müzzemmil
Mon 19 September 2011, 09:41 pm GMT +0200
2- NEFSİN MAHİYETİ, SIFAT ve ÖZELLİKLERİ
Nefs'in mâhiyeti konusu, onun hakikatinin ne olduğu, ne tür bir yapıya sahip olduğu, somut ve cismânî mi, yoksa soyut bir cevher mi, ya da bir araz mı olduğu, ruhtan farklı olup-olmadığı, beden, kalp, akıl ve şeytan ile olan ilgisi, başlangıcının olup-olmadığı, sonlu olup-olmadığı ve onun ne gibi sıfat ve özelliklere sahip olduğu v.b. hususlar, Felsefe, Kelâm ve Tasavvuf ekollİerince öteden beri tartışılagelmiş ve bu alanda pek çok görüş ortaya atılmıştır.
Özellikle de Tasavvufçular açısından Nefs kavramı büyük bir önem taşımış ve Mutasavvıflar, Nefs'in halleri, makamları, mertebeleri, özellikleri ve Nefs'i bilip tanımanın gerekliliği üzerinde dikkatle durmuşlardır. Öyle ki; bütün Tasavvuf, Nefsini bilip tanıyan Rabb’ini de tanımış olur" [178] prensibiyle hep Nefs üzerinde dönüp dolaşır, desek yanılmış olmayız.
"Kendini bilip tanıyan Rabb'ini tanır" demek; "Kendinin fânî olduğunu bilen, Rabb'inin bakî olduğunu bilir" demektir. [179]
"Nefsini kulluk ve zillet ile bu dünyada garip ve hayvanı şehvetlerden kaçınmak suretiyle bilerek, yaratılış bakımından kendisine yaraşır biçimde Allâhü Teâlâ'yı tanıyıp yalnız O'na, O'nun buyruklarına ve rızâsına bakmak gereklidir. Nefsini bilmeyen Rabb'ini de bilemez." [180]
Nefsinin hakikatini ve onun hangi huy ve tabiat üzere yaratıldığını bilen kişi, Nefs'in, bütün kötülüklerin kaynağı ve tüm şerrin barınağı olduğunu bilir. Nefs'te bulunan her bir hayır ise Allah'ın bir lütfü olup O'nun nimetinden kaynaklanır; yoksa o Nefs'in kendisinden değil. [181]
Haris b. Esed Muhâsibî'nin (V. 243 H./857 M.) de vurguladığı üzere; Nefs'in inançlarını, onun yapısındaki dünya sevgisini, aşkını ve dünyayı gaye edinişini çok iyi keşfetmek gerekmektedir. [182] Zira Allah'ın zâtını ve sıfatlarını bilmek, Nefs'i bilmeye bağlıdır ve bu bilme de akıl yürütme ve aklı iyi kullanma yoluyla gerçekleşebilir. [183]
"Kendini bilmek, Rabb'i tanımak, ancak gönül âleminde gerçekleşir. Kendini tanımaya eren, Hakk'ı tanımaya ulaşır. Nitekim "Kendini bilen Rabb'ini bilir" sembolü bu mânâyı içine alır. Zira insan ruhu parlak bir aynadır ki; onunla gönül, tecellî mahallidir. Eğer sen beden bulanıklığından geçip kalp temizliğini bulursan, aşk nuruyla dolup vahdet âlemine gelir ve Hakk'a alışıp onunla kalırsın." [184]
Yüce Allah'ı tanımakla yükümlü olan kulun, nefsini de tanıması gerekir. Bu suretle sonradan var olduğunu ve Cenâb-ı Hakk'ın kadîm olduğunu öğrenmiş olur; kendisinin gelip geçici bir varlık oluşuna dayanarak Allâhü Teâlâ'nın sonsuz oluşunu bilmiş olur. Bu konuda şeyhlerden biri:
"Nefsi hakkında bilgisiz olan, başkası hakkında çok daha fazla bilgisiz olur" demiştir.[185]
"Nefsini zilletle tanıyan, Rabb'ini izzetle tanımış olur" da denmiştir. Demek ki; bir kimse kendini bilmezse, diğer tüm varlıkları bilme ve tanıma imkânından tamamen yoksun olur. [186]
Akıllı kişi nefsini iyi tanır, onun ihanet tuzaklarından kurtuluncaya kadar onu sorguya çeker, onun bilgisiz olduğunu anlar ve bozgunculuk çıkarıcı olarak getirdiği her türlü bilgiyi onun suratına çarpar. [187]
"Kendini bilen Rabb'ini bilir" sözünün mânâsının hakikati, ileride ayrıntılı olarak inceleyeceğimiz Nefs'in mertebelerinden ancak Nefs-i Mutmainne ve daha ileriki aşamalarda gerçek anlamda bilinebilir. [188]
Önem ve gerekliliğini dile getirmeye çalıştığımız Nefs'i tanıma ve bunun peşinden de ma'rifetullâha ulaşma pek de kolay birşey değildir. Bunun zorluğunu Sehl b. Abdullah Tüsterî (V. 283 H./896 M.) şöyle ifade ediyor:
"Nefs'i tanımak, düşmanı tanımaktan daha gizli-kapaklı ve zordur. Dünyayı tanımak ise düşmanı tanımaktan daha basittir. Kişi düşmanını tanıyınca Rabb'ini tanır; nefsini tanıyınca Rabb'i katındaki makamını bilir; aklını tanıyınca kendisiyle Rabb'i arasındaki halini bilir; ilmi tanıyınca O'na ulaştığını bilir ve dünyayı tanıyınca da âhireti bilir." [189]
[178] "Kendini bilip öğrenen Rabb'ini hakkıyla bilir" mealindeki bu söz mutasavvıflarca çok zikredilir. Bkz.: Matleul-İ'tikâd Tercemesi, s. 40; Ahâdîs-i Mesnevî, s. 167; Künûzu'l-Hakâik, Hind basımı, s. 9, Mısır basımı s, 19; Nehcü'l-Belâğa şerhinde Hz. Ali'ye ait gösterilen bu ibare îbn Teymiyye'ce Mevzu Hadis sayılmıştır. Safinatu'r-Râğıb, s. 149'da ise Hadis olmadığı, Ebu Bekr er-Râzî'nin sözü olduğu kayıtlıdır." (Es'ad Coşan, Hacı Bektaş-ı Veli-Makâlât, s. 29, "1" numaralı dipnot, Seha Neşriyat, İst., ts.).
[179] Es'ad Coşan, A.g.e., s. 61.
[180] Ebu Hâmid Muhammed b. Muhammed Gazzâlî, İhyâu Ulûmi'd-Dîn, c. III, s. 433, Dâru'r-Rayyân li't-Türâs, Kahire, 1987.
[181] İbn Kayyim el-Cevziyye, Medâricüs-Sâlikin, c. I, s. 179, Terc: Ali Ataç, Adil Bebek, Ali Durusoy, Muhammed Deniz, Muharrem Tan, Mehmet Özşenel, İnsan Yay., İst., 1990.
[182] Ebu Abdullah Haris b. Esed el-Muhâsibî, Adâbü'n-Nûfûs, s. 32, II. baskı, Dâru'l-Ceyl, Beyrut, 1987.
[183] Ebu Hâmid Muhammed b. Muhammed Gazzâlî, Meâricü'l-Kuds fi Medârici Ma'rifeti'n-Nefs ve Meahû Kânûnü't-Te'vîl, s. 193, Mektebetü'I-Cündî, Mısır, 1968.
[184] Erzurumlu İbrahim Hakkı, Ma'rifetnâme, s. 108-109, Sadeleştiren: M. Fuad Başar, Kitsan, İst.,Ts.
[185] AIi b. Osman b. Ebu Ali Cüllâbî Hucvirî, Keşfü'l-Mahcûb, Tere: Süleyman Uludağ (Hakikat Bilgisi), s. 310, Dergâh Yay., İst., 1982.
[186] A.e., Aynı yer.
[187] Hakîm Tirmizî, Tabâiu'n-Nüfûs, s. 92, el-Mektebetü's-Sekâfî li'n-Neşr ve't-Tevzi', Kahire, 1989.
[188] Atvar-ı Seb'a, Anonim Eser, Elyazma, İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi, İbrahim Efendi, Nr.: 461/1, Vr.: 18a, 21b.
[189] Ebu Nuaym Ahmed b. Abdullah İsfahâni, Hılyetü'l-Evliyâ ve Tabakâtü'l-Asfiyâ, c. X, s. 201, Matbaatü's-Saâde, Basım yeri yok, 1974. Ahmet Ögke, Kur'an'da Nefs Kavramı, İnsan Yayınları: 45-46.