİ İLE RİSALE OKYANUSUNDA BİR GEZİNTİ

SALIH OKUR