- Nefes Arkadaşları

Adsense kodları


Nefes Arkadaşları

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sidretül münteha
Wed 22 September 2010, 07:37 pm GMT +0200
Nefes Arkadaşları


Nefes arkadaşlarımız...
Çocukluk, okul, yol, yurt, oda, koğuş, asker, silah, iş arkadaşlarımız...
Kimilerinin; hastane, hapishane, hacc, umre, av arkadaşları... Arkadaşlarımız...
Kahvehanelerde, lokallerde masa arkadaşları...



Filmlerde, tiyatro oyunlarında, müsamerelerde oyun arkadaşları...

Eşlerimiz, hayat arkadaşlarımız…

Belli zaman dilimlerinde aynı zaman algısıyla, belli mekân dilimlerinde aynı mekân algısıyla; zamanı ve mekânı paylaştığımız, ortak duygu ve tatlarda buluştuğumuz, hatıraları daima canlı, sık-sık hatırladığımız, yıllar sonra bir araya gelmeyi arzuladığımız, hatıraları yâd ettiğimiz; hatta bu bir araya gelmeleri, iş ortaklıklarıyla, kız alıp kız vermelerle, ortak mekânlarda ev sahibi olmalarla yeni birlikteliklere dönüştürdüğümüz arkadaşlarımız...

Hep merak etmişimdir, insanları bu kadar canlı duygularla tekrar bir araya getiren, birbirini unutturmayan, beyin kıvrımları arasında gizlenmiş oluşumların sırrı ne?

İmam-ı Gazâlî, eserine “Kimyâ-i Saadet” adını vermiş. Saadetin kimyası... İşte, sorunun cevabını burada buldum galiba! Her şey kimyâda gizli; insan biyo-kimyâsında...

Kimya Hocamız –ki, hiçbir zaman unutamadık- dersleri, bazen ağlayarak terk ederdi, kimya öğretemiyorum diye. Sınıf arkadaşlarım, kimyanın, meslekleri açısından gereksiz olduğuna inanıyorlardı. Kimya dersini dinlemek istemiyorlardı.

 Yıllar sonra, Sınıf Arkadaşlarımızla bir araya geldiğimizde, Kimya Hocamızın niye ağladığı ortaya çıkıyordu: Bizi güldürebilmek için ağlıyordu o; zira arkadaşlarımızın kan kimyaları bozulmuştu. Kimisinin tansiyonu, kimisinin şekeri, kimisinin de kolesterolü(!) vardı! Artık onlar, öğrenciliğimizde zevkle birlikte yediğimiz yemekleri yiyemiyor; ortak tatlar alamıyorlardı. Kimi arkadaşlara, tatlı, tuzlu, yağlı, şekerli yemek yasak olmuştu.

Kimya Hocamızı iyi dinleyip yüzünü güldürenlerin bugün yüzleri gülüyor. Ağlatanların ise...

Bir de Biyoloji Hocamız vardı: Beynimize kazımıştı, insanın biyolojik yapısını; hücre-hücre, doku-doku, organ-organ, sistem-sistem. Ne mümkündü, insan organizmasını oluşturan unsurların Latince isimlerini ezberlemeden, saymadan sınıf geçmek!

İnsanlar, belli mekânlarda, belli zaman dilimlerini paylaşırken aynı havayı teneffüs ediyorlar, aynı ortamın oksijenini paylaşıyorlar. Alınan oksijen, akciğerlerden kana geçip damarlar yoluyla en son hücreye kadar ulaşıyor. Gerekli işlevini tamamladıktan sonra, insan kanında bulunan karbonla birleşip karbondioksit olarak tekrar alındığı ortama bırakılıyor.

İnsan hareketlerini sağlayan, adale kaslarını (kırmızı kaslar) oluşturan miyofibrillere ulaşan oksijen; kanda bulunan şekerle (glikoz) reaksiyona girerek, enerjiye dönüşür. Üretilen hareket enerjisi, insan tarafından kullanıldıktan sonra ortaya çıkan ısı, terleme suretiyle; karbondioksit ise yine akciğer vasıtasıyla alındığı ortama bırakılır.

Aynı havayı teneffüs eden insanlar; ortama bıraktıkları havayı, ortak olarak solumaya devam ediyorlar. Zaman içerisinde, ortamın gaz kimyasıyla, kanların gaz kimyası, neredeyse ortak hale geliyor.(?)

Arkadaşların ürettiği karbondioksit; bütün damarları dolaştıktan sonra, aynı havayı teneffüs eden diğer arkadaşının kanında, vücudunu dolaşmaya devam ediyor; onun ürettiği de diğerinin kanında dolaşmaya...

Ortam arkadaşlarının; ortak gaz paydaları, ortak kan kimyaları ve belli oranda eşitlenen beyin işlemci (kavrama) hızları, ortak idrak, ortak algılamalar…

Nefesleriyle ortamı ısıtırlar, birbirlerine ısınırlar…

Kanları birbirlerine kaynar; “kanımız kaynadı” derler. Birbirlerine iyice alışıp ortak alışkanlıklar elde ederler.

Sınıf Baş-kanı, Oda Baş-kanı, Kafile Baş-kanı, Meclis Baş-kanı, Oturum Baş-kanı; Baş-kan’lar... Cumhur Baş-kanı. Ve aynı ortamın insanları; sonunda “Başkanlarını” seçiyorlar. Baş ve Kan… Kanlarının başını seçiyor insanlar. Ortak kan paydaları, ortak kan kimyaları; seçtikleri “Başkanlarında” somutlaşıyor.

İnsanların kanında, belli oranda karbondioksitin sürekli bulunması gerekiyor. Çokluğunda insan vücut fonksiyonları etkilenmeye, hatta durma noktasına (ölüm) gelebildiği gibi azlığında da aksamalara sebep olabiliyor. Azlığı ya da çokluğu, beyin işlemci hızlarını (kavrama hızı) etkileyebiliyor. (Vücutta, karbondioksit eksikliğinden kaynaklanan sağlık problemlerinin çözümü için kafaya poşet geçirmek suretiyle, belli bir müddet verilen havanın tekrar geri alınması, işin uzmanlarınca önerilebiliyor. Yine, bebeklerin sağlıklı büyüyebilmeleri için, belli zamanlarda kan gazlarının ölçümü tavsiye edilebiliyor.)

İnsanlar, bazen tabiatı özlüyorlar; kuşları, ağaçları... Onlarla da, doğumlarından itibaren çok geniş ortamlarda devam ediyor nefes arkadaşlıkları. Onların da dili var, anlayabilenler için... Ağaçlar, fotosentez yapabilmeleri için insanların ve hayvanların ürettiği karbondioksite muhtaç…

Nefes arkadaşlarının ürettiği, ortak kullandığı gazlar; azalan oranlarda da olsa hayat boyunca, damarlarında, kan kimyalarının bileşiminde dolaşmaya devam ediyor... Kim bilir?

Rüyalarımızı süsleyen eski dostluklar, sık-sık hatırlamalar, kulak çınlatmalar; işte azalan oranlarda da olsa, onların, zamanında kanlarımıza karıştırdıkları karbondioksitin beyin işlemcilerimizi harekete geçirmesi sonucu olsa gerek!

Saadet, “Kimya” ile oluşuyor. Saadetin de “Kimya”sı var...

Kimyamızı ortak oluşturmamız gerekiyor. Eksiğimiz, bir diğerinin artığı. Artığımız, bir diğerinin eksiği.

 Ortak “Kimyalarda” buluşmalar; ancak nefes arkadaşlığı ile cemaat olma, buluşma, cem olmalarla mümkün gözüküyor...

Nefes tüketmek…

Muhataplara, beyin kıvrımlarımızda oluşan, tasarlanan bilgileri, duyguları, anlatmaya çalışırken harcadığımız cehd ve gayret ile tükettiğimiz nefesler…

“Cihadın” tanımı: “İnsanla, İslâm’ı buluşturmak” olarak yapılır birçok kaynakta. Cehd göstermek, nefes harcamak, insanlarla İslâm’ı buluşturmak için…

İnsanlar, bir şeyi anlamak ya da kabul etmek istemiyorlarsa: “Boşuna nefesini tüketme!” derler. Yüce Allâh’ın, kalplerini, işitmelerini, görmelerini mühürlediği insanlar için “nefes tüketmek” boşuna…

Akciğerimizle karın boşluğu arasında ve akciğere tutunmuş vaziyette bulunan diyaframın kasılmasıyla, akciğerde oluşan basınçlı hava nefes borusundan çıkarken nefes borusunun ağzında bulunan ses tellerini titreştiriyor, bu titreşimden de ses oluşuyor. Sesin, dışarıdaki havayı titreştirmesi sonucu oluşan ses dalgaları; kulak zarımızı, kulak zarımızın titreşimi de orta kulaktaki sıvıyı titreştiriyor. Bu titreşimler, sinirler tarafından elektrik akımına çevrilerek beyindeki duyma merkezine iletiliyor. Sesle beyan edilen mesajı insan böylece algılamış oluyor.

Beyan için ses gerek; ses için de illâki “nefes” gerek.

Hz. Peygamber, İslâm ile sahabeyi buluştururken nefes harcadı. Sahabe-i kiram, Peygamberden aldığı nefesi, Tâbiûn’a; Tâbiûn da Etbâut-tâbiîne aktardı. İslâm mesajı, nefeslerden nefeslere, aktarıla-aktarıla günümüze kadar geldi.

Hz. Peygambere ümmet olmak aynı zamanda O’nun nefesinden nefeslenmek demek…

Nefes kelimesi, aynı zaman da “uzun söz” anlamına da geliyor. Kıyamete kadar bitmeyecek söz...

Sözün özü: “Âlemlere rahmet olarak” gönderilen, O büyük peygambere ümmet olma şerefine nail olmuşsak eğer; kanımızın biyo-kimyasal yapısında, O’nun biyo-kimyasal yapısından, nefesten nefese nakledilerek gelen bir parçayı da taşıyoruz demektir. Bunun idrakinde ve bilincinde olmamız gerekiyor.

Sonuçta O, ümmetinin “Baş-kanı”…


Mustafa Suna