- Nefsin Kusurlarını Tanıma ve Ona Muhalefet

Adsense kodları


Nefsin Kusurlarını Tanıma ve Ona Muhalefet

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
Rüveyha
Mon 20 October 2014, 06:18 pm GMT +0200
Kuşeyrî Risâlesi’nden

Ali Kaya | Haziran 2013 | TASAVVUF KLASİKLERİ   


Nefsin Kusurlarını Tanıma ve Ona Muhalefet

Allah Tealâ nefse muhalefet hususunda şöyle buyurmuştur: “Kim Rabbinin makamından korkarak nefsini kötü arzularından alıkoyarsa, onun varacağı yer cennettir.” (Nâziât, 40-41)

Cabir r.a., Hz. Peygamber s.a.v.’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Ümmetim için en korktuğum şey, hevâya (nefsin kötü arzularına) uymak ve uzun emeldir. Hevâya uymak onları haktan alıkor; uzun emel de ahireti unutturur.” (İbn Adî, el-Kâmil, 6/316; Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, nr. 161)

Bil ki, nefsin istediklerinin aksine hareket etmek, ibadetin başıdır. Büyük zatlara İslâm’ın ne olduğu sorulunca, “İsteklerine muhalefet kılıcı ile nefsi kesmektir.” demişlerdir. Şunu bil ki, kimin kalbinde nefsinin yıldızları doğarsa, Allah ile ünsiyet (muhabbet) güneşi batar. Zünnûn-i Mısrî k.s. demiştir ki: “İbadetin anahtarı tefekkürdür. Doğruda isabetin alameti, nefse ve hevâya muhalefet etmektir. Onlara muhalefet etmek, kötü arzularını terk etmektir.”

İbn Atâ k.s. der ki: “Nefs kötü edep üzere yaratılmıştır. Kul ise onu edebe bağlı tutmakla görevlidir. Nefs, tabiatı icabı hep muhalefet meydanında (haramlarda) koşar. Kul ise cehd ve gayretiyle onu bu kötü hallerden çekmeye uğraşır. Kim nefsinin ipini serbest bırakırsa, yaptığı kötü işlerde ve helâke gitmesinde ona ortak olmuş olur.”

Cüneyd-i Bağdadî k.s. şöyle demiştir: “Nefs-i emmâre (sürekli kötülüğü emreden nefs), kulu helâka çağıran, (şeytan ve dünya) düşmanlarına yardım eden, hevâsına uyan ve her çeşit kötülükleri yapmaya hazır olan nefstir.”

Akıllı bir kimse nefsinden nasıl razı olur ki? Hz. İbrahim a.s.’a kadar en şerefli peygamberlerin neslinden gelen Hz. Yusuf a.s. bile, “Ben nefsimi temize çıkarmıyorum. Şüphesiz nefs, daima kötülüğü emreder.” (Yusuf, 53) demiştir.

Cüneyd-i Bağdadî k.s. şu olayı anlatmıştır: “Bir gece uykum kaçtı. Kalktım, alışkanlık edindiğim namazımı kılmaya başladım. Daha önceden bulduğum manevi tadı ve Yüce Rabbime yaptığım münacatın zevkini bulamadım. Hayret ettim. Uyumak istedim, uyuyamadım. Kalktım oturdum. Oturmaya da güç yetiremedim. Daraldım, kapıyı açıp dışarı çıktım. Bir de baktım ki abaya (kaba yünden yapılmış palto tarzı bir giysiye) sarılmış biri yolda durmakta. Beni fark edince başını kaldırdı ve; ‘Ey Ebü’l-Kâsım, niçin geç kaldın?’ dedi. Ben de, ‘Efendim, sizinle bir sözleşmem yoktu ki!’ dedim. Adam, ‘Evet öyle, ancak ben kalpleri istediği gibi çeviren Rabbimden senin kalbini bana yöneltmesini istedim.’ dedi. Ben de, ‘İstediğini yaptı, talebin nedir?’ diye sordum; adam, ‘Nefsin derdi ne zaman devası haline dönüşür?’ diye sordu. Ben de, ‘Nefs kötü arzularının aksine hareket ederse, derdi derman bulur, hastalıkları iyi olur.’ dedim. O zaman adam kendine yönelip, ‘Dinle, ben bunu sana yedi defa söyledim; sen Cüneyd’den işitmeden kabul etmedin. Bak şimdi ondan da işittin!’ dedi ve dönüp gitti. Adamı tanıyamadım, daha sonra hakkında bir bilgiye de ulaşamadım.”

Ebu Bekir-i Tamestânî k.s. demiştir ki: “En büyük nimet, nefsten kurtulmaktır. Çünkü nefs, seninle Yüce Rabbin arasında en büyük perdedir.” Sehl-i Tüsterî k.s. demiştir ki: “Yüce Allah’a, nefsin kötü arzularını terk etmekten daha güzel bir ibadet yapılmamıştır.” İbn Atâ k.s.’ya, “Kulu Yüce Allah’ın gazabına en fazla düşüren şey nedir?” diye sorulunca: “Nefsini ve hallerini güzel görmektir. Bundan daha kötüsü de, yaptığı amellere bir karşılık beklemektir.” demiştir.

Âriflerden birine, “Ben yanıma hiçbir şey almadan hacca gitmek istiyorum.” dendi. O da, “Önce kalbini gafletten kurtar, nefsini oyun eğlence türü işlerden çek, dilini boş sözlerden temizle, sonra istediğin yere git!” dedi.

Ebu Süleyman Dârânî k.s. demiştir ki: “Kim (ibadet ve zikir ile) gecesini güzel geçirirse, gündüzünde bunun karşılığını görür. Kim gündüzünü güzel geçirirse, gece bunun karşılığını görür. Kim şehvetini (kötü bir arzusunu) terk etmede samimi olursa, kendisine ilahî yardım gelip o şeyin sıkıntısı giderilir. Allah Tealâ kendisi için kötü bir arzuyu terk eden kalbe azap etmeyecek kadar kerim ve cömerttir.”

İbrahim Havvâs k.s. şöyle demiştir: “Kim bir şehvetini (kötü arzusunu) terk eder de bunun yerine kalbinde ilahî bir tat bulmazsa, o bu terk işinde yalancıdır (Allah için ihlâsla terk edilen her günahtan sonra, Allah kalbe ilahî bir tat ve huzur verir. Bu onun dünyadaki peşin hediyesidir. Asıl hediye ahirettedir).”

Vakit


Sûfîlerin aralarında kullandıkları özel lafızlardan biri “vakt”tir. Üstat Ebu Ali Dekkâk rh.a.’in şöyle söylediğini işittim: “Vakit, senin içinde bulunduğun haldir. Eğer sen gönlünle dünyaya bağlı isen, senin vaktin dünyadır. Eğer ahirete bağlı isen, senin vaktin ahirettir. Eğer sevinç içinde isen vaktin sevinç, üzüntü içinde isen vaktin üzüntüdür.” Üstat bununla şunu demek istiyor: Vakit, insana galip ve hakim olan haldir.

Bazen vakit ile sûfîler, içinde bulunulan zamanı kast ederler. Bazıları şöyle der: “Vakit, iki zaman dilimi arasındaki süredir.” Bu iki zaman dilimi ile, geçmiş ve gelecek zaman kast ediliyor. Bazıları, “Sûfî vaktinin çocuğudur” derler. Bununla sûfî, içinde bulunduğu vakitteki en hayırlı ibadetle meşgul olur, o vakit içinde kendisinden istenen şeyi yerine getirmekle uğraşır, demek isterler. Denilmiştir ki: Fakirin (müridin) asıl derdi geçen vakit ile gelecek vakit değildir. Onun bütün derdi ve meşguliyeti içinde bulunduğu vakittir.

Sûfîler, vakit sözüyle bazan kendi iradelerinin dışında, Cenab-ı Hakk’ın kendilerini içinde bulundurduğu hali kast ederler. Mesela, “Falan kimse vaktin hükmüyledir” derler. Bununla kulun, kendi tercihi dışında gayb aleminden başına gelen şeye teslim olduğunu anlatmak isterler. Bu durum, yerine getirilmesi gereken dinî vazife bulunmadığı zaman için geçerlidir. Yoksa, bulunduğun vakit içinde sana emredilen bir şeyi zayi etmen, o vakitteki işi ilahî takdire havale etmen, senden meydana gelen kusurlara hiç aldırış etmemen (ve bütün bunlardan mesul olmadığını söylemen) dinden çıkmaktır.

Sûfîler, “Vakit kılıçtır” derler. Bunun manası şudur: Kılıç dokunduğu şeyi nasıl kesip atarsa, vakit de Cenab-ı Hakk’ın kula takdir ettiği ve icrasına hükmettiği şeyi muhakkak kulda icra eder. Şöyle denilmiştir: Kılıcın tutulacak kısmı yumuşak, fakat ağzı keskindir. Kim onun geniş kısmına yumuşakça dokunursa tehlikeden kurtulur. Keskin kısmına sertçe çarpan ise helâk olur. Vakit de böyledir. Kim vakit içinde başına gelen ilahî hükme boyun eğerse kurtulur; onunla çekişmeye giren ise baş aşağı yuvarlanıp helâk olur.

Üstat Ebu Ali Dekkâk rh.a.’in şöyle dediğini işittim: “Vakit bir törpü gibidir; seni bir anda yok etmez, yavaş yavaş parçalayıp ufalar.” Yani eğer bir anda seni yok etse, tamamen ortadan kalkınca kurtulmuş olurdun. Fakat vakit seni bir anda bütünüyle yok etmez, her gün azar azar parçalar. Akıllı kimse, içinde bulunduğu vaktin (halin) hükmüne göre hareket eden kimsedir.

ayşe
Sat 10 January 2015, 12:07 pm GMT +0200
Esselâmü aleykum ve rahmetullah , faydalı bir yazı. Nefis bizimle Rabbimiz Arasında bir Engels'e bu engelden kurtulmak lazım gelir. Rabbim nefsimize uydurmasın inşallah.