meryem
Fri 18 February 2011, 04:56 pm GMT +0200
Nasih-Mensuh
Nesh, 'Ne-Se-Ha' fiil kökünden gelir, masdardır’. Sözcük olarak, 'yok etmek, gidermek, değiştirmek' gibi anlamlar içermektedir. Günlük konuşmada, 'güneş gölgeyi neshetti (giderdi), ihtiyarlık gençliği neshetti(giderdi) 'gibi konuşmalarda da geçer. Ruhların bir bedenden diğerine geçişi anlamında kullanılan 'tenasüh'(geçişmek) ile, bir kitabı çoğaltmak, kopyesini çıkarmak anlamında 'istinsah’ ve bir kitaptan istinsah edilmiş suretler için kullanılan 'nüsha' kelimeleri de 'nesh'den türemedir. [92] Kur'an'da, “Allah şeytan'ın attığını iptal eder, giderir (nesheder), sonra, kendi ayetlerini, güçlendirir” (Hacc: 52) buyurulmakta ve vahyde ve Kur'an'da şeytanın hiç bir şekilde elinin olmadığı belirtilmektedir. Bir diğer ayette, “Muhakkak sizin işlediklerinizi yazıyorduk (istinsah ediyorduk)” (Casiye: 29) buyurulmaktadır. Bu ayet, Kitabı anlama yönünden de hayli anlamlıdır. İnsanların dünyadayken işledikleri ameller bir kitabın kelimeleri halinde ortaya çıkmakta ve Allah'ın melekleri bu kelimeleri yazarak, insana Ahiret'te verilecek kitabını hazırlamaktadırlar. Bir diğer ayette, “Ne zaman kî Musa'nın öfkesi yatıştı, o zaman levhaları aldı; onların nüshasında Rabb'lerinden korkanlar için hidayet ve rahmet vardır” (A'raf: 154) buyurulmaktadır. Buradaki nüsha kelimesi 'yazı' olarak da çevrilmiştir; ne ki, rahmet ve hidayetin yazıya özgü kılınmasının anlamı izah edilmemektedir. Burada nüsha, levhalar çoğul olduğundan her biri için veya levhalar Kitab'ın Anası'nın nüshaları olduğu için kullanılmış da olabilir.
Nesh, terim olarak, 'bir nass'ın hükmünü sonra gelen bir nass'la kaldırmaktır, şer'î bir delil ile şer'î bir hükmü kaldırmaktır'[93] şekillerinde tanımlanmıştır.
Nesh'in terim anlamiyla Kur'an'da, “Biz benzerini veya daha iyisini getirmeden bir ayeti neshetmez veya unutturmayız” (Bakara: 106) ayetinde ve bunu açıklayıcı olarak da, “Biz bir ayetin yerine başka bir ayeti getirdiğimiz zaman, Allah ne indirdiğini bilirken, sen iftira ediyorsun” derler. Hayır, çokları bilmiyorlar. De ki: “İman edenleri sağlamlaştırmak ve müslümanlar için de hidayet ve müjde olmak üzere onu Ruh-ül-Kuds Rabb'inden hakkla indiriyor” (Nahl: 101-102) ayetinde geçtiği ileri sürülmektedir. Fakat, bu ikinci ayette 'nesh' değil, 'bir ayetin yerini bir başka ayetle değiştirmek' anlamında 'tebdil' kullanılır.
Kur'an'da 'nesh'in yanısıra, 'unutturmak' da söz konusu edilmektedir. Nitekim, Bakara Suresi'nin 106'ncı ayetinde 'nesheder ya da unutturursak’ denmektedir. Şu kadar ki, bu ayette geçen ve 'unutturursak' anlamı verilen 'nünsihâ' kelimesi, Ömer, İ. Abbas, Nehaî, Ata, Mücahid, Abîd bin Umeyr, İ. Kesir ve Ebu Am'r tarafından 'nense' hâ' şeklinde okunmuştur ki, 'ertelersek' demektir. [94] Alışverişte, 'veresiye, geri bırakılmış borç' anlamlarına gelen 'nesîe' ve Cahiliyet döneminde müşrik Araplar'ın Haram ayların yerlerini değiştirmelerini, Muharrem'in haramlığını Sefer ayma ertelemelerini ifade eden 'nesi’ kelimeleri de bu kelimeyle bağlantılıdır. Fakat, Kur'an-ı Kerim'de 'unutturma' kelimesi bir diğer yerde daha geçmektedir: “Sana okutacağız da unutmayacaksın, ancak Allah'ın dilediği dışında” (A'lâ: 6-7). Şu halde 'nesh'le birlikte, 'unutturma' da söz konusudur.
Kur'an'da Ebu Müslim el-İsfaharü'ye kadar bilginler çoğunlukla üç türlü neshin olduğunu kabul ediyorlardı:
1. Hükmü neshedildiği halde, lâfzı kalan ayetler. “Her nereye yönelirseniz, Allah'ın vechi orasıdır (Bakara: 215) ayetini, “yüzünü Mesdd-i Haram tarafına çevir” (Bakara: 144) ayetinin neshetmesi gibi. (Fakat, burada nesh olayını kabul etmek zordur. Çünkü, her tarafta Allah'ın vechinin bulunuşu, namazda Kıble tarafına dönmeğe aykırı değildir. Fakat ayetin namazda dönülecek yerle ilgili olarak ifade ettiği anlam ve ortaya koyduğu hükümde kuşkusuz Nesh vardır)
2. Lâfzı neshedilen, ama hükmü geçerli kalan ayetler. Hz. Ömer tarafından rivayet edilen recin ayeti buna delil gösterilmektedir.
3. Hem hükmü, hem de metni neshedilen ayetler: “Ademoğlu'nun iki vadi dolusu malı olsa, bir üçüncüsünü de ister. Ademoğlu'nun iç boşluğunu topraktan başka bir şey doldurmaz. Ancak tevbe edenin tevbesini Allah kabul eder” şeklinde bir ayet buna örnek gösterilmiştir.
Müfessirler ilk dönemde, mensuh ayetlerin sayısını 260'e çıkarıyorlardı. H. 322 yılında vefat etmiş bulunan Ebu Müslim el-İsfahanî, Kur'anda neshin olmadığını iddia etti. Fakat, Suphi es-salih'in de yerinde bir tesbitle belirttiği gibi, neshi kabul eden veya etmeyen müfessirlerin çoğu Kur'an ayetlerinin birbirlerini ve Sünnet'in ayetlerin hükümlerini genelleştirmesi, özelleştirmesi, açıklaması (ta'mîm, tahsis, tafsil) ve kayıtlaması (takyit) gibi önemli noktaları karıştırmakla yanılgılara düşmüş olmalıdırlar.
Celâlettin es-Suyutî Kur'an'daki mensuh ayetlerin sayısını 20'ye indirdi; Şah Veliyyullah Dehlevî bu sayıyı 5'e, Türkiye'de Ömer Rıza Doğrul ise sıfıra indiriverdi. Ömer Rıza Doğrul. “Tanrı Buyruğu'nda Müslim'in bazı hadislerini mevzu, Süyutî'yi de pek zayıf ilân ettikten sonra, bütün hadis kitaplarını karıştırdığı halde, nesh hakkında tek bir rivayet bulamadığını belirtir ve Kur'an'da nesh olmadığını ileri sürer. “Sana okutturacağız da unutmayacaksın” ayetini kendine delil olarak alır ve hemen sonraki, “ancak Allah'ın dilediği dışından ayetini görmez. [95] Gerçi, bir takım müfesirler Elmalılı Hamdi Yazır'ın da belirttiği gibi, buradaki istisnanın azlık ifade ettiğini veya bütünüyle olumsuzluk ifade ettiğini, yani, 'Peygamber'e okutulanın hiç bir şekilde unutturulmadığını' belirtirler. [96] Ama, gerek Nahl Suresi'ndeki, gerekse, Bakara Suresi'ndeki yukarıya aldığımız ayetler bir nesh gerçeğine işaret etmektedir. Nesh'i kabul etmeyenler ise, buradaki nesh'i, Kur'an'ın önceki şeriatları nesh ettiği şeklinde yorumlarlar.
Burada, bu görüşleri verdikten sonra, İmam Muhammed el-Bakır'ın şu sözünü aktarmayı gerekli görüyoruz:
“Muhakkak insanlar bu Kur'an hakkında ilimleri olmadan konuşuyorlar. Allah şöyle diyor oysa: “O ki size kitabı indirdi; onda muhkem ayetler vardır., diğerleri müteşabihtir..” Mensuhlar müteşabihlerdendir. Muhkemler neshedenlerden. Allah azze ve celi Nuh'u kavmine şu mesajla gönderdi:
“Allah'a ibadet edin, O'ndan korkun ve bana itaat edin.” Nuh kavmini 'Allah'a, birliğine, O'na ibadet etmeye ve hiç bir şekilde şirk koşmamaya' çağırdı. Sonra Allah bu kural üzere Muhammed (S.A.V.)'e varıncaya değin peygamberleri gönderdi. Muhammed de insanları Allah'a ibadet etmeye ve O'na hiç bir şekilde şirk koşmamaya çağırdı ve Allah şöyle buyurdu:
“O size, Nuh'a tavsiye ettiğini ve sana vahyettiğimizi, İbrahim, Musa ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi, dini doğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin diye dinden bir şeriat kıldı. Kendilerini çağırdığın şey müşriklere ağır geldi. Allah Kendisi'ne dilediğini seçer ve yöneleni Kendisi'ne iletir.” (Şura: 13). Allah peygamberleri kavimlerine 'Allah'tan başka ilâh yoktur' şehadetiyle ve kendi katından gelenin kabul edilmesi için gönderdi. Kim, buna içten gelerek inandı ve bu inanç üzere öldüyse, Allah onu Cennet'e kor. Çünkü, Allah kullarına zalim değildir; çünkü Allah, işleyene işlediğinden dolayı ateşi vacip kıldığı günahlara ve öldürmelere dalmadıkça bir kula azap edecek değildir. Ne zaman ki, her peygambere kavminden uyanlar uydu, o zaman Allah her peygamber için bir şeriat ve yol kıldı; Şeriat ve yol Allah'ın yolu ve sünnettir, Allah Muhammed (S.A.V.) 'e dedi:
“Muhakkak, Nuh'a ve ondan sonraki nebilere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik.” (Nisa: 163). Ve, Allah her nebiye yola ve sünnete tutunmasını emretti ve Allah'ın Musa'ya emrettiği yol ve sünnette yedinci gün vardı ve Allah o günün haramlığını tanıyıp, bu günde çalışmayı helâl kılmayanı Cennet'e kor; kim de onun hakkını küçümseyip, Allah'ın işlemeği haram kıldığını işleyerek helâl ettiyse, onu da ateşe kor. Yedinci günde yiyip, avlanmayı helâl kılanlara Allah, Rahman'a şirk koşmadıkları ve Musa'nın getirdiğinde şüpheye düşmedikleri halde, gazap etti ve “Muhakkak sizden yedinci günde haddi aşanları bildiniz ve onlara 'aşağılık maymunlar olun' dedik” (Bakara: 65) buyurdu.,. Sonra Allah Muhammed (S.A.V.) 'i gönderdi ve o Mekke'de 10 yıl davette bulundu ve bu on yılda Allah'tan başka ilâh bulunmadığına ve Muhammed'in Allah'ın rasûlü olduğuna şehadet eden herkesi ikran ve tasdikinden dolayı Allah Cennet'e kor. Allah, bu şehadet üzere Muhammed'e tabî olanları, Rahman'a şirk koşmadıkça cezalandırmaz. Allah Benû İsrail (İsra) Suresi'nde, “Rabbin ancak kendisine ibadet etmenize ve anne-babaya iyiliğe hükmetti... muhakkak O, kullarına karşı her şeyden haberdardır, görendir” buyurdu. Bu aradaki (23-30) ayetlerde öğüt, terbiye, hafif yasak vardır, va'd ve cezalandırma tehdidi yoktur, sakındırma söz konusudur: Sonra şöylededi:
“Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Sizi de onları da biz besliyoruz, onları öldürmek büyük hatadır” (31); Zinaya yaklaşmayınt çünkü o açık bir kötülüktür, ne kötü bir yoldur (32); Allah'ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmeyin; kim zulmen öldürülürse velisine yetki veririz{3Z); Ergenlik çağına eriyinceye kadar en güzel olanın dışında yetimin malına yaklaşmayın; ahdi de yerine getirin, çünkü ahd sorumluluk getirir(34); Ölçtüğünüz zaman ölçüyü tam yapın, doğru terazi ile tartın; bu daha iyidir, sonu daha güzeldir(35); Hakkında ilim sahibi olmadığın bir şeyin ardına düşme, çünkü kulak, göz ve gönül hepsi ondan sorumludur(36); Yeryüzünde kabara kabara yürüme, çünkü ne yeri delebilirsin, ne de dağların boyuna erişebilirsin (37); Bunlar hepsi kötü olan, Rabbi'nin katında hoş görülmeyen şeylerdir; bunlar Rabbi'nin sana vahyettiği hikmettendir; Allah'tan başka bir diğer ilâh daha edinme, sonra, kınanmış, uzaklaştırılmış olarak Cehennem'e atılırsın (38-9).
Allah bütün bu ayetlerde hiç bir ceza veya mükâfat vadinde bulunmadı. Yalnız son ayette ve yine Mekke' de inip, azapla tehdit ettiği ayetlerde hep müşrik olanlara seslendi, müşriklerin Cehennem'e gireceğini bildirdi. Vaktaki Allah Muhammed'e Mekke'den Medine'ye gitme izni verdi ve İslâm'ı beş şey üzerine kurdu: Allah'tan başka ilâh bulunmadığına ve Muhammed'in O' nun kulu ve rasûlü olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, Allah'ın Evi'ne haccetmek ve Ramazan orucunu tutmak. Allah ayrıca ona hadleri, farzların kısımlarını indirdi, işleyenlere ateşi vacip kıldığı günahları bildirdi ve katil hakkında “Kim bir mü'mini kasden öldürürse cezası, içinde ebedî kalmak üzere cehennemdir; Allah ona gazap etmiş, lanetlemiş ve kendisi için büyük bir azap hazırlamıştım hükmünü indirdi” (Nisa: 93) Allah mü'mini lanetlemez, şöyle buyurur O:
“Allah kâfirlere lanet etti ve onlara Seîr'i hazırladı (Ahzab: 64). Yetim malını zulmen yiyenler hakkında, “Yetimlerin mallarım zulmen yiyenler, muhakkak karınlarına ateş yerler ve Seir'e gireceklerdim (Nisa; 10) hükmünü indirdi.. Tartı hakkında, “Ölçüde tartıda hile yapanların vay haline” (Mütaffifîn: 1) hükmünü indirdi; Allah yalnız kâfirler için 'vay haline' tehdidini kullanır, şöyle buyurur O:
“Artık büyük bir günü görmekten ötürü vay kâfirlerin haline.” (Meryem: 37) Ahd hakkında şunu indirdi: “Allah'a verdikleri ahdi ve yeminlerini az bir pahaya satanlar var ya, onların Ahirette hiç bir payları yoktur; “Allah Kıyamet Günü onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temizlemeyecektir. Acı bir azap vardır onlar için.” (A. İmran: 77). Ahiret'te payı, nasibi olmayan insan neyle Cennet'e girsin. Allah Medine'de şu hükmü de indirdi: “Zina eden erkek zina eden kadın veya müşrik kadından başkasıyla evlenmez; zina eden kadın da zina eden erkek veya müşrik erkekden başkasıyla evlenmez; bu müzminlere haram kılınmıştır.” (Nur: 3). Allah zina edene mü'min adı vermedi ve Rasûlullah da şöyle buyurdu:
“İlim ehli bunda şüphe etmedi” “Zina eden zina ettiğinde mü'min olarak zina etmez; çalan çaldığında mü'min olarak çalmaz; bunu yaptığında iman üzerinden gömleğin çıktığı gibi çıkar.” Allah Medine'de yine şu hükmü indirdi: “Namuslu kadınlara iftira atıp da, dört şahit getirmeyenlere seksen değnek vurun ve artık onların şahitliğini asla kabûl etmeyin. Onlar fasıkların ta kendileridir.” (Nur: 4). Allah iftiracıyı imanla adlandırmaz; O şöyle buyurur:
“Mü'min kimse fasık kimse gibi midir, bir değillerdir onlar.” Ve, Allah fasığı münafık kıldı: “Muhakkak münafıklar, işte onlar fasıklardır.” (Tevbe: 67). Ve, Allah fasıkları İblisin adamlarından saydı: “İblis hariç, o cindendi ve Rabbi'nin emrinden fısk etti”; ve Allah onları lanetledi: “Namuslu, bir şeyden habersiz mü'min kadınlara zina iftirası atanlar dünyada da Ahiret'te de lanetlenmiştir; onlar için büyük bir azap vardır...” (Nur: 23).[97] (Yanlış anlamamalar için bk. Küfr, Fısk, Nifak.)
İmam Muhammed el-Bakır'ın özetleyerek alıntıladığımız bu sözü gerek neshin, gerekse iman, islâm, fasık ve münafığın anlaşılması bakımından önemli bir gerçeği ortaya koymaktadır. Bir kez, İslâm öncelikle Tevhid'e dayalı inanç sistemi üzerine oturur ve tüm peygamberler öncelikle bu inanç sistemini kabul.ettirmeğe çalışmışlardır. Bu inanç sistemini kabul etmiş bir cemâat oluştuğunda ise, Allah hükümleri, yani bir hükümet olmanın gerektirdiği ahkâmı indirmiştir. Bu, Hz. Musa'nın hayatında da çok belirgin olup, Tevrat Mısır' dan çıktıktan yıllarca sonra inmiş, ama, Hz. Musa dağdayken kavmi buzağıya tapınmaya başladığı için, Hz. Musa Tevrat'taki hükümleri uygulamayı, Tevhidi sapmayı düzeltinceye kadar ertelemiş [98] ve bu sapmayı önledikten sonra, Tevrat'ın hükümlerine kuvvetle tutunma emrini almıştır. Aynı şey Muhammed ümmeti için de söz konusu olmuştur. Dikkat edilirse, İsra süresindeki ayetlerde herhangi bir tehdit veya azap söz konusu edilmezken, aynı eylemler karşılığında Medine'de şiddetli azap tehdidinde bulunulmaktadır. İslâm'ı anlamak için, hükümleri, neshi iyice anlamak için bu Mekke-Medine ayırımını çok iyi bilmek ve her zaman göz önünde bulundurmak gereklidir. Yoksa, İslâm'da herhangi bir şey anlamak mümkün olmaz.
Sorunu bu açıdan ele aldığımızda, Kur'an'da nesh hem vardır, hem hiç yoktur diyebiliriz. Kur'an 23 yılda inmiştir ve Kıyamet'e değin her müslümanın, her müslüman toplumun her çağda, her dönemde ve her yerde sorunlarına cevap verecek niteliktedir. Kur'an İslâm'ın hem yönetim dini olmadığı Mekki dönemi, hem de yönetim dini olduğu Medenî dönemi içermekte ve her iki dönem için de kurallarını sergilemektedir. Sözgelimi, inanmayan, imanın gerçeğini bilmeyen bir insana “içki içme, kumar oynama, çalma” demek abes olur. İslâm'ın Tevhidi düzlemde hakim olmadığı, İslâm'ın yasakladığı bir siyasal ve ekonomik düzenin egemen olduğu yerde de, Şeriat'ın haddlerini uygulamaya kalkmak, hırsızlık yapanların elini kesmek, zina edenleri öldürmek İslâm adına en büyük zulmü işlemektir. O halde nesh konusu oldukça önemlidir ve çok iyi kavranmak durumundadır.
Kur'an'da nesh olmadığını, hattâ Sünnet'in Kur'an'ı nesh edemeyeceğini iddia edenler, Hz. Ömer'in ayetle sabit olan zekâtın müellefe-i kulûb’a. da verilme hükmünü ortadan kaldırdığını nasıl kabul ederler. [99] Oysa, müellefe-i kulûb konusunda Hz. Ömer'in tavrı açıktır. O, Hz. Peygamber (S.A.V.) zamanında müellefe-i Kulûb (kalpleri İslâm'a ısındırılacak kişiler) payından zekât alan iki kişiye müslümanların güçlendiğini ileri sürerek zekât vermemiştir. Hz. Ömer'in bu tavrı hiçbir zaman müellefe-i kulûbu ortadan kaldırmaz; nesh olayını ortaya kor. Şu anda, acaba müslümanlar Hz. Peygamber'den sonraki dönemi mi yaşıyorlar, yeryüzünün en güçlü bir yönetimini mi kurmuş durumdalar da, müellefe-i kulûb ebediyyen ortadan kalkmış olsun. Neden Allah Mekke'de herhangi bir ceza tehdidinde bulunmuyor da, Medine'de aynı eylemleri işleyenleri kâfir, münafık ve fasık sayıyor? Bu özellikler iyice kavranrnadıkça, nesh olayı gerçek yönüyle yerli yerine oturtulmadıkça, İslâm'ın kavranması da zor olacaktır.
İslâm, eskilerin deyimiyle 'efradını camî, ağyarını manî' olarak bir daire çizer. Bu dairenin çevresi 'Allah'ın haddleridir.' Bu haddlerin içinde kalındıkça, yani çemberin dışına çıkılmadıkça, biraz daha ihtiyatlı davranarak çembere yaklaşılmadıkça dairenin içinde müslümanların yaşadıkları duruma ve şartlara göre, İslâm'ı çevreleyen şartlara göre nesh olayı sürekli cereyan etmek durumundadır. Bunun için de, Allah tarafından seçilmiş masum insanlar olmadığı zamanda adil, müttakî ve zamanın şartlarını iyi bilen müctehidlere ihtiyaç vardır. Bu söylediklerimizden, modernist bir tavır içinde olduğumuz sanılmasın. İslâm'dan en ufak bir taviz verilemez ve İslâm zamana uydurulamaz, aksine zamana hükmeder. Fakat, fıkh konusunda da anlatacağımız gibi, İslâm önce Tevhidi bir inanç sistemine dayalı bir toplumun oluşmasını, ondan sonra da hükümlerinin uygulanmasını ister. Hükümler de, uygulanacağı şartlar ortaya çıkınca uygulanır; zaten nesh olayı Tevhid'de, inanç sisteminde değil, hükümlerde meydana gelir. Bu gerçeği de kavrayamayanlar, İslâm'ın bütün önceki dinleri neshettiğini öne sürerler. Oysa, İslâm, Hz. Adem'den bu yana insanların çağrıldığı tek gerçek dindir; İbrahim de bu dinle gelmiştir, Musa da, İsa da; Kur'an'ın Mekkede indirdiği ayetler ve İsra Suresi'nde geçen ve İmam Muhammed el-Bakır'ın andığı ayetler önceki peygamberler tarafından da tebliğ edilmiştir. Bunlar, Allah'ın dini'nin, yani İslâm'ın temelini oluştururlar. İşte, bu temele dayalı bir yönetim oluştuğunda, Medine kurulduğunda 'ahkâm' inmeğe başlar ve bu yönüyle İslâm önceki peygamberlerin getirdiği ahkâmın bazısını neshetmiştir. Bu ahkâm da, tenzil olayının içeriğinde de var olduğu gibi, belli bir tedricîlik gözeterek gelmiştir. Basit bir örnek olarak, zina eden kadınların Alah'ın haklarında bir yol açmasına değin, evlerde hapsedilmesi emredilmiş, sonra, bunlara 100 değnek vurulması hükmü indirilerek, haklarındaki yol açılmıştır. Evli olduğu halde zina eden kadın ve erkekleri ise Hz. Peygamber recmetmiştir ki, bu bir nesh değil, bir tafsildir ve Sünnet'in elbette bu yetkisi vardır ve hiç bir zaman burada Kur'an'a aykırılık söz konusu değildir. Çünkü, Kur'an'ın evde hapsedilmesini emrettikleri zina eden ve zina ettiği dört şahitle tesbit olunan kadınlardır; Kur'an burada erkekleri söz konusu etmemekte ve kadınların evli mi, bekâr mı, hürr mü, cariye 'mi olduğunu da açıklığa kavuşturmamaktadır. (Nisa: 15). Bundan sonra inen Nur Suresi'nde ise 'zina eden erkek ve kadınlara yüz değnek vurulması' emredilmektedir; ama, yine erkek ve kadının bekâr mı, evli mi, köle veya cariye mi, hürr mü olduğu açıklanmamaktadır. İşte, bu ayırımı Sünnet yapmış, hür ve bekâr olanlara yüz değnek vurma, hür ve evli olanları da recmetme hükmünü getirmiştir. Cariye ve kölelerin cezası daha bir ayrıdır. Bu olayda, Hz. Peygamber'in dönemi ile ilgili olarak bir nesh vardır; fakat bu nesh peygamber'in dönemindeki İslâm'ın gerçek uygulanma şartları sürdükçe elbette bakîdir; ama İslâm yurdunun irtidad-şirk-harp yurduna dönüştüğü durumlarda da geçerli olabilir mi? İşte bu önemli bir konudur. Hüküm olarak geçerliliğini kıyamet'e değin korumakla birlikte, uygulanma gereği olarak şartların değiştiğinde de koruması, Kur'an'ın bütünüyle muhkem olmasına da ters düşmeyecek mi? Çünkü bu durumda Kur'an'ın bazı ayetlerini Kıyamet'e değin hükümsüz saymak gerekecektir. Konuya bir de şu açıdan bakalım.
Şu üç ayete bakalım: “Size gece ve gündüzü iki ayet yaptık. Gecenin ayetini sildik, gündüzün ayetini aydınlatıcı kıldık..” (İsra: 12). “Allah batılı siler, hakkı kelimeleriyle yerine getirir.” (Şura: 24). “Allah siler dilediğini ve dilediğini yerinde tutar; Kitab'ın Anası O'nun yanındadır.” (Ra'd: 39).
Birinci ayette, gece ve gündüzün ayeti aydınlık ve karanlık olabileceği gibi, İ. Abbas'ın yorumu üzerine, biri ay, biri güneş de olabilir. Buradan, ayın bir zamanlar güneş gibi olduğu fikri doğmuştur. Aynı şekilde, bîr zamanlar gece ve gündüzün olmayıp, yalnızca geceden, veya gündüzden birinin olduğu da anlaşılabilir. Ama, sonradan bu iki ayetten biri silinmiş, karartılmış, diğeri ışıklı yapılmıştır ki, “Rabbimiz'den bir lûtf arayalım ve yuların sayısıyla hesabı bilelim diye.” İkinci ayette batılın silindiği, hakkın yerine getirildiği belirtilmektedir; bu ayetle birinci ayetin bir bakıma bağlantısı da vardır; gece batılı, gündüz hakkı temsil edebilir. Tarihte zaman zaman batıl hakim olduysa da, her defasında Allah onu silmiş ve yerine hakkı getirmiştir. Demek ki, bu bir defaya özgü değil, aynen gece gündüz gibidir ve; “o günler ki, biz onu insanlar arasında döndürür duyururuz” ayetinde de ifade olunduğu üzere bir devr-i daim göstermektedir. Üçüncü ayette, gerek gece gibi, gerek batıl gibi, gerekse daha başka şeyler gibi, Allah'ın dilediğini sildiği, ortadan kaldırdığı, dilediğini de yerinde tuttuğu, ama, insanlarda olduğu gibi deneme-yanılma yoluyla değil de, bunların hepsini ezelî bilgisinde sakladığı ve bu bilginin kelime olması gerekince ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. “Sadakanın ömrü uzattığını” ifade eden hadis bu çerçevede değerlendirilmelidir.
İşte, nesh olayı aynen yukarıya aldığımız üç ayette açıklandığı şekildedir. Bu, Allah'ın koymuş olduğu bir kanundur ve hem kâinatta, hem de insan hayatında ve dolayısıyle İslâm'da cereyan etmektedir.
Nesh'i bütünüyle reddetmek kadar, Kur'an'da mensuh ayetler, hükümler bulunduğunu kabul etmek de İslâm'ı belli bir zamana ve yere mahkûm etmek anlamına geleceği gibi, İslâm'ın dinamizmini de kavramamak anlamına gelir. Aslında, nesh konusu Kur'an'da oldukça açıktır. Yukarıda yaptığımız açıklamaları güçlendiren şu noktalar da, nesh konusunu açıklıkla ortaya koyucu niteliktedir.
Cihad, İslâm'ı yaşayıp, yaşatma mücadelesine verilen addır. Cihad, gerektiğinde salt sözle olur, gerektiğinde kalple olur gerektiğinde elle olur. Elle, kılıçla yapılan Cihad'ın adı 'kıtâl'dir. Kur'an, Medine'de 'kıtâl'e izin vermiş, belirli durumlarda bu izni 'farz' hale getirmiştir. Ama, bu ayetler, bir yandan, Mekkede 'kıtâl'in yasak oluş hükmünü 'nesh’ ettiği gibi, bir yandan da, sözlü Cihad'ın gerektirdiği durumlarda, yeni bir Mekke'de veya 'kıtâl'in gerekmediği durumlarda sözlü Cihad'ı şart koşar ve 'kıtâl'in yasak olduğunu ortaya kor. Zamanı gelir, 'kıtal' gerekir; öyle bir zaman da gelir ki, 'kıtal' zulüm olur. Aynı şekilde, Kur'an, “kâfirler üzerinde ezici bir üstünlük sağlayıncaya kadar, özel olaraksâ, savaşta onları iyice perişan edinceye kadar esir almayı yasaklar (bk. Enfal: 67). Ama, kâfirler karşısında ezici üstünlük sağlandığında bu yasak kalkar ve esir alma izni doğar. Bütün bunlar, İslâm'ın hükümlerinin her zaman ve şartlardaki uygulanabilirliğini ve dinaminizmini ortaya koymaktadır. Nesh gerçeğinin iyi kavranmaması, islâm'ı en açık ve bilinmesi en gerekli yanlarından birinden yoksun bırakmak olacaktır.
Burada Nasih-Mensuh’u açıklamamız İslâm'ın dinamizmi açısından olmuştur. Bunun yanısıra, İslâm ahkâmının uygulanma aşamasına gelindiğinde, sözgelimi içki yeniden aşamalı olarak haram kılınacak, zina edenlere bir süre celde cezası, sonra recm uygulanacak diye bir şey olmaz. Ahkâmdaki neshte son hüküm artık bakî olan hükümdür. Fakat, bu hükümlerin uygulanması için sözünü ettiğimiz tedricî bir yoldan ve oluşum safhalarından geçilecektir. [100]
[92] Müfredat, 490.
[93] S. Yıldırım, a.g.e. s: 102.
[94] Hak Dini Kur'an Dili, I, 462.
[95] Tanrı Buyruğu, s. LXXXVIII.
[96] Hak Dini Kur'an Dili, VIII: 5760.
[97] Üsul-i Kâfi, III; HN: 1510.
[98] Hak Dini Kur'an Dili, IV: 2287.
[99] İmam-ı Şafiî gibi bir mezhep imamı, ayeti sünnetin bile neshini kabul etmezken. Peygamber olmayan bir zata ne kadar yüce bir zat da olsa ayetin hükmünü neshettirmek karşısında şaşmamak elden gelmiyor.
[100] Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, Beyan Yayınları: 90-102.