seymanur K
Fri 9 September 2011, 04:05 pm GMT +0200
Fiile Göre Değil Niyete Göre Ecir Verilen Durumlar
Maslahatların derecelerinin farklı olmasına paralel olarak elde edilen ecirler de farklı olur. Sebep, şart ve rükünler hakikatte gerçekleştiğinde iki farklı durum söz konusu olabilir.
a- Sebep, şart ve rükünlerin hem hakikaten hem de zahiren gerçekleşmesi. Bu durumda maslahatın elde edilmesi ve mefsedetin izalesi açısından dinin maksadı hem hakikatte hem de zahirde gerçekleşmiş olur ve ahiret sevabı elde edilir.
b- Durum zannedildiği gibi olmaz, hakikatte umulandan farklı bir sonuç
zahirde meydana gelirse, kul doğru olanı yapma niyetinden ötürü sevap alır, ama amelinden ötürü sevap almaz. Çünkü hata etmiştir, yaptığı şey mefsedet olmuştur. Hata ve mefsedet için sevap söz konusu olmaz. Bu konuda şu misaller zikredilebilir:
1- insanların faydalandığı yiyecek, içecek, giyecek, binecek, ev ve hanımların her zaman helal olmaları kesin değildir. Helal olduğu zannıyla bunlardan faydalanır ve zannı doğru çıkarsa bu nimetlerin mubah olmasındaki maksad ve maslahatlar gerçekleşmiş olur. Zannı doğru çıkmazsa faydalandığı veya tükettiği şeyi tazmin etmesi gerekir.
2- Zekat, kefaret, vakıf, sadaka, kale, medrese, mescid inşa etme, kurban, hediye, vasiyet ve benzeri Allah'a yaklaşmaya vesile olacak şekilde infak edilen malların helal oldukları kesin değildir. Zahir hakikate uygun olur ise infak eden kişi hem ameli hem de niyetinden Ötürü sevaba nail olur. Çünkü o kişi bir iyilik yapmayı düşünmüş ve onu yapmıştır. Dolayısıyla ona yapmış olduğu bu hayırlı işle elde edilen maslahatlardan ötürü on misli ecir yazılır.
Ancak zannı doğru çıkmazsa yani ilgili mal helal değilse amelinden ötürü sevap alamazken niyetinden ötürü sevap alır. Çünkü onun ameli affedilmiş olsa bile hatadır. Böyle bir amel için ne sevap ne de ceza söz konusu olmaz. Çünkü kötü, mefsedet olan hiçbir şey kulu Allah'a yaklaştırmaz. Bundan dolayı Hz. Peygamber Allah'ı överken şöyle buyurmuştur: "Tüm hayırlar senin elindedir, serler ise böyle değildir."[1] Yani şer olan bir şey Allah'a yaklaştırmaz, O'nun rızasını kazanmaya vesile olmaz. Allah'a ancak maslahat ve hayır olan şeylerle yaklaşılır, şer ve mefsedet olan şeylerle yaklaşıla-maz. Zalim hükümdarlara insanların mallarını gasbetme, adam öldürme, zulüm, haksızlık doğrudan sapma, şehirleri harap etme gibi kötülüklerle yaklaşılır. Alemlerin Rabbine ise ancak ve ancak doğru ve hak olanla yaklaşılır.
Cihad, insanların öldürülmesine, sınır boylarının, mal ve mülkün telef edilmesine neden olduğu halde nasıl olur da Allah'a yaklaştırır, şeklindeki soruya şöyle cevap veririz: cihadın Allah'a yaklaştırması bu mefsedetlerden ötürü değil, birçok mefsedeti izale edip maslahatların elde edilmesine vesile olması hasebiyledir. Nitekim kangren olan kolun kesilmesi, canın kurtarılmasına vesile olduğu içindir. Yoksa maksad kolun kesilmesi değildir. Kan alma, kan verme, acı ilaçları içme ve insanların maslahatlara vesile olduğu için katlandıkları benzeri meşakkatler de böyledir.
3- Borçlu, kendisine ait olduğunu zannettiği bir mal ile borcunu ödese veya hanımı, yakınları, kölesi, hayvanları gibi nafakasını ödemekle yükümlü olduğu kimselere nafaka verse ve gerçekte bu mal başkasına aitse, o kişi niyetinden ötürü sevaba girer. Ancak infakmdan ötürü sevap alamaz. Çünkü başkasına ait malı infak etmek mefsedettir ve mefsedetler için sevap yoktur.
4- Bir kimse mescid zannettiği bir mekanda itikafa girdiğinde o yer hakikaten mescid ise hem niyetinden hem de itikafından ötürü sevap alır. Çünkü bir ibadete niyet etmiş ve onu yerine getirmiştir. Ancak o mekan gerçekte mescid değilse, kişi niyetinden ötürü sevap alırken, itikafından ötürü sevap alamaz. Çünkü onun itikafi, hakkı olmayan ve dolayısıyla tazmin etmesi gereken menfaatten yararlandığı için mefsedettir.
5- Hakimin; zahire göre dinen öldürülebilecek bir kimsenin öldürülmesine, recmedilmesine, had cezasına çarptırılmasına ya da bir kadının zahiren kocası olduğu sabit olan adama teslim edilmesine karar vermesi durumlarında zannı doğru çıkmazsa sadece niyetinden dolayı sevap alır, verdiği hükümden ötürü sevap alamaz. Çünkü verdiği hüküm; masum bir insanın öldürülmesi, had cezasına çarptırılması, recmedilmesi, veya bir kadının onunla zina edecek adama teslimi gibi çok büyük mefsedetlere yardımcı olma anlamına gelmektedir. Mefsedetlere yardımcı olma halinde en iyi ihtimalle affa mazhar olunur, bundan ötürü sevaba nail olmak söz konusu olamaz. Hakimin verdiği kararların uygulanmasında ona yardımcı olanların durumu da hakiminki gibidir.
Şayet bu durumlarda hakimin zannı doğru ise hakim hakkın yerine gelmesine yardımcı olmuş demektir ve hem niyetinden hem de verdiği karardan ötürü sevaba nail olur. Çünkü o bir iyiliğe niyet etmiş ve onu yerine getirmiştir. Onun verdiği kararların uygulanmasında ona yardım eden yardımcıların durumu da böyledir. Biz iyilik ve takvada yardımlaşmakla emro-lunduk, günah ve itaatsizlikte yardımlaşmaktan sakındırıldık.
Şahit, hakim ve verilen hükmü uygulayacak kişi, ölüm cezası verilen kimsenin masum olduğunu, yabancı bir erkeğe teslim edilen kadının onun eşi olmadığını biliyorlarsa; hükmü bizzat uygulayacak kişinin günahı hakiminkinden daha büyüktür. Çünkü hakim hükmü zorla uygulatmaz. Hakimin günahı da şahidin günahından büyüktür. Zira hükmü uygulayan kişi mefsedeti bizzat gerçekleştirendir. Hakim onun mefsedeti gerçekleştirmesine sebep olmuştur. Şahid ise hakimin hüküm vermesine sebep olmuştur.
Bu konuda sorulabüecek muhtemel sorulara şöyle cevap veririz:
Soru: Namazın bütün rükün ve şartlarını yerine getirdiğini zannederek namaz kılan kişinin, abdestsiz olduğu, vakit girmeden kıldığı, uyduğu imamın kadın veya kafir olduğu, kıbleye dönmediği gibi bir durum ortaya çıkınca namazdaki fiilleri, okudukları, Allah'a boyun eğme, huşu gibi hissettiği duyguların hepsi geçersiz mi olur?
Cevap: Teşbih, dua, şehadet getirme, Allah'ın salih kullarına dua etme, peygamberlerin efendisine salat u selam getirme, kendisi ve müminler için dua etme, Allah'a boyun eğme, huşu duyma, okunan duaların manasım düşünme, Kuran okuma, Allah'tan korkup ümid etme, O'nu yüceltme gibi geçerli olması için abdest veya vaktin girmesi şart olmayan her şey geçerlidir ve sevap kazanılmaya vesile olur. Nitekim bunların namazın dışında yapılması da sevap kazanmaya vesiledir. Ancak abdestin veya vaktin girmesinin şart olduğu şeylerden ötürü sevap kazanılmaz. Çünkü bu hatadır, hatta kişi bunun farkmdaysa haramdır.
Cünüp bir kimsenin kıldığı namazda okuduğu Kur'an'dan ötürü sevap alıp almayacağı ihtilaflıdır, ihtilaf meseleye farklı yönlerden bakmaktan kaynaklanmaktadır. Gasbedilen evde kılınan namaz da böyledir.
Soru: Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuştur: "Hakim ictihad ettiğinde hata etse bile ecir kazanır." [2] Bu ecir isabet edenin kazan-dığıyla aynı derecede olmaz mı?
Cevap: Müctehid hatasından ötürü sevap kazanmaz, onun sevap kazanması ictihad faaliyeti ve niyeti hasebiyledir. Burada da durum aynıdır. Müctehid isabet ettiğinde niyetinden ötürü bir sevap, isabet etmesinden ötürü de bir sevap kazanır. Maslahatın elde edilmesi ve mefsedetin izalesi konusunda hakikatteki durumla zahirde gerçekleşen durumun muvafık olması halinde hem fiilden hem de niyetten ötürü sevap kazanılacağını söylememiz de böyledir.
Soru: Gerçekte mefsedet olmadığı halde mefsedet olduğunu zannederek bir şeyi yapan kimse, mefsedeti gerçekleştiren kimsenin Allah'a itaatsizlik etmesi sonucu çarptırılacağı gibi bir cezaya çarptırılır mı?
Cevap: Bu kimse mefsedeti gerçekleştirdiğinden değil, Allah'a karşı saygısızlık ve itaatsizlik gösterdiğinden ötürü cezalandırılır. Çünkü mefsedetlerin küçük ve büyük olmasına paralel olarak günahlar da farklılık arzeder. Biz yukarıda dedik ki; mefsedetlerden ötürü sevap olmaz, çünkü bunlarda Allah'ı yüceltme olmadığı gibi kullar için fayda da yoktur. Hatta kullar için zarar vardır. Bu konuda recm edilmesi caiz olmayanın recm edilmesi, öldürülmesi caiz olmayanın öldürülmesi, alınması caiz olmayan bir malın alınması, hür bir kadın veya cariyenin zahirde sabit olan alışveriş veya nikah akdine binaen hakikatte kocası veya sahibi olmayan adama teslim edilmesi vb. teslim edilmesi caiz olmayan bir kimsenin teslim edilmesi gibi Örnekler vermiştik.
[1] Müslim, Sala tüi-müsaf irin, 1/534
[2] Buharı, l'tisam, 13/317; Müslim, Akdiye, 3/1342