sidretül münteha
Mon 11 October 2010, 02:11 pm GMT +0200
NÛR KÂFİRDEN GEÇMEDİ
Âdem aleyhisselâm yaratıldığı anda,
Resûlullahın “Nûr”u parlıyordu alnında.
Ondan îtibâren de, Resûlullaha kadar,
"Nûr", temiz alınlardan dolaştı hep bu karar.
Âyet-i kerîmede buyuruldu meâlen:
(Sen, yâni senin nûrun, hep secde edenlerden,
Dolaştırılıp sana intikal eylemiştir.)
Yâni Nûr, hiçbir zaman kâfirden geçmemiştir.
Yaratılan ilk insan Âdem aleyhisselâm,
Peygamber-i zîşândan zerre taşıdığından,
Nûr, emânet olarak kondu Onun alnına.
“Zühre yıldızı” gibi başladı parlamaya.
Bu zerreyle birlikte “Nûr” da Âdem Nebî'den,
“Havvâ” vâlidemize geçti müteâkiben.
Hazret-i Havvâ’dan da, “Şît” aleyhisselâma,
Ondan da geçiverdi onun evlâtlarına.
Hep temiz erkeklerden, hep temiz kadınlara,
Temiz kadınlardan da, hep temiz adamlara.
Yâni hep mü’minlerden dolaşarak bu minvâl,
Nihâyet sâhibine eylemiştir intikâl.
“Âdem Nebî”nin yaşı, vaktâ ki erdi “Bin”e,
Hastalanıp, göç etti âhiret âlemine.
Henüz vefât etmeden, “Şît” adlı evlâdını,
Çağırıp, yaptı ona şu son nasîhatını:
Buyurdu ki: (Ey oğlum, alnında parlıyan Nûr,
Muhammed mustafâya mahsûs olan bir Nûrdur.
Bunu muhâfazada gayret eyle sen dahî.
En pâkize hanıma teslim et emâneti.
Bu husûsa çok fazla ver sen de ehemmiyyet.
Sen de, çocuklarına böyle eyle vasiyyet.)
Hepsi, babalarının tutup vasiyyetini,
Çok iyi korudular bu “Nûr” emânetini.
Hep mü’min alınlardan geçerek o “Nûr” yine,
Ulaştı en nihâyet hakîkî sâhibine.
Yâni Resûlullahın dedelerinin hepsi,
"Mü’min" ve pek şerefli kimselerdi cümlesi.
Onlardan birisinin, iki oğlu olsaydı,
Veyâhut bir kabîle, ikiye ayılsaydı,
Resûlullahın Nûr’u, daha şerefli olan,
Oğul ve kabîlede bulunurdu her zaman.
Her asırda, Resûl'ün dedesi olan zâtlar,
Yüzlerindeki Nûr’dan bilinirdi âşikâr.
Seçkin bir soy vardı ki, işbu “Nûr”u taşıyan,
Onlar, güzel ve nûrlu olurdu başkasından.
Bu nûr'la, o kimseler, kardeşlerinden bile,
Ayrılır, daha üstün olurdu o kabîle.
Hazreti İbrâhimin babası “Târûh” dahî,
Asîl bir âileden, temiz bir mü’min idi.
Halîlullah, dünyâya gelmeden önce fakat,
Oğlunu göremeden îmânla etti vefât.
Yine mü’mine idi vâlidesi “Emîle”,
Oğluna, bu Târûh’tan kalmış idi hâmile.
“Âzer” diye kardeşi var idi ki Târûh’un,
Ölünce, bunun ile evlenmişti bu hâtun.
Âzer, Halîlullahın değildi öz babası.
Hem amcası olurdu, hem de üvey babası.
ALINTI