- Necran Heyeti

Adsense kodları


Necran Heyeti

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Sun 20 December 2009, 07:50 pm GMT +0200
Necran Heyeti


Tevhid iktidarı Arabistan´a yayıldıktan ve her tarafı haki miyeti altına aldıktan sonra, müşrikler peyderpey İslama gir meye başladılar. Onlar çoğunlukla korkularından değil, aksine İslama olan rağbetlerinden dolayı müslüman oluyorlardı. Çün kü putperestlik perdesi gözlerinin önünden kalkmış, atalarını taklid etme sapıklığının çemberinden kurtulmuş, Islamm nu ruyla aydınlanmışlardı. Atalarının hiçbirşeye akıl erdiremedik lerini, doğru yolu bulamadıklarını idrak etmişlerdi. İslamiyet, artık insanları bizzat kendine davet eder hale gelmişti. İnsan ların gözlerindeki cahiliyet körlüğü ve putperestlik perdesi kalktıktan sonra herkes İslama akın akın gelmeye başlamıştı. Yahudi ve Hıristiyanlara gelince, Yahudilerin peygamber efen dimize karşı direndiklerini, hıyanet ve münafıklık içinde olduk larını, diğer insanları -nefislerine dair eman akdi aldıktan son ra dahi- müslümanlara karşı kışkırttıklarını önceki bölümlerde ani atmış iz dır. Bu insanlardan Peygamber efendimizin himaye sinde bulunmayanlara gelince, Peygamber efendimiz cizye öde meleri karşılığında bunlara da eman vermişti. Nitekim bu hu susu peygamber efendimizin güney Arabistandaki Yemen emir lerine yazdığı mektuplarda görmekteyiz. Onlar, mıntıkalarında yahudi ve mecusi kimselerin bir kısmının dinlerini değiştir-meksizin cizye ödemek istediklerini anlatmışlar; Peygamber efendimiz de, cizye ödemeleri karşılığında kendi dinlerinde ka labileceklerini beyan buyurmuştu.

Hıristiyanlara gelince bunlar, Peygamber efendimizle sa vaşmamışlar, ona karşı kimseyi kışkırtmamışlardı. Sadece Bizanslılar islam kuvvetlerine karşı saldırgan bir tavır takınmış lardı. Hıristiyan araplara, özellikle Yemen´in güneyindeki hı-ristiyanlara gelince bunlar, Islama ve peygamber efendimize karşı nesebi bir sevgi ya da daha yakın bir derecede dostluk göstermişlerdi. Bu sebeple Cenab-ı Allah, müslümanlarla dost luk ilişkisine giren hıristiyan araplar hakkında şöyle buyur muştur:

"İnsanlar içerisinde, inananlara en yaman düşman olarak yahudileri ve (Allah´a) ortak koşanları bulursun. İnananlara sevgice en yakın olanları "Biz hıristiyanlarız" diyenleri bulur sun. Çünkü onların içerisinde keşişler ve rahipler vardır ve on lar büyüklük taslamazlar."(Maide, 82)

Bu, az ileride sözünü edeceğimiz Necran hırıstıyanlarmm genel bir Özelliğidir. Ayrıca onları heyet olarak Peygamber efendimizin yanına gelmeye iten hususî bir sebeb de vardı. Pey gamber efendimiz onlara Islami daveti içeren ya da cizye öde melerini veya kendileriyle savaşacağını bildiren bir mektup yazmıştı. Mektubun metni şöyle idi:

"Rahman ve Rahim olan Allah´ın adıyla. İbrahim, İshak ve Yagkub´un ilahının adıyla... imdi ben sizi Allah´a kulluk etme ye, kullara ibadet etmekten vazgeçmeye, kulların velayetinden çıkıp Allah´ın velayeti altına girmeye davet ediyorum. Bu dave time icabet etmezseniz cizye vereceksiniz. Buna da yanaşmadı ğınız takdirde size savaş ilân ediyorum. Vesselam.

Peygamber efendimiz bu mektubu onların piskoposlarına göndermişti. Piskopos bu mektubu okuyunca paniğe kapıldı. Hemezanlılardan Şurahbil bin Vedae adındaki bir adama ha ber salıp yanına çağırttı. Halledilmesi zor bir problem çıktığı zaman piskopos bu Hemezanlı adamı çağırır, ona danışırdı.

Hemezanlı adam mektubu okuyunca piskopos: "Ya Eba Meryem senin bu husustaki görüşün nedir?" diye sordu. Şurah bil dedi ki: Allah´ın İbrahim´e, İsmail´in soyuna peygamberlik vereceğini va´dettiğini biliyorsun. Eğer bu adam peygamber ise buna iman edecek misin? Ama benim Peygamberlik hakkında bir görüşüm yoktur." Piskopos onu yanından uzaklaştırdı ve başkalarını istişare için çağırdı. Hepsi de ŞurahbiPin verdiği ce vabın aynısını verdiler. Bunun üzerine piskopos çan çalınması nı emretti. Çan çalındı. Kiliselerde ateşler yakıldı. Çullar kaldırıldı. Vadinin aşağısında, yukarısında halk toplandı. Vadinin uzunluğu, hızlı giden süvarinin gidişiyle bir günlüktü. Piskopos onlara peygamberimizin mektubunu okudu ve bu husustaki gö rüşlerini sordu. Neticede bir heyet gönderilip peygamberimizin haberini kendilerine getirmesi üzerinde görüş birliğine vardı lar. Heyet Medine-i Münevvereye doğru yola çıktı. Peygamber efendimizin yanına geldiklerinde yolculuk elbiselerini çıkarıp süslü ve gösterişli elbiselerini giyip altın yüzükler taktılar. Sonra Peygamber efendimizin yanına girdiler. Peygamber efen dimiz gece ve gündüz onlardan yüz çevirdi. Selamlarına karşı lık vermedi. Bunlar Hz. Osman ile Abdurrahman bin Avf in ya nına gittiler. Daha önceleri bu iki zat, ülkelerine gidip ticaretle uğraştıklarından dolayı, Necranlılar onları tanıyorlardı. Yanla rına vardıklarında şöyle dediler: "Peygamberiniz bize bir mek tup gönderdi. Biz de mektuba icabet ederek geldik. Yanına gir diğimizde selam verdik, ama selamımıza karşılık vermedi. Onunla konuşmak istedik, ama bizimle konuşmaya yanaşma dı. Şimdi size soruyoruz: Biz memleketimize geri dönelim mi?"

Hz. Osman ile Abdurrahman bin Avf, Hz. Ali´ye yönelerek ona sordular. "Ya Eba Hasen, bu kavim hakkında ne dersiniz?" Hz. Ali cevaben dedi ki: "Süslü elbiselerini ve parmaklarındaki altın yüzüklerini çıkarıp sefer elbiselerini yeniden giymelerini öneririm." Heyettekiler bu öneriye uyup üzerlerindekini çıka rıp yeniden sefer elbiselerini giydiler. Ve bu vaziyette peygam ber efendimizin yanına varıp selam verdiler. Peygamber efendi miz de selamlarına karşılık verdi. Onlar daha önceleri gurur ve kibirle alâyiş ve ihtişam içinde peygamber efendimizin yanına girdiklerinden dolayı peygamber efendimiz onlara yüz verme mişti. Alâyiş içinde bir kralın huzuruna girmemiş olduklarını bildirmek için selamlarına mukabelede bulunmamıştı. Aksine yoksul hayatı yaşayan, şerefini mal ve giysilerden değil, Rah man ve Rahim olan Allah´ın risaletinden alan bir peygamberin yanma girdiklerini onlara bildirmek istemişti. Bunun ötesinde peygamber efendimiz onlara yüz vermemekle gurur ve kibirle rini kırmış, kendi yaşantısı gibi bir hayat yaşamalarını lisan-ı haliyle tavsiye temiş oluyordu. Peygamber (s.a.v.) efendimiz se lamlarına mukabelede bulunduktan sonra diğer insanlara yap tığı gibi gülümsemeye başladı. İkindi namazından sonra Mescid-i Nebeviye gelen bu heyete .güler yüzle mukabelede bulun du. Bunlar doğuya yönelerek namaz kılmışlar; müslümanların bazıları bunları doğuya yönelik olarak namaz kılmaktan men´ etmek istemişlerse de kerem saltıibi ve müsamahakâr bir insan olan Peygamber efendimiz: "Onl ara ilişmeyin" diye talimat ver miş, böylece onlar namazlarını rahatlıkla kılabilmişlerdi.

Bu heyet 60 kişiden müteşekkildi. 24 kişi büyüklerinden ve önde gelen şahsiyetlerindendi. i balarında üç kişi vardı ki bun lar reis ya da reis konumundaki kimselerdi. Birincileri Akih is minde bir zat idi ki onların emirleriydi. Görüşüne uyarlardı. Meşveret sahipleriydi. Onun taı/-şivelerinin dışına çıkmazlardı. Asıl adı Abdülmesih idi. İkinci şjahıs ise Seyyid isminde bir zat olup temsilcileriydi. Toplantı ve sefer hallerinde de sorumluları idi. Üçüncü şahıs ise Beni Bekir bin Vail´in kardeşi olan Ebu Harise bin Alkame idi. Piskopos sları ve bilgili bir zat idi. Okul larının yöneticisiydi. Ebu Harise;, aralarında şerefli bir şahsiyet olduğundan dolayı itibar görürdü. Kitaplarını okuyup incele mişti. Hıristiyan Rumların hükümdarları ona yüksek payeler vermiş, çeşitli ikramlarda bulunmuş ve hizmetçiler tahsis et mişlerdi. Onun için kiliseler inşı ı etmiş ilim ve içtihat sahibi bir kişi olduğundan dolayı da ona çeşitli izzet ve ikramlarda bulun muşlardı. Uzakta oldukları halele bu hükümdarlar, Ebu Harise aracılığıyla Necranlıları nüfuz t /e iktidarları altında tutmasını bilmişlerdi. Gerek yüzüne karş ı, gerek gıyabında Ebu Harise Peygamber efendimize tazimde bulunurdu. Rivayete göre Ebu Harise, Peygamber efendimizin yanına gelirken bir katıra bin mişti. Yanı başında kardeşi de ´ benzeri bir katıra binmişti. Ebu Harise´nin katırı tökezleyince kardeşi "Uzaktaki şahıs tökezle-seydi keşke demiş, bu bedduas lyla peygamber efendimizi kas-tetdiği için Ebu Harise ona şu cevabı vermişti: "Sen tökezleyip düşesin! Şüphesiz Allah´a and olsun ki o, beklemekte olduğu muz ümmî peygamberdir."

Böyle deyince kardeşi: "Mailem onun peygamber olduğunu biliyorsun, ne diye ona uymuyosun?" diye sormuştu. Ebu Hari se ise kardeşinin sorusuna şöy le cevap vermişti: "Romalıların bize yaptıkları ikramları görüy ´orsun. Onlar bizi şereflendirdi ler, bize mal verip ikramda b ulundular. Muhammed´e uyar sam, elimdeki şu makam ve ser veti geri alırlar" Kürz bin Alkame adındaki kardeşinin İsrarı üzerine Ebu Harise nihayet müs-lüman olmuştu.

îbn İshak´ın rivayetine göne Abdullah bin Abbas şöyle de miştir: Necranlı hıristiyanlarla: yahudi alimleri bir araya gele rek Resulullah(s.a.v)´in huzuruna vardılar. Yahudi alimleri de diler ki: ibrahim de bir yahudi idi. Hrıstiyanlar da ibrahim´in ancak hristiyan bir kişi olduğunu iddia ettiler. Bunun üzerine Cenab-ı Allah şu ayeti Kerimeyi inzal buyurdu:

"ibrahim ne yahudi, ne de Hristiyandı; dosdoğru bir müslü-mandı. Müşriklerden de değildıl. Doğrusu, insanların İbrahim´e en yakın olanı, ona uyanlar, bu peygamber ve müminlerdir. Allah da mü´minlerin dostudur. "

Bazı yahudi alimleri: "Ey Muhammed Hıristiyanların Mer yem oğlu İsa´ya taptıkları gibi bizim de sana tapmamızı mı is tiyorsun?" diye sordular.

Necranlı hıristiyanlardan biri de: "Ey Muhammed, sen biz den bunu mu istiyorsun bizi lıuna mı davet ediyorsun?" diye sorunca Resulullah (s.a.v.) eifendimiz şu cevabı verdi: "Al lah´tan başkasına tapmaktan, ya da Allah´tan başkasına tapıl-masını emretmekten Allah´a sığınırım. Allah beni bununla gön dermedi ve bana böyle yapmamı emretmedi." Böyle dedikten sonra Cenab-ı Allah şu ayeti Kelimeyi inzal buyurdu:

"Hiç bir insana yakışmaz }ıi, Allah ona Kitap, hüküm ve peygamberlik versin de sonra d o kalksın) insanlara: Allah´ı bı rakıp bana kullar olun." desin; fakat "öğrettiğiniz ve okuduğu nuz Kitap gereğince Rabba haliı s kullar olun.!" der ve size: "Me lekleri ve peygamberleri tanrıla, r edinin!" diye de emretmez. Siz müslüman olduktan sonra, sie inkarı emreder mi?" (al-i imran:79-80) ´

Sonra peygamber efendimiz Hıristiyanlardan ve Yahudiler den ve atalarından alman ahdi ve kendi nefislerine karşı yap tıkları ikrarı onlara hatırlatıp şı ı ayeti Kerimeyi okudu:

"Allah, peygamberlerden şöyl \e söz almıştı: "Bakın size kitap ve hikmet verdim, sonra yanımı r,da bulunan (kitaplar)fı doğru layıcı bir peygamber geldiğinde, ona mutlaka inanacak ve ona mutlaka yardım edeceksiniz! Bı ınu kabul ettiniz mi? Ve bu hu susta ağır ahdimi üzerinize aldınız mı? demişti. "Kabul ettik!"

dediler." (AI-i imran:81)

Nihayet Necranlılar Peygamber efendimizden, Meryem oğlu İsa´nın durumunu sorduklarında onlara, Meryem oğlu îsa´nm Allah katından gönderilmiş olan bir elçi olduğunu ifade etti. Ali-Î îmran Suresinde İsa peygamberle ilgili olan ayeti kerime leri okudu. Bundan sonra Hıristiyanlar, suallerini yöneltmeye başladılar ve: "Biz hıristiyanlarız, Isa hakkında ne dersin? Eğer sen bir peygamber isen onun hakkında söylediklerini öğ renmek isteriz" Onların bu suallerine cevap olarak Peygamber efendimiz şu ayeti Kerimeleri okudu:

"Allah yanında îsa´nm durumu, Adem´in durumu gibidir. Onu topraktan yarattı, sonra ona (ol) " dedi. Artık olur... (Bu) Rabbinden gelen gerçektir. Öyleyse kuşkulananlardan olma. Kim sana gelen ilimden sonra seninle tartışmaya kalkarsa de ki" Gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadın larınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra gönülden lanetle dua edelim de, yalancıların üstüne Allah´ın lanetini di leyelim!" (Al-i imran:59-61)

Hıristiyanlar bu lanetleşme işine yaklaşmadılar ve benimse mediler. Sabah olunca Peygamber (s.a.v.) efendimiz Bu lanet leşme işini kendilerine haber verdikten sonra Hasan ile Hüse yin´i ellerinden tutup getirmiş, Fatıma da arkasından, yürüye rek gelmişti. O sırada Peygamber efendimizin bir kaç zevcesi vardıysa da onlardan birini seçmemişti. Önceki sayfada sözetti-ğimiz üç kişinin yanısıra Necranlı heyet, başlarında Reisleri Şurahbille birlikte geldiler. Peygamber efendimiz onlarla lânetleşmek isteyince, Şurahbil şöyle dedi: "Vadi halkının alt ve üst tarafı toplanıp bir araya geldiklerinde benim görüşümün dışına çıkmazlar. Allah´a andolsun ki bu zat bir hükümdar ol saydı teklifini reddettiğimiz zaman, gözlerinde mızrak sapla nan ilk araplar biz olurduk. Onun ve ashabının Önünden helak edilmedikçe geçilmez ve bırakılmazdık. Eğer bu zat, gönderil-miş bir peygamberse, kendisi bizimle lânetleşince, bizden yeryü zünde hiçbirşey, hiçbir kimse kalmaz, helak olur!"

Sonra :"Ey Şurahbil bu hususta senin bir önerin olacak mı?" diye soranlara şöyle cevap verdi: uBen onu bu işte hakem kılmayı uygun görüyorum. Çünkü ben bu zatın hiçbir zaman haksız bir hüküm vermeyeceğini sanıyorum." dedi. Görüşünün dışına çıkmadıkları Şurahbil, Resulullah (s.a.v.)´in yanına vararak şöyle dedi: "Ben seninle lânetleşmekten daha hayırlı birşey düşünüyorum." Peygamber efendimiz: "O nedir?" diye sorunca Şurahbil şöyle bir açıklamada bulundu: "Sen bugün, geceye ka dar; geceden de sabaha kadar hükmünü ver, kararını açıkla. Bizim hakkımızda her ne hüküm vereceksen o muteber olacak tır."

Resulullah (s.a.v.) efendimiz Şurahbil ve izleyicileri üzerin de sözünün geçerli olacağına güvenerek Şurahbil´e: "İzleyicile rinden seni kınamaya, yermeye kalkışacak kimseler bulunabilir mi?" diye sordu. Şurahbil: "Sor şu iki arkadaşıma!" dedi. Ar­kadaşları da: uBaşından sonuna kadar bütün vadi halkı, Şu-rahbil´in görüşünün dışına çıkmaz" dediler. Bunun üzerine peygamber efendimiz onlar hakkında şu yazılı hükmünü verdi. Ve mektubu onlara teslim etti. Mektupta şunlar yazılıydı:

"Rahman ve Rahim olan Allah´ın adıyla. Bu, Allah´ın pey gamberi Muhammed(s.a.v)´in Necran halkına yazdığı bir yazı dır. Necranlıların beyaz, kırmızı, sarı herçeşit nakitleriyle mey ve ve mahsulleri ve köleleri hakkında Resulullah´ın hükmü:

Bunların hepsini, kendilerine bırakırsın. Buna karşı onlar her yıl Sefer ayında 1000 ve her Recep ayında 1000 adet olmak üzere 2000 adet elbise, her elbise ile birlikte birer okka gümüş de ödeyeceklerdir. Her elbise, bir okka yani 40 dirhem değerin de olacaktır. Elbiselerin haraç vergisine nazaran fazlalığı veya okka kıymetinden eksikliği hesaplanacaktır. Onların haraç ola rak Ödemeleri gereken binek hayvanları, atlar, zırhlı gömlekler veya diğer mallar kendilerinden hesapla alınacaktır.

Elçilerimin 20 gün veya daha az veya 30 gün veya daha az müddetle konuklanmaları ve ağırlanmalarıyla Necranlılar yü kümlüdürler. Elçilerim bir aydan fazla tutulamaz, bekletile mezler.

Yemen´de bir savaş, bir yaramazlık baş gösterdiği zaman, Necranlılar, emanet olarak 30 adet zırh gömlek, 30 at ve 30 de ve vermekle yükümlüdürler.

Elçilerime emanet olarak verilen zırh, at, deve ve diğer mal lar -bunlardan telef olanları da tazmin edilmek üzere- Necran-lılara iade edilinceye kadar elçilerimin kefareti altındadır.

Necran ve Necran´a bağlı yerlerdekileri malları, canları yurtları, dinleri, hazır bulunanları, hazır bulunmayanları, kiliseleri, Ruhbanlıkları, Piskoposlukları, az veya çok ellerinin altındaki herşeyleri, Allah´ın himayesinde ve Allah Resulü Muhammed(s.a. v.)in himayesindetir.

Piskopos, piskoposluğundan, papaz papazlığından, rahip rahipliğinden değiştirilmeyecek, döndürülmeyecek, bulunduk ları hal ve durumları, haklarından herhangi bir hak da değiş-tirilmeyecektir.

Artık faiz alıp vermek yoktur. Necranlılara zulüm ve kötü lük yapılmayacaktır. Cahiliyet devrinden kalma kan davası da güdülmeyecektir. Onların ne mallarından Öşür alınacak, ne as ker gelip yurtlarını çiğneyecek, ne de kendileri savaş için topla­nacaktır. Necranda kim bir hak talebinde bulunacaksa arala rında insaf ve adalet üzerine davranılacaktır. Ne zulüm yapıla cak, ne de zulme uğranacaktır. Gelecekte faiz yiyen kişi, hima yemden uzak kalır. Onlardan hiçkimse başkasının yaptığı bu sahifede yazılı yükümlülüklerin üşenmeden gereğini yerine ge tirdikleri hayırhahlık gösterdikleri ve iyi davrandıkları takdir de Allah´ın emri gelinceye kadar, Allah´ın ve Peygamber´in te melli himayesi altında bulunacaklardır."

Ebu Süfyan bin Harb, Gaylan bin Amr, Malik bin Avf, Akra´ bin Habis el-Hanzeli ve Mugire bin Şu´be gibi Peygamber efen dimizin meclisinde hazır bulunan sahabiler bu vesika üzerinde şahit oldular.

Bu bir nevi Zımmilik akti yerindeki bir yazı idi. Hıristiyan lıklarında kaldıkları sürece bu yazının kefareti altında kala caklardı. Ama tamamı ya da bir kısmı îslamiyeti din olarak seçtiği takdirde müslüman olanlar, diğer mü´minlerin hükmü ne tabi olacaklardı. Onlarla diğer müslümanlann arasında her hangi bir fark kalmayacaktı.

Necranlı piskopos ve rahiplerden İslama girip peygamber efendimizin nübüvvetini kabul edenler olmuştu. Onun, İbrahim oğlu İsmail neslinden gelmesi beklenen peygamber olduğuna inanmışlardı.

Rahiplerden biri İslama meyletmiş, peygamber efendimizin yanına gitmiş, ona bir aba hediye etmişti. Peygamber efendimi zin yanına gelip vahyin nasıl indiğini, İslamm farzlarının, hudûd ve sünnetlerini neler olduğunu Öğrenmek istemişti. Bu nunla birlikte İslamiyeti kabul etmemiş, ancak kavmine dönüp tekrar gelmek üzere peygamber efendimizden izin istemiş ve: "Memleketime gitmem gerekiyor, înşaallah yine sana gelece ğim" demişti. Böyle diyerek gittikten sonra peygamber efendi mizin vefatına kadar bir daha dönmemişti. Öyle anlaşılıyor ki bu olay, hicri lO.senede vuku bulmuştur.

Necran heyetinden bahsederken Seyyid, Akıp ve Ebu Haris adında üç kişiden söz etmiştik. Bunlar peygamber efendimizin yanında kalarak onun konuşmalarını dinliyor, hal ve harekatı nı izleyip durumunu öğreniyorlardı. Fakat bunlar Şurahbilin heyetinden ayrı bir heyet olarak gelmişlerdi. Necran iklimleri, kiliseleri ve piskoposları ayrı olduğu için iki ayrı heyet halinde Necranlılar peygamber efendimizin yanına gelmişlerdi. Her ne ise.. Ebu Haris´in heyetinde Seyyid ile Akib adında iki zat daha vardı. Bunlar Peygamber efendimizden şu mealde bir yazı ala rak Medine-i Münevvereden ayrılıp gitmişlerdi. Mektupta şun lar yazılıydı:

"Rahman ve Rahim olan Allah´ın adıyla Peygamber Mu-hammed´den Piskopos Ebu Harise.. Necran Piskoposları, Ka hinleri, Rahipleri, Köleleri, Hülasa bütün halkı, ellerinin altın da bulunan az çok malları Allah ve Resulünün himayesinde-dir. Hiçbir piskopos piskoposluğundan, hiçbir rahip rahipliğin den, hiçbir kahin kahinliğinden alınıp değiştirilmeyecektir. Halkları hiçbir değişikliğe uğratılmayacak, yetkileri ellerinden alınmayacak, pozisyonları değiştirilmeyecektir. Bütün bu hu suslar Allah ve Resulünün tekeffülü altındadır. Bir zalime meyletmeksizin, zalimlerle iş birliği yapmaksızın, düzenli bir şekilde yaşadıkları, Allah ve Resulünün fermanına uydukları takdirde bütün hakları kefaletimiz altındadır,

Bu peygamber efendimizin Necranlılara yazdığı en son yazı dır´ki, zimmilik akdini içermektedir.