- Nasslarda Vârid Olmuş Lafızları Kullanmak

Adsense kodları


Nasslarda Vârid Olmuş Lafızları Kullanmak

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
saniyenur
Tue 10 January 2012, 08:26 pm GMT +0200


Nefyleri de, isbatları da varid olmamış lafızlara gelince, bu lafızları kullananların maksadı incelenmeden mutlak olarak kullanılmazlar. Eğer maksat doğru ise kabul edilir. Şu kadar var ki, bu maksatları nasslarda varid olmuş lafızlarla ifadelendirmek ve gerek olmadıkça mücmel (kapalı) lafızlar kullanma yoluna gitmemek gerekir.

Bu lafızlar kullanılacak olursa, onlarla beraber maksadın ve gereğin ne olduğunu açıklayan karinelerle birlikte kullanılmalıdır. Mesela eğer bu hitaplar kullanılmayacak olursa, maksadın tam anlamıyla ifade edilememesi gibi bir durum söz konusu ise, bu gibi lafızları kullanma yoluna gidilebilir.

Tahâvî -Allah ona rahmet etsin- buradaki ifadeleriyle Müşebbihe’nin görüşlerini reddetmek istemiştir. Şüphesiz ki Allah bir cisimdir, O’nun cüssesi ve organları vardır ve buna benzer kanaatler ileri süren Davud el-Cevaribî ve benzerlerinin görüşlerini reddetmektedir. Yüce Allah böylelerinin söylediklerinden alabildiğine yücedir.

Burada Tahâvî’nin nefy’den kastettiği mana, doğrudur. Ancak ondan sonra gelen bir takım kimseler bu nefylerinin genel çerçevesine hak ve batıl olan şeyleri de sokmuşlardır. Bundan dolayı bu hususun açıklanmaya ihtiyacı vardır. Şöyle ki: Selef, insanların Yüce Allah’ın haddini (sınırını, tanımını) bilemeyeceklerini ve O’nun sıfatlarından hiçbirisini aynı şekilde sınırlandıramayacaklarını ittifakla kabul etmişlerdir.

Ebu Davud et-Tayalisî der ki: Süfyan, Şu’be, Hammad b. Zeyd, Hammad b. Seleme, Şerik ve Ebu Avane ne bir had’den söz ederler, ne benzetirler, ne temsil ederlerdi. Onlar hadisi rivayet ederler ve: Nasıl? demezlerdi. Onlara soru sorulacak olursa, bu hususta bildikleri sağlam rivayetlerle cevap verirlerdi. Nitekim ileride Tahavî’nin: "O mahlukatını kendisini kuşatabilmekten yana aciz bırakmıştır" ifadeleri açıklanırken bu husus bir daha ele alınacaktır.

Böylelikle onun maksadının şu olduğu anlaşılmaktadır: Yüce Allah herhangi bir kimse tarafından sınırlarıyla kuşatılmaktan yüce ve münezzehtir. Yoksa bu; O, mahlukatından ayrı değildir, onlardan ayrı bir varlık ve onlardan farklı değildir, manasına kullanılmamıştır.

Rükünler, azalar ve araçlar gibi lafızlara gelince, bunları kabul etmeyenler kat’î delillerle sabit bir takım sıfatları da reddetmeye yol edinmektedirler, el ve yüz gibi. Ebu Hanife -Radıyallahu anh- "el-Fıkhu’l-Ekber" adlı eserinde şunları söylemektedir: "Onun eli, yüzü ve nefsi vardır. Nitekim Yüce Allah Kur’ân-ı Kerîm’de el’den, yüz ve nefis’ten söz etmektedir. O halde bunlar O’nun keyfiyetleri bilinmez olarak sıfatıdır. O’nun eli, kudreti ve nimeti demektir denilmez. Çünkü o takdirde sıfat iptal edilmiş olur."

İmam (Ebu Hanife -Radıyallahu anh-)ın bu söyledikleri kat’î delillerle sabittir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Kendi ellerimle yarattığıma secdeden seni ne alıkoydu?" (Sad, 38/75); "Halbuki kıyamet gününde arz bütünü ile O’nun kabzasındadır. Gökler ise O’nun sağ eli ile dürülmüş olacaktır." (ez-Zümer, 39/67); "O’nun yüzünden başka herşey helâk olacaktır." (el-Kasas, 28/88); "Celal ve İkram sahibi Rabbinin vechi (yüzü) ise kalıcıdır." (er-Rahman, 55/27)

Yine Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Sen nefsimde olanı bilirsin ama Ben senin nefsinde olanı bilemem." (el-Maide, 5/116); "Rabbiniz kendi nefsi üzerine rahmeti yazdı." (el-En’âm, 6/54); "Ve seni kendi nefsim için seçtim." (Tâhâ, 20/41); "Allah size kendisinden sakınmanızı emrediyor." (Al-i İmran, 3/28)

Şefaat hadisi diye bilinen hadiste de Peygamber -Sallallahu aleyhi vesellem- insanların Âdem’in yanına gideceklerini ve ona şunları söyleyeceklerini bildirmektedir: "Ve Allah seni eliyle yarattı, meleklerine sana secde ettirdi ve sana herşeyin isimlerini öğretti."[107]

El’den kasıt kudrettir, diyenlerin te’villeri doğru değildir. Çünkü Yüce Allah’ın: "Ellerimle yarattığım" (Sad, 38/75) buyruğunun kudretimle yarattığım anlamına gelmesi doğru olamaz. Bu doğru kabul edilecek olursa o takdirde İblis’in de: Beni de aynı şekilde kudretinle yarattın. Bundan dolayı onun bana bir üstünlüğü söz konusu değildir, diye cevap vermesi söz konusu olurdu. O bakımdan İblis, kâfir olmasına rağmen Rabbini Cehmiye fırkasından daha iyi tanıyordu.

Onların: "Görmezler mi ki Biz onların faydasına kendi ellerimizle var ettiğimiz davarlar yarattık. İşte kendileri bunlara sahiptirler." (Yasin, 36/71) buyruğunda lehlerine delil olacak bir taraf yoktur. Çünkü Yüce Allah burada "elleri" çoğul zamirine izafe ettiğinden dolayı, çoğul olarak zikretmiştir ki lafzî olan iki çoğul kelime arasında bir uyum olsun ve böylelikle bu mülkiyete ve azamete delalet etsin. Burada tekil zamire izafe edilerek "iki elimle" diye buyurulmadığı gibi, çoğul zamire eli izafe ederek "iki elimizle" şeklinde de iki lafız da kullanılmamıştır. Buna göre Yüce Allah’ın: "Ellerimizle var ettiğimiz" ifadesi Yüce Allah’ın: "İki elimle yarattığım" buyruğunun bir benzeridir.

Peygamber -Sallallahu aleyhi vesellem- de aziz ve celil olan Rabbi hakkında şöyle buyurmuştur: "O’nun hicabı nurdur. Eğer O’nu açacak olursa, yüzünün parıltıları mahlukatından gözünün ulaştığı herbir şeyi mutlaka yakardı."[108]

Bununla birlikte bu sıfatlar hakkında "bunlar organlar, azalar, araçlar yahut rükünlerdir," denilmez. Çünkü rükün mahiyetin bir parçasıdır. Yüce Allah ise bir ve tek’tir, samed’dir. Asla parçalara ayrılmaz, O bundan yüce ve münezzehtir. Organlarda ise ayırma ve parçalara bölme anlamı vardır. Yüce Allah bundan münezzehtir. Nitekim Yüce Allah’ın: "Onlar Kur’ân’ı azalara (parçalara) ayırdılar." (el-Hicr, 15/91) buyruğu da bu kabildendir.

Azalarda, onlar vasıtasıyla kazanmak ve faydalanmak manası vardır. Araçlar da bu şekildedir, bir takım menfaatleri sağlamak ve bir kısım zararları önlemek için onlardan yararlanılır. Bütün bu hususlar ise Yüce Allah’tan uzaktır. Bundan dolayı Yüce Allah’ın sıfatları arasında bunlardan hiç söz edilmez.

O halde şer’î lafızların manaları da doğrudur, yanlış ihtimallerden uzaktır. Bundan dolayı Allah hakkında nefy ya da isbat kastıyla kullanılacak şer’î lafızlardan uzaklaşmamak lazımdır. Böylelikle fasit herhangi bir mana tesbit edilmesin, doğru herhangi bir mana da nefyedilmesin. Bütün bu mücmel (açık ve net olmayan) lafızlar ise haklı olan tarafından da batıl peşinde olan tarafından da kullanılabilecek durumdadır.


[107] Buhârî 4476.

[108] Müslim 179.