- Niçin İslâmî Hükümet?

Adsense kodları


Niçin İslâmî Hükümet?

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
Eslemnur
Fri 24 September 2010, 09:31 am GMT +0200
C- Niçin İslâmî Hükümet?

Pakistanda böyle bir rejim ile hükümet kurulmasını istemekte hepimiz için bir hayli makul sebepler ileri sür­mek imkânı vardır. Bunların en mühimmi üç sebeptir:

Birincisi: Böyle bir hükümet bizim iman ve inancımı­zın bir gereğidir. Eğer, biz hürriyet ve istiklâl elde edip de özgür olduktan sonra, Kur'anın ve Allah Resulünün ah­kâmına, bağlı bulunmazsak ve İslâmî ahkâmı uygulamak yolunda çalışmak istemezsek, bizim iman ve inancımız halis bir niyetten uzak olup, göstermelik bir şey olur.

İkincisi: Pakistanın Pakistan olmasının sebebi İslâm ve müslümanlıktır. Nasıl olur da böyle bir ülkede İslâmî hükümet kurulmadan, İslâm ahkâmı uygulamadan Kur'anın ve Sünnetin gerekleri ortada bulunmadan Pa­kistan hükümeti diye bir hükümet ortaya çıkabilir ki, bu hükümetin kurulması için, on milyonlarca insan canlarını, mallarını, yerlerini, yurtlarını ve her şeylerini feda etmiş­lerdir.

Üçüncü sebep de şudur: Pakistan denilen bu ülkede, halkın büyük çoğunluğu Millî hükûmetin, İslâmî hükümet olmasını istemektedir. Herhalde hükümet de çoğunluğun rızası ile ayakta tutunabilir.

Şüphesiz olarak şurası da malûmdur ki, ülkemizde bir kısım Avrupa terbiyesi ile yetişmiş kimseler de vardır. Bunlar Avrupa kültürüne alışmış ve Avrupalıların görüşle­rinin hep doğru olacağını düşünen kimselerdir. Bunların düşüncesinde, İslâmî hükümeti tasavvur etmek dahi ta­mamen alışılmamış bir şeydir. Bunlara kendi öz ve üstün dünya görüşümüzü anlatmak ve bu nizamımızın uygula­nabilir olduğunu ispatlamak kolay değildir.

Bunlardan başka, Pakistanda devlet dairelerinde ça­lışanlar arasında, kafalarına tamamen Avrupa taklidi bir sistem yerleştirmiş ve Batı modeli bir rejim ile hükümet nizamının kurulmasını isteyen bir hayli kimse de vardır. Bunlar, ihtimal ki, İslâmî bir hükümet nizamının kuruldu­ğunu görünce çeşitli karışıklıklar icat ederler.

Bunlar için münasip olan şey şudur: Bu kimseleri ya­pılacak ve olacakları da kendi keyiflerine göre isterler, ve yine gelirlerini de eski ingiliz efendilerinin devrindeki gibi düzenlemek yoluna giderler. Bu zümrenin çoğu da ken­dilerini Cumhuriyet hükümetine sevdalı ve âşık gösteri­yorlar. Ancak şunu da düşünmek lâzımdır ki, bir kaç kişi­nin yahut da bir kaç ailenin hatırı için, şu kadar halkı zahmete sokmak ve memleket halkının çoğunluğunun istediğini yapmamak ne dereceye kadar doğru olacaktır?

d. İslâmi Hükümette Zimmîlerin Vaziyeti:

İslâmî hükümette, Zimmîlerin vaziyeti hakkında bir kaç mühim soru ve bunlara ait cevapları burada gözden geçirmekte fayda görüyoruz. Bu soru ve cevaplar sırasiyle şu mahiyettedir:

1. İslâmi hükümette, gayrı, müslim vatandaşlara İs­lâm ıstılahında "zimmî" denir. Bu kelime veya bu isim hiçbir zaman herhangi bir küfür ve herhangi bir kötükelime manası vermez. Bunun gibi bu kelimenin mefhumu herhangi bir gayri meşru iş veya herhangi bir kötü iş yapan manasına da gelmez. "Zimme" Arap lisa­nında kendisine tekeffül edilmiş "Guarantec" (Güvence verilmiş) demektir. İslâmî hükümette bu gibi kimselerin hakları İslâm tarafından garantiye alınmış demektir. İster islâmî hükümet onların itaatini garanti altına alsın, isterse islâmî hükümet onların haklarını ve hukukunu garantiye alsın, ortada bir garanti meselesi vardır. Bu garanti iki taraftır.

İslâmî hükümette ehli zimme'nin garantisi İslâmî hü­kümetin kendisinden verilmiş bir garanti değildir. Belki bu, Allah Taalâ ve O'nun Resulü tarafından verilmiş bir garantidir ki, bütün müslümanların bu garantiye sâdık kalmaları da farzdır. Bu garanti o kadar mühim bir garan­tidir ki, müslü­manlar herhangi bir gayri müslim ülkedeki müslümanlar hakkında girişilen haksız meselelerde, müslümanlara karşı tutulan zalimanâne işlere karşılık, müslüman ülkelerdeki zim­me­ti kabul etmiş bulunanlara, zâlim gayri müslimlerin dindaşlarının zulmüne karşılık, müslüman ülkesindeki bu zimmîlik hakkı elde etmiş bulu­nanlardan hiç bir vakit intikam alamazlar. Onlara karşı hiçbir zecrî harekette bulunamazlar. Hattâ gayrı müslim ülkelerdeki müslümanları katliâm etseler dahi katliamcıla­rın, müslüman ülkelerinde bulunan dindaşlarından, yani zimmî dindaşlarından, bunun intikamını alamazlar. Bu zimmîlerin haklarına tecavüz edemezler. Herhangi bir İslâmî hükümetin parlamentosu da zimmîlerin haklarını hiç bir zaman çiğneyemez ve ayaklar altına alamaz. Alırsa İndallahda (Allah karşısında) mesul olur.

2. Zimmiler üç kısma ayrılırlar:

a. Anlaşmalar ve sözleşmedeler gereğince İslâmî hü­kümete tâbi olan zimmîler.

b. Kılıç zoru ile, yani muharebe ile fethedilmiş ül
kelerde sakin bulunan zimmîler.

c. Ne fethedilmiş ne de anlaşma yapıl­mış bulunan di­ğer zimmîler.

Birinci kısmı zimmîler hakkında, ve anlaşmada neler kararlaştırılmış ise o kararlar geçerli olacak ve onun üze­rinden hüküm yürütülecektir. İslâmî hükümet de bu an­laşmanın hükümlerine tâbi olacaktır.

İkinci kısım zimmîlerin haklarını ve hukuklarının hu­dudunu ve ölçülerini İslâm Şeriatı tayin etmiştir. Bu hü­kümler dairesinde haklarında muamele etmek icabeder. Başka türlü hiçbir şey yapılamaz.

Üçüncü kısım zimmîlere gelince, onların hakkında her ne şekilde olursa olsun, ikinci kısım zimmîlerin hak ve hukukundan daha az bir hak tanınamaz. Bundan başka kendilerine bazı haklar da verilmelidir. Ancak bu haklar, İslâmî kanun­­lara muhalif olmayacak ve onlara verilen bu haklar da İs­lâmî kaide ve kanunun karşısında kısılmış bulunmayacaktır.

 3. Zimmîler hakkında Şeriatın koyduğu hak ve hu­kuk en azından şunlardır:

* Dinleri hususunda tamamen serbest olmak.

* Dinî eğitimi kendi dinlerine göre öğretmek husu­sunda da tamamen serbest bulunmak.

* Dinî edebiyatlarını ve kitaplarını serbestçe neşret­mek, yaymak ve kitap basmak.

* Kanun hududu dahilinde dinî inançlarından bahse­dip konuşmak ve bu hususta her ne suretle olursa olsun söz söylemek, imkân ve hürriyeti.

* Mâbedlerinin serbestisi ve muhafazası.

* Şahsi ve kişisel hukukunu muhafaza etmek.

* Canlarını, mallarının ırz ve namuslarının muha­fa­­zası.

* Mülkî ve askerî kanunlar bakımından müslü­man­larla aynı şartlar içinde eşit olmak.

* Hükûmetten, bütün müslüman ve gayri müslim zimmîlerin aynı şekilde muamele görmeleri.

* Müslümanlarla zimmîler arasında kanun yönünden fark gözetmemek.

* Geçim hususunda, iş güç sahasının her cephe­sinde müslümanlarla aynı seviyede bulunmak.

* İhtiyaç içinde bulunan zimmîleri de müslü­man­lar gibi Beytülmalden aynı şekilde faydalandırmak.

* Bu hak ve hukuk, İslâmî hükümet tarafından sa­dece kâğıt üzerinde yazılı kalan hükümler olmayacak. Din ve imanın şartı icabı, fiili olarak İslâmî hükümet ve müslümanlar tarafından da buna dikkat edilecektir. Şunu da hatırlatmak icabeder ki, gayri müslim hükümet niza­mında bu gibi şeyler kâğıt üzerinde yazılmıştır. Fiili ola­rak gözönünde tutulmaz ve o ülkelerde de Müslüman­la­rın hakları yerine getirilmez. Müslüman­la­rın hakları sadece kâğıt üzerinde kalır. Bazan kâğıt üzerinde de kalmaz.

4. Zimmîlerin müslüman şehirlerinde yeni mâbed yapmaları meselesine gelince:

Onların eski mâbedleri olduğu gibi muhafaza edile­cektir. Bunların tamiri ve bakımı sağlanacaktır. Müslü­man şehirlerin­den maksat, müslümanların çoğunlukla oturdukları Dâ­rül-İslâmın içindeki şehirler demektir. Me­selâ Küfe, Basra, Fustat ve bunun gibi şehirler. Diğer şehir, kasaba ve köylerde yeni mâbedler yapmak ve eski mâbedleri tamir etmek de usulü dairesinde tamamen serbesttir.

5. Zimmîlerin elbise ve giyim kuşamları hakkında bazı kayıt ve şartlar, fıkıh kitaplarında yazılıdır. Bunlar bazan yanlış anlamalara yol açmaktadırlar. Bu mesele esasen üç kısım kayıt ve şartı ihtiva eder. Bu mevzu ilk defa hicrî ikinci yüzyılda, mevcut hâl ve vaziyetin zarurî yatı icabı fukahanın gözönüne alarak verdikleri hüküm­lerden ortaya çıkmıştır.

Birincisi: Zimmîlerin askerî üniforma giymemeleri ve askerî işaretleri taşımamaları. Bunun sebebi de her reşid müslümanın icap ettiği zaman askerî hizmete çağrılınca gitmesidir. Gitmeyenlerin gayrı - müslim ve zimmî olduk­larının bilinmesi içindir. Çünkü zimmîler askerî hizmetler­den muaf tutulmuşlardır.

İkincisi: Müslümanlarla gayri müslimlerin arasında fark bulunmasının bazı hususlarda zarurî olmasıdır. Bir­birine benzememelerinin lâzım geldiğidir. Çünkü arada muhtelif medenî meseleler olabilir ki, bu medenî mese­lelerin de birbirleriyle kaynaşmalarına imkân yoktur. Bu da müslü­man­ların ezici baskısı altında kendi medeniyet­lerini ve kendi ahlâk ve âdetlerini bu gayri müslimlerin isteği olmaksızın yüklememelerini sağlamamak içindir. Meselâ müslümanlar, zorla kendi elbise şekillerini giy­dirmek için gayri müslimleri zorlamamalıdırlar. İslâm ca­miası dahilinde herhangi bir kâfir zümrenin de yetişme­sine meydan vermemek içindir. Bunun gibi yine şu dü­şüncenin de meydana çıkmaması içindir ki, müslümanlar galip ümmet olmak hasebiyle, gayri - müs­lim­leri, bir nevi köle durumuna düşürmek istemesinler de kendi anane ve âdetlerini onlara kabul ettirmek yoluna gitmesinler. İslâm, bu kâfirlerin de kendi zihniyetleriyle kendi istekleri daire­sinde gelişmelerini gözönünde tutmak ister. Buna göre, gayri müslimlere de yetki veriliyor ki, kendi medeniyetle­rini, kendi ananelerini kendi âdetlerini muhafaza etsinler ve dini hususiyetlerini koruya gelsinler. Müslümanların camiasının içinde yetki olup gitmesinler. Nitekim Hanefi Fıkhının meşhur kitabı "Bedayi' us sanayi" de bu hüküm şu cümlelerle beyan edilmiştir:

"Ehli zimme bir kısım hususî alâmetler ve işaretler taşımalıdırlar ki, onlar bu alâmetler ve işaretlerle tanın­sınlar ve elbiseleriyle müslümanlara benzemeyip ayrı olarak tefrik edilsinler."

(Cilt: 1, S: 113)

Bunun bir sebebi de bazı kanunî karışıklıkların önüne geçmek içindir. Meselâ müslümanlar için şarap içmek haramdır. Şarap yapmak, satmak, bunu muhafaza etmek de inzibatî kuvvetin karşısında suçtur. Fakat zim­mîler için bu meselede bir suç yoktur. Şimdi, bir müslüman bir zimmîye benzerse, elbisesi de onun elbi­sesi gibi olursa bir zimmi de meselâ şarap içerse, polis zimmiyi, yakalayıp, gel bakalım derse, zimmî müslüman olmadığını ispat edinceye kadar bir hayli uğraşmak zo­runda kalıp bir hayli zarar görebilir. Fakat eğer zimmînin elbisesinin şekli, kıyafeti müslümandan ayrı olursa, o zaman polis zimmînin zimmî olduğunu hemen anlar ve kendisine hiç bir şey diyemez.

Üçüncü şekildeki kayıtlar ve şartlar da özel durumlar ve zaman içindir. Bir zamanlar Sindiden İspanyaya ka­dar, pek çok geniş ülkeler, İslâm ordularının çalışmaları neticesinde fethedilip İslâm halkası dahilinde alınmış­lardı. Bu ülkelerin İslâmdan evvelki halkının bir hayli ba­kiyeleri mevcut idi. Eski efendilerinin tekrar iktidarı ele geçirmesi için bunların çalışmaları ihtimali vardı. Hattâ bu iddiada bile bulunuyorlar ve bu yolda da çalışıyorlardı. Tekrar ülkelerini eskisi gibi kâfir nizamı altına, sokmak istiyorlardı. Müslümanlar ise, dünyanın başka fatihleri gibi, halkı kılıçtan geçirmek yolunu tutamazlardı. Çünkü müslümanlar toprak almak için değil, Allah mahlukları arasında Allah nizamını hâkim kılmak için çarpışıyorlardı. İslâm dinini kabul etmeyenleri de öldüremez veya mem­leketten çıkaramazlardı. Ancak onları zimmi yaparak haklarını korumak yoluna gidebilirlerdi. Nitekim tatbikat böyle olmuştur. Fakat burada siyasî meseleler göz­önün­de bulundurularak zimmîlere uyacakları bazı kaideler tayin etmek icabetti.

Bu hususiyetler de öyle olmalı idi ki, zimmîler bir daha baş kaldırıp müslümanlara karşı ayaklanmasınlar ve yeni yeni hadiselerin çıkmasına meydan vermesinler. Buna göre, kendi bineceklerinde, elbiselerinde ve başka toplumsal ve sosyal hususlarda bazı noktalar üzerinde durulması icabetti. Bu usul de daimî değil, vaziyet icabı geçici bir zaman içindi. Bu hükümler ister fıkıh kitapla­rında yazılmış olsun, isterse yazılmış olmasın, daimî olarak ehli zimmenin üzerinde kalacak hükümler değildir.

6. İslâmî hükümette, herhangi bir gayri müslim, dev­let reisi, hükümet başkanı, vezir, vekil ve bakan, ordu kumandan, kadı (hâkim ve yargıç) ve bunlar gibi kilit noktaları elinde bulunduran mevki ve makamlara getiri­lemez. Hatta hükümetin polis teşkilatında bile ileri bir vazife alamaz. Bunun sebebi de bu hüküm İslâmî hükü­mette taassubun bulunuşu değil, İslâm hükümetinin ana prensiplerine bağlı bir mesele olduğu içindir. Çünkü bu işler, öyle bir kimsenin elinde bulunması icabeder ki, bu kimse, İslâmın ruhunu, İslâmın manasını, İslâmın haki­katini daha iyi bilmiş olsun. Sıdk ve iman ile, halis bir niyet ile İslâma bağlı bulunsun. Böyle bir iman ve böyle bir halis niyet olmazsa o zaman İslâmî hükümetin kilit noktalarına yerleşmiş bulunanların gayri müslim reayaya ihtimal ki, "bencillik ruhuna" (Mercenary Spirit) kapılırlar. Böyle bir zihniyet de İslâmî davranışa uymaz. Şimdi eğer böyle bir hususun onların kendileri hakkında doğru olup olmadığını sorarsak, onlar da açıktan açığa doğru olaca­ğını itiraf ederler. Muhtelif zümrelere mensup zimmîlerin birbirlerine rakip olma ihtimali de vardır. Bu rakabeti de ortadan kaldırmak için bu hususta böyle düşünmek zaru­rîdir. Bundan başka, İslâmî hükümetin kilit noktalarında bulunanlar, sadakatle imanlarına bağlı olmazlarsa, o zaman karın doyurmak, mide doldurmak, makam elde etmek gibi süflî yollara da saparlar. Siz de elbetteki böyle bir tutuma razı olmazsınız.

7. Bize göre, şu sorunun hiçbir zaman ve hiçbir şe­kilde ehemmiyeti yoktur. Yani herhangi bir gayrı İslâmî hükümette, bu hükümetin iktidar dairesinde bulunanlar, müslümanlara karşı, nasıl muamele ediyorlar? Bu tutum nasıl olursa olsun, bir ehemmiyeti haiz değildir. Bizim hak bildiğimiz şeye bağlı olmamız lâzımdır. Hak bildiğimiz mefhumu, kendi ülkemizde yürürlükte ve geçerli kılmalı­yız. Başkaları da hak bildikleri hususları gözönünde bu­lundu­rabilirler. Yoksa başkaları da kendi ülkelerinde müslümanlara karşı şöyle davrandılar diye, biz hak bildi­ğimiz hususlardan vaz geçemeyiz. Böyle olunca, o za­man dünya karşısında bizim ne gibi bir iş programımız olduğu anlaşılır. Ne olursa olsun, biz şu hilebazlığı şu dalavereyi yapamayız: Kendi Anayasamızın sahifelerinde gayrı müslimlere karşı göstermece haklar yazıp kayde­delim de amelî hususlara ve fiiliyata gelince, başka türlü hareket edelim. Meselâ Hindistandaki müs­lümanlara karşı yapılan muameleler gibi... Yahut da Amerikadaki zencilerin hakkında davranılan iki yüzlü politika gibi... Veya Amerikalıların Kızılderililere ettikleri muameleler gibi... Yahut da Demir Perde Gerisi memleketlerde gayrı komünistlerin mania bırakıldıklan feci vaziyetleri tekrarla­yıcı bir şekilde, hareket edemeyiz.

Bunlar da bir tarafa dursun; şimdi bir başka soru da sorulabilir. Nasıl bir hareket tarzı takip edilmeli ki, müs-lüman ülkelerindeki gayri müslim ekalliyetleri İslâm hü­kümetine karşı "adakat yolunda yürüsünler? Bunun ce­vabı da şudur: Sadakat ile sadakatsizlik Anayasaya söz­de konulmuş olan bir kaç satırlık cümle ile elde edilemez. Belki yapılacak olan muamelelerin heyeti umumiyesi, sa­dakati veya sadakatsizliği temizi eder. Hükümet ve ço­ğunluk, kendi elinin ve idaresinin altında bulunan ekal­liyetlere aasıl muamele ederse, onun karşılığını görür.