saniyenur
Sat 25 August 2012, 11:19 am GMT +0200
Namaz (Salât) Ve Zekat
Bu iki kelime Kur'ân'da daima birlikte zikredilir. Ve zikredildikleri her yerde aşağıdaki anlamları taşırlar. İlk olarak, salât bir kişinin manevi ve ahlâkî mükemmelliği ve kişinin ilerlemesi anlamındadır; zekat ise kişinin malını fakirlere ve muhtaçlara haklarım vermek yoluyla manen temizlemesi anlamına gelir. ikinci olarak, salât faydasını fizik temizlik ve saflık olarak gösterir, zekat ise onu alan kişiye fayda verir. Üçüncü olarak salât bir eşitlik dersi vermektedir ve zekât zenginlerin mallarından bir kısmını fakirlere aktararak servet eşitsizliğini fiilen ortadan kaldırır. Dördüncü olarak, salât ve zekat bütün bu anlamları en geniş şekilde bir arada ve bir anda kapsayan bir şekilde kabul edilebilir. Bundan dolayı bu iki terim birbirini tamamlayıcıdır ve uygulamada birbirlerinin anlamlarını ve Önemlerini kuvvetlendirici etkileri vardır.
İslâm'ın şartlarını yerine getiren insanlar gerçek müminler ve bu inancın şahitleridirler: "Onlar gaybe inanırlar, namazı kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan yerli yerince sarf ederler... Saadete erişenler bunlardır." (2; 3, 5). Bu âyetler çok anlamlıdır ve temel bir gerçeğe işaret ederler: Allah'a yakın olmaya ve O'nun rızasını kazanmaya çalışanlar, daima O'nun emirlerine itaat edenler ve servetlerini gece-gündüz fakirler ve muhtaçlar için harcayanlardır. Onlar bilmektedirler ki, toplumun talihsiz fertleri aç ve çıplak kaldıkça, yani bütün toplumu yıkacak olan zengin ve güçlülerin eşitsizlik, aşırılık ve zulümleri devam ettikçe, namazları ve zikirleri onlara birşey kazandırmaz. Bu nedenle onlar servetlerini fakir ve muhtaçların durumlarının iyileştirilmesi uğruna harcamaya namaz (salât) ve Allah'ı zikretmek kadar önem verirler. Eğer bütün bir toplum fakirlere ve muhtaçlara karşı yanlış uygulamalar, zulüm ve ayrımlarla doluysa o zaman yalnızca Allah'ı zikretmek ve anmak fayda vermez.
Bu durum şunu açıkça göstermektedir ki, ekonomik sahadaki eşitsizliklerin bir sonucu ve açık bir işareti olan sefalet, ciddi bir toplumsal felaket olup, toplum İçin bir kara lekedir. Bu nedenle de kesinlikle hiçbir şartta hoş-görülmemelidir. Sosyal ve siyasî mevkilerinin meyvelerini milyonlarca Müslümanın sıkıntı içinde bulunduğunu bildikleri halde dev-şirip, sonra da Müslüman olmaktan gurur duyduklarını söyleyenler Kur'ân'ın aşağıdaki âyetlerini unutmamalıdırlar.
Kıyame sûresinde mealen şu ifedeler yer almaktadır:: "O inanmamış, namaz da kılmamıştı, bilâkis İnkâr etmiş, yüz çevirmişti. Sonra da kasıla kasıla yakınlarına gitmişti. Sana yazıklar olsun yazıklar! Daha ne olsun sana, yazıklar olsun yazıklar! İnsan, başıboş bırakılacağını, sorumlu tutulmayacağını mı sanır?" (75: 31-36)Maun sûresinde ise şöyle hitap edilmektedir: "Ey Muhammedi Dîni yalan sayanı gördün mü? Yetimi kakıştıran, yoksulu doyurmaya yanaşmayan kimse işte odur. Vay o namaz kılanların haline ki: Onlar kıldıkları namazdan gafildirler. Onlar gösteriş yaparlar. Onlar basit şeyleri dahi vermezler." (107: 1-7).
Hakka sûresinde şu âyetleri okumaktayız: "İlgililere şöyle buyrulur: 'Onu tutup bağlayın. Sonra alevli ateşe atıverin. Sonra da yetmiş arşın uzunluğunda bir zincirle bağlayıp oraya sokun. Çünkü o yüce Allah'a inanmıyor, yoksulun doyurmaya da teşvik etmiyordu. Bu sebeple bugün burada onun bîr acıyanı yoktur." (69: 30-35).
Bu âyetler, sefaletin toplumdaki adaletsiz ve suni derecelendirmelerin bir işareti ve birşeylerin temelden yanlış olduğunun belirtisi olduğuna açıkça işaret etmektedir. Bu nedenle de en erken fırsatta yokedilmelidir. İlk önce, İslâm toplumunda aşırı boyutlara ulaşması engellenmeli ve eğer bu boyutlara ulaşmışsa, vakit kaybetmeksizin ortadan kaldırılmalıdır. Aksi taktirde, bütün toplum sefaletin hüküm sürmesinden kaynaklanan ifrat ve intibaksızlığın doğurduğu sonuçlara katlanır ve Hesap Gününde Allah katında lânetli bir konuma düşer.
Sefaletle savaşmamak, denge (mizan) ve adalet içindeki kevnî sistemden hayat sistemlerini ayırmak, toplumun dengesini ileri derecede bozmak anlamına gelir. Şüphesiz, dengesizlik durumunda kalan toplum güven ve istikrarını sağlayamaz. Bu nedenle kâinatın diğer unsurlarıyla uygun dengeli bir konuma gelmek isteyen toplumlar bütün eşitsizlikleri ve aşırılıkları ortadan kaldırmak için gayret sarfedip, büyük adımlar atmalıdırlar.
Kur'ân dikkatle incelenirse salât ve zekât unsurlarının Allah'ın hukuku ve kulların hukuku gibi iki temel İslâmî kavramı ifade için kullanıldığı görülecektir. Kur'ân'da, Tevhid ve Hesap Günü dışındaki tüm konu ve kavramlardan daha fazla ve çok çeşitli vesilelerle sözü geçen salât ve zekat, çoğu zaman birlikte zikredilmekte ve bunlara büyük önem atfedilmektedir. Bu İslâm sisteminde namaz ve zekatın önemine işaret eder.
Gerçek Müminliğin Belirtileri:
Enfal sûresi bu iki temel şartı yerine getirenleri Gerçek Müminler olarak tanımlamaktadır: "İman edenler ancak o kimselerdir ki ... namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan yerli yerince sarfederler. İşte gerçekten inanmış olanlar bunlardır." (8: 3-4), Tevbe sûresinde şöyle buyurulmaktadır: "Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velileridir; iyiliği emreder, kötülükten alıkorlar; namaz kılarlar, zekat verirler. Allah'a ve peygamberlerine itaat ederler. İşte Allah bunlara rahmet edecektir..." (9: 71). Nemi sûresinde de şöyle zikredilmektedir: "Bunlar, namaz kılan, zekât veren ve âhirete de kesin olarak inanan müminlere doğruluk rehberi ve müjdedir." (27: 2-3).
Müminlerle Kâfirleri Ayıran Özellikler:
Namaz ve zekât gerçek mümini kâfirden ayırdeder. Tevbe sûresinde yer alan şu âyet buna işaret etmektedir: "...Eğer tevbe eder, namaz kılar ve zekat verirlerse yollarını serbest bırakın..." (9: 5). Yine aynı sûrede şu âyet mevcuttur: "Eğer tevbe eder, namaz kılar, zekât verirlerse, sizin din kardeşiniz olurlar..." (9: 11).
Böyle Kişilere Büyük Mükâfatlar Vardır:
Bu iki unsar insanların sosyal hayatında büyük önem taşıdığından Allah bunları yerine getirenlere rahmet ve mükâfaat vadetmiştir: "İman edip sâlih amel işleyenlerin, namaz kılıp, zekât verenlerin Rableri katında ecirleri vardır..." (2: 277). Lokman sûresinde şu âyetler mevcuttur: "O kimseler namazı kılarlar, zekatı verirler, âhirete de yakinen inanırlar. İşte onlar Rablerinin yolunda olanlardır, işte onlar saadete erenlerdir." (31: 4-5). Fatır sûresinde ise şu âyeti görmekteyiz: "Allah'ın Kitabına uyanlar, namazı kılanlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve açık sarfedenler, tükenmeyecek bir kazanç umabilirler." (35: 29).
Önceki Milletlerle Yapılan Ahitleşmenin Bir Kısmı:
Namaz ve zekat, insanların sosyal hayatında çok önemli olduklarından ve özellikle de zekat zengin sınıflardan fakirlere aktarımı sağladığından Ehti Kitap'la yapılan Ahitleşmede yer almışlardır. Bu durumdan Bakara sûresinin şu âyetinde bahsedilmektedir: "İs-railoğullanndan 'Allah'tan başkasına kulluk etmeyin, ana-babaya, yakınlara, yetimlere, düşkünlere iyilik edin, insanlarla güzel güzel konuşun, namazı kılın, zekâtı verin!' diye söz almıştık..." (2: 83).
Bütün Peygamberlere Aynı Kurallara Uymaları Emredilmiştir:
Enbiya sûresinde şöyle buyurulmaktadır: "Onları, buyruğumuz altında insanları doğru yola götüren önderler yaptık; onlara, iyi işler yapmayı, namaz kılmayı, zekât vermeyi vahyettik..." (21; 73).
Hz. İbrahim'e de Aynısı Emredilmiştir:
Hz. İbrahim ve çocuklarının yolları da aynı yoldu: "O, sizi seçmiş, babanız İbrahim'in yolu olan dinde... namaz kılın, zekât verin..." (22: 78).
Oğlu İsmail'e De Aynı Şey Vahyedilmiştir:
Meryem sûresinde şu ifadeler yer almaktadır: "(İsmail) çevresinde bulunanlara namaz kılmalarını, zekât vermelerini emrederdi..." (19:55).
İsa'ya Da Aynısı Emrolunmuştur:
"-Beni mübarek kıldı ve yaşadığım müddetçe namaz kılmamı, zekât vermemi emretti..."
(19:31).