- Nebî Olarak Statüsü

Adsense kodları


Nebî Olarak Statüsü

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
saniyenur
Sat 16 June 2012, 05:05 pm GMT +0200
Nebî Olarak Statüsü

Rasûlullah'in Nebî ve insan vasıfları ara­sındaki farkın ne olduğu hususunda Kur'ân-ı Kcıım çok açıktır. Şüphesiz peygamberler, in­sanları Allah'a kul olmaya çağırmak için gön­derilmişlerdir, kendilerine kulluğa değil. "Be­şerden hiçbir kimseye yakışmaz ki Allah ken­disine Kitab'ı, hükmü ve nübüvveti versin de, sonra o, insanlara: 'Allah'ı bırakıp da (gelin) bana kul olun desin' fakat o, 'öğretmekte ve okuyup okutmakta olduğunuz Kitaba göre Rabbe kul olun' (der)." .(3: 79). Onlara aynı anda iki görev birden verilmiştir. İlki insanları Allah'tan başka bütün şahıslara, ki buna ken­dileri de dahildir, kulluktan kurtarmak. İkinci­si' onları yalnızca Allah'a kullukta bir araya getirmek." (Elçi hediyelerle) Süleyman'a gel­diği vakit: 'Sizler bana mal ile yardım mı edi­yorsunuz? Allah'ın bana vermekte olduğu, si­ze verdiğinden daha hayırlıdır; hayır, siz, he­diyenizle sevinip öğünebilirsiniz' dedi." (27: 36). Allah her insana yalnızca Allah'a itaat et­mesi ve tağuttan yüz çevirmesi mesajıyla bir elçi göndermiştir: "Ey ehl-i Kitap, bizimle aranızda müsavi (ve adil) olan bir kelimeye gelin, (şöyle) diyerek: 'Allah'tan başkasına tapmayalım; O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım; Allah'ı bırakıp da birbirlerimizi Rabb'ler edin­meyelim.' (Buna rağmen) Eğer yine yüz çevi­rirlerse, deyin ki; 'Şahit olun, biz muhakkak müslümanlanz..'" (3: 64).

Yine insanların nebilere kayıtsız şartsız itaat etmek ve izlemekle emredildiklerini görürüz. Bu, onların şahsi haklarından biri sebebiyle değil, Allah'ın istek ve hükümlerinin kendileri vasıtasıyla insanlara ulaştığı elçi olmaları ne­deniyledir. Bu yüzden onlar Allah'ın izniyle kendilerine itaat olunsunlar diye gönderilmiş­lerdir (4: 64) ve kendilerine itaat Allah'a itaat olarak değerlendirilir. (4: 80). Keza, Kur'an-ı Kerim ve Rasul'ün sünneti ile ortaya konan diğer bir gerçek de; Rasulullah'ın vahiyle konuşmadığı ve yalnızca kendi ferdi fikirleri­ni açıkladığı durumlarda, ilahi hükümleri açıkladığı anların aksine hiçbir zaman insan­lardan mutlak itaati talep etmemesidir. Bu hu­susta bir hayli örnek daha önce aktarılmıştır.

Rasul'ün nebi ve insan statülerinin arasındaki bu ayırım yalnızca nazari açıdan idi, şimdi ise pratik cephesini mütalaa edeceğiz. Bu çifte sı­fatlar insanlar arasında hizmet görmeleri için Allah'ın bazı insanları kendisinin yegane temsilcileri olarak görevlendirmesi gerçekten çok hassas ve karmaşık bir husustur. Bir taraf­tan, bu insan kendisi de dahil bütün beşeriye­te, bütün yaratıklara kulluk yapmaktan uzak olmalı ve Özgürlüğün bu veçhesinde onları sözleri ve davranışları ile eğitmelidir. Diğer taraftan da aynı insan Allah'a mutlak itaati muhakkak olanlardan talep etmeli ve uygula­ma açısından itaatin merkezi nebi sıfatıyla kendisi olmalıdır. Bu iki aykırı husus aynı ki­şice aynı anda yapılmak zorundadır. Her ikisi arasındaki sınır birbiriyle o derece bitişiktir ki, Allah ve Rasulü'nden başka hiçbir kimse bu ikisi arasına bir ayırım çizgisi çekemez.

Bu problemin hassaslığı ve karmaşıklığı aşa­ğıdaki üç noktayı göz önüne aldığımızda daha da artmaktadır. İlk nokta; Allah'ın hükümler: altında Rasulullah itaat isterken kuşkusu; nübüvvet görevini yerine getirmekteydi. Fa­kat, fevkalade itaatkar ashabını kendi şahsına zihni kölelikten kurtarm düşünce ve ifade Özgürlüğü mefhumunu öğreterek eğitirken; kendi şahsî düşüncesinden farklı bağımsız gö­rüşlere sahip olmaları için onları teşvik eder­ken; kendi şahsî statüsü ile nebî' statüsü arası­na sınır çizgisi çekip onlara ilkinde serbest ol­duklarını, ancak diğerinde tercih haklan ol­madan dinleyip itaat etmeleri gerektiğini anla­tırken bile gerçekte O, nübüvvet görevinin di­ğer bir parçasını icra etmekteydi. İşte burası O'nun kişi ve nebi statüleri arasındaki farkın anlaşılmasının bizler için zorlaştığı ve pratikte her ikisinin ayrımının daha da güçleştîği nok­tadır. Bu noktada her iki statü birbirine o ka­dar karışmıştır ki aralarında yalnız nazari fark kalmaktadır. Şahsi statüyle çalışırken bile ne­bî' sıfatıyla çalışıyor gözükmektedir, ikinci nokta, nebinin şahsında bütünüyle kişisel gö­züken meseleler bile -misal olarak; yemek, giyim, evlilik, aile yaşantısı, ev içerisinde çalış­ma, def-i hacet, arınma, yıkanma- evet, bunlar bile bütünüyle kişisel olmayıp İslam kültürü­nü şekillendirip oluşturan şer'i hudutları ve İs­lam ahlâkını ihtiva ederler. Rasulullah'ın nebî statüsünün bittiği ve şahsi statüsünün başladığı yeri tayin etmek artık kişi için ger­çekten güçleşmektedir. Üçüncü nokta, Kur'an bir bütün olarak Rasulullah'ın hususi haya­tının bizler için her yön ve her veçhesiyle reh­berlik sağlayacak "mükemmel bir örnek (us-wa)" (33:21) ve O'nun "kendi izniyle Allah'a çağıran ve nur saçan bir çerağ" (33:41) oldu­ğunu anlatmaktadır. Ve Kur'an-ı Kerim, O'nun yanlışa sapmadığının, O'nun rehberliği­nin Allah tarafından yapıldığının şahitliğini taşır: "Battığı zaman ki yıldıza and olsun; sa­hibiniz (olan Rasul) ne dalalete düştü, ne de azdı. O nevasından, konuşmaz. O (söyledikle­ri), yalnızca vahyolunan bir vahiydir." (53: 1-4).

Şah Veliyullah Dehlevi, Rasulullah'a saygı ve itaatin gaye ve hikmetini çok zarif ve etki­leyici ifadelerle izah eder. Der ki, tanınmış bir hükümdardan mesaj ileten bir kimsenin say­gıyla karşılanıp gerekli ihtimamın gösterilme­si Öteden beri her kavmin geleneğidir. Elçinin, hükümdarın emirlerini beyanı sanki hüküm­darın bizzat kendisi emir veriyormuşcasına itibar görür. Ve şayet, hükümdar adına insan­lardan sadakat sözü almak için gönderilmişse, uzanıp eliyle onun elini tutmak hükümdarın elini tutmakla eş addedilir. Büyük bir hü­kümdarın elçisine karşı insanların bu yakla­şım ve davranışlarının benzeri Kur'an-ı Kerim'de şu ifadelerle yer alır: "Hiç şüphesiz, sa­na biat edenler, ancak Allah'a itaat etmişler­dir. Allah'ın yed'i onların elleri üzerindedir" (48:10). İşte bu yüzden, Rasulullah'ın şahsı Allah'ın nişanlarından (Şa'air Allah) biri ya­pılmış ve kendisine itaat insanlar üzerine farz kılınmıştır.

İnsanlar, O'nunla sıradan insanlarla konuştuk­ları gibi konuşmamak ve O'na hayır duaları göndermekle emrolunmuşlardır. (49: 2). (Şah Veliyullah Dehlevi; Hujjat Ullah al-Baligah c.II).