- Muttarif b. el Kahin el Bahilî ile Sulh

Adsense kodları


Muttarif b. el Kahin el Bahilî ile Sulh

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
saniyenur
Sun 27 May 2012, 09:02 pm GMT +0200
Muttarif b. el-Kahin el-Bahilî ile Sulh

1- Bu belge Allah'ın Rasulü Muhammed'den Muttarif b. el-Kahin el-Bahilî'ye ve Bahila halkına.

2- Her kim kıraç araziyi ihya ederse o top­rak artık onundur.

3- Her otuz sığır için bir sığır, her kırk ko­yun için bir yaşındaki bir koyun, her elli de­ve İçin altı yaşındaki bir deve ödemek halkı­nızın görevidir.   

4- Tahsildarların otlak dışında zekât toplamaya yetkileri yoktur.

5- Bütün halkınız Allah'ın emanı altında gü­ven içindedirler. (İbni İshak, a.g.e.)

Rasulullah Arabistan, Necran, Bahreyn ile Arap Yarımadasını çevreleyen kuzey, do­ğu ve güney bölgeleri müslüman ve gayri müslim halklarıyla birçok antlaşmalar yapıp, birlikte bulunmayı garanti etti ve antlaşma­larını bozmadıkça onlara hürmet gösterdi. Yaptığı bütün antlaşmalara sadakatle ve sa­mimiyetle bağlı kaldı ve sadece düşmanla iş­birliği yaparak ya da İslâm Devleti'ne karşı yıkıcı hareketlerle, antlaşmanın kendi payla­rına düşen kısmını ihlâl eden kişilere karşı askerî eyleme geçti.

Kureyş Rasulullah'la barış antlaşması yaptı, ancak antlaşmayı ilk bozan da onlar oldu. Yenilemek istediler, ancak Rasul Medine'ye bu amaçla gelmiş olan heyetleri ile görüşmeyi reddetti. Onun antlaşma yapıp,

sonra da bozduğu hiçbir örnek yoktur. He­defi barış olduğu için ülkede bu amaçla ant­laşmalar yaptı. Onu yurdunu terketmeye zor­layan, sonra da ona karşı savaş hazırlıkları yapan Kureyşlilerdi. Benzer şekilde, şehirde yaşayanlar arasında barış içinde birliği sağ­lamak için dış saldırılara karşı ensar ve ya-hudiler arasında konfederasyon oluşturulma­sında ilk büyük adımı atan Rasul'dı. Bu antlaşmanın şartlarını ilk çiğneyenler yahu-diler oldu. Rasulullah, vecibelerini hatır­lattığı zaman da, küstahça davranıp karşı koydular.

Bu tür antlaşmalarda hatırlanması gereken diğer bir husus da, karşı tarafın ihanetleri or­taya çıkar (8: 58) ya da antlaşmanın müey­yidelerini çiğner (9: 7-8) ise antlaşmanın açıkça yüzlerine fırlatılıp, artık barışın olma­dığını onlara bildirme şartıdır. Ayete göre, yukarda zikredilen sebeplerle antlaşma iptal edilmek istenirse; "Açık ve âdil tutumla on­ların (metni) yüzlerine at"ılmalıdır. Diğer ta­rafın antlaşma şartlarına titizlikle,uygun şe­kilde uymadıklarını hissetseler yahut karşı tarafın antlaşmaya ilk fırsatta ihanet edecek­lerinden korksalar bile antlaşmayı tek taraflı bir kararla sona erdirmek müminler İçin meşru değildir. Bu yüzden, ayet sanki hiç antlaşma olmamış tavrıyla karşı tarafa mu­amele edilmesini yasaklar. Diğer taraftan bu ayet müslümanlara diğerlerine karşı herhangi bir tedbir almadan önce onlara antlaşmanın sona erdiğini açık ifadelerle haberdar etme bağımlılığını getirir. Bu, karşı tarafın her na­sılsa antlaşmanın halâ yürürlükte olduğu şeklinde bir yanlış anlayışını ortadan kaldı­rır.

Rasulullah, devletler ve kabileler arası po­litikasında bu ayeti esas aldı. Buyurdu ki; "Bir toplulukla antlaşma yapmış kimse sü­resi bitene kadar onunla bağlıdır. Eğer zor­lanırsa, o kimse antlaşmayı diğer tarafın önüne atsın ki, sonuçta her ikisi de eşit şart­larda bulunabilsin." (Ebû'1-Âlâ Mevdûdi "The Meaning of the Qur'an). Diğer bir hadisinde ise, bu prensibi bütün diğer meselelere de şamil kıldı: "Haince davranmayın, si­ze karşı hainlikte bulunana bile!' Ve bu pren­sibi müslümanların zihinlerine o kadar de­rin kazıdı ki, bu prensip onlarca hem lâfzen, hem de ruhen uygulandı. (Ebû'l Ala Mev-dûdi, a.g.e.) Ancak bu prensibin bir istisna­sı vardır. Karşı taraf antlaşmayı bilfiil, açık­ça ihlâl ettiği durumlarda antlaşmanın bo­zulduğu ve fesh edildiği açıktır. Bu durum­da "açık ve âdil bir tutumla antlaşmanın yüzlere atılmasına" gerek yoktur, çünkü kar­şı taraf yaptıklarıyla, antlaşmanın yeniden imzalanmadıkça bağlayıcı olmadığını açık­ça göstermiştir. Burada dikkat edilmesi ge­reken durum, diğer tarafın zihinlerinde şüp­he kalmaması için taraflardan birinin antlaş­mayı çiğnemesi açık, apaçık olmalıdır.

Rasulullah, yaptığı bütün ahitlerde bu prensibe titizlikle riayet etti. Medineli yahu-dilerin olaylarında, onlara karşılıklı mükel­lefiyetlerini hatırlatmak ye antlaşmayla ilgi­li statülerini belirlemek için ya şahsen gitti, ya da birini gönderdi. Antlaşmanın şartları­nı ihlâl ettikleri her durumda bunu tekrar­ladı. Rasul'a karşı, yahut antlaşmalarına dikkat etmediklerini hareketleriyle açıkça or­taya koydukları zaman, işte o zaman onlara karşı harekete geçildi. Buna ait tek istisna Kureyş'le olan Hudeybiye antlaşmasında gö­rülür. Onlar müslümanların müttefikleri olan Benî Huzâa'ya sebepsiz yere saldırıp er­keklerini acımasızca öldürerek antlaşmanın şartlarım çiğnediler. Bu yüzden Rasulullah saldırıdan Önce onlara antlaşmanın iptal olduğunu haber vermeye gerek duymadı. Antlaşmayı ihlâl eden Kureyşlİlerin hareket­leriyle ilgili aşağıdaki şartlar Peygamber'ın misilleme hareketinin haklılığını ispat eder: "Birincisi Kureyş tarafından antlaşma­nın ihlâli o kadar göze çarpıcı idi ki, ihlâlin olduğu hususunda kesinlikle bir şüphe yok­tu. Antlaşmanın bittiğini ikrar ettikleri için Ebu Süfyan'ı Medine'ye antlaşmayı yenile­cek için gönderdiler. Antlaşmanın sona er­diğini bilmeleri bir delil olmasına rağmen, yukardaki prensibin tek istisnasının ancak antlaşmayı ihlâl eden, bozulduğunu bilen ve bunu da ikrar eden kişilere karşı hükmetme­nin haklı olduğunu göstermez. İhlâl herkes için berrak ve şüphenin ötesinde ise istisna­nın haklılığı kabul edilebilir. İkincisi, antlaş­manın bozulmasından sonra Rasul, sö­züyle, davranışıyla ya da imâlanyla her ne şekilde olursa olsun antlaşmanın onlar tara­fından bozulmasına rağmen halâ yürürlük­te olduğunu imâ etmedi, ne de böyle anlaşı­labilecek türde ilişkiyi devam ettirdi. Bütün rivayetler, Ebu Süfyan tarafından yapılan 'antlaşmayı yenileme tekliflerini' reddettiğini gösterir. Üçüncüsü, Kureyş'e karşı askerî ha­rekâtta bulundu; savaş niyetlerini gizli tuta­rak dışa barış gösterisinde bulunmadı." (Ebû'l Ala Mevdudi, a.g.e.).

Bu şekilde Rasulullah kendi uygulamala­rı ile düşman bozmadıkça antlaşmalara hür­met edilmesini ve uyulması gerektiğini gös­teren bir örnek oluşturdu. Karşı taraf bozar­sa durumun icaplarına uygun olarak müs-lüman devlet ya yeni bir antlaşma imzalar ya da diğer gerekli tedbirleri alır. Yukarıda­ki ayet (8: 58). İslâm DevletPnin dış politi­kasını yönlendiren genel prensipleri de orta­ya kor.

1- Müslümanlar, önce kendileriyle antlaşan-lar, sonra da çıkarlarına uygun düştüğü için antlaşmayı bozanlara karşı savaşmak zorun­dadırlar. Bu, kanunlarına uymak üzere müs-lümanlarla antlaşma yapan, sonra da İslâm Devleti'ne karşı ayaklanan toplulukları da kapsar.

2- Müminlerle yaptıkları antlaşmalara uyan, ancak müminler ve inançları için daima teh­like oluşturacak muhalif ve düşmanca dav­ranışlara sahip olan İnsanlar, İkinci tipi oluş­tururlar. Bu durumda, müminler antlaşma­yı açıkça sonlandırmalı, onları bundan ha­berdar etmeli, sonra da onlara karşı uygun tavırları takınmalıdırlar.

3- Antlaşmalarının bütün önemini kaybetti­recek sıklıkta antlaşmalarını bozanlar ve mü­minlerin itibarına zarar vermek için insanî ve ahlâkî kuralları çiğneyen insanlar sonun­cu gruba girerler ki, bunlara gelince, pişman olup İslâm Devleti'ne itaat etmedikçe, müs-lümanlar onlara savaş ilân etmekle mükel­leftirler.